3 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 4,73 Mb.
səhifə13/72
tarix28.07.2018
ölçüsü4,73 Mb.
#61445
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   72

  • Sizin dediğinize bu nedenle katılıyorum. Sadece anayasayı yapmak değil, işletmek çok önemlidir. Eğitim bakımından da aynı şey geçerli. Sadece hakkı vermek değil, işletmek çok önemlidir. Şu anda hepimizin bildiği bir gerçek var; sosyal devlet ilkesi mevcut Anayasa’mızda var ama ne kadar iyi işliyor tartışılır. Yani birçok şu anda devlet eğitim, öğretim kurumlarında devletin sağlayamadığı birçok hususun velilerce sağlanmaya çalışıldığını hepimiz biliyoruz. Yani önemli olan anayasaya kuşkusuz bazı ilkeleri yerleştirmek değil, işletmek. Ama tabii, biz hukukçu olarak, her zaman şunu diyoruz: Öncelikle, temel esaslar doğru konulsun ve anayasa çok uzun olmamalıdır. Anayasa; daha kısa, temelleri içeren, net, açık, herkesin anlayabileceği, sade, öz bir biçimde kaleme alınmalıdır. Hepimiz biliyoruz ki, dünyada anayasal anlamda ileriye gitmiş tüm ülkelerde anayasalar net ve kısadır. Birçok husus kanunla düzenlenir. Ama anayasanın bağlayıcılığı o kadar iyi bir şekilde güvence altına alınmıştır ki, çıkan hiçbir kanun anayasaya aykırı olamaz. Ama biz şöyle bir ülkemizdeki uygulamaya baktığımızda, yönetmeliklerin bile kanunlara aykırı olduğunu, hani bırakın kanunun anayasaya aykırı olmasını, yönetmeliklerin bile kanuna aykırı olduğunu ve hepimiz de hukukçu olarak biliyoruz ki, iptal edilinceye kadar kanuna aykırı o yönetmeliğin uygulandığını biliyoruz. Sayısız örnek verebiliriz buna ilişkin.

  • O yüzden kesinlikle katılıyorum. Derneğimiz olarak da katılıyoruz bu dediklerinize. Öncelikle, temel olarak anayasa yapılmalı ama ardından bunun gerçekten bağlayıcılığı ve işlerliği daha etkin bir çalışma ve denetimle güvence altına alınmalıdır; katılıyorum.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Galiba Sevinç Hanım sorumu daha rahat cevaplar.

  • Ben de eğitimden geliyorum, yani yirmi iki yıl öğretmenliğim var hem özel okul hem dershane.

  • Şimdi şöyle bir, yani pratiği bildiğiniz için açıklamanız bakımından soruyorum. Diyelim ki, resmî dil Türkçe, Türkçe eğitim yapıyoruz ama belli bir veli grubu geldiler size dediler ki: “Türkçe eğitim dilinin yanında bizim öğrencilerimize ayrıca şu dilde de eğitim verin.” Bu mümkün mü pratik olarak?

  • SEVİNÇ ATABAY – Şimdi Sayın Öztürk, bu pratik olarak mümkün değil uzun bir cevap vermeye gerek yok. Çünkü Millî Eğitim Bakanlığının özellikle özel okullar açısından söylersem 5580 sayılı Kanun’u ile seçmeli derslerin -Anayasa’da belli resmî dilimizin ne olduğu- bir başka dilin nasıl verileceği çok açıkça belli edilmiştir. Bunun şu andaki uygulanmasında böyle bir talebin veli tarafından iletilmesi hâlinde uygulanması pratik olarak asla ve asla mümkün değildir.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Kanun böyle diyor. Kanundan sıyrılın, yani bir eğitimci olarak…

  • SEVİNÇ ATABAY – Bir eğitimci olarak söylersem…

  • OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Evet, eğitimci olarak söyleyin. Zaman açısından, eğitim, öğretim kalitesi açısından, her bakımdan…

  • SEVİNÇ ATABAY – Evet her şey; öğretmeninizden, sınıf içi uygulamanızdan, kullanacağınız ders araç ve gereçlerinden de düşünürsek, yine uygulanması mümkün değildir şu aşamada.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

  • TED YÖNETİM KURULU ÜYESİ PROF. DR. ŞEBNEM AKİPEK ÖCAL – Ben de katılıyorum her ne kadar ilk ve ortaöğretimi o kadar iyi bilmesem de katılıyorum.

  • BAŞKAN – Benim bir sorum var.

  • Tabii, birkaç kez vurguladınız anayasanın olabildiğince kısa, öz, anlaşılır hatta akışkan olmasını ifade ettiniz. Fakat bize sunduğunuz önerilerde, projenizde Yükseköğrenim Koordinasyon Kurulu, Akreditasyon Kurulu çok önemli, doğrudur yani atıflar, uluslararası atıflar, vesaire çok önemli. Bunların dahi anayasayla düzenlenmesini öngörüyorsunuz. İlkelerde tamam da, buraya girdiğimiz zaman her gelen de kendisiyle ilgili alanı ayrıntılı olarak düzenlemesi hâlinde zannediyorum Hindistan Parlamentosunun ürettiği veya kurucu iktidarın ürettiği bir anayasa gibi bir anayasa çıkar.

  • Bu bağlamda, yani kendi ilkenize göre, şu anda karşılığı yok, tekabülü o; Yükseköğrenim Koordinasyon Kurulu ile Akreditasyon Kurulunun anayasada belirlenecek temel ilkeler çerçevesinde alt normla düzenlenmesini nasıl karşılarsınız?

  • TED YÖNETİM KURULU ÜYESİ PROF. DR. ŞEBNEM AKİPEK ÖCAL – Bu sorunuza çok teşekkür ediyorum. Belki konuşma sırasında biraz hızlı konuştuğum için çok net anlaşılamadı.

  • Bizim önerimiz, bu kurulların kesinlikle anayasayla düzenlenmesi değil, kanunla düzenlenmesi. Ancak mutlaka anayasaya konulması gerekiyorsa bir cümleyle düzenlenip, detayların kanuna bırakılması. Yoksa kesinlikle, kesinlikle anayasayla düzenlenmemesi gerektiğine ben de inanıyorum, gönülden inanıyorum.

  • BAŞKAN – Arkadaşlar, çok teşekkür ediyorum. Derneğe çok teşekkür ediyoruz.

  • Bunları ayrıntılı şekilde değerlendireceğiz. Açıklamalarınız, projeleriniz belli ölçüde gizli ve çok yararlandık. Fakat biz anayasa yapım sürecinin, bilhassa norm projesinin ortaya çıkmasına kadar katkılarınızı sürekli bekliyoruz.

  • Çok sağ olun.

  • TED YÖNETİM KURULU ÜYESİ PROF. DR. ŞEBNEM AKİPEK ÖCAL – Bunu yapmaya hazırız biz de zaten. Memnuniyetle ve çok da memnun oluruz.

  • Çok teşekkür ederiz, sağ olun.

  • Kapanma Saati: 12.25



  • ÜÇÜNCÜ OTURUM

  • 19 Aralık 2011 Pazartesi

  • Açılma Saati: 14.04

  • ----- 0 -----



  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Oturumu açıyorum.

  • Umut Vakfının değerli temsilcilerine “Hoş geldiniz.” diyoruz.

  • Tutanak dışı da ifade ettiğim gibi, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonunun, ana Komisyonun alt komisyonu olarak, 3 nolu Komisyonu olarak, sivil toplum örgütlerinin, derneklerin, bireylerin, vakıfların ve diğer NGO’ların yeni anayasa projesindeki iradelerini, taleplerini belirlemek ve bu iradenin havuza aktarılmasını sağlamak üzere şu anda beraberiz.

  • Cumhuriyet Halk Partimizden Atilla Kart arkadaşım, Milliyetçi Hareket Partimizden Oktay Öztürk arkadaşım, Barış ve Demokrasi Partisinden -şu anda kendileri Londra’dalar, gelince kuşkusuz tutanakları okuyacaklar- Altan Tan arkadaşımız, ben Adalet ve Kalkınma Partisinden Ahmet İyimaya, sizleri dinleyeceğiz. Şahsen, dinlerken nötrüz, değer yargısı ortaya koymuyoruz. Belki son bölümde sizlere sorularımız olabilir.

  • Sizin bizim için çok özgün bir konumunuz var. Gerçekten önemli ve kamuyu, kamu yararını, özgürlükleri çok yakından ilgilendiren bir konuda, bir insanın başına kolay kolay gelmeyecek bir acı tecrübeyi yaşadınız. O bakımdan, sizin, bu konuda Vakfınızı temsilen veya kişisel ortaya koyacağınız görüş, arkadaşımızın ortaya koyacağı görüş bizim için önemlidir. Saygı sunuyoruz.

  • Sizi dinliyoruz, buyurun.

  • UMUT VAKFI KURUCU BAŞKANI NAZİRE DEDEMAN ÇAĞATAY – Teşekkür ederim.

  • Biliyorsunuz, bahsettiğiniz gibi, acı olay ama ondan da ziyade, zaten yaşam içinde birtakım yanlışlıkları, bunu da sivil toplum örgütlerinin düzeltmesi gerektiğini, sivil vatandaşın, “sorumlu yurttaşın” diyeyim, yapması gereken işlevlerden bir tanesinde ben bayrağını aldım. Bugüne kadar, işte on sekiz senedir götürüyorum.

  • Vakfımızın amacı, Umut Vakfının amacı, hukukun üstünlüğü, barış, uzlaşma kültürüyle yurttaşlık bilinci, sorumlu yurttaş olma bilincini yerleştirmek üzere kuruldu. Kavramlarını da, özellikle gençlere aşılamak üzere bu kavramları da bir vakıf.

  • Bu konularda hem ulusal hem uluslararası birçok etkinliklerimiz olmuştur. Bunları daha çok bilimsel, sosyolojik, ciddi araştırmalar şeklinde yaptık.

  • Bu çalışmalardan bir bölümü de bireysel silahsızlanmayla ilgili. Bu nedenle de yaptığımız bayağı ciddi. Barolarla yaptığımız sempozyumlar var. “Türkiye’de Bireysel Silahlanma Sorunu” Arama Toplantılarımız var. 1999 yılından beri ciddi şekilde bunlara çalışıyoruz. Sürekli kamuoyunu da bilinçlendirme ve orada gördük ki, kamuoyu hakikaten bu konuyu, dillendirilince ve verileri görünce, bayağı bu konuda bilgi sahibi oldular ve şiddete, şiddetin uç noktası, tek işlevi öldürmek olan silaha da “hayır” demeye başladılar.

  • Bütün bunların yanı sıra gene de silaha karşı fazla bir şey var Türk toplumunda. Şimdi, ülkemizde şiddet her alanda var. İşte, ailede şiddet, kadına şiddet, çocuğa şiddet, öğrenciye şiddet ve artık ülkemizde de “şiddet” kelimesi ve bunu çeşitlendirirsek çok değişik. Bunların gündemde ve mücadele ediyor olması, tabii, bu sevindirici. Anayasa çalışmalarında da ön sırada gelmekte olduğunu biliyoruz bu şiddet olayının.

  • Silahın tek işlevi öldürmek, başka hiçbir işlevi yok. Silah, öldürmek üzere alınır, elde edilir veya elde edilmek istenir. Silahı kullanan veyahut da silahtan mağdur olan… İkisini de “mağduriyet” diye söylüyoruz çoğunlukla çünkü biri silahı kullanan, bir diğeri de canından olan veya yaralanan, sakat kalan. İki taraflı mağduriyet. Bunlar, Türkiye’de yılda, 2009 verilerine göre, 3 bin kişi ölüyor, bugün daha fazla. 3 bin kişi, aileleriyle birlikte… 3 bin kişi ölen. Bunun içinde intiharlar da var, cinayetler var, kaza kurşunları var. 3 bin kişi de öldüren var. Bu şekilde baktığımız zaman olaya gerçekten korkunç ve gerek silahı kullanıp damga yiyen gerekse hapse giren veyahut da hayatını kaybeden ya da sakat kalan, yaralanan, bunların her birinin eşleri, çocukları, anne, babaları, kardeşleri hatta en yakın arkadaşı, hepsini şöyle 3-4 kişi diye alırsanız, çarptığınız zaman korkunç rakamlara geliyor. Silahtan mağdur olmayı anlatmak istedim ben size.

  • Türkiye’de 9 milyon silah var ve bu 9 milyon silahtan da 3 bin kişi ölüyor. Amerika’da ise 300 milyon silah var. Orantılarsak, 9 milyon Türkiye’de, Amerika’da 300 milyon. Bizde 3 bin kişi ölüyor, orada 35 bin kişi ölüyor. Orantıya vurduğunuz zaman bizdeki ölüm oranı daha yüksek. Eğer bizdeki gibi oran olsaydı Amerika’da her yıl 100 bin kişinin ölmesi gerekiyordu.

  • Kültürel ve sosyal yapımız, tabii ki ülkemiz insanlarının silaha merakı, onunla ilişkilerini gözden geçirdiğimizde de sorgulamamız gereken konu: Amerika’da silahlı ölümlerin yüzde 35’ini çete savaşları ve suç ekonomisi oluşturuyor; bizde ise silahlı ölümlerin yüzde 57’si aile içi oluyor, aile içi ve yakını. Bunlar çok önemli veriler. Onlardaki silah edinme, silahı kullanma kültürü ile bizim Türkiye’deki kültür arasında çok farklılık var. Örnek almamız gereken de kendi ülkemizdeki bu duruma bir son verebilmek, “dur” diyebilmek.

  • Kadını, aileyi korumak üzere ediniyoruz silahı, ondan sonra da aile sakinlerini vuruyoruz veya kazara ölümlerine neden oluyoruz. Pek çok ülkede, “ruhsatlı” diyebileceğimiz ateşli silahlar aile içi şiddette en sık kullanılan çözüm aracı. Aile İçi Şiddeti Önleme Kanunu, Ateşli Silahlar Kanunu bir arada ele alınmalıdır diye de düşünüyoruz ve birlikte değerlendirilmelidir. Yalnız bu değil, birçok maddeyle daha sonra Fikret Bey daha detaylı verecektir o konuları. Bir evde eğer silah varsa aile fertlerinin ölüm riski yüzde 41 ve bunlar dünya verileri ayrıca, Türkiye’deki yüzde 41. Ortalama 700 kişiyi kaza kurşunlarıyla da kaybediyoruz, bu sayının içinde. Burada kültürel bir çarpıklık var. Düğünde, nişanda, sünnette, askere uğurlarken, futbolda, sevindikçe silahla havaya ateş ediyoruz ve bu konuda her gün okuyorsunuz, duyuyorsunuz biz tüm Türkiye’yi de taradığımız için daha çok tabii farkındayız konunun, o nedenle de bunlara bir “dur” demek gerektiğine inanıyoruz. Ayrıca da intihar vakalarında da en çok kullanılan, Türkiye Psikiyatri Derneğinin verilerine göre, silahla intihar çok fazla. Burada bu kültürü değiştirmek üzere adım atmamız da gerekiyor.

  • Dünya Sağlık Örgütünce de şiddet ve en ölümcül düzeyde silahlı şiddet halk sağlığını tehdit eden bir durum olarak kabul edilmiş ve bundan mücadele kapsamına alınmış. Bir nevi de sağlık sorunu olarak da ele alınıyor ayrıca silah edinme, silah kullanımı.

  • Geçenlerde, hepinizin de bildiği gibi, bu Sultanahmet’teki olay, turist pasaportuyla rahatlıkla silah alınabiliyor ve bu da işte kötü bir şekilde kullanılıyor. Türk vatandaşı için de çok kolay, çok kolay elde ediyorlar silahları. Ehliyet almak bile zor, trafik ehliyetini ama zorlaştırırken diğer taraftan, daha ölümcül olan… İhtiyaç değildir çünkü, silah bir ihtiyaç değildir, vasıta gibi, araba gibi… Bu nedenle de tabii çok önemli. Bunun zorlaştırılması amacımız ve bilinçli, doğru insanların elinde olabilmesini sağlama sistemlerinin kurulması. Keşke hiç olmasa, hiç böyle bir şeye ihtiyaç duymasak. Mesela İngiltere’de yasak silah edinmek, polis bile taşımaz silahı.

  • 10 Aralıkta, geçtiğimiz günlerde, İnsan Hakları Günü nedeniyle de “Bireysel Silahlanmada Kadın Perspektifi” adı altında bir uluslararası seminer gerçekleştirdik. Filistin, Lübnan, Ürdün, eski Yugoslavya, Fransa, İngiltere, Kanada, Brezilya ve Güney Afrika’daki bireysel silah yasalarını, uygulamaları bilen, kültürü bilen, ona göre çalışmalar yapan bu yabancı konuklarımız, sanki kendi aralarında sözleşmişler gibi, Türkiye'nin, güçlü bir ülke olarak Orta Doğu’da, Avrupa’da ve dünyadaki konumuna değindiler. “Düzgün bir silah yasasının çıkması, bunun anayasayla bağlayıcı olması çok önemli çünkü örnek teşkil edecek.” dediler. Daha sonra seminer sonrasında onlarla birlikte yaptığım toplantıda özellikle vurgulamak istedikleri de buydu. Bunlar yabancı, dışarıdan, bu konuda uzmanlaşmış, yıllarını vermiş insanların görüşleri ve bu uygulamanın, bizdeki uygulamanın diğer ülkelere de örnek olacağını, onun için de çok önemsediklerini ve takip ettiklerini özellikle vurguladılar. Ben onu da paylaşmak istedim sizlerle.

  • Bu nedenlerle de işte bireysel silahsızlanma, yaşama hakkı -oradaki en önemli konu da yaşama hakkı- ve kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması. Bunun için de anayasal güvencelere tabii ki ihtiyacımız var.

  • Bunu için, bizi davet etmenize de teşekkür ediyorum.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok sağ olun, çok teşekkür ederiz.

  • UMUT VAKFI KURUCU BAŞKANI NAZİRE DEDEMAN ÇAĞATAY – Bana bu fırsatı verdiğiniz için de.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Estağfurullah.

  • UMUT VAKFI KURUCU BAŞKANI NAZİRE DEDEMAN ÇAĞATAY – Bir de 28 Eylül günü artık Türkiye’de kabul görmüş bir gün Bireysel Silahsızlanma Günü olarak. Dünya Bireysel Silahsızlanma Günü olarak kabul edilmesini de Türkiye Büyük Millet Meclisine öneriyoruz. Onu da, Dünya Bireysel Silahsızlanma Günü olursa bunu yaygınlaştırıp tüm dünyada da örnek olacağı için çok önemsediğimizi de bu arada belirtmek isterim.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkür ediyorum.

  • Bu 28 Eylül günü malum olayın meydana geldiği gün müdür?

  • UMUT VAKFI KURUCU BAŞKANI NAZİRE DEDEMAN ÇAĞATAY – Evet.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkür ederim.

  • UMUT VAKFI KURUCU BAŞKANI NAZİRE DEDEMAN ÇAĞATAY – Simge olarak öyle.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Buyursunlar.

  • UMUT VAKFI MÜTEVELLİSİ AV. FİKRET İLKİZ – Efendim, tabii, şimdi öncelikle Umut Vakfı olarak…

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bizim süremiz kırk dakika ve Anayasa daha çok.

  • Buyurun.

  • UMUT VAKFI MÜTEVELLİSİ AV. FİKRET İLKİZ – Biliyorum efendim yani 14.15, biraz önce baktım zaten.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sağ olun, Allah razı olsun.

  • UMUT VAKFI MÜTEVELLİSİ AV. FİKRET İLKİZ – Zaten, o anlamda sizi hiç uzun uzadıya fazla yormayacağımdan emin olabilirsiniz. Zaten yazılı olarak metni de verdik. Oradaki imla hatalarımızın sizin tarafınızdan düzeltileceğine de emin olarak ve “Kusura bakmayın.” diyerek söze başlıyorum.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Estağfurullah, buyurun.

  • UMUT VAKFI MÜTEVELLİSİ AV. FİKRET İLKİZ – Dolayısıyla, izin verirseniz, bu anlamda, kısaca, notlardan hareketle bilginize sunayım, arz edeyim.

  • Bir defa hakikaten Umut Vakfı olarak çağrınıza çok teşekkür ederiz. Sayın Kart size özelinde, bu anlamdaki Umut Vakfının farkındalığını yarattığınız için de özellikle teşekkür ederiz.

  • Anlatıldı, söylendi. Sayın Başkan tarafından da ifade edildi. Böyle bir coğrafyada ve bu topraklar üzerinde yaşıyoruz. Aslında, bir başka deyişle, bazı gerçeklerin farkına ölülerimizi sayarak ulaşıyoruz.

  • Biz şimdi Umut Vakfının kuruluş amacı olarak üç önemli nokta üzerinde duruyoruz ve bunu hem Türkiye’de hem de dünya üzerinde gerçekleştirmek için çaba harcamaya çalışıyoruz. Tabii, bu çabamız içerisinde özellikle “hukukun üstünlüğü” kavramının yaşama geçirilmesi ve dünyanın her yerinde barış ve uzlaşma kültürünün benimsenmesi ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin temellerinden biri olan “yurttaşlık bilinci” kavramının geliştirilmesi.

  • Bu üç noktadan hareket ettiğimiz zaman ve bu anlamdaki anayasaya bakış açımızı da buna göre belirlediğimiz zaman bazı şeyleri bilginize sunmak zorundayız. Özellikle gençlerimiz bizim açımızdan, Vakıf olarak bizim teminatımızdır yani bizim geleceğimizin teminatıdır. Onun için de Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh.” anlayışından yola çıkıyoruz ve bütün uyuşmazlıkların çözümünde de barışı temel alıyoruz.

  • O hâlde anayasadaki görüşlerimize baktığımız zaman, birinci çıkış noktamız, aslında yurttaşlık görevi olarak üzerimize düşen görevin ve sorumluluğun ne olduğunu belirlemektir. Bize göre, Atatürk’ün aydınlattığı yolda insan yaşamının, temel insan hak ve özgürlüklerinin, çağdaş demokrasinin vazgeçilmez değeri sayılarak benimsenmesi, korunup güçlendirilmesi ve demokratik cumhuriyetin geliştirilmesi aslında tüm yurttaşların sorumluluğudur. Bu anlayış içerisinde de bunun geliştirilebilmesi için de bunu biz Vakıf olarak anayasal bir görev olarak addediyoruz.

  • Tabii, Anayasa’nın 1’inci maddesinde bildiğimiz ve özellikle üç madde üzerindeki titiz olarak durduğumuz konusunu söylememe gerek yok ama 1’inci maddesindeki devlet şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile cumhuriyetin niteliklerinin değiştirilemez maddeler olarak kabul edilmesi bizim yaklaşımımızdır.

  • Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin temel insan hak ve özgürlüklerine dayalı ve insan haklarını koruyan bir devlet olduğu anayasanın esas temelini bizce teşkil etmelidir.

  • Bu bağlamda yurttaşların ortak varlığı ve nitelikleri anayasada gösterilen Türkiye Cumhuriyeti, bir başka deyişle anayasanın “Başlangıç” bölümünde belirlenecek olan ilkelere bağlı, temel insan hak ve özgürlüklerine dayanan ulusal, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak da kabul edilmelidir.

  • O hâlde biz Vakıf olarak nasıl bir anayasa istiyoruz? Tek bir cümlede söylemek gerekirse bizim açımızdan anayasa, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik ve sosyal bir anayasa olmalıdır. O hâlde bu nitelikler bizce “başlangıç” ve “genel esaslar” ilkeleri çerçevesinde evrensel ilkelere göre ve bu bakış açısı içerisinde değerlendirilmelidir ve “başlangıç” bölümünde aslında, dünya barışına Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının katkıda bulunma ideallerinin yansıtılması da bizim önerimizdir.

  • O hâlde yurtta ve dünyada barış düşüncesinin aslında Anadolu uygarlıklarının mirası olduğu ve korunması gerektiği de anayasada vurgulanmalıdır.

  • Anayasa, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile ulusal hukuk arasında bir çatışma olduğu zaman, uluslararası hukukun ve sözleşmelerin, kendiliğinden, doğrudan ve öncelikle uygulanmasını anayasal bir zorunluluk olarak 90’ıncı maddesinde kabul etmiş durumdadır ama uluslararası sözleşmelerin üstünlüğü ve doğrudan uygulanabilirliği, bize göre, açıkça ve net bir şekilde anayasada vurgulanmalıdır.

  • Böylece, evrensellik ilkesi gereği olarak da usulüne uygun yürürlüğe konulmuş olan uluslararası sözleşmelerin iç hukukumuzda kanun niteliğinde ve kanun hükmünde olduğu konusu da bir anlamda insan haklarına dayalı olan hukuk devletinin iç barışa etkisini ve katkısını da güçlendirecektir diye düşünürüz. Hatta imzalanmış olan uluslararası sözleşmelerin onay kanunlarının kabulü için azami bir süre konulması dahi düşünülebilir ya da en azından böyle bir konuda anayasada bir hüküm de olabilir ama çok daha önemlisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkesi insan hakları, demokrasi, laiklik ortak paydasında kurulu bir hukuk devletidir ama en az bunun kadar da sosyal bir hukuk devleti olduğu kabul edilmelidir ve bu kabule de anayasada açıkça yer verilmelidir.

  • Gerekçemiz çok basit. Gerekçemiz hepimizin yaşadığı gerçeklerden hareketle bizim önümüzde duruyor. Özellikle küreselleşmenin sosyal haklar üzerindeki olumsuz etkilerinin giderilmesi, yeni anayasada sosyal haklar üzerindeki sınırlandırmaların ve yasakların kaldırılmasıyla bizce yeterli değildir. Aksine, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerde yer alan sosyal hakların anayasada yer alması özel bir önem taşımaktadır.

  • Metne yazmadım, bilindiği için, hepinizin bilgisi dâhilinde olduğu için yazmadım ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Öner Yıldız, Büyük Daire kararına baktığınız zaman, özellikle “sosyal haklar” kavramı bakımından baktığınız zaman; yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 24/11/1986 tarihli Gillow, United Kingdom, İngiltere kararında, bakın, konut hakkını, yaşam hakkı, ailenin korunması, insan onuru ve mülkiyet hakkıyla bağlantılı bir biçimde ele alması bizce çok önemlidir. Çünkü bu karar aslında, kamu otoritelerine olumlu edim yükümlülüğü getiren ve bireylere devletten talepte bulunma hakkı sağlayan bir yaklaşımın altını çizmektedir ve artık anayasa hakkındaki taslak metinlere baktığım zaman, sizin de ifade ettiğiniz gibi, bu kadar zengin birikim içerisinde “demokratik yurttaş girişimleri”, “insanlığın ortak mirasına saygı”, “barış hakkı”, “gelişme hakkı”, “katılma hakkı”, “yeterli besin ve temiz suya ulaşma hakkı” gibi haklara yer verildiğini gördük. Aslında bütün bu yeni haklara baktığım zaman, bunun, bu anlamda anayasa metinlerinde yer almasının nedeni, küresel çevre ve ekonomik sorunların yarattığı sakıncaların giderilmesi ve insanların korunması için.

  • Bu yüzden, sosyal, ekonomik, kültürel haklar anayasada yer almalıdır ve amaç, anayasa ile sosyal yardım devleti yaratmak değildir. Aksine, sosyal hakların tanındığı, anayasada hak olarak yer aldığı ve bu hakların yerine getirilmesinde devletin yükümlü olduğu bir anayasal düzen kurulmasıdır. Aksi takdirde sosyal haklar üzerinden yasakları kaldırmış olmakla ortaya çıkacak ve bununla yetinilmekle ortaya çıkacak olan devlet modeli sadece ve sadece sosyal yardım devleti olmanın ötesine geçemeyeceği fikrindeyiz ve tabii, çok daha önemlisi insan onurunun korunması ve asla çiğnenmemesi bizim anayasamızda ilke olarak yer almalıdır. Çünkü insan onuruna dokunulamaz. İnsan onurunun korunması ve saygı gösterilmesi de temel ilke kabul edilmelidir.

  • Peki, bu temel ilkeyi kabul ederken nasıl bir yöntemle ve hangi araçla insan onurunu ya da diğer temel hak ve özgürlükleri korumalıyız? Bizim önümüze çıkan formül ya da bizim düşündüğümüz “özgürlük, hak, eşitlik” kavramlarıyla birlikte yeniden temel hak ve özgürlüklerin düşünülmesi ve insan onurunun bu anlamda korunması ve bu korunmayı sağlarken de kuşkusuz, bildiğiniz gibi, uluslararası sözleşmeler ve ölçütlerin de mutlaka yer alması gerektiği ve buna bakılarak bir düzenleme yapılması gerekliliğidir.

  • Ayrıca temel insan hak ve özgürlükleri anayasada hukuk ve toplum diyalektiği ve etkileşimi içinde yer almalı ve geleceğe dönük yeni hakları mevcut ve tanınmış olanlara dâhil etme yolunun acaba nasıl kurulması gerektiği konusunda da bir düşünce platformu bizce oluşturulmalıdır.

  • O hâlde, kişi hak ve özgürlüklerini oluşturan hakların korunmasında devletin müdahalesi sınırlandırılmalıdır. Aynı zamanda hakların korunmasında da devletin ve kamu makamlarının yükümlülüklerini yerine getirmesi açıkça şart olarak anayasada da yer almalıdır.

  • Devlet tarafından özel kişi ve gruplar arası ilişkilerde de yani devletin bu anlamda bir yükümlülüğü olduğunu kabul etmeliyiz. Mevcut bazı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına baktığımız zaman, hak ihlallerinin önlenmesinde sadece yurttaş-devlet, devlet-yurttaş değil, bakın, kişiler-gruplar, bizce, kişiler-kurumlar, kişiler-çevre, kişiler-iktisadi faaliyetler gibi düzenlemelerde de insan hakları ihlallerinin önlenmesinin gerekli olduğu bizce benimsenmeli ve anayasada bu yönde bir kabul bizce yer almalıdır.

    Yüklə 4,73 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   72




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin