Ulusal hukuk ekolojik açıdan uluslararası hukuki tüm düzenlemelerle uyumlaştırılmalı, yasal ve düzenleyici diğer önlemler bu anlayışla tekrar gözden geçirilmeli ve bu kapsamda açık, tutarlı bir çevre oluşturulmalıdır.
Sürdürülebilir kalkınma yine bizim hassasiyet gösterdiğimiz bir konu fakat kritik olarak yaklaşıyoruz biz bu sürdürülebilir kalkınmaya. Doğa korumacıları değil, doğayı tahrip eden şirket ve yönetimlerin elinde her kapıyı açan sihirli bir anahtar hâline geldiğini görüyoruz ve uygulamada her zaman kalkınma lehine kullanılıyor sürdürülebilir kalkınma ilkesi. Biz bunun yerine ille bir şey sürdürülebilir olacaksa “sürdürülebilir yaşam”ın öncelikli olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle “sürdürülebilir kalkınma” kavramının yeni anayasada yer almasının önüne geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Yaşam alanlarıyla ilgili olarak halkın yerel karar alma mekanizmalarına katılımının güçlendirilmesi için yeni anayasa ademimerkeziyetçi bir yönetim anlayışını düzenlemeli, yurttaşların karar alma mekanizmalarına doğrudan ve etkin katılımını sağlayacak yöntemler, kurumlar geliştirilmelidir.
Yerel yönetimler katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir olmalı, gerekli durumlarda seçilmişlerin geri çağrılmasını sağlayacak mekanizmalar, yerel ara buluculuk gibi çözümler oluşturulmalıdır diyoruz. Bu yine Türkiye’de hukukta olmayan geri çağırma mekanizmasını ve yerel arabuluculuk çözümlerini önemsediğimizi söylüyoruz.
Doğal, kültürel ve tarihî değerler ile doğrudan ilgili veya dolaylı olarak bu değerlerin bekasını etkileyecek olan kamusal kararları denetleyecek özerk kamu denetçisi mekanizması yeni anayasada yer almalıdır diyoruz.
Bu konu şu noktadan dolayı önemli: Özellikle “hakkını savunamayan bir kurum nasıl hak öznesi olabilir” gibi hukukçulardan gelen bir itiraz vardı. “Doğa kendi hakkını savunamadığı için hak öznesi olamaz.” diyorlar. Bizse diyoruz ki: “Doğa kendini hakkını başka şekilde gayet güzel savunuyor.” Yani sellerle, kuraklıklarla.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Cezalandırarak.
MAHMUT BOYNUDELİK – Cezalandırarak yapıyor ama onu beklemeye gerek yok. Kamu bir ombudsman kurumu geliştirerek, doğanın haklarını savunarak bir ombudsman geliştirerek bu süreci bir şekilde işler hâle getirebiliriz.
Yapılan tüm faaliyetler doğanın kendini yenileme kapasitesini zorlamayacak bir şekilde yapılmalıdır. Her türlü ekonomik girişimin oluşturabileceği zararları önlemeye ve en aza indirmeyi amaçlayan ve insanların ve doğanın olası zararlardan korunması için kullanılan ihtiyatlılık ilkesine anayasal bir içerik kazandırılmalıdır diyoruz. Yine bu “ihtiyatlılık ilkesi” bizim en önem verdiğimiz kavramlardan bir tanesi. İlle tehlikenin oluşmasını ve tahribatın gerçekleşmesini beklemeden olabilirlik ihtimalleri dâhilinde yapmak dünya anayasalarında da, Avrupa Birliği ilkelerine de girdi. Biz bunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz ihtiyatlılık ilkesinin.
Kişi ve girişimleri sadece ekolojiye menfi etki hâli değil, aynı zamanda bunun ihtimalî olan faaliyetlere karşı yürütmeyi durdurmak için başvurma hakkı verilmelidir diyoruz. Kenya Anayasası’nda bu ihtiyatlılık ilkesi çok önemli bir yer tutuyor.
Ekolojik Anayasa Girişimi çağrıcıları ve Ekolojik Anayasa Konferansı katılımcıları bu ilkeler doğrultusunda tartışmaları mümkün olduğu kadar geniş bir şekilde sürdürmeye kararlıdır diyoruz. Nitekim biz birtakım toplantılarda bu görüşümüzü yansıtmaya ve bunun geri bildirimlerini almak için gayret gösteriyoruz.
Şimdi bu doğrultuda bir çalışma yaptık ve yeni yapılacak anayasada birtakım madde önerileri size sunduk şu dosyanın içerisinde. Şimdi Oya Ayman bize onları açıklayacak.
OYA AYMAN – Ben Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Koordinasyon Kurulundayım, Greenpeace Akdeniz gönüllüsüyüm, National Geographic Türkiye Editörüyüm. Bu şapkalarımla birlikte aslında Ekolojik Anayasa Girişimi üyesi olarak buradayım. Türkiye’deki pek çok çevre örgütünün temsilcisinin yer aldığı bir girişim Ekolojik Anayasa Girişimi, Mahmut Bey’in de biraz önce belirttiği gibi.
Biz ekolojik anayasa önerilerini bir başlangıç üzerinden ilk önce tarif etmeyi uygun gördük ve “Bu anayasa, dünyayı gelecek kuşaklardan emanet aldığı bilinciyle doğayla uyum içinde yaşamaya söz veren Türkiye vatandaşları tarafından yazılmıştır.” ibaresinin konulmasını öneriyoruz. Özellikle emanetçi olduğumuz kavramını önemsiyoruz çünkü atalarımızdan devraldığımız bütün doğal varlıklar yine gelecek kuşaklara, sonuçta biz bu dünyada bugün varız yarın yokuz ve aynı şekilde, temiz su, temiz hava, temiz toprak bırakmak zorunluluğumuz ve sorumluluğumuz var.
“Cumhuriyetin nitelikleri” başlığı altında “Türkiye Cumhuriyeti, doğanın ve onun bir parçası olan insanın haklarına dayanan, demokratik, laik, ekolojik ve sosyal bir hukuk devletidir.” maddesinin konulmasını öneriyoruz çünkü “ekolojik” kavramının burada konulması dünyada şu anda tek bir anayasada “ekolojik hukuk devletidir” kavramı var. Karadağ Anayasası’nda ve biz de bunun öncülüğünü Türkiye Cumhuriyeti olarak bir şekilde yapabiliriz diye düşünüyoruz ekolojik bir anayasa olduğumuzu ilan ederek. Bunun dayanaklarını da doğanın bir hak öznesi olduğu üzerinden ortaya koyabiliriz diye düşünüyoruz.
Gerekçemiz, cumhuriyetin nitelikleri arasında hukuksal olmayan terimlere yer verilmemelidir çünkü hukuksal olmayan terimler muğlaktır ve farklı anlamlar içerebilir, farklı algılamalara müsaittir. Bu da hukuk sisteminin en tepesindeki anayasadan kaynaklanan bir hukuksal belirsizlik yaratılmasına neden olabilir.
Doğanın haklarına dayanma niteliğinin eklenmesi de insanın doğadan ayrı düşünülemez bir varlık olmasından kaynaklanıyor. Bugüne kadar yapılan anayasalar, konulan kanunlar hep insanı temel alan, insan öznesi üzerinden gitmişti fakat bunun işe yaramadığı çok açık ortada dünyanın ve yeryüzünün durumundan, kirlenen bir dünyayla ve iklim değişikliğiyle karşı karşıyayız. O zaman insan bazlı değil, insanın doğanın efendisi değil, yalnızca onun bir parçası olduğu fikrinden hareketle böyle bir anayasa hazırlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Doğada kendiliğinden bulunan dengenin insan eliyle bozulması hem insanları hem de diğer canlı ve cansız varlıkları olumsuz etkilemektedir. Yalnızca insanın refahı ve mutluluğu için geliştirilen aşırı üretim ve tüketim, ham maddelerin sorumsuzca çıkartılması ve endüstriyel amaçlarla işlenmesi, buna bağlı olarak artan enerji ihtiyacının karşılanması adına fosil yakıtlara başvurulması ve diğer sorumsuz davranışlarımızla dünya üzerindeki yaşamın sonunu getiriyoruz. Bu nedenle bir kez daha bu gidişatı durdurmak için ülkemizin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve her alanda doğanın haklarına saygı gösterilmesi için gereken temel düzenlemeyi anayasada barındırması gerektiğinin altını çizmek istiyoruz.
Türkiye’nin yaşama verdiği önem, çevresindeki ülkeleri de etkileyecektir kuşkusuz, ki, eğer doğanın haklarının tanınması bir anayasal statüye kavuşturulursa, bu konuda Latin Amerika ülkelerinin ardından Orta Doğu, Asya ve hatta Avrupa Birliği için önderlik yapabiliriz.
Anayasada “Doğanın hakları” başlığı altında bir ayrı bölüm açılmasını öneriyoruz. Bunun altında da şu unsurların yer almasının altını çizmek istiyoruz: Su, hava, genler, tohum ve doğanın diğer unsurları doğal varlıktır, kaynak olarak nitelendirilemez çünkü kaynak olarak nitelendirildiği sürece bu bir üretim ve tüketim nesnesi ve daha çok tüketmek üzerinden giden bir hâl alıyor. Bir varlık olarak nitelendirdiğimizde ise o zaman onların haklarını teslim etmiş oluyoruz. Bu varlıklar doğanın bir parçası ve onlara bağlı yaşayan tüm canlıların ortak kullanımında olmalıdır.
Doğal varlıklar mülkiyete tabi olmamalı, kendileri veya genetik bilgileri hiç bir şekilde patentlenememeli ve kamusal kullanımları ekolojik dengeler öncelikli tutularak güvence altına alınmalıdır.
Su, hava, genler, tohum ve diğer doğal varlıkların insanların kullanımına tahsis edilmiş kaynak olarak değil, bir varlık olarak nitelendirilmesi, doğanın bir hak öznesi olarak tanımlanmasında önemli bir kavramsal açılım olacaktır. Bunların doğal varlıklar olarak kabul edilmesi ve tüm canlıların ortak kullanımında bulunması doğanın kendini sürdürebilmesinin ve gelecek kuşakların bunlara erişiminin mümkün kılınmasının ön koşuludur. Geleneklerin, dilsel ve kültürel çeşitliliğin, biyolojik çeşitliliğin algısı ve yaşatılmasındaki rolü dikkate alınarak, geleneklerin, farklı dillerin ve kültürlerin korunması ve kendini gerçekleştirme ve geliştirme hakkı anayasal güvence altına alınmalıdır çünkü kültürel çeşitlilik aynı zamanda biyolojik çeşitliliğin de teminatıdır.
İkinci madde olarak, devlet, tüm faaliyetlerde doğal varlıkların kendilerini yenileyebileceği şekilde kullanılmasını sağlamak için ihtiyatlılık ilkesi çerçevesinde gerekli önlemleri alır. Üstün kamu yararı emanetçilik anlayışıyla tüm canlıların haklarının korunması ve ekolojik dengenin devam etmesi sağlanacak şekilde yorumlanır.
Burada gerekçemiz, endüstriyel üretim tarzı, bugün hâkim olan, doğayı bir ham madde deposu olarak görüyor ve ekonomik amaçlarla doğal varlıkların tüketilmesine neden oluyor. Hepimiz bunu biliyoruz. Ancak bu tarz bir üretim, yaşamın sürdürülebilmesine engel. Sürdürülebilir kalkınma gerekçesi ise nihai olarak kalkınma lehinde bir tercih kullanımıyla sonuçlandığı için yani burada sürdürülebilirlikten çok kalkınma daha çok hedef alınıyor. Biz sürdürülebilir kalkınma teriminin kullanılmasından yana değiliz çünkü tercihler kalkınmadan yana kullanılıyor. Üretim yaparken doğanın kendini yenileyebilmesine imkân tanınması gerekiyor aksi takdirde bundan zarar görecek olan yine bizler, insanlarız. Üstelik bu zarar sadece yeryüzünde ve ülkemizde bugün yaşayan insanları değil, gelecek kuşakları da tehdit etmektedir, bu yüzden bizlerin dünyada gelecek kuşaklar adına emanetçi olduğumuz anlayışıyla herkese ilave bir sorumluluk yüklemektedir. Bu nedenle her türlü girişimin oluşturabileceği zararları önlemek ve en aza indirmek ve insanların ve doğanın olası zararlardan korunması için devletin ihtiyatlılık ilkesini gözetmesi anayasal bir zorunluluktur.
Doğaya ve çevreye zarar verme olasılığı olan tüm plan ve uygulamalarda, zarar görmesi muhtemel bölgede yaşayan halkın her aşamada, plan ve uygulamalarla ilgili her türlü bilgiye ulaşma, kararlara katılma ve insan veya doğanın haklarından biri veya birkaçı ihlal edildiğinde yargı yollarına başvurma hakkı vardır.
Sanayi veya enerji üretimi gibi talepler o bölgede doğaya giderilemez hasarlar verebiliyor. Bu hasarlardan en fazla da yöre halkı, o bölgede yaşayan insanlar etkileniyor. Söz konusu etki yaşam kalitesinin düşmesi, hastalıklar ve hatta ölümler şeklinde ortaya çıkabiliyor. Bir devletin öncelikli görevi vatandaşın sağlığını ve yaşam hakkını korumaktır. Bu nedenle, Türkiye'nin de imzalaması beklenen Aarhus Konvansiyonu'nda da belirtildiği üzere, doğaya ve çevreye zarar verecek her projede bölge halkının onayı alınmalı ve proje öncesinde, sırasında ve sonrasında projeyle ilgili her türlü bilgi halkla paylaşılmalıdır. Bölge halkının kararlara katılması için gerekli yöntemler düzenlenmeli ve gerekli olduğu hâllerde halkın yargı yollarına başvurma imkânı kısıtlanmamalıdır.
Her canlının temiz ve ücretsiz suya ve sağlıklı gıdaya erişim hakkı vardır. Devlet, herkesin temiz suya ve sağlıklı gıdaya erişmesini sağlamak için gerekli önlemleri alır maddesi.
Bunun da gerekçesi olarak, küresel ısınma ve iklim değişikliği nedeniyle her geçen gün suyun önemi artıyor. Yaşam hakkından bağımsız değil su hakkı. Temiz ve sağlıklı su olmadan sağlıklı bir yaşam düşünülemez. Bu nedenle, devlet herkesin temiz ve sağlıklı suya ücretsiz şekilde ulaşmasını sağlamalıdır. Doğadaki diğer canlıların yararlandığı su kaynaklarının kirlenmemesi ve yok edilmemesi için de gerekli önlemleri almalıdır. Aynı şekilde temiz, bozulmamış ve sağlıklı gıdaya ulaşmak da insan yaşamının ve doğanın sürdürülebilmesi için hayati önemdedir ve devlet bu konuda gerekli yasal düzenlemeleri yapar.
Devlet hem yabani hem de evcil hayvan haklarını güvence altına alır. Hayvanlara hiçbir şekilde eziyet edilemez, hayvanlara yönelik eziyet ve fena muamele Ceza Kanunu kapsamında değerlendirilir.
İnsanlar hayvanlardan tarih boyunca yararlanmıştır. İnsanlığın günümüzdeki noktaya gelmesinde hem yabani hem de evcil hayvanların büyük bir payı vardır. Ancak günümüzde artık hayvanların da hakları olduğu ve insanların tahakkümüne ve eziyetine maruz kalmamaları gereği kabul edilmektedir. Bu nedenle ülke toprakları üzerinde yaşayan hayvanların bizler gibi hakları olduğu ve bunların başında yaşam hakkı ve eziyet görmeme hakkı olduğu anayasada kabul edilmelidir. Türlerin devamlılığı ve yavru canlıların anneleri ile serbest ve doğal bir gelişim sağlama hakkı gözetilmelidir. Ekolojik prensiplerde biliyorsunuz kurdun, kuşun, bütün canlıların birbiriyle bağlantısı vardır. Bizim eğer kendi yaşam hakkımız varsa onların da yaşam haklarını korumamız şart eğer yaşamımızı sürdürebilmemiz gerekiyorsa.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Oya Hanım, gerekçeleri zaten bize geldi. Zamanı ekonomik kullanmak anlamında diyorum. Arkadaşa zaman kalmıyor.
Buyurun.
OYA AYMAN – Bitiyor zaten.
56’ncı maddenin nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama her insanın hakkıdır. 56’ncı maddede bir düzenleme yapmayı istiyoruz. Bu 56’ncı maddeyi tekrarlamıyorum. Sadece nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda, sağlıklı bir çevrede ve doğada yaşamak bütün canlıların hakkıdır. Devlet ve vatandaşlar gelecek kuşaklar adına doğal varlıkların emanetçisidir. Doğayı korumak devletin ve vatandaşların görevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlar. Tasarruf, verim ve hizmet kalitesini artırmak için sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.
Bizim burada en önemsediğimiz çok temel, doğanın hak öznesi olarak kabul edilmesi, ihtiyatlılık ilkesi, kamu yararının ekolojik prensipler gözetilerek üstün kamu yararı olarak gözetilmesi, doğal kaynaklar değil, doğal varlıklar şeklinde doğanın unsurlarının nitelendirilmesi ve bu şekilde görülmesi ve bütün bunlardan da yola çıkarak bizim dünyada bir emanetçi olduğumuz prensibinden hareket edilmesini öneriyoruz.
Teşekkür ederim.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Mehmet Bey, buyurun.
MEHMET HORUŞ – Avukat Mehmet Horuş.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Nasıl gerçekleştireceksin bilmiyorum. Yargıtayda mürafaadasın. Son dakikadasın. Bir dakikada bir saati anlatabilmek. O mucizeyi gerçekleştirmenizi istiyoruz.
Buyurun.
ATİLLA KART (Konya) – Baskı altına almayalım da.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Baskı değil. Meslektaşım o.
Buyurun, süre sıkıntımız yok.
MEHMET HORUŞ – Bizim kaygımız şu: Bir yandan doğa hak öznesi olarak tanınsın istiyoruz ama şimdi 1982 Anayasası’ndaki 56’ncı madde pek çok Avrupa ülkesinden önce Türkiye’de çevre hakkı tanındı ve çok ileri bir uygulama. Biz bu cunta Anayasası’ndaki hüküm korunsun istiyoruz sizden. Yani bizim kaygımız darbe Anayasası’ndan daha geriye düşürüleceği yönünde endişelerimiz var. Nitekim ilk sivil anayasa tartışmaları başladığında da bu sürdürülebilir kalkınma ilkesinin anayasaya getirileceği ve 56’ncı maddenin kaldırılacağı basın yayın organlarına da taşınmıştı. Bizim kaygımız bu. Biz daha geriye gideceğinden korkuyoruz.
Şu anda şöyle de bir manzara var: Bu Anayasa’nın 56’ncı maddesi bir hak ve ödev olarak yüklü. Bu bir yurttaşlık ödevi aynı zamanda çevreyi korumak. Ama bakın Türkiye’de bu çevreyi koruma ödevini yapan yurttaşların başına neler geliyor. Aydın Çine, Erzurum Tortum, Hopa, Uşak Eşme, Bergama, Maraş Pazarcık, Ulukışla, Gerze, Muğla Yuvarlakçay, sayıyı daha da uzatabilirim. Burada binin üzerinde çevreci şu anda yargılanıyor Türkiye’de ve ben bunu huzurunuzda söylerken bile korkuyorum bir tane özel yetkili savcı bunu fark eder başımıza bir kova daha açarlar mı diye. Bunu kendi aramızda da böyle korkuyoruz.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sayı ne kadar?
MEHMET HORUŞ – Binin üzerinde çevreci yargılanıyor. Binin üzerinde verilmiş idari para cezaları var. Sadece Sinop Gerze’de 600 kişi hakkında soruşturma var. Sayın Vekilim burada Oktay Bey, Erzurum Tortum’da sadece 160 köylü yargılanıyor. Sadece Tortum. Pazarcık’ta 200’ün üzerinde bu sayı.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Seksen iki yaşında bayan da dâhil.
MEHMET HORUŞ – Biz Pazarcık’ta idari para cezasını ödeyemediği için dört ay yattı adam, köylü ineğini sattı çıkarttı.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Suç isnadı ne?
MEHMET HORUŞ – İş makinelerini engellemek. Bu ihtiyatilik ilkesi diye bahsettiğimiz konu.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yaşam hakkımızı elimizden almayın diye ortaya çıkıyor.
MEHMET HORUŞ – Ama sonra ne oluyor? Muğla Yuvarlakçay’da 1.200 kişiye idari para cezası için soruşturma başlatılmış durumda. Akfen Şirketi, projeci şirket, “Halk istemiyorsa ben çekiliyorum.” dedi ve orada işte tarihî sığla ağaçları falan var. Çekildi. Şirket çekildi ama köylüler yargılanıyor. Köylüler haklı çıktı ama şimdi o idari para cezalarını ödüyorlar.
Yine bu ihtiyatilik ilkesiyle ilgili. Size şöyle basit bir istatistik daha vereyim. Türkiye’de şu anda 100 civarında HES davası yürütmeyi durdurma ve iptal kararı çıktı. Çok temkinli bir ifade kullanıyorum. Bunların 95 tanesi lehimize sonuçlandı. Temkinli. Bir iki istisna var. O da şirket revize ettiği için ya da Tortum’daki gibi skandal olmuş, reddi hâkim istenen hâkim reddetmiş davayı 2’ye 1’le.
Şimdi 100 davanın 95’i kazanılıyorsa, demek ki bu ÇED’lerde bir sıkıntı var. Şuraya geleceğim. Uzatmayayım.
Değinmek istediğim bir konu da şu: Bu acele kamulaştırma denilen bir şey var. 1939 yılında Millî Müdafaa Mükellefiyetleri Hakkında Kanun var. Ülke İkinci Dünya Savaşı’na hazırlanıyor. Genelkurmay Başkanlığına -savaş için ordu tank koyacak, top koyacak- el koyma yetkisi verilmiş olağan kamulaştırmayla zaman kaybedilmesin diye. Şu anda Türkiye’nin her tarafında termikçiler, madenciler, HES’çiler topraklarımıza el koyuyor ve tam bir savaş açılmış durumda bu ülkenin coğrafyasına. Yani savaş hâlinde dahi bu yetki Genelkurmay Başkanına tanınmamış, Bakanlar Kuruluna getireceksin diyor yasa, Bakanlar Kurulu karar verecek diyor. Millî Müdafaa Mükellefiyetleri Hakkında Kanun, Kamulaştırma Kanunu’nun 27’nci maddesi.
Şimdi bir tane limitet şirket Genelkurmayın sahip olmadığı bu yetkiyi kullanıp Karakoçan’da, Erbaa’da, İzmir Efemçukuru’nda, Uşak Eşme’de topraklarımıza el koyuyor. Adı da bu, el koyma. Hasankeyf aynı şekilde. Bu yöntemle el konuldu.
Diğer bir kaygımız. Atilla Bey davanın da tarafı. Eti Alüminyum özelleştirme davalarında bütün davaları kazandık. Hâlen uygulanmıyor yargı kararı ve Bergama’dan beri… Şu anda Türkiye’nin çevre hukuku anlamında medarı iftiharıdır Bergama davaları evrensel hukuk anlamında. Yirmi yıldır kazanılan bütün davalara rağmen, Bergama’da altın bitmesine rağmen, şirket faaliyetine devam ediyor tıpkı Eti Alüminyumdaki gibi ve eğer HES’lerde, kazanılan bu kadar davaya rağmen ve diğer bütün şeydekiler. Şu anda otuz günde yeni ÇED veriyor Çevre Bakanlığı. Yani Anayasa’nın 138’inci maddesine göre otuz gün ya yargı kararını uygulama süresi. Siz dava kazanıyorsunuz Bakanlık yirmi sekiz güne kadar düşürdü. Yirmi sekiz günde yeni ÇED veriyor. Bergama’da yirmi yıldır bu silsile devam ediyor. Eğer bu HES’lerde ve diğer davalarda da böyle giderse bu benim söylemeye korktuğum bu binin üzerinde ceza davasında yargılananlar, biz onların sözcüleri olarak da bugün buradayız. İş kötüye gidiyor. Anayasa’yla bağı şu: Bu yurttaşların hukuka güven duyguları zedeleniyor ve eğer bu Anayasa 56 çıkarsa, ki son dört beş yılda çıkan bütün yasaların gerekçeleri bunu işaret ediyor. Biz bir vehim içerisinde değiliz. Eğer bu sürdürülebilir kalkınma ilkesi anayasaya girerse, maalesef hukuka olan güvenimiz, yargıya, yasalara olan güvenimiz zedeleniyor. Ben avukat olarak Tortum’daki müvekkilime, Rize Fındıklı’daki müvekkilime anlatamıyorum olan biteni. Bizim anayasal düzeyde hukuki bir güvenceye ihtiyacımız var yoksa dünyanın en güzel anayasasını da yapsak üzerinde yaşayacağımız bir coğrafya kalmayacak.
Teşekkür ederim.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok teşekkür ediyoruz.
Melda Hanım, buyurun.
MELDA ONUR (İstanbul) – Çok kısa bir cümle söyleyeyim.
Milletvekili olmadan önce başladım bu girişimde.
Şimdi şunu söyleyeyim: Ekoloji deyince aslında baktığınızda çok teknik geliyor insanlara ama ekoloji sonuç olarak bu dinlediğiniz şeyler. Bizim ülkemiz ekolojik anayasayı çok hak ediyor. Neden hak ettiğini söyleyeyim. Hani çok övündüğümüz bu Avrupa’dan Asya’ya uzanan şiirlere konu olan o pırlanta gibi görüntü, aslında Türkiye’nin ekolojisidir. Yani Türkiye’nin ekolojisi Avrupa, Akdeniz, Kafkasya ve Orta Doğu’dan beslenen tarih, arkeoloji, kültür, flora
beslenen tarih, arkeoloji, kültür, flora, faunaya sahip. Yani biz herhangi bir Kıta Avrupa’sı ülkesine benzemiyoruz. Onun için bizim ülkemizde çok fazla felaket oluyor, tıpkı bir Uzak Doğu cennet ülkesi gibi, onlarda da çok. Onun için, tüm bu dokunun korunması açısından ekolojik anayasayı çok hak ettiğini düşünüyorum ve Kıta Avrupa’sında ya da bölgemizde bir ilk olmasını istiyorum.
Gerekçeleri gördünüz, bilmiyorum, size aykırı gelen bir şey var mı? Tabii burada liberal ekonomi bununla çatışıyor gibi görünse de tabii ki ekonomimiz olacak, tabii ki gelişeceğiz ama gelecek kuşakların liberal ekonomistlerine de, kapitalistlerine de iş yapacak bir alan bırakmamız gerekiyor tabii ki.
Teşekkür ediyorum.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkürler.
Çok sağ olun arkadaşlar.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Bir şey hatırlatayım efendim. Yeni anayasa yapıyoruz, birtakım yeni terimler giriyor. Mesela bunlardan birisi “ekolojik devlet” tabiri. Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasasını yapıyoruz. Muğlak bir ifade. Bunun yerine Türkçe olabilecek, herkesin anlayabileceği bir kelime seçmek gibi bir noktada kafa yormamız mümkün değil mi?
MELDA ONUR (İstanbul) – “Laik” de Türkçe değildir.
OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Yani, onun için de yıllardır, çıktığından beri tartışılıyor. Herkes bir anlam yüklüyor. Muğlak derken onu kastediyorum, herkes kendine göre bir anlam yüklüyor. Yani böyle bir kavramı… Yeni giriyor çünkü. Mümkün mü acaba?
OYA AYMAN – Ben bir şey söylemek istiyorum izninizle. Bundan on beş yıl önce sokaktaki insanlar “ekolojik” kelimesini gerçekten bilmiyorlardı, bugün ekolojik kelimesi konusunda bir fikirleri var. “GDO” kelimesini biliyorlar mıydı? Hayır, bilmiyorlardı fakat toplumsal bir farkındalık yaratarak bir kamuoyu… Çünkü anayasada bu kelime yer aldığı anda bir şekilde insanlara bu anlatılır diye düşünüyoruz. Çünkü ekolojik aslında çok da yabancı değil diye düşünüyoruz, insanlar öğrenebilirler.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ben açılım şey yapayım. Bunu eko, doğa, tabiat, doğa devleti… Bu sözcüklerin karşılığını bulmak için sözcüklerin etimolojik tarihine bakmak lazım, yani etimolojiye. Sizin bilim alanınız yetmeyebilir. Onun için etimolojik ve türevsel yapılarına bakmak lazım.
Değerli arkadaşlar, benim Başkan olarak veya arkadaşlarımın, belki hepimizin bir dileği var, şu: Önerdiğiniz proje aşağı yukarı beş, altı maddeden veya yedi, sekiz maddeden ibaret. TEMA Vakfının da ekolojik anayasa konusunda özgün önerileri var, sözüt sunumdan sonra bize gönderdiler. Anlaşıp bize, iki maddeyi geçmeyen belki de üç maddeyi… Çünkü anayasanın taşıma kapasitesi var, yani “eko”ya yedi madde ayırdınız mı anayasa aynen Hindistan Anayasası gibi, bir telefon rehberi gibi olur. İki maddeye, üç maddeye mümkündür o Mehmetçiğim.