3 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 4,73 Mb.
səhifə48/72
tarix28.07.2018
ölçüsü4,73 Mb.
#61445
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   72

  • Yeni ve demokratik bir anayasal düzene kavuşan Türkiye'nin, hem iç barışın hem de dünya barışının güvencesi olacağı, kazandığı özgüvenle kendi toplumunun acılarına daha ilgili, taleplerine karşı daha duyarlı olacağına inancımız tamdır.

  • Türkiye'nin kaderi bizim kaderimizdir. Onun geleceği bizim geleceğimizdir. Hüznü, sevinci, başarısı bizimdir. Bu düşünce ve inançla yeni anayasa sürecine Ermeni Cemaati'nin mensupları olarak katılmayı tarihsel sorumluluğumuzun bir gereği olarak görüyor ve halka açık toplantılar ile bilimsel çalışmalar sonucunda ortaya çıkan bu raporu Yüce Meclisin dikkatine saygıyla sunuyoruz.”

  • Şimdi, metnin hazırlanış yöntemini okumuyorum.

  • Bir de temennimiz var ayriyeten. Bunun başlığı şöyle: ”Yeni Anayasa Toplumsal Barış İçin Nasıl "Şans"a Dönüşür?”

  • “Yeni anayasaya olan ihtiyaç, eski Anayasa'nın ve geçmiş yasama, yürütme ve yargı pratiklerinin toplumsal değişim karşısında yetersiz kalmış olmasının doğal sonucudur. Eşitlik ilkesini kâğıt üzerinde savunmasına karşın uygulamada tam aksi yönde hareket eden, devleti yurttaşlardan ve bazı yurttaşları da diğerlerinden üstün tutan, toplumu resmî bir ideoloji ve doktrin doğrultusunda şekillendirmeyi amaç edinen eski Anayasa ve eski düzenin, Türkiye toplumunun mutluluğunu sağlayamayacağı net bir şekilde ortaya çıktı.

  • Yeni anayasa, isteyenin kendisini istediği gibi tanımlamasını güvence altına alacağı oranda, demokratik ve evrensel insani hukuk normlarına uygun, aynı zamanda toplumsal barışın güvencesi olmalıdır.

  • Yeni anayasa, eski Anayasa'nın düzeltilmesi mantığıyla yazılamaz. 1982 Anayasası zaten onlarca kez revize edildi, ancak bu değişiklikler yaralara merhem olmadı. Çünkü sorun tek tek maddelerde değil, 1982 Anayasası'nın otoriter ruhundaydı. Yeni anayasanın ruhu ise bireyi merkeze alan, demokrat, katılımcı, eşitlikçi ve çoğulcu olmalı. Bunun için, geçmişteki anayasal yaklaşımları eleştirel bir bakışla gözden geçiren bir yaklaşımın ürünü olması elzemdir.

  • Toplumun en temel talebinin eşitlik olduğu çok net görülebilir. Bu eşitlik, yurttaşların mensup oldukları ırk, din, dil, renk, sosyal, kültür, ideoloji ve doktrin farklılıklarını göz ardı etmeyen ve bunların aynı haklara sahip olduklarını teminatı altına alan bir eşitlik olmalıdır

  • Bu doğrultuda, yeni anayasanın,

  • Dinlere, sosyal ve kültürel gruplara, etnik kimliklere, ideolojilere eşit mesafede durması,

  • Türkiye toplumunun çok kültürlü, çok dilli, çok dinli bir toplum olduğu gerçeğini benimsemesi, ihtiyaç duyan grupların devamlılığını desteklemek için tedbir almayı sağlayabilmesi,

  • Vatandaşlık tanımını bir etnik kimlik çerçevesinde yapmaması,

  • Devlet tipi din yaratma amacı taşımaması, tüm dinlerin özgürce örgütlenmesini sağlaması,

  • Hak ve özgürlükler, kadın, çocuk, çevre, cinsiyet, emek konularında evrensel, ulus ötesi, insani hukuk standartlarını temel alması, bu düzlemdeki uluslararası hukuk literatürüne çekince getirmemesi şarttır.

  • Bu değerler etrafında yapılacak bir yeni anayasanın, Türkiye toplumunun barışını, huzuru ve farklılıklarıyla bir arada yaşamasını sağlayacağına inancımız tamdır. Aksi takdirde, mevcut sorunlarımızın ağırlaşarak devam etmesi kaçınılmazdır. Yeni anayasa ve anayasa yazım süreci ancak bu gerçekler dikkate alınırsa herkes için bir ‘şans’a dönüşebilir.”

  • ATİLLA KART (Konya) – Buyurun.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ KRİKOR DÖŞEMECİYAN – Efendim, ben, tekrarlardan kaçınmak istiyorum. Dolayısıyla, ben, şu cümleden başlayayım istiyorum. Biz bu daveti alınca, şu sunuş sayfasının son paragrafındaki “Türkiye'nin kaderi bizim kaderimizdir. Onun geleceği bizim geleceğimizdir. Hüznü, sevinci, başarısı bizimdir.” bu anayasa çalışmasına dolayısıyla biz gerekli katılımı yapmak durumundayız noktasından hareket ettik.

  • İki türlü çalışma başlatıldı. Bir tanesi akademik bazda yani sizin önünüze gelecek şekilde bazı, hüner gerektiren konularda, uzmanlık gerektiren konularda bir çalışmaya başlandı yani hukuk çalışması, anayasa ve sair yönünden, bir de “Taban ne diyor?” yani, bunu, bu anayasayla yönetilecek kitlenin bir bölümü bu konuda ne düşünüyor.

  • Ben burada, bu on sayfa içinde, bu toplantılarda sıklıkla ortaya çıkan ve “Muhakkak buraya girmesi gerekir.” diye bizim uzman arkadaşlarımızın da kabul edip buraya konmuş olan noktaları bir dikkatinize getirip sözümü kısa bitirmeye çalışacağım.

  • Şimdi, bunlardan bir tanesi, geniş olarak önce bir eşitlik anlayışı çıktı karşımıza. Herkes eşit olmayı talep ediyor. “Eşitlik” derken, yurttaşların mensup oldukları ırk, din, dil, renk, sosyal, kültür, ideoloji ve doktrin farklılıklarını göz ardı etmeyen ve bunların aynı haklara sahip olduklarını teminatı altına alan bir eşitlik anlaşılıyor bundan. Yani, bu bizim önümüze en sık olarak gelen talep olarak çıktı.

  • Bundan sonra, yine, eşitlikçi, çoğulculukçu, katılımcı, özgürlükçü devleti ararken bir de nefreti yasaklama çok önem kazanıyordu. Bizim temaslarımızda, bu, önümüze sık geliyordu.

  • Azınlıkları ilgilendiren nokta olarak da giriş bölümümüzün son paragrafında “Anayasanın başlangıç kısmında değinilebilecek olan ve azınlık mensubu vatandaşlar için önem arz eden bir konu da Lozan Antlaşması ve diğer uluslararası antlaşmalarda kayda geçirilmiş olan hakların Türkiye Cumhuriyeti açısından çekincesiz yaşama geçirileceğinin vurgulanması.” talebi çıktı ortaya.

  • Daha sonra, biz bunu, daha doğrusu uzman arkadaşlarımız bunları temel değerler olarak, tabii, bu bir hukuksal anlayış olarak ortaya çıktı. Bunları buraya, işte, eşitliği, çoğulculuğu detaylandırarak yazdılar. Özgürlükçülük…

  • Din ve vicdan özgürlüğüne gelince, bunlar tabii, arkadaşlarımızın mesleki şeyleri değil ama burada sıklıkla vurgulanan ve bugün bazı sıkıntılara sebep olan, bizim kurumlarımızın tüzel kişiliğe sahip olmaması dolayısıyla yaşadığımız sıkıntılar olarak göründü. Bunlar özellikle, cemaat kurumlarının yönetiminde çalışan arkadaşlarımızın sıkıntıları olarak karşımıza çıktı. “Tüzel kişiliği olmayınca hukuk karşısında yeri yok.” gibi… Dolayısıyla, sanki bu kurumsal yapıların oluşturulmasına imkân verecek bir hukuki yapıyı kurmuş olması devletin, dinî kurumların önündeki tüzel kişilik oluşturulması yolundaki engelleri kaldırması gibi bir taleple karşılaştık. Tabii bunun sonucu olarak da devlet farklı inanç gruplarına din hizmetleri için ayıracağı kamu kaynaklarından eşit faydalanma hakkı tanısın arzusu geliyor.

  • Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü. Tabii, buna bağlı olarak yine bu kurumların örgütlenmesi. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, tabii, düşünce, başta söylediğimiz esasların zaten içinde de, kurumların örgütlenmesi, dolayısıyla kendi kendini yönetebilir olması çok önem kazanıyor. Tabii bu, aynen o şekilde bitiyor.

  • Eğitim konuşulurken, eğitimin temel amacının, insan haklarına, farklılıklara saygılı, düşünce ve ifade özgürlüğünden yana bireyler yetiştirmek olduğu vurgulanmak gibi bir ihtiyaç ortaya çıktı. Yani, mevcut sistem içinde belki bu konuda sorunlar yaşayan mensuplar vardı grubun içinde. Onlardan da bu talep geldi.

  • Tabii, bunun yanında, yine, sadece toplumun kendi imkânları, kendi yardımları, fertlerin yardımlarıyla ayakta duran okullara, devletin kamu okullarına verdiği her türlü desteği sağlaması gibi bir önemli talep de eğitim babında karşımıza çıktı.

  • Yine, sorunsal durumda olan, sorunlu durumda olan bir şeyimiz var. Yani, cemaate dönük bir talep, daha doğrusu azınlık cemaatlerinin tümünde var, diğer raporda da vardır tahmin ediyorum. Azınlık mensubu vatandaşların kendi din adamlarını yetiştirebilmek için her türlü eğitim ve öğretim kurumunu kurma, idare etme ve denetleme hakkı talep edildi. Bu, yapılamayan bir şey. Bugün, din adamı yetiştirilmesi pratikte mümkün değil. Özellikle, yani, hakiki anlamda eğitim almış din adamı maalesef yetişemiyor.

  • Ben, zannediyorum bu “Çağdaş bilim, öğretim ve eğitimin, demokratik, özgürlükçü, barışçı ve çoğulcu demokrasinin değerlerini temel alarak ve toplumun farklı kesimleri arasındaki dayanışma ve kardeşliği artırmak amacıyla devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı ve bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı belirtilse iyi olur.” deniyor anayasada.

  • Sonuç olarak da, bizim kendi bu toplantılarımız sonunda yapılan çalışmaların bileşkesinin özü, taleplerimizin temelinde ayrıcalıklar, imtiyazlar olmadığı, eşitlik, eşit vatandaşlık, ama sadece kâğıt üzerinde değil uygulamada da gerçek, fiilî eşitlik arzusu aranıyor. Bu nedenle önerilerimizin de sadece bizler için değil yukarda bahsettiğimiz birçok ortak sorun yaşayan tüm yurttaşlar için çözüm teşkil edeceğini düşünüyoruz. Amacımız eşitlikçi, çoğulcu, özgürlükçü, demokrat bir Türkiye'dir ve bu hazırlığın da buna yardımcı olabileceğini ümit ediyoruz efendim.

  • ATİLLA KART (Konya) – Evet, sizin sunuşunuz olacak mı?

  • Buyurun.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ AV. ARMAN ATINIZ – Şimdi, bu çalışmayı yaparken yani anayasaya Ermeni cemaatinin görüşlerini oluşturan bu metni hazırlarken öncelikle, “Yaşadığımız ülkenin, ülkemizin anayasadan beklentileri nelerdir, halkın beklentileri nelerdir?” ve özelde de “Cemaatin acaba bundan ayrışan beklentileri mi var?”, biz bu konuları aslında biraz masaya yatırdık.

  • Burada sıralanan birçok konu aslında ülkenin genel sorunu yani özgürlükçülük, çoğulculuk, eşitlik gibi kavramlar, daha önce, şu anda yürürlükte olan Anayasa’mızda zaten vurgulanıyor ancak uygulama safhasında birtakım sıkıntılar oluşabiliyor. Bu konular aslında Türkiye'nin, belki de genel kitlenin sıkıntıları.

  • birtakım sıkıntılar oluşabiliyor. Bu konular asılında Türkiye’nin, belki de genel kitlenin sıkıntıları.

  • Bunun haricinde acaba cemaatin özel sorunları nelerdir konusuna eğildik. Krikor Bey’in bahsettiği gibi, şimdi özetleyecek olursak cemaatin yaşadığı konjonktür içerisinde sıkıntılarını, her birimiz vatandaşız, yani Ahmet’ten, Rojin’den, işte Abdullah’tan hiçbir farkımız yok aslında, vatandaşlık görevleri yerlerine getiriliyor ancak kamu kaynaklarından pay alma konusunda birtakım sıkıntılar yaşıyoruz. Gerek ibadethanelerin gerekse eğitim kurumlarının kamu kaynaklarından pay alabilmesinde bazı sorunlar yaşanabiliyor. Eğitim kurumlarımız özel okul olarak bizlerin geçer Millî Eğitimde ancak özel okul değildir aslında bu okullar. Bunlar kamu hizmeti veren ücretsiz okullardır. Ücretsiz okullardır, kamu hizmeti verirler aslında ancak kamu kaynaklarından da pay alamazlar. Tabii ki cemaatin bağışlarıyla yürür okuldaki eğitim hizmeti.

  • Aynı şekilde ibadethaneler. İbadethanelerin muaf olduğu bazı kalemler var tabii ki ancak işte karşımızdaki caminin kamudan aldığı kaynağın aynısının aslında onun hemen karşısındaki kiliseye de sağlanması gerekiyor çünkü ondan da faydalananlar bu ülkenin vatandaşları. Kamusal kaynaklardan yeterli pay alma konusu biraz sıkıntılı.

  • Cemaatin ana belki de sorunlu konularından bir tanesi, Krikor Bey’in bahsettiği gibi tüzel kişilik konusu. Şu anda cemaatin vakıfları belki biraz kişilerin vicdanına terk edilmiş denebilir. Yani cemaatin eğitim kurumları var Millî Eğitime bağlı, ibadethaneleri var ve bunların başında birtakım yöneticiler var. Düşünün ki işte bu kilisenin bağlı olduğu -bir örnek olarak söyleyeyim- bir patriklik var, yani koordinasyon makamı var ancak bu koordinasyon makamının hiçbir etkisi yok şu anki konjonktürel durumda. Tamamen kişilerin vicdanına terk edilmiş durumda. Bizim için bir koordinasyon merkezi lazım belki de. Bu konu dile getirildi ağırlıklı olarak.

  • Ve görmüş olduğunuz, diğer, ülkenin tamamını ilgilendiren sorunlar. Eşitlik, özgürlükçülük, nefret suçları, bu sadece bizim cemaatimizle ilgili değil. Nefret suçları şu anda belki de Türkiye’nin ana sorunlarından bir tanesi. Bu nedenle gündeme taşındı. Dediğim gibi hem cemaatin hem de ülkenin genelini ilgilendiren birtakım kalemleri saptamaya çalıştık.

  • Teşekkür ederim.

  • ATİLLA KART (Konya) – Buyurun.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ AV. SEBUH ASLANGİL – Efendim, arkadaşlarım belki vurgulamaktan imtina ettiler ama ben iki başlık altındaki şeyi düz bu metinden okumak istiyorum. Birisi mülkiyet hakkı. “Herkesin, mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğu, bu hakların, kamu yararının zorunlu kıldığı ve uluslararası insan hakları hukukunun cevaz verdiği durumlar haricinde sınırlandırılamayacağı belirtilmelidir. Ancak mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı vurgulanmalıdır.

  • Farklı kültürlerin kendini ifade edebilme ve gelecek nesillere aktarma özgürlüğünün güvence altına alınması ve bu amaçla kültür üreten, canlı tutan kurum ve faaliyetlere devlet desteği verilmesi, farklı kültür gruplarının (vakıflar dâhil) bünyesinde toplanan kolektif mülkiyet haklarının güvence altına alınması, farklı kültürlerin tarihi mirasının korunacağı açıkça belirtilmelidir.”

  • Zaman zaman basına da yansıyan bizim ortak mülkiyet haklarımız konusundaki sıkıntı büyük. Arkadaşlarım sorun olarak koydular. Biz, tabii bunu genel anayasal çerçevesi anlamında buraya bu şekilde koyduk ama bunu vurgulamamız lazım.

  • Vatandaşlıkla ilgili önerimiz ise belki okunmalı o da: Yeni anayasada en çok tartışılacak konulardan biri hiç şüphesiz vatandaşlık tanımıdır. Tartışma yaratmamak için anayasada vatandaşlık tanımlamasına hiç yer verilmeyebilir diye bir düşüncemiz var. Bu, genel olarak cemaatin baskın görüşü ama bir tanım gerekiyorsa bir de tanımımız var burada. Onu okumamıza gerek yok sanırım.

  • ATİLLA KART (Konya) – Evet, teşekkür ederim.

  • Arkadaşlar, sorularınızı lütfen.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim bu eğitimle ilgili bir sorum var, yani azınlıkların kendi ana dilleriyle eğitiminin önündeki bütün engellerin kaldırılması talebi var. Bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer Müslüman tebaası için de düşünüyor musunuz? Yani herkes için mi yoksa sadece azınlıklar için mi?

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN – Herkes için.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, teşekkür ederim.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN – Bu size sunulan yüzde 95’i genel sorunlardır.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ AV. SEBUH ASLANGİL – Altan Bey, onu burada aslında bir şekilde biz vurguladık. Şöyle bir uygulama var. Eski Anayasa’dan doğmuyor ama cumhuriyetin başlangıcında Ermeni okullarına başka ırklardan insanlar alınabiliyormuş etnisiteden fakat sonradan giderek bu terk edilmiş. Şimdi, biz, doğal olarak Ermeni okullarının, yalnızca Ermeni ana babadan doğan çocuklara değil, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına açık olması gerektiğini, doğrusunun, yani kaynaşmanın, daha doğrusu bütün bu azınlık gruplarının entegrasyonunun ancak bu yolla mümkün olabileceği inancındayız. Bu burada yer alıyor.

  • Teşekkür ederim.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sözlerinizin başında diğer cemaatlerle beraber ortak bir hazırlık yaptığınızı ifade ettiniz, değil mi efendim?

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN – Evet. Rum Patriğinin getirdiği ortak arkadaşlarla, 2 arkadaş birlikte onlarla çalıştılar.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sadece merak ettiğim için soruyorum. Onların vatandaşlık tanımında, Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan, dili, dini, mezhebi ne olursa herkes Türk’tür. Türklük bu topraklar üzerinde yaşayan vatandaşların birlik ve beraberliği ve dayanışmasının kaynağıdır diye bir tarifleri vardı. Bu tarifte nerede ayrılıyorsunuz? Yani beraber hazırlarken bu tarifte ayrıldınız.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN – Beraber çalışılırken 2 kişi biz görevlendirdik.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani sizi ayrı düşünceyi sevk eden nedir?

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN – Hayır. Şunu söyleyelim. Ortak çalışma yapılırken sadece cemaatimden 2 kişiye görev verdim ben, orada görev gördüler. Ama bu cemaat tarafından kabul edilmeyen bir şey oldu. Çünkü “Biz bu ülkenin vatandaşıyız.” söylendi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğine sahip olan, T.C. numarası olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Bunun içinde etnik kökeni aranmaması lazım diye söylendi ve tabii ki cemaatin ve birçok ve aynı şey ki biraz önce söylediğimiz Abant’ta yapılan toplantıdaki bizim toplumumuz değildi. Onlar da aynı şeyi vurgulamışlar.

  • ATİLLA KART (Konya) – Benim de bir konuda sorum olacak. Mülkiyet hakkı konusundaki sıkıntılarınızdan söz ettiniz. Bunun tabii tüzel kişilik boyutu var, ayrı bir unsur olarak. Vakıflar Kanunu mülkiyet ihtilaflarını, sorunlarını gidermede ne ölçüde etkili oldu? O noktada yapılması gerekenler somut olarak nedir? Onu bir lütfen değerlendirir misiniz.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ AV. SEBUH ASLANGİL – Şimdi, efendim, aslında problem şuradan doğuyor. Şimdi, topluluk hakkını ifade eden şey aslında başka başka alanlarda da tüzel kişilik gibi bir karşılığını bulursa bu hak kullanılabiliyor. Yalnızca vakıflar üzerinden topluluk… Çünkü eski Osmanlı düzeni içerisinde 1863 Nizamnamesi’nde bu bir şekilde çözümlenmiş ama o millet sistemi olduğu için orada bir formül geliştirilebilmiş ama Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bir ayrıcalık gibi algılanmaması için ortak malların net tarif edilmesi lazım. Örneğin şimdi Patrikhaneye ait bir malı biz tarif edemiyoruz, tüzel kişilik olmadığı için. Bu da aslında ortak maldır bir şekilde ama tarif edemediğiniz zaman kullanma özgürlüğünden de mahrum oluyorsunuz. Aynı şey bizim vakıflar için de söz konusu. Yani Vakıflar Genel Müdürlüğü çerçevesinde, denetiminde cemaatin ortak zenginliğini kullanma şansınız azalıyor. Çünkü onun kurallarına tabi olmanız gerekiyor. Biz yeni yasa hazırlanırken bir teklif getirdik. Yani bu tür suigeneris bir şeye karşı cemaat vakıf anlayışına başka hiçbir şekilde…

  • (Teknik arızadan dolayı bu bölümde ses kaydı yoktur)

  • ATİLLA KART (Konya) – Bir dakika efendim. Ses kayıt cihazında bir arıza olduğundan dolayı sözleriniz kayda geçmiyor.

  • ATİLLA KART (Konya) – Efendim, kayda geçebiliriz.

  • Tabii siz toparlayın çünkü diğer grubun da zamanı geldi, bağlayalım. Sonra ben bir iki cümle ilave etmek istiyorum.

  • Buyurun efendim.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ AV. SEBUH ASLANGİL – Şimdi, bu vakıflarla ilgili düzenlemelerin ben yetersiz olduğunu düşünüyorum. Demin de ifade ettiğim şey şuydu: Çünkü Cemaat vakıflarının Vakıflar Yasası’ndaki tarifi, cemaat vakıflarının işlevi açısından yeterli değil. Yani bunun başka bakanlıkların görev alanına giren konularda da tarifi şart. Bu da anca özel bir yasayla mümkün çünkü o zaman ancak var olan zenginliği bir şekilde, ortak zenginliği, cemaatin ortak zenginliğini, realist bir biçimde hem okullarına hem kiliselerine dağıtması mümkün olabilir. Aynı şey Patrikhane için de söz konusu. Bir kişilik taşımadığı için onun da toplum içerisindeki hem gelir elde ediş biçimi hem de bunu dağıtış biçimi gerçekten biraz hukuki zemini olmadan sürdürülen bir faaliyet gibi kalıyor. Bu da tabii nihayetinde herkesin bu ortak paydadan yararlanmasının önüne geçiyor. Bunu söylemek istedim.

  • ATİLLA KART (Konya) – Ben teşekkür ediyorum.

  • Bir hususu, Altan Bey’in de hoşgörüsüyle ifade edeceğim. Şimdi, tabii Abant Platformuna atıfta bulundunuz birkaç kez. Abant Platformunda bizim için -kendi adıma konuşuyorum, kişisel olarak konuşuyorum- o da Anayasa platformu konusunda çalışma yapan platformlardan birisidir. Tamam çalışmalarına, görüşlerine katılırım, katılmam ayrı bir konu ama bana göre Abant Platformunu bu anlamda, kişisel olarak gene ifade ediyorum. Öne çıkarmak gibi yaklaşımın içinde olmadığımı, olmayacağımızı ifade etmek gereğini duyuyorum.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN – Vatandaşlık konusu oldu ki ben örnek onu verdim. Tesadüfi bir şey.

  • ATİLLA KART (Konya) – Anladım efendim.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN – O da bu sabah uçakta okurken o maddeyi gördüm.

  • ATİLLA KART (Konya) – Güncel olduğu için diyorsunuz belki, evet.

  • Ben çok teşekkür ediyorum. Ben yararlı bir görüşme olduğuna yürekten inanıyorum.

  • TÜRKİYE ERMENİ PATRİKLİĞİ PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN – Çok sağ olun.

  • ATİLLA KART (Konya) – Çok teşekkür ediyoruz.



  • Değerli konuklarımız, hepiniz hoş geldiniz.

  • Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu 3 no.lu alt komisyon adına Barış ve Demokrasi Partisinden Diyarbakır Milletvekili Sayın Altan Tan, Milliyetçi Hareket Partisinden Erzurum Milletvekili Sayın Oktay Öztürk ve Cumhuriyet Halk Partisini temsilen ben Konya Milletvekili Atilla Kart sizlerle birlikte bir görüş ve değerlendirmede bulunacağız, sizlerin görüş ve düşüncelerinizi alacağız.

  • Adalet ve Kalkınma Partisinden üye arkadaşımız Sayın Ahmet İyimaya sağlık mazereti sebebiyle katılamıyor, onu da bilgilerinize sunuyorum.

  • Genellikle bizler hep 4 kişi olarak bu görüşmeleri yapıyoruz ama böyle bir mazereti var, onu da özellikle bilgi ve takdirlerinize sunuyoruz.

  • ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Başkanım, arkadaşları ben İstanbul’dan tanıyorum, dolayısıyla beni de aramışlardı, ben de misafir olarak buradayım ama AK PARTİ olduğum için ben de o 4’ü belki tamamlamış olabiliyorum yani.

  • ATİLLA KART (Konya) – Sizi ben, tabii, şahsen tanıyamadım.

  • ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – AK PARTİ Gaziantep Milletvekili Ali Şahin.

  • ATİLLA KART (Konya) – Yani orada, tabii, sizin konumunuzu…

  • ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Son on beş yılını engellilere hizmet etmiş birisi olarak.

  • ATİLLA KART (Konya) – Tabii, tabii.

  • Şimdi, elbette, tabii, sizin de bir milletvekili arkadaşımız olarak bulunmanızdan memnun oluruz.

  • Değerli arkadaşlarımız, biz bu süreçte dinleyici konumdayız, uzlaşma komisyonu olarak, alt komisyon olarak dinleyici konumdayız. Bir karşı tez ileri sürmemiz, sizin görüşlerinize karşı bir karşı tez ileri sürmemiz söz konusu değildir. Sizler görüş ve düşüncelerinizi kendi bakış açınızla, elbette istediğiniz şekilde ifade edeceksiniz. Bu görüş ve düşüncelerinizi zaman olarak paylaşabilirsiniz de, bir kişi olarak da konuşabilirsiniz, o sizin takdirinizde olan bir konudur. Son beş on dakikada bizim karşı sorularımız olabilir, ona göre bir zaman aralığı tanırsanız memnun oluruz, buna göre değerlendirme yapmanızı istiyoruz.

  • Buyurun efendim.

  • ENGELLİ AYRIMCILIĞINI ÖNLEME VE MÜCADELE PLATFORMU PLATFORM KOORDİNATÖRÜ SÜLEYMAN AKBULUT – Öncelikle teşekkür ediyoruz.

  • Bizim süremizin yirmi beş, otuz dakikalık kısmını ben kullanacağım, geri kalan on dakika civarındaki kısmı da Diyarbakır’dan gelen Ramazan Arkadaşımıza tanıyacağız.

  • Öncelikle kısaca biz kendimizi bir tanıtalım. Biz, Engelli Ayrımcılığını Önleme ve Mücadele Platformu olarak buradayız. Biz, Görme Özürlüler Derneği ve Türkiye Kas Hastalıkları Derneği ortaklığıyla, Sabancı Vakfının hibe programları desteğiyle başlatılan bir proje kapsamında bu platformumuzu kurduk. Platformumuz, otuz beş civarında sivil toplum kuruluşunun katılımıyla oluşuyor. Bu sivil toplum kuruluşları direkt engelliler üzerinde çalışan dernekler olduğu kadar, gençler, kadınlar, çocuklar üzerine engellilik boyutuyla çalışan derneklerin katılımıyla oluşuyor. Platformumuzda, engelli sivil toplum kuruluşlarının ayrımcılıkla mücadele konusunda kapasite kazandırma, ortak hareket ettirme kültürü oluşturmaya çalışıyoruz ve bu kapsamda da özellikle şu ana kadar çeşitli kurum ve kuruluşlara, başta bu Anayasa çalışmalarına düşünce ve önerilerimizi sunmak olmak üzere, idari girişimler olmak üzere, idari girişimlerin sonuç vermediği kimi hâllerde yasal başvurular yapmak üzere ve özellikle bakanlıklara engelli sorunları konusunda genelgeler çıkarılmasında iş birliği ve destekler sağlamak şeklinde oluyor.

  • Bu noktada, öncelikle birer satırla kavramların üzerinde durmaya çalışıyoruz. Neden kavramların üzerinde durmaya çalışıyoruz? Kavramlar önemli, çünkü “engelli”, “sakat”, “özürlü” kavramları farklı anlatımları ve amaçları ifade etmeye karşılık geliyor ve özellikle hak mağduriyetleri yaşanması sırasında kimi durumlarda bu kelimelerin anlamları önemli hâle geliyor. Temel olarak aslında biz “sakat” kelimesini vücudunda bir fonksiyon kaybı olan kişiyi ifade etmesi amacıyla kullanıyoruz. Ancak bu kelime özellikle 60’lı yıllarda acıma içeren bir kelime hâline dönüştüğü için daha sonra “özürlü” kelimesi kullanıldı, daha sonra “özürlü” kelimesi terk edildi -yani defolu mal Türkçe lügatteki karşılığı da budur ama tabii, hani bu tam doğru bir yaklaşım değildi- sonra “engelli” kelimesi geldi. Oysa “engelli” kelimesi daha ziyade sizin dışınızdaki dünyadan kaynaklanan olguları ifade eder. Bu bağlamda, bir hamile de bir engellidir, bir yaşlı da engellidir, çünkü dışınızdaki dünya sizi bir şekilde kısıtlamaktadır. Keza, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi de engelliyi tanımlarken özellikle bir fiziksel fonksiyon kaybına vurgu yapmaz, o daha ziyade dış çevreden kaynaklanan doğurduğu dezavantajı engellilik olarak tanımlar. Bu yaklaşım bizim için önemlidir, nitekim 2005 yılında çıkan 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapan Kanun da aynı şekilde direkt olarak engellilerle ilgili tanım yapmaz.

  • Bunları anlattıktan sonra, bazı istatistikleri özellikle bilgilerinize sunmak istiyorum. Çünkü konuyu kavramak bizim açımızdan doğru çözüm üretmenin ta kendisi oluyor. Öncelikle, Türkiye’de istatistiksel çalışmalara göre nüfusun yüzde 12,29’unun engelli olduğu öngörülüyor. Bu 12,29 rakamına özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum, çünkü 12,29 rakamından, biz daha ziyade görme engelli, işitme engelli, ortopedik engellilerin rakamını zannediyoruz, hâlbuki bu rakam tam olarak böyle değil, zira 12,29’un içerisinde süreğen hastalıklar da dâhil yani bir kalp hastası, bir böbrek hastası, bir tansiyon hastası da kanunen engelli sayıldığı için bu rakamın içerisindedir.

  • Engellilerimizin çoğunluğu Marmara Bölgesi’nde yaşıyor, 2’nci sırada Karadeniz Bölgesi geliyor. Özellikle bunu belirtiyoruz, çünkü algılar daha ziyade Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun en yüksek rakamları içerdiğini söyler ve diğer sosyal boyutuna ilişkin konular ki bizim için önemli olan nokta bu.

  • Şu anda engelli nüfusunun yüzde 60,8’i kendisi veya bir yakını üzerinden sigortalı. Dolayısıyla İŞKUR verilerine göre bu yüzde 72 rakamı güncellenmiştir, yüksek bir işsizlik söz konusu idi özellikle uzun yıllara yayılan sorunlar çerçevesinde.

  • Diğer bir önemli konu yine bizim eğitimimizle ilgili. Engelli nüfusunun yüzde 40,97’si ilkokul mezunu, 5,64’ü ortaokul mezunu, 6,9’u lise mezunu. Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Lise mezunları nasıl olur da ortaokul mezunlarından daha fazla olur? Çünkü sonradan sakatlanan çocukların rakamları orada ciddi faktördür, trafik kazaları…

  • ATİLLA KART (Konya) – İş kazaları, meslek hastalıkları…

  • ENGELLİ AYRIMCILIĞINI ÖNLEME VE MÜCADELE PLATFORMU PLATFORM KOORDİNATÖRÜ SÜLEYMAN AKBULUT - …iş kazaları, meslek hastalıkları, çıraklıkta uğranılan kazalar, sportif yaralanmalar, mesela suya balıklama atlama gibi…

  • Son tablo, engelli nüfusunun yüzde 2,42’si yüksek öğretimden faydalanabiliyor. Şimdi, bu tablo nereden kaynaklanıyor? Temel olarak bugüne kadar yaşadığımız özellikle bu erişim problemlerinden kaynaklanıyor.

  • Bu slayt on sene kadar önce çekildi. Özellikle şunu başlangıçta belirtmek istiyorum: Gerçekten engelliler konusunda ülkemizde son yıllarda değişen bir tablo var, olumlu yönde değişen bir tablo var ama sorunlar o kadar fazla ki ve o yüzden yolumuz çok çok fazla. Şimdi, bu resmi özellikle koyduk. Bakın, bir su taşıma arabasında taşınan bir engelli. Şimdi, akla şu soru gelebilir: Niye bu engelli bu sandalyede, bu su taşıma arabasının üzerinde? Devlet şu an sosyal güvenlik sistemi kapsamında tekerlekli sandalye veriyor. O hâlde, bir: Bu kişi haklarını bilmiyor. İki: Hakka erişimde, özellikle sivil toplum kuruluşları üzerinde ciddi sorunlar var, çünkü sivil toplum kuruluşları çoğunlukla yardım temelli çalışmayı hedefliyorlar. Hâlbuki bu kişinin haklarından faydalanmasını sağlamak… Son olarak, tabii, devletin iletişim ağları henüz yeterince bütün engellileri bulunduğu yerlerde bulup ihtiyaçlarını tespit edecek noktada değil.

  • Erişim sorunları özellikle ciddi bir sorun. Bakın, birkaç kare göstermek istiyorum sadece. Bunlar sadece bazı mantıksal yaklaşımlarla çözülebilecek şeyler. Örneğin, bir kaldırım mazgalı size engel teşkil edebiliyor. Bu neden önemli biliyor musunuz? Bir engelli kendisi yapabileceği bir iş konusunda bağımlı hâle geldiği zaman sakat hâline gelir, engellidir, orada o çelişkiyi hisseder. Dolayısıyla hayatta onu tam bağımsız, hareket edebilecek bir noktaya getirmek her şeyin önünde, çünkü bunu yaptığı zaman eğitim olanağından faydalanıyor, eğitimden faydalandığı zaman iş bulabiliyor, iş bulabildiği zaman üretken bir birey olarak sosyal hayatta yerini alabiliyor. Biz aslında zinciri baştan kırmışız Türkiye’de, sıkıntımız bu.

  • Örneğin, burada bir duvar var, duvardan görme engellilerin göremeyeceği betonun içinden demirler çıkıyor. Bu aslında kurallara, kaidelere uyulmamasından, empatimizin, empati geleneğimizin fazla olmayışından ve kanunların yeterince uygulanmamasından kaynaklanan…

  • ATİLLA KART (Konya) – Öngörülemeyen sonuçlar yaratıyor.

  • ENGELLİ AYRIMCILIĞINI ÖNLEME VE MÜCADELE PLATFORMU PLATFORM KOORDİNATÖRÜ SÜLEYMAN AKBULUT – Evet.

  • Örneğin, bir görme özürlüler derneğinde tek gözü görüyorken tek gözünü de böyle bir engel yüzünden kaybeden insanlar biliyoruz biz maalesef. Örneğin, tabelalar aynı şekilde.

  • Sonra, bir şeyi sadece yapmak için yapmak her zaman olumlu sonuçlar vermez, çünkü standartlara uygun yapmak çok çok önemlidir. Standartlara uygun yapmadığınız zaman o kişisel bağımsızlık olgusunu temin edemezseniz, sağlayamazsınız sonuçta yaptığımız hizmet istenilen sonuca ulaşmaz.

  • Ben size dramatik bir fotoğraf göstereyim burada. Bir rampa, rampanın önünde bir direk.

  • ATİLLA KART (Konya) – Burası Türkiye işte.

  • ENGELLİ AYRIMCILIĞINI ÖNLEME VE MÜCADELE PLATFORMU PLATFORM KOORDİNATÖRÜ SÜLEYMAN AKBULUT – Şimdi, burada şu önemli sayın vekillerim: Yani eğer size kanun “Kaldırımların girişine rampa yap.” diyorsa, evet bu önemlidir, kanunun gerekliliğini yerine getirmek önemlidir, ancak standartlarına uyarak bunu yapmanız… Burada işte denetim mekanizmalarının doğru işlemesi, otokontrolün doğru çalışması gerekiyor.

  • Bu bir okul, -mizansen anlamında çektim- bu çünkü tarihî bina ama... Fotoğrafta gördüğünüz kızımız o zaman on altı on yedi yaşındaydı, şu an yirmi yedi yirmi sekiz yaşında. Edirne’de 1999, 2000’lerde eğitim hayatına başlayacağı zaman kendisine uygun bir okul bulamadığı için eğitimine ara vermek zorunda kalan bir arkadaşımız. Şimdi, kırk yaşında bu insan hayatı ıskalamış biri olarak dönüp baktığı zaman, “Ben neden hayatımın noktasındayım?” dediği zaman, “Benim devletim kanunların gereği olan bir rampayı yapmamış.” cevabı aldığı zaman yaşadığı trajedi ve dram daha fazla olacaktır ama tabloyu ayıramıyoruz. Bakın, burası bir SGK polikliniği, kaymakamlık, hakkınızı arayacağınız mekânlar bunlar, emniyet müdürlüğü. Tabii, insanın aklına şu geliyor: Hakkımızı biz en yüksek makamda nerede arayabiliriz? Ben böyle bazen eğitimlere gittiğim zaman sunumlarımda katılımcılara soruyorum, onlar “Allah’a havale etmek lazım.” diyorlar. Ben de o zaman onlara şu fotoğrafı gösteriyorum. Burası bir cami. Ama tabii, dediğim gibi özellikle ve özellikle belirteyim, hakikaten hani son on, on beş yıllık, 97’den bu tarafa git gide hızlanan, ilk 572 sayılı Kararname o zaman çıktı, sonra 2005 yılında çıkan kanunla beraber çok ciddi mesafeler katediyoruz ama ancak henüz tabloda aşamadığımız noktalar var.

  • Şimdi, Anayasa’da engellilerle ilgili çalışmaları yaparken nasıl bir bakış açısından hareket edeceğiz? Çok önemli bu. Özellikle son elli, altmış yılda engellilere bakış biçim ve şekil değiştirdi, hem şekil değiştirdi hem içerik değiştirdi. İlk zamanlar tıbbi bakış açısı dediğimiz bir bakış açısı vardı, sonra bu sosyal bakış açısına dönüştü, sonra insan hakları temelli bakış açısına döndü. Tıbbi bakış açısı nedir? Aslında özürlülüğü bireysel bir şey olarak ele alır ve kişiyi bakıma muhtaç ve yardıma ihtiyacı olan kişi olarak tanımlar, dolayısıyla onun bireysel ihtiyaçlarını çözümlemeye odaklanır. Nedir o? Tekerlekli sandalyesini karşılayalım, evindeki tıbbi ihtiyaçlarını karşılayalım gibi. Ancak zamanla bu yaklaşım değişerek yerini sosyal yaklaşıma bırakmıştır. Ne demiştir o? Yeti yitimi, bozukluk bireyde fiziksel ve zihinsel olabilir, ancak yeti, kabiliyet yitimi sosyal engeller yüzünden, toplumun çıkardığı engeller yüzünden vardır. Dolayısıyla o yetileri insanlara kazındıracak her türlü altyapıyı sağlamamız gerektiği faraziyesi üzerinde gitti bu yaklaşım, kısmen doğru bir yaklaşımdı ama biz bu yaklaşım içerisinde engellileri sosyal hayata adapte ederken bazı yönlerini dışlayarak bunu yaptık. Nasıl yaptık bunu? Örneğin, engelli tatil köyleri, engelli çocuk parklarını kurduk, aslında izole ettik. Evet, parka gitmeleri, tatil köyüne gitmeleri, okula gitmeleri ciddi bir ihtiyaçtı ama onları ayırarak değildi bu, bizim temeldeki hatamız bu oldu. Son yıllarda dünyanın genelinde “insani yaklaşım” diye bir “insan hakları temelli” dediğimiz bir yaklaşım var. Artık, engellilere pozitif ayrımcılık gibi koruma tedbirleri, evet, var ama genel olarak insan hakları temelinde onların sorunlarını çözmek, eşit kılmak, eşit yararlanma ilkesini kılmak, yararlanma ilkesini hayata geçirmekle çözüme ulaşılmaya çalışılıyor. Ancak, bu tablo içerisinde genel algımız hâlihazırda engelliyi maalesef acınacak, bakılması gereken kişi, kendi kendine bir şey başaramayan kişi, hatta bazı durumlarda Tanrı’nın cezalandırdığı kişi olarak bile değerlendiriliyor ve bu tablo içerisinde maalesef toplumumuzdaki engellilerin yüzde 65’i -bu rakamları özellikle dikkatinize sunmak istiyorum- tanımadıkları insanların alayına maruz kalıyorlar, yüzde 47’si kamu görevlilerinin kötü muamelesiyle karşılaştıklarını söylüyorlar. Bunlar Başbakanlık Özürlüler İdaresinin rakamları, çok ciddi veriler. Yani sorunu nereden kavramamız gerektiğinin aslında ip uçlarını buradan elde ediyoruz. Yani biz Anayasa’mızda direkt sadece ve sadece sosyal ve ekonomik politikalara mı odaklanacağız, yoksa eşitlik temelinde ayrımcılığı ortadan kaldıran bir yaklaşım mı geliştireceğiz? Nitekim yine Başbakanlığın araştırmasına göre maalesef toplumun yüzde 46,5’u maalesef iş yerinde herhangi bir engel grubundan da olsa engelliyle çalışmak istemiyor. Komşu olmak istemeyenlerin rakamı yüzde 44,5 yani yüzde 56’sı sorun görmüyor. Bakın, rakamlar birbirine yakın, dikkatinizi çekiyorum, hep 40’lı, 45’li rakamlarda. Engelliye bir negatif yaklaşım söz konusu. Hatta arkadaş olmak istemeyen yine yüzde 46,5. Evlenmek istemeyen rakam daha net yüzde 50 civarında, hâl böyleyken istatistikler de öyle. Nitekim bazı rakamlar vereyim, işsizliğe çözüm bulma konusunda çok ciddi mesafeler almışız. 2002 yılında başvuran kişilerden 10 bin kişi iş buluyorken bugün 32 bin kişiye -2012’de- iş bulabiliyoruz. Bu rakam artıyor, ancak bakıyorsunuz bu rakamlar içerisinde de kadın engellilerin normal diğer toplum kesimleri gibi erkeklere göre daha az iş bulduğunu görüyoruz, yedide 1 bu oran genelde, hâlâ buna çözüm üretememişiz.

  • Aynı şekilde, bakın bir rakam vereceğim size, kamu kesimi engelli işçi çalıştırma zorunluluğuna uymadığı için 2007 yılında 4 milyon, 2008 yılında 5 milyon TL ceza ödemiş. Bu ne demektir biliyor musunuz? Bakın, yorumladığınız zaman, cezayı ödüyor ama… İkisine aynı, aşağı yukarı faiz farkıyla yani cezalardaki artışla birlikte aynı ceza ödenmiş. Demek ki aynı kota yine doldurulmamış. Maalesef bunu bazı iş yerleri, özel sektörde bazı kurumlar alışkanlık hâline getirmişler ve engelliyi cezasını verip ama işe almamak gibi, mesela büyük kuruluşlarda her sene düzenli olarak ceza ödeyip hâlâ engelliyi işe almayan kişiler biz görebiliyoruz. Aynı şekilde, evet, istihdam rakamlarımız arttı ama maalesef engelliye şöyle yaklaşımlarla karşılaşabiliyoruz: “Al banka kartını, senin maaşın yatsın ama iş yerine gelme.” Şimdi, toplumsal anlamda hedeflenen amaçtan uzak düşüren bir şey bizi bu, kanunun ruhuna, Anayasa’da sağlanan temel hakların ruhuna aykırı bir şey, çünkü çalışmak bir ödev olduğu kadar bir haktır da.

  • Şimdi, eğitimde keza öyle çok ciddi bir artışımız var, 38 bin rakamından 127 bin rakamına çıkmışız ama ülkemizdeki engelli çocuklar, yani genelde 1 milyon civarında bir rakam olduğunu düşünürsek, hâlâ ciddi mesafe katetmemiz gerekiyor.

  • Sonuçta önyargılar, bilgisizlik ve iletişimsizlik ötekileştirmeyi, dışlamayı ve toplumdan tecridi getiriyor, bu da bizim için maalesef toplumda ayrımcılık sonucunu doğuruyor. Şimdi, maalesef şöyle bir yanılgı var, toplumun genelinde hâkim bu düşünce: “Engellilerin sorunları ekonomik ve sosyal sorunlardır daha ziyade, dolayısıyla buradan çözüm üretmek lazımdır.” Hayır, biz biraz farklı bir yaklaşım söylüyoruz. Engellilerin sorunu insan hakları ekseninde yasalardan eşit yararlanma sorunudur. Bakın, “Neden bizim eğitim oranımız düşük?” dedik. Çünkü kanunlara göre eğitim temel haktır ama Anayasa’ya göre eşit olmamıza rağmen, hâlâ engelli olmayanlar engellilere göre daha çok bu haktan faydalanmış yani fırsat eşitliğini sağlayamamışız. Çalışmak temel haktır ama engelliler daha çok… Nereye geliyoruz? Sonuçta dönüyoruz, dolaşıyoruz anayasalardaki “eşitlik” kavramının oturup oturmadığına, eşit yararlanma ilkesi kapsamında herkese yayılıp yayılmadığı sorununa dayanıyor. Dolayısıyla sorunun bu şekilde ele alınmasını istiyoruz.

  • Şimdi, buraları hızlı geçtim, çünkü içerisi sıcak, siz bugün bayağı bir çalıştınız, yorgunsunuz.

  • Somut olarak peki, temelde nasıl bir beklenti tablosu çizebiliriz size? Umarım, önceki çizdiğimiz tablo engelliler konusunda biraz daha detayla fikir sahibi olmamızı sağlamıştır. Her şeyden önce temel prensipleri ortaya koymamız gerekiyor efendim. Nedir o? Engellilerin yasalar önünde eşitlik, yasaların ayrımcılığı yasaklaması ve bunu özellikle vurgulaması, Anayasa’nın özellikle buna vurgu yapması gerekiyor.

  • Şimdi, bakın, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi özellikle bu “engelli ayrımcılığı” kavramının üzerinde çok duruyor. Ben burada okumayayım, sunuyu zaten size bırakacağız ama özetle, engellilikten kaynaklanan her türlü ayrımcı uygulamayı dışlayacak, yasaklayacak şekilde bir anayasa perspektifi çizmemiz gerekiyor. Bunun dışında, Anayasa’nın bütün temel maddelerinde, temel hakları içeren bütün maddelerinde yani hürriyetlerden, temel hürriyetlerden tutun da çalışma hakkına kadar, eğitim hakkına kadar hepsinde ülkemizin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin getirdiği kavramları ve yaklaşımları benimsetmemiz gerekiyor, hani ayrımcılığın yasaklanması, makul uyumlaştırma, erişimin sağlanması ve bunun gibi. Buradan hareketle, yasaların yani Anayasa’nın eşit derecede koruma içermesi lazım ama etkin tedbir alma perspektifiyle. Yine aynı şekilde, etkin tedbir alma perspektifiyle pozitif ayrımcılık ilkesini de daha da etkin kılarak eşit yararlanmayı bozan durumlara karşı önlem alma… Örneğin, sizin “Bütün okullar, bütün kamusal binalar ve eğitim kurumları engellilerin erişimine uygun olacak.” demeniz nedir? Eşit yararlanmayı sağlama demektir. Ama bunun etkin tedbirlerle garanti altına alınmasını sağlayacak hükümler getirmek gerekiyor.

  • Şimdi, özellikle şu andaki, hâlihazırdaki 10’uncu maddeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Çünkü “Eşitlik vurgusu yapıyoruz, eşitlik vurgusu önemli.” diyoruz ya, biz şu ana kadar yol katettik ama bizce, bizim platformumuzca nedir mesela bu konuda eklememiz gereken? Biliyorsunuz, hâlihazırdaki 10’uncu madde kanun önünde eşitlik ilkesini ortaya koymaktadır. Bu kanun önündeki eşitlik ilkesi gereği devlet herkesin ayrımcılığını yasaklar ve kanun önünde eşitlik ilkesini getirir, hatta bir adım daha öteye gider, kadınlara, çocuklara ve engellilere yönelik pozitif ayrımcılık uygulaması getirir. Yalnız, burada bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” der Anayasa’mız. Bakın, kadınlar ve çocuklarda eşitliğin sağlanması, eşit yararlanmanın sağlanması için tedbir alma yükümlülüğü getirilmiş, dikkatinizi çekiyorum. 2010 yılındaki Anayasa değişikliğinde ise biz engellilere yönelik de pozitif ayrımcılık ilkesi getirdik ama -dikkatinizi çekiyorum- “Alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” hükmü getiriliyor yani çok da böyle birebir tedbir alma yükümlülüğü içeren bir ifade değil. Şimdi, bakın, kadınlarda siz pozitif ayrımcılık hükümleri kapsamında tedbir almak zorundasınız ama engelliler olduğu zaman alınırsa, çeşitli uygulamalar yapılırsa eşitliği bozmayacak kabul ediliyor yani pozitif ayrımcılık kabul ediliyor. Yani bir şekilde yürütmenin takdiri çerçevesinde yürütme eğer bu tür pozitif uygulamalar yaparsa sayılmayacaktır, diyor. Dolayısıyla eğer yeni anayasada eşitlik ilkesi düzenlenirken pozitif ayrımcılık engellilere yönelik öngörülürse burada bizce dikkat edilmesi gereken şey devletin tedbir alma yükümlülüğünün içerisine sokulmasıdır. Bu bize daha çok yol aldıracaktır ve bunu tıpkı kadınlarda olduğu gibi ihlal etmeme, koruma, yükümlülüğü yerine getirme ekseninde yapması gerekiyor. Aynı şekilde, ayrımcılık yasağı konulmasında engelliliğin de buraya konulması gerekiyor yani kadın, cins, dil, din, ırk ayrımlarının karşısına.

  • 49’uncu madde için önerimizi sunuyoruz. Burada 49’uncu madde çalışma hak ve özgürlüğü konusunda doğru bir düzenleme getiriyor. Madde bizce hâlihazırdaki hâliyle uyguna ama geliştirmek manasında Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Haklarına Dair Sözleşme’nin getirdiği “makul uyumlaştırma” kavramını gündeme getirmek istiyoruz. Nedir o? “Herkesin –bakın, dikkat edin, insan hakkı temelli yaklaşmanın getirdiği bir şeydir bu- iş yaşamına eşit katılımını sağlamak için makul uyumlaştırma dâhil, her türlü ve gerekli tedbirin alınması.” diyoruz. Bunu neden söylüyoruz? Çünkü biz bir engelliyi iş yerine yerleştiriyoruz, iş yeri diyor ki: “Benim iş yerim müsait değil, gelme işe, ben senin maaşını vereyim.” diyor. Hâlbuki herkesin burada belirttiğimiz gibi iş yaşamına eşit katılımını sağlamak için makul uyumlaştırma… Bunlar nelerdir? Yeri gelir iş yerinin kendi düzenlemesindir, yeri gelir devletin sübvanse edici destekleridir. Örneğin, İsviçre ’de bir engelliyi işe aldığınız zaman size devlet 25 bin frank veriyor ve “Al, iş yerini uygun hâle getir.” diyor. Artık bu yasamanın ve yürütmenin takdirinde olan şeydir. Ama Anayasa bu çerçeveyi geniş tutabilmeli bu anlamda.

  • Aynı şekilde, 50’nci maddeye dikkatinizi çekmek istiyoruz, o da çalışma şartlarına ilişkin. Orada da yine bir çalışma koşullarını düzenli hâle getirmemiz gerekiyor. Çünkü engelli işe giriyor, iş yeri uygun olmadığı zaman terfi edemiyor, uygun koşullarda çalışamıyor, mobbing’e maruz kalabiliyor. Dolayısıyla herkesin çalışma şartları ve dinlenme hakkının sağlıklı hâle getirilmesi için makul uyumlaştırma da dâhil her türlü ve gerekli tedbirlerin alınması hükmünü hâlihazırdaki maddeye eklemleyerek, uyumlaştırarak yeni anayasada yer verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Buraya dikkat lütfen. 42’nci madde eğitimle ilgili madde. 42’nci maddenin şu andaki dizaynının direkt olarak engellileri de içerecek şekilde bir yapısı var, sorun yok. Ama bu 42’nci maddeyi engelliler açısından kesinlikle ve kesinlikle geliştirmemiz gerektiğini düşünüyoruz, o da şu boyutuyla: Birincisi, eğitimin kalite, kentsel ve kırsal alanlarda erişilebilir kılınması hükmünü içermesi gerektiğini düşünüyoruz biz. Yani hâlihazırdaki maddede eğitimin parasız olduğu söyleniyor, parasız olduğu lafzından sonra, eğitimin aynı zamanda kentsel ve kırsal alanlarda erişilebilir, ulaşılabilir olması gerektiği ifadesine yer verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü erişilebilir ve ulaşılabilir eğitim bir engelli için parasız dahi olsa ulaşılamaz bir eğitimdir. Dolayısıyla Anayasa’mızın bunu kesin hüküm altına alması gerektiğini düşünüyoruz. Aynı şekilde, özel eğitim ihtiyacına yine Anayasa’mızda yer verilmiştir. Özel eğitim ihtiyacı olan bireyler için de bir düzenleme öneriyoruz ve diyoruz ki: Özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin gereksinimlerine uygun nitelikte ve nicelikte -bakın bu çok önemli- bazı durumlarda mesela özel eğitime ihtiyacı olan kişilere yeterince eğitim saati, fırsat eşitliği anlamında yeterli ders saatleri sağlanmamış olabiliyor. Dolayısıyla burada “özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin gereksinimine uygun nitelikte ve nicelikte” ifadesinin eklenmesi 42’nci maddeye, en azından bu anlama yer verecek şekilde geliştirilmesi, keza bireylerin kişisel özellikleri



  • Keza bireylerin kişisel özellikleri gözetilerek gereksinimlerine uygun eğitim alması lafzına yer vermemiz gerekiyor.

  • Kişi hürriyetiyle ilgili maddemiz, son iki maddemizi söylüyorum. Burada özel bir şey ifade etmedik çünkü bu hakikaten kişi hürriyetlerini ve güvenliğini kısıtlayan madde çok teknik bir madde yani burada özellikle bir konuya vurgu yapmayı pek doğru bulmadık. Şundan dolayı bulmadık: Çünkü bu aynı zamanda hem engelli çocukları ya da zihinsel engelli insanları ilgilendirdiği gibi kumar oynayan ya da madde bağımlısı ya da suç işlemiş bir kişiyi de kapsayabiliyor. Biz, bu noktada beklentimizi ilke düzeyinde sunmak istedik size. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin giriş kısmındaki (n) ve (o) maddelerindeki yükümlerin, Anayasa’daki 19’uncu maddenin muadili olacak, hani kişi hürriyetleri ve güvenliğiyle ilgili maddelere yerleştirilmesi, o anlayışın hâkim kılınması gerektiğini düşünüyoruz. O da nedir? Kendi seçimlerimizi yapabilme özgürlüğü, bireysel varlığımızın ve bağımsızlığın kabulü, engellilerin kendilerini ilgilendirenler de dâhil olmak üzere politika ve programlarla ilgili karar süreçlerine katılımı ki burada olduğu gibi. Bunun ama kişi hürriyeti ve güvenliğiyle ilgili hükme benimsetilmesi gerekiyor, yerleştirilmesi gerekiyor.

  • Son ifademi söylüyorum ve sonra hemen sözü Diyarbakır’dan gelen arkadaşıma bırakıyorum. Hâlihazırda biliyorsunuz Anayasa’da bir 61’inci maddemiz var. O 61’nci madde der ki: “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatlarına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır.”

  • Şimdi, biz, her ne kadar Anayasa’nın birçok maddesinde engellileri direkt olarak ifade eden, vurgulayan ya da endirekt olarak vurgulayan hükümler olsa da her şatta ve koşulda ayrıca engellere yönelik bir maddenin olması taraftarıyız. Yalnız, evet, bu madde devlete sakatların toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirler alma yükümlülüğü getirmelidir ama sakatların korunması anlayışı yerine engellilikten kaynaklanan dezavantajların ortadan kaldırılması anlayışını getirmemiz gerekiyor çünkü “korumak” dediğimiz zaman, o çok geniş, esnek bir kavram, içeriğini çok iyi tanımlamak gerekiyor. Biz, bunu daha ziyade dezavantajın doğurduğu hâllerde, dezavantajın oluşturduğu sorunları ortadan kaldırmaya indirgemeyi öneriyoruz sizlere.

  • Dolayısıyla, bizim Platform olarak buradaki genel yaklaşımımız budur. Sunumumuz bu konuda sizin bilgilerinize sunulacaktır. Onun dışında, ne zaman, nerede ve hangi koşulda isterseniz burada yaptığımız açılımların daha detaylandırılması, yeniden anlatılması ve bunun gibi bütün olası ihtiyaçlarınız hâlinde bize bir çağrıda bulunmanız yetecektir. Biz koşa koşa geleceğiz.

  • Ben şimdi sözü arkadaşıma bırakıyorum.

  • ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyoruz.

  • Kendinizi tanıtınız, isminizi ifade ediniz.

  • DİYARBAKIR YEREL GÜNDEM 21 KENT KONSEYİ ENGELLİLER MECLİSİ TEMSİLCİSİ RAMAZAN SERİM – Ben Ramazan Serim, Yerel Gündem 21 Kent Konsey Diyarbakır’dan katılıyorum.

  • Yerel Gündem 21 Engelliler Meclisi, 19 tane dernekle birlikte dört ay önce bu çalışmalara başladı, taslak hâline getirdik ve Uzlaşma Komisyonuna maille gönderdik taslağımızı ve aynı şekilde, arkadaşımızın da söylediği gibi, bize de söylendi, işte bu sunumumuzu biz de yapacağız.

  • Ben ilk önce şunu söylemek istiyorum: Arkadaşlarım detaylarıyla verilere girdi. Ben hani süre de kısa olduğu için fazla uzatmadan hemen anlatmaya çalışayım bazı şeyleri anayasayla ilgili.

  • Mesela Ottowa Sözleşmesi, Ottowa Uluslararası Sözleşmeleri, ILO Sözleşmeleri, Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre, hani çok iyiyiz, az önce arkadaşımız söyledi, işte biraz iyi durumdayız demekle… Dünya Sağlık Örgütü, dünya genelinde engelliliğin arttığını söylüyor veriler, hani bizi uyarıyor, böyle önlem alamazsınız, engellilik çoğalıyor. Dünya Sağlık Örgütünün verileri, 2010’nun. Millî gelirin aynı şekilde on binde 4’ünden faydalanan bir engelli kitlesi var.

  • Biraz da bölgeye geleceğim. Bölgeye gelmeden önce, ben, Anayasa’nın mevcut, muadil diyelim, birkaç tane maddesini anlattıktan sonra sunumumuza geçeceğiz, arkadaşıma söz vereceğim.

  • Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2’nci maddesi “…sosyal bir hukuk Devletidir.” diyor. 10’uncu madde, şimdi bu 10’ncu madde üzerinde engelliyi de katarak “Herkes, kanun önünde eşittir.” diye bir talebimiz olur. Mevcut 42’nci madde, arkadaşımız değindi, onu da geçiyorum. 49’ncu madde “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.” diyor.

  • Şimdi, bu maddelerin aslında hepsini hani uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. 65’inci madde hepsinin önünü kesiyor. 65’nci madde ne diyor? Diyor ki: “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek…” “Temel haklarına, sosyal temelli yaklaşmamakta, ekonomik imkânlar dâhilinde ele almaktadır.” dediği zaman, zaten ne kadar da anayasaya koyarsak koyalım böyle ekonomik mantıkla yaklaştığımız zaman sosyal sorunlar çözülmez.

  • Bir kere bunu anlattıktan sonra şeye geçelim şimdi, uluslararası sözleşmeler. Uluslararası sözleşmelerin biz hepsine imza atmışız, mesela Ottowa Sözleşmesi. Mayınlarla ilgili bölgede 10 bin tane çocuğun etkilendiğini ve bunların çoğunun da engelli olduğunu, daha da devam edeceğini hepimiz biliyoruz. 2014’te işte bu mayınların temizlenmesiyle ilgili bir imza atmışız altına, şu ana kadar hiçbir çalışma olmadı ve bunların yerine getirilmesi konusunda yeni anayasanın da hani bununla ilgili, engelliliğin önlenmesiyle ilgili ciddi bir katkısı olacaktır.

  • ILO Sözleşmelerinde engelliler şu anda Sağlık Bakanlığının pençesinde. Şimdi, ILO Sözleşmesi… Yüzde 10, yüzde 11 rapor aldığımız zaman askere gidemiyoruz değil mi? Süleyman Bey de çok iyi bilir bunu. Askere gidemiyoruz çünkü engelliyiz, yüzde 10 ve 11’in üzerinde ama özürlü sayılabilmek için ne kadar almamız gerekiyor? Yüzde 40. Ben işverene gittiğim zaman bana diyor ki: “Bana sağlam raporu getir ki seni çalıştırayım.” Ben engelliyim yüzde 30 veya 35 veya 18 veya 12, götüremiyorum “Bana engelli raporunu getir.” diyor. Gidiyorum yine yüzde 40 alamıyorum. E diyor kardeşim yani bir karar verin, engelli misiniz, yoksa engelsiz misiniz?

  • Bu çelişkilerin ortadan kaldırılması için -ILO Sözleşmesi’nin- nasıl iş kazalarında yüzde 11 ise, nasıl askeriyede yüzde 11’se… Hani bu yönetmelikle, alt kanunlarla belirlenir ama bu ILO Sözleşmesi bu anayasada Sağlık Bakanlığıyla ilgili özellikle düzenlenmesi gerekiyor, bunun ele alınması gerekiyor. Çünkü Balthazard formülü, bilmem ne formülünü önümüze koydukları zaman engellilerin hayatı zaten felç, tam da felç oluyoruz bu konuda.

  • Başka bir şey daha, okuma yazmayla ilgili yine. Mesela okuma yazma bölgede, İstanbul ile bölgeyi karşılaştırdığımız zaman “Bölgeler arası pozitif ayrımcılık.” diyoruz ya, engelliler için pozitif ayrımcılık istiyoruz, normal vatandaşlar, okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 13, engellilerde bu yüzde 26’dır, Doğu ve Güneydoğu’da yüzde 52’dir engellilerin, okuma yazma bilmeyen engellilerin oranı Doğu ve Güneydoğu’da -bölgeler arasında farklılığı göstermek açısından- yüzde 52’dir, yani tam 2 katıdır. Giderek de bu daha da kötü duruma geliyor.

  • Bu rehabilitasyon merkezleriyle ilgili 5378 sayılı Yasa devrim olarak bize söylendi, devrim olarak nitelendirildi. Hâlbuki devrim değil, gerçekten şu anda çocuklarımız dört çete arasında -çok affedersiniz- o tarafa bu tarafa savruluyor durumda. 100 bin çocuktan bahsettiniz. Bu çocukların şu anda hepsi ilkokul çağında ve okula gidiyorlar. Rehabilitasyon merkezleri, sağlık müdürlüğü, rehberlik ve araştırma merkezleri aileler tarafından sömürülüyor. “Evde bakım ücreti” adı altında aileye 50 milyon vererek rehabilitasyonlara göndermeme, kaynaştırma ve eğitim adı altında okullarda heba edilmekte. Bu çocuklar yarın öbür gün bizimle yaşayacak. Bu 5378 sayılı Yasa yeniden revize edilmeli. Hani bizim bakış açımızla, zaten Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu, onun bünyesinde sadece özürlüler idaresi veya müdürlüğü değil bütün illerde teşkilatlandırılarak Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ÇATOM’lar, özürlülerle ilgili atölyeler kurarak, meslek edindirmeyle ilgili, çocuk okumayabilir veya engelli okumayabilir, Almanya modeli veya hangi modeli istiyorsanız o model üzerinde çalışırsınız, bu insanların hayatına büyük kolaylık sağlamış olursunuz. Çalışma hayatıyla ilgili de bunu söyleyeyim.

  • Siz devam edebilirsiniz.

  • YEREL GÜNDEM 21 DİYARBAKIR KENT KONSEYİ ENGELLİLER MECLİSİ HUKUK SÖZCÜSÜ SORAN HALİDİ MIZRAK – Tekrara çok fazla girmemek için özellikle madde tasarılarıyla ilgili fikirlerimizi beyan edeceğiz.

  • Şimdi, bizim madde tasarlarkenki düşüncemiz her bir madde içerisinde eğitim hakkı, iş ve istihdam veya sosyal haklar bünyesinde bir maddeden ziyade, tek tek belirlenmesinden ziyade hem daha toplumun veya kitlenin ulaşabilirliğini sağlamak açısından tek bir maddede bunların hepsini toplamayı daha kendimiz açısından kolaycı gördük. Çünkü özellikle bölgenin yapısından dolayı, bunun yanı sıra Türkiye’deki genel hukuka erişebilme imkân ve kabiliyetlerinden dolayı engellileri tek tek maddeleri anayasada arayıp işte benim şu hakkım da varmış, şu hakkım da varmış demek gibi bir şeyin içine sokmak istemedik. O yüzden bunların hepsini tek bir maddede toplayıp yani engellilerin hakları devletin yükümlülükleri bunlar olmalıdır diye tek bir maddede bunları belirlemek istedik. Yalnız 10’uncu maddeyle ilgili belli bir önerimiz var. Ayrımcılıklarla ilgili orada engellilere bir atıf yapılmasını gerekli görüyoruz çünkü bu çok genel, çatı bir madde olacak.

  • Buradaki talebimiz, 10’uncu maddeyle ilgili muadil talebimiz: “Herkes dil, ırk, etnik köken, renk, cinsiyet, cinsiyet kimliği, engellilik durumu, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Burada engellilik durumundan kastımız, zaten daha sonra açıklayacağımız maddedeki bütün engelliliklerin hepsini kapsayacak. Bu da bizim engelli haklarıyla ilgili maddemizde… Ki önünüzdeki sunumda 13’üncü sayfada ve devamında var. 1’inci maddesinde “Hiç kimse engelliliğinden dolayı mağdur edilemez.” Zaten genel bir kabul olarak artık tüm dünyadaki gerek Portekiz, İspanya, Avrupa anayasalarının çoğunda engellilikle ilgili spesifik bir düzenleme yapılmış. Biz de bunlara bakarak ve dünyadaki diğer örnekleri de göz önüne alarak böyle bir düzenlemeye gittik.

  • 2’nci maddesinde bu 10’uncu maddede kastettiğimiz engellilik durumlarını teker teker saydık ve buradaki durumların hepsine devletin ödevlerine yalnız bedensel, zihinsel, işitme, görme, süreğen veya psikolojik engelli vatandaşlar hakların tamamından yararlanır ve kendi durumlarını, uygulamalarını ve yerine getirmelerini imkânsız kıldıkları hariç, Anayasadaki görevlere tabidir. Yani buradaki kastımız şu: Engelli, anayasada devletin kendine yüklemiş olduğu ödevlere tabi olmakla beraber kendi engellilik durumları, demin Ramazan Bey ve Süleyman Bey’in de söylediği gibi, buna engel teşkil ediyorsa, yapmasını mümkün kılmıyorsa bunlardan muaftır, örneğin askerlik gibi veya çalışma saatlerinin düzenlenmesi gibi. 40 saat normal bir insan için çalışma saati olarak belki kabul edilebilir ancak bir engelli için bu kabul edilebilecek bir saat değildir.

  • 3’üncü fıkramızda devlet bazı ödevler ve yükümlülükler sahibidir. Bunları da düzenlemeye çalıştık. Devlet engelliliğin önlenmesi, tedavisi ve engelli vatandaşların rehabilitasyonu, sosyal hayat ve mesleki yaşamla bütünleştirilmelerine katılımı ve ailelerine yardım sağlanması için ulusal bir politika üstlenir. Buradaki kasıt, bu artık hani bir amentü olsun yani yönetime kim gelir muhalefete kim gelir, orası biz engellileri çok da bağlamamalı. Devletin belli bir politikası olmalı bu konuda, engelliliğin giderilmesi, bu konuda ailelere destek, eğitim hakkının düzenlenmesi konusunda yine uzun süreli beş yıllık, on yıllık bir plandan bahsetmiyoruz, daha uzun. Bir mantalite, bir zihniyet yerleştirmek istiyoruz aslında anayasaya bu anlamda. Toplumu eğitir ve bu vatandaşlara yönelik saygı ve dayanışma ödevlerini hatırlatır ve ebeveynlerinin veya vasilerinin hakları ve görevleri saklı kalmak üzere, kendi haklarını etkin olarak kullanmalarını temin eder. Eşitlik ilkesine aykırı olmamak şartıyla engellilere pozitif ayrımcılık tanınır.

  • Burada da zaten 10’uncu maddede tanımlanmış hakların yanında, kadınlarda olduğu gibi veya çocuklarda olduğu gibi, bir pozitif ayrımcılığın sağlanması gerektiğine inanıyoruz çünkü zaten hayatta birçok eksiklikler engellilerin önüne çıkmakta. Bari bu noktada devlet bilfiil yükümlülükler altına girebilsin.

  • Son iki fıkramızda da “Devlet engelli vatandaşların örgütlerine destek olur.” Buradaki kastımız zaten açık. STK’lar olsun, dernek, vakıf ve benzeri örgütlerine devletin belli bir düzende katkı sağlaması. Örneğin Avrupa’da örgütlere üye olan herhangi bir vatandaşa bile ödenek sağlanırken burada, Türkiye’de bunun yapılmaması, bari bunun ilk etapta, yapılacaksa, uygulanacaksa engellilere sağlanması.

  • Son olarak da devlet, engelli vatandaşların eğitime erişmelerini sağlar, onları teşvik eder ve gerekli olduğunda özel eğitimi destekler.

  • Şimdi, burada kastımız, bütün bu Süleyman Bey’in de saydığı, diğer maddelerdeki tek tek değişiklik yerine biz hepsini daha özete indirgeyip tek bir maddede, bir engellinin anayasayı açtığı andan itibaren “Ha, benim hakkım şuymuş.” deyip tek tek bakıp uygulamada, pratikte karşısına çıkabilecek engellerde anayasaya girip “Kardeşim, benim haklarım bunlardır, bunları sağlamakla devlet yükümlüdür, siz de bununla beraber yükümlüsünüz.” diyebilmeli. Kastımız bunlardı.

  • Teşekkür ediyoruz.

  • DİYARBAKIR YEREL GÜNDEM 21 KENT KONSEYİ ENGELLİLER MECLİSİ TEMSİLCİSİ RAMAZAN SERİM – Ben bir şey ekleyeyim aynı zamanda çok özür dileyerek.

  • Şimdi, bu tek madde isteğimizin bazı Avrupa ülkelerinde -Portekiz, İspanya, Almanya- örnekleri var ancak Türkiye’deki bu metin İş Kanunu’nda, bütün alt kanunlarda, engellilerle ilgili 2022 sayılı Yasa var biliyorsunuz, 65 yaşın içine konulmuş, ondan sonra alt kanunlarda nereye bakarsanız bakın özürlü, sakat, binbir türlü isimle geçiyor. Bunların alt kanunlarda, yarın öbür gün Anayasa değiştiği zaman bu alt kanunların hepsi değişmesi lazım. Bu değiştiği zaman bizim referansımız tek madde olsun. Avrupa sözleşmeleri bir tane kanun, bir tane madde, x madde, biz demiyoruz hani hangi maddede olsun, bir maddeyi istiyoruz ve bütün kanunlar anayasanın x maddesine dayanarak engellilere şunu yapıyoruz ama her şey bir maddede olsun, hiç dağıtmadan, hiçbir yere çekmeden, yoruma kapalı ödev olarak kabul edilmesi.

  • Bizi de buraya davet ettiğiniz için, bizi dinlediğiniz için de sizlere teşekkür ediyoruz. Yine de her zaman Süleyman Bey’in de söylediği gibi katkı ve önerilerimizle sizlere açığız.

  • Teşekkür ediyorum.

  • ATİLLA KART (Konya) - Efendim, biz teşekkür ediyoruz.

  • Tabii konuya çok hâkimsiniz yani o sebeple de çok net, çok somut olarak sorunları anlatıyorsunuz. Bizim için son derece yararlı oldu. Onu bilmenizi istiyoruz. Bunlardan mutlaka yararlanacağız.

  • Benim söylemek istediklerim bunlar.

  • Oktay Bey, sizin…

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yok, hayır.

  • Teşekkür ederim.

  • ATİLLA KART (Konya) – Sizin söylemek istediğiniz varsa…

  • ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Şöyle kısaca bir şey ekleyeyim isterseniz Sayın Başkanım.

  • Şimdi, gerçekten de son on beş yılını engellilere hasretmiş birisi olarak ben şunu gördüm: Bir kere, insanların zihnindeki o engelli algısını biz değiştirmediğimiz sürece erişim anlamında, ayrımcılık anlamında, eğitim alanında, sağlık alanındaki bütün sorunları bizim alt etmemiz veya baş etmemiz mümkün değil.

  • ATİLLA KART (Konya) – Mesafe almamız…

  • ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Evet.

  • Bir kere, insanların zihnindeki engelli algısını değiştirmemiz lazım. Aksi hâlde insanlara yönelttiğiniz bu sorularda yüzde 50 değil yüzde 60 şeklinde “Ben engelli biriyle evlenmem, komşuluk etmem ve aynı sırayı paylaşmam.” şeklinde cevaplarla karşılaşabiliriz. Olması gereken şu: Ülkemizde yaşayan engelliler… Engelli denildiğinde daha doğrusu vatandaşımız şunu anlıyor: Yardıma muhtaç, âciz, üretemeyen, toplumsal alandaki, sanatsal, kültürel alandaki yerini tam olarak alamayacak bir birey algısı var ve bütün algı da bunun üzerine inşa ediliyor. Hâlbuki ülkemizde yaşayan engellerin tek istediği şey şu: Engelsiz insanlarla birlikte kendilerine eşit şartlarda yarışma fırsatı verilmesi. Tek istenen şey bu. Bu algı üzerine eğer bir zemin oturtabilirsek, bu algıyı oluşturabilirsek, bu fırsatı verebilirsek bir Stephan Hawking gibi boynundan aşağısını kullanamayan ama kuantum fiziği alanında bir bilim adamı yaratabiliriz veya ne bileyim Stevie Wonder , Ray Charles sanatsal alanda ortaya çıkartabiliriz. İşte kendi kültürümüzden yetişmiş bir Aşık Veysel var ama onun da böyle şeylerden, ıskartadan çıkarak doğal olmayan şartlarla ortaya çıkmış olduğunu görüyoruz veya işte kendi kültürümüzün ürünü bir Eşref Armağan var, doğuştan görme engelli ama inanılmaz resimler çizebilen birisi, Discovery Channel veya işte National Geographic’e konu olmuş bir isim.

  • Tüm sorun algılarımızda. Eğer biz insanlarımızın zihninde engelli dediğimizde eşit şartlarda engelsiz insanlarla yarışabilecek bir birey algısı oluşturmazsak veya bireylerimizin zihninde mutlaka düşündükleri bir proje, hangi alanda olursa olsun, engelli nosyonunu da hesaba katabilecek bir birey oluşturamazsak maalesef ki bu sorunları ilerleyen süreçte de görüyor olacağız.

  • Teşekkür ediyorum.

  • ATİLLA KART (Konya) – Evet.

  • ENGELLİ AYRIMCILIĞINI ÖNLEME VE MÜCADELE PLATFORMU HUKUK MÜŞAVİRİ GÜLER POLAT - Ben de bir şey söylemek istiyorum. İstanbul’dan buraya boşu boşuna gelmiş olmayayım. Bütün bunlara ek olarak söyleyeceğim bir şey.

  • ATİLLA KART (Konya) – Kendinizi de tanıtın lütfen.

  • ENGELLİ AYRIMCILIĞINI ÖNLEME VE MÜCADELE PLATFORMU HUKUK MÜŞAVİRİ GÜLER POLAT - Güler Polat, Ayrımcılığı Önleme Platformu Hukuk Müşaviriyim.

  • Şimdi, bütün anlatımlara ek olarak, özellikle son dönemlerde Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin de imzalanması ve Türkiye’de yürürlüğe girmesinden sonra çok sık yaşamaya başladığımız bir olay var. Anayasa’nın düzenlenmesi sırasında umarım bu dikkate alınır. Kavramlar çok karıştı Türkiye’de. Süleyman Bey’in altını çizdiği engelli, özürlü, sakatla koruma tedbirleri ile eşit şekilde yaşama katılma tedbirleri, kavramları, bunun gibi çok karıştı. Anayasanın düzenlenmesi sırasında bu kavramların doğru vurgulanması, engelliliğe bakış ve yapılacak, düzenlenecek kanunlardaki ilkeleri belirlemek açısından çok önemli. “Devlet, koruma tedbirlerini alır.” dediğiniz zaman, “Yardımcı olur.” dediğiniz zaman getireceğiniz yasal düzenlemeler farklıdır, “Eşit şekilde yararlanmak üzere gerekli düzenlemeleri yapar.” dediğiniz zaman kanun tekniği olarak getireceğiniz düzen farklıdır. O yüzden özellikle Anayasa’da -ama engellilik, ama kadın, ama vesaire- dezavantajlı gruplarla ilgili hükümler düzenlenirken devletin bakış açısını vurgulayan koruma tedbiri, kolaylaştırma, eşit oranda paylaşma vurgularına ben eminim ki dikkat edilecek. Ama bugüne kadar hep koruma, yardım etme boyutunda bakıldı, bir farklılık yaratılma olarak bakıldı, “Pozitif ayrımcılık” dendi, “Ona farklı hak tanıyalım.” dendi. Naçizane bizim kanaatimiz de öyle, benim de kanaatim bu ama pozitif ayrımcılıktan çok eşit şekilde yararlanma mantığını getirdiğimiz zaman, o zaman makul uyumlaştırma da gündemde, o zaman yapılacak farklı uygulamalar da gündemde. Bizim şu andaki vurgu pozitif ayrımcılık yani onun için farklı şeyler düzenle, onun için farklı şeyler düzenle... Hayır, onun yerine mevcut içerisinde eşit şekilde katılımı sağlayacak önlemler alma dediğiniz zaman çok değişiyor. Bu nedenle, kullanılan kavramlar çok önemli.

  • Çok teşekkür ediyorum.

  • ATİLLA KART (Konya) – Çok teşekkür ediyoruz, sağ olun.



  • Kapanma Saati: 15. 53











  • Yüklə 4,73 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   72




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin