80yil ozel 07 doc


Bu tutumunun yaşamındaki yansımalarına tanık oldunuz mu?



Yüklə 0,62 Mb.
səhifə10/13
tarix06.03.2018
ölçüsü0,62 Mb.
#44378
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13

Bu tutumunun yaşamındaki yansımalarına tanık oldunuz mu?

Mesela arabalarımıza takılırdı. Bende o zaman Murat 131, Zeki’de Mercedes var. Ona kızdı, “Ne gerek var” dedi. Fakat benim 4 vitesli araba da şanzımanın arkasındaki dişli değiştirilerek beş vitesli yapıldığı için kıyameti koparıyor. Bu sorunumu söyledim, söylemezsem karnım şişer! Hemen not aldı. Ertesi gün bir ekip geldi, arabamı aldılar, kullanmam için araba getirdiler ve arabam yapıldı, geldi. Vehbi Bey bu kadar da özenli ve kibardı.



Vehbi Bey’in yemekle arası nasıldı? Özel bir diyeti var mıydı?

Hayır, her şeyi yerdi, sebzesini de etini de yer ama ölçülü olarak. Mesela Bağdat hurmasının tazesini çok sever ve onu özel olarak getirtirdi. Avokado yararlı diye yer, patlıcanı severdi. Bir de yemekler evde mi yapıldı, dışardan mı alındı, bu onun için önemliydi.

İlişkimiz, onun daveti, bizim de davete icabetimizle sürüp giderken, bir gün dedim ki “Eğer evimi şereflendirmezseniz, sizin bundan sonraki davetinize gelmem.” “Ciddi mi söylüyorsun, peki geliriz” dedi. Fenerbahçe’deki evimize gelerek bizi şereflendirdi. Oturur oturmaz aşırı masraf edilmiş mi, gereksiz gösteriş var mı diye göz gezdirip anlamaya çalıştı. O ev de özenli döşenmişti. Memnun kaldı. Eşim gümüş takımları getirince şöyle bir baktı ve “fiimdi bu yemekleri hanımefendi mi yaptı?” diye sordu. Biz önceden listeyi almıştık, seveceği yemekler yapmaya gayret ettik. Ama bende de şaka hapşırık gibidir, geldi mi tutamam. Yemeklerin nereden geldiğini sorunca, “Efendim, Divan’dan getirttik, o yüzden de gümüş takımların yarısını sattık” dedim. Çok güldü, keyifli bir yemek oldu.
Peki, Vehbi Bey’in vefatından sonra Koç Ailesi ile ilişkiniz sürdü mü?

Vehbi Koç’u anma etkinliklerinin tümüne severek katıldım. Çünkü Vehbi Bey’i anlamak, anlatmak ve böylece bir anlamda yaşatmak bir borçtur bence. Gerçekten ders alınması gereken bir insandır. Korkunç bir beyindi, kendini öyle programlamıştı ki inanamazsınız. Derdi ki (Ankara şivesini taklit ederek konuşuyor) “Sabah erken kalkarım, bir greyfurt suyu içerim, namazımı eda ederim, kahvaltımı yaparım, sonra şirketten neler gelmiş onlara bakar, biraz üstünde çalışırım, şu saatte pardösümü, şapkamı giyip çıkar, işe giderim.” Gerçekten de bu programdan milim şaşmazdı. Bu rutini bozmak hiç içinden gelmez mi diye sormuştum bir gün. “Hayır” demişti, “Ben böyle mutluyum”.


Vehbi Bey’in ardından Koç Topluluğu’na sanatla ilgili öneriniz oldu mu?

Olmadı. Geçen yıl Semahat ve Nüsret Arsel’in ellinci evlilik yıldönümüydü, keyifli bir gösteri yaptık. Bu sene Koç Vakfı’ndan bir yönetici atasözleri derlemesi yapmış, biz de bu atasözlerinden nasıl bir uyarlama yaparız da bir tanıtım gecesi hazırlarız diye bir toplantı yaptık. Bunlar bence bir ataktır, Koç Grubu’nun son yıllarda sanatla daha yakın ilişki kurduğunu görüyor ve takdir ediyorum. Geçen yıl da Aygaz ve Opet’in sponsor olduğu bir tiyatro olimpiyatı olmuştu, bu da çok önemli bir ataktır. Ayrıca İstanbul Bienali’ne Koç Holding’in 10 yıllığına sponsor olması da çok önemli. Sponsorluk son yıllarda önemli bir müessese haline geldi. Daha kurumsal hale gelmesi lazım.


İş alanında bir adım atarken aklınıza Vehbi Bey’in sözleri geliyor mu?

Her zaman. Birinci düstur: Rakibini tanı! Müthiş bir uyarıdır bu. Girdiğin sektörün durumu nedir, kimler çalışıyor, siz pastadan ne kadar pay almayı amaçlıyorsunuz, işte bunların hepsi için önce rakibinizi tanıyacaksınız. İkinci düsturu da parayı bilmekti. Parayı bilmek çok önemlidir, sadece kıymetini bilmek değil, kendisini bilmek. Vehbi Bey, takastan, gümüş çubuklardan sonra gelinen aşamada niçin kâğıt banknot ve madeni paraya geçilmiştir, madeni paranın kenarları niye tırtıklıdır, hepsi hakkında bilgi sahibiydi. Parayı bilmek önemlidir, çünkü ancak sağlıklıyken kazanabilirsiniz onu. Bunu Vehbi Bey’in genel söylemlerinden, eylem ve yaşam biçiminden görmüş, öğrenmişizdir.


Son söz...

Vehbi Koç’un kuşağı çok önemli bir kuşaktır. Nasıl bir inatla bugünlere geldiklerini anlamak için, sadece Fiat’ın serüvenine bakmak bile yeterlidir. Öte yandan, kendi kazanmakla kalmamış, ülkesine de kazandırmıştır. Örneğin eğitim alanında verdiği burslarla eğittiği insanların çoğunu kendisi istihdam etmiştir. Çünkü onlar iyi seçilmiş ve iyi eğitilmiş insanlar-dır. Bu Vehbi Bey’in bu ülkeye çok ciddi bir katkısıdır; hiçbir zaman da unutulmamalıdır.

Mah Namara, kalkacaksan kalk, ben yatacam”

Vehbi Koç, kendi oluşturduğu hayat çerçevesine öyle bağlıydı ki, pek az şey onun bu çerçevenin dışına çıkmasını sağlayabilirdi. Mesela, dönemin Dünya Bankası Başkanı Mc Namara bile onun evinde misafirken, Vehbi Bey vakti geldiğinde yatma saatinin geldiğini hatırlatmış, kendine has şivesiyle ‘Mah Namara, kalkacaksan kalk, ben yatacam’ demiştir. Hatta bu konuda kendisine, ‘Vehbi Bey, Türkiye’nin ekonomisi sizin yüzünüzden bozuldu, bakın, adamı kovdunuz, Dünya Bankası krediyi kesti’ diye takılırdım. Ben zaman zaman biraz edepsizlik yaparak onun o rutinini yıkmayı başardım. Bir gece yine yemeğimizi yedik, koltuklara geçince evin yardımcı hanımı âdet olduğu üzere onun ‘hot’ limonunu getirdi, ben de viski içiyorum. Baktı kalkmıyorum, bir tane daha hot limon içti. Darlandığını, ama bir şey de diyemediğini görünce dedim ki, ‘Vehbi Bey, bu akşam kalkmak yok, oturacaksınız, sohbet edeceğiz.’ Onun kendine has bir hareketi vardı, eliyle hafifçe ağzını kapatır ve öyle gülerdi, yine o şekilde güldü ve nurda yatsın, beni kırmadı. Gece 01.30’a kadar oturduk. Sonra ben daha fazla ayakta kalmasına kıyamadım ve kalktım. Böyle bir olay çok nadirdir sanıyorum ve biri de benimle yaşadığıdır.”

Nabız tutmayı ne kadar eyi biliyon”

“Biraz kendimi öveyim. Bir gece yine keyifli bir yemekteydik. Böyle akşamlarda yemek öncesinde iki kadeh viski içerdi, yine öyle yaptı. Yemekte de şarabı fazla içti. Bir süre sonra lavaboya kalktı. Benim eşim ile Zeki’nin eşi bir süre sonra o tarafa gitti ve telaşla dönerek ‘Koşun, Vehbi Bey çok kötü’ diye bağırdılar. Vehbi Bey düşmüş, kendinde değil. Ben biraz ilkyardım işinden anlarım, müdahale ettim. Herkesi uzaklaştırdım, salondan bir halı çektim, Vehbi Bey’i üstüne aldık. Hafifçe, sarsmadan daha rahat bir yere getirdik. Yakasını paçasını açtım, baktım nabız biraz yavaş. Ayaklarını yüksek bir yere koyduk ki beyne kan gitsin. O zaman boyun arterlerindeki kan dolaşımında sorun olduğunu bilmiyorduk. Nefesi düzensizdi, yavaş yavaş kendine gelince, ‘Derin nefes alın verin’ dedim, hiç itirazsız uyguladı. O durumda, burun delikleri titreyerek söz dinliyor, müthiş bir disiplin! Bir süre sonra gözünü açtı ve ayılır ayılmaz ilk sözü, ‘Nabız tutmayı ne kadar eyi biliyon’ oldu! Koskoca Vehbi Koç’un, bu durumda olmaktan duyduğu rahatsızlığı böyle bir espriyle hafifletmeye çalıştığı belliydi. Hepimiz çok sevindik. Zaten o zamana kadar bütün doktorlara ulaşılmıştı. Baktılar kalpte bir şey yok, felç durumu yok, kaldırdık, oturttuk. Tabii doktorlar için Vehbi Bey’in rahatsızlığı çok önemliydi. O gece hem buruk hem de sevinçli bir anıdır benim için.”

GAZANFER BEY” ZEKİ ALASYA :
Kolay kolay Vehbi Koç olunmaz”
Yılların oyuncusu Zeki Alasya, Vehbi Koç’la ilgili sözlerine işte böyle başlıyor: “Kolay kolay Vehbi Koç olunmuyor.” Tanıdığı birçok kişi arasında Vehbi Koç’u ayrı bir yere koyan Alasya, Vehbi Bey’in şansla değil, çok çalışması ve sahip olduğu artı özellikler nedeniyle bulunduğu yere geldiğini anlatıyor. Vehbi Koç’u müthiş disiplinli, kontrollü, karar verirken çok acele etmeyen ancak verdiği kararı da sonuna dek savunan iyi bir işadamı olarak tanımlayan Zeki Alasya, Koç’un becerikli ve zeki olduğunu da sözlerine ekliyor.
Vehbi Koç’la tanışmanız nasıl gerçekleşti, hikâyesini öğrenebilir miyiz?

70’li yılların ortalarında Tarabya’daki eski Maslak yolunda film çekiyorduk. Orman içinde daracık bir yoldu, orada yürüyüş yapılırdı. Ben de bir ağaç dalına oturmuş, sahnemin gelmesini beklerken çevremdeki birkaç kişiyle sohbet ediyordum. Sete hayli uzak bir mesafeden, yoldan yürüyerek bir grup sete doğru gelmeye başladı. Prodüksiyon ekibi biraz telaşla grubu durdurdu. Çevredeki korumalardan, gelenin önemli biri olduğunu anladım. Sonradan öndekinin Vehbi Koç olduğunu gördüm. O güne kadar hiç karşılaşmamıştık. Yakınıma gelince daldan indim. “Merhaba efendim, nasılsınız?” dedi, şaşırdım. Ben de onun hatırını sordum. “Ben kimim?” dedi. Daha da şaşırıp “Nasıl yani?” dedim. O da “Söyleyin bakalım Gazanfer Bey, ben kimim?” diye sordu bu kez. Ne diyeceğimi bilemediğimden espriyle karşılık verdim, “Siz tahmin ettiğinizden de şöhretli, hatta sanıyorum benden de şöhretli birisiniz” diye cevapladım. Bunun üzerine epeyce güldü, teşekkür etti. “fiaka mı yapıyorsunuz Vehbi Bey?” dedim ve ayaküstü sohbet ettik. Giderken “Gazanfer Bey, çok memnun oldum” dedi ve sağlık yürüyüşüne devam etti.


Peki sonrasında dostluğunuz nasıl ilerledi?

Aynı günün akşamı çekim bittikten sonra telefonum çaldı. Karşımda bir bayan “Zeki Bey’le mi görüşüyorum, bir saniye, Vehbi Koç görüşecek” dedi. O yaşa kadar hiç görmemişim Vehbi Bey’i, bir gün karşılaşıp akşamına da telefon edince afalladım tabii. Vehbi Bey “Zeki Bey, çok özür dilerim. Arabaya bindik, hareket edince anladım. Geri dönmek istedim ama film çekimini bölmekten, rahatsız etmekten çekindim” dedi. Ben “Aman beyefendi, hepimizin başına gelebilir, rica ederim” deyince devam etti: “Ben sizi yemeğe alacağım. Hem kendimi affettireyim hem de sizinle sohbet edemedik hiç, bir sohbet edelim” dedi. Metin ve ben, eşlerimizle birlikte Yeniköy’deki evlerine gittik. Mütevazı, site içinde bir evdi. Yemekten önce bir şeyler ikram edildi ve Vehbi Bey “fiimdi sizi biraz rahatsız edeceğim, çünkü ben ajans dinlerim” dedi. Haberleri izlemek için televizyonun karşısına oturduk. Arçelik marka ve sanırım Türkiye’deki ilk imalatıydı bu televizyon, titremeler yapıyor. Haberleri izledikten sonra Vehbi Bey’e çok meşgul biri olduğunu ama şirketi Arçelik’in son ürettiği televizyonların çok iyi olduğunu, kendisinin yoğunluğu nedeniyle fark etmemiş olabileceğini ama yeni bir Arçelik televizyon almakta fayda olacağını nazik bir dille belirttim. Vehbi Bey buna çok güldü. Burada şu özelliğini de söylemek isterim: kendisiyle alay etmesini bilen ve şaka kaldıran biriydi. Evine ikinci kez konuk olduğumuzda, televizyon değişmişti.


Vehbi Bey’le iş sohbetleriniz olur muydu?

Ben mobilyacılık, marangozluk da yaptım bir dönem, bunlara pek memnun olurdu. Vehbi Bey, bir şirket satın almak istiyordu. Batmak üzere olan bir şirketti. Ben de Vehbi Bey’e almamasını, bu şirketin kurtarılamayacağını söyledim. Karşı çıktı, şirketi aldı ve kurtaramadı. Ondan sonra karşılaştığımızda, yanındakilere “Bu adam çok iyi işadamıdır” derdi, gülüşürdük. Sonra evine bir kez daha davet edildik, gittik ve üçüncü davette ben “Bizde adettir, bir yere gidersek, biz de evine gittiğimiz kişiyi misafir etmek isteriz. Ben de sizi kendi evime davet ediyorum” dedim ve Vehbi Bey büyük bir keyifle geldi evime. İfadelerinden anladığım kadarıyla çok da mutlu oldu. Karşılıklı bir süre gidilip gelindi. Çok dost, sıcak bir ilişkiydi.


Vehbi Bey’in tutumluluğu bilinir, siz buna tanık oldunuz mu?

Bizim her işimize koşturan, çok becerikli bir Hasan Abimiz vardı, tiyatronun vestiyerini ona vermiştim. Vestiyerin tüm geliri onundu. Bir gece Vehbi Bey oyuna geldi, Hasan Abi uçtu sanki, çok mutlu oldu. Biz de oyundan sonra Metin’le beraber Vehbi Bey’le epeyce sohbet ettik. Hasan Abi’yi de görüyorum, Vehbi Bey’in paltosu elinde, heyecanla bekliyor. Vehbi Bey’e paltosunu giydirecek, kim bilir ne bahşiş alacak! Vehbi Bey 5 lira verdi, o adamın suratındaki ifadeyi anlatamam! Ama o kuşak çok zorluk çekmiş, tutumluluk onlar için yaşama biçimiydi.


Kendisinin sanatçıya bakışı nasıldı?

Vehbi Bey’de işe konsantrasyon çok yoğundu, kafası sürekli işle meşguldü. Bizi “Ben tuvalete gittiğimde bile iş düşünürüm, rüyalarımda iş kurarım; ama bir tek sizin tiyatronuza geldiğimde, üç saat boyunca hiç iş düşünmüyorum” diyerek onurlandırmıştı. Sanatçıların korunması gereken insanlar olduğunu düşünürdü.


Kendisiyle sohbetlerinizde daha çok nelerden söz ederdiniz?

Hemen her konudan bahsederdik, iş, çevre, sosyete... Tatlı tatlı dedikodu da yapardık; kimse için kötü bir laf etmezdi. Rahmetli Sakıp Sabancı’ya çok gülerdi. Sakıp Bey’in müthiş bir mizah yeteneği olduğunu söylerdi. Çok ısrar etmelerine rağmen politikaya girmedi. Koyu bir Cumhuriyet Halk Partiliydi, İsmet Paşa hayranıydı. Türkiye’nin en büyük sorunlarından birinin nüfus patlaması olduğunu söyler, doğum kontrolünün önemini anlatırdı. Eğitime çok önem verirdi.


Vehbi Koç’la ilgili olarak söylemek istediğiniz başka bir şey, eklemek istediğiniz başka anınız var mı?

Sohbet etmeyi, misafir ağırlamayı severdi. Çok disiplinliydi; mesela bir gün evlerine dönemin Dünya Bankası Başkanı Mac Namara konuk olmuş. Vehbi Bey yatma vakti gelince, 23.00-23.30 gibi, “Kusura bakma Mac Namara, ben gidip yatarım” demiş. Bir gün yine gırgır şamata, sohbet ediyoruz. Gecenin bir yarısı oldu, saat bire geliyor, şöyle demişti: “Yahu sizinle zamanı unutuyorum, bak Mac Namara’ya bunu demiştim!” Bizi onurlandırmıştı bu sözüyle. Bir de not tutmaya önem verirdi, “Aklında tutmaya çalışma, not al. Aklını yoracağına kalemini yor” derdi. Satranç oyuncusu gibi stratejik düşünen, ilerisini gören, gereksiz risk almayan, hesapsız hareket etmeyen, vazgeçerse de en az zararla vazgeçen bir işadamıydı.


ARTİST” CEM YILMAZ:
Bu kurumda sorumluluk alabilene veriliyor”
Cem Yılmaz… Sahne üzerine çıktığı anda izleyicileri iki saat boyunca, soluksuz ağzına baktıran usta hikâye anlatıcısı… Filmlerin bazen üçkâğıtçı, bazen saf, ama her zaman dokunaklı karakteri… Reklamların komik yüzü… Mikrofonlara durmadan “para”yla ilgili espriler yapan, ama filmlerinde “kaybeden”lerin trajikomik hikâyelerini anlatmayı sevdiğini söyleyen -kendi deyişiyle- artist… Cem Yılmaz’la, uzun süredir çeşitli projelerde birlikte çalıştığı ve davetlerinde yer aldığı Koç Topluluğu’nu konuştuk.
Koç Ailesi ile bir ahbaplığınız olduğu biliniyor… Nasıl oldu bu tanışıklık?

Çok mesafeli bir ahbaplık bu. Nasılsınız efendim, teşekkür ederim efendim şeklinde. Ama ödül töreninde rahatça şaka yapabiliyorum, bu da onların esnek ve olgun yaklaşımlarıyla ilgili elbette. Rahmi Koç, benim iki gösterime bilet alıp, olağan bir seyirci gibi iştirak edip bununla ilgili fikrini ve övgülerini bir mektupla bildirdi. Tanışmamız o şekilde oldu. Ama bu mektup benim çok hoşuma gitti, böyle davranan başka bir insan tanımıyorum. Profesyonel işlerde aslında böyle övgüler olmasa da işinizi yaparsınız ama böyle olunca insan mutlu oluyor; iş iş olmaktan çıkıyor ve daha güzel bir şey oluyor.

Tabii bu güzel hikâyenin şöyle bir neticesi oldu. O mektup bana birazcık pahalıya patladı! Beyefendi, bilaücret sahneye çıkmamı rica etti, ben de Arapça bilmediğim için bu lafı yanlış anladım: bi-la-ücret, yani iki katını veriyor herhalde dedim, ama sonradan bedelsiz anlamına geldiğini öğrendim… Tabii bu işin latifesi. Bu şekilde tanıştık Rahmi Koç’la. Ama aslında bizim bağımız çok daha eski. Babam bir Arçelik bayiinde çalışıyordu emekli olmadan önce, yani biz ekmeğimizi taştan değil Koç’tan çıkarıyorduk!..
Opet projesi sırasında, Koç Topluluğu hakkında nasıl bir izlenim edindiniz?

Katıldığım toplantılarda gördüm ki bu kurumda sorumluluk, onu alabilene veriliyor. Dolayısıyla herkes işinin yetkilisi. Yetkisiz hiç kimseyle vakit geçirmedim ve bu beni çok mutlu etti. Büyük firmalarda bazen zamanla ilgili zaaflar olabilir. Ama bu kurumda yoktu, çünkü hangi kademede olursa olsun herkes yaptığı işin ve yetkisinin çok farkındaydı.


Bugün yaptığınız iş bir tür meddahlık aslında. Meddahlık sanatını icra ederken, iş dünyasıyla kendi alanınız arasında paralellik kurduğunuz oluyor mu?

Ben yaptığımı işe sanat değil de zanaat olarak bakıyorum; bir performans… İş dünyasıyla birlikte hareket etmek zorunda olduğum bir performans. Film yapmak istediğinizde çok ciddi yatırım gerekiyor, dolayısıyla bir artist olarak her katmanla organik bir bağım var. Öte yandan bir projeye dahil olduğunuzda, projeye yatırım yapan insanlar için alınıp satılan, yani meta niteliği kazanan bir hizmet üretiyorsunuz. Böyle olunca, işadamlarına verdikleri karşılığında bir şey vaat etmeniz ve vaat ettiğiniz şeyi de yerine getirmeniz gerekli. Koç Grubu, bir başarı abidesi olarak karşınızda duruyor, sorumluluk duyduğunuzu sergilemeniz gerek. Yani işi bilene emanet etmek konusunda çalıştıkları herkese bir ders verdiklerini söyleyebilirim.


Sizin deyişinizle artistlik, öznel bir bağımsızlık gerektiriyor. Özellikle reklam işinde, işverenin verimlilik beklentisi ile sizin özgün artistliğiniz arasında denge kurmakta güçlük çektiğiniz oluyor mu hiç?

Benim tarzım hazmedilmesi zor bir tarz. Ama Opet çalışmasında hiç böyle bir güçlük hissetmedim. Ajans da, marka sorumluları da o riski almış gözüküyorlardı. Ben de meslekte onuncu yılımı devirdiğim o anda, bu anlamda iyi bir noktaya gelmiştim herhalde. Böyle bir çelişki yaşansa, ben bunu çelişki olarak değil, benim gördüğüm gibi görememek olarak alıyor ve sattığım şeyin ne olduğunu dürüstçe, ikna edici bir tarzda anlatıyorum ve insanlar da bunu anlıyor. Bazı salaş restoranlar vardır, orada havyar yemek mümkün değildir, servisi biraz kabadır, ama kalitesiz değildir, özgündür sadece. Kimse de orada havyar yemeyi beklemez. Ben de vaat ettiğim şeyi yapıyorum, yapmaya çalışıyorum. Bu, bünyede ciddi hasarlara yol açıyor ama onu da sübvanse ediyorlar zaten (kahkahalar)…


Hokkabaz” filminin ana sponsoru da Opet’ti. Reklam sürecinde mi doğdu film fikri?

Film fikrim vardı, yani hikâyesi hazırdı. Opet’in yönetim kuruluyla reklam sürecindeki bir toplantıda centilmenlik gereği filmden söz ettim. Onlar da içeriğini bile sormadan seve seve destekleriz dediler. Hikâyeyi anlattım, yani henüz olmayan filmi… Onlar da desteklediler. Ama benim Cem Yılmaz olduğum için kolayca sponsor bulduğumu düşünenler var, öyle değil. Ben destek verenin, bunun sonucunu en iyi biçimde alması gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden, onların iş dünyasına özgü disiplinli ve planlı tavırları beni de motive ediyor ve kendimi verimli olmaya mecbur hissetmek hoşuma gidiyor.


‘’Sponsorluklarda işadamlarına, şirketlere ve verdikleri karşılığında bir şey vaat etmeniz ve vaat ettiğiniz şeyi de hakkıyla yerine getirmeniz gerekli’’
Sosyal sorumluluk projeleri hakkında neler söylersiniz? Siz Koç Topluluğu’nun sosyal sorumluluk projelerinden herhangi birinde yer aldınız mı?

DenizTemiz kampanyasını Rahmi Koç haber vermişti ve ben hayatımda ilk kez sabah 11’de kalkıp gitmiştim. Ama artist Cem Yılmaz olarak değil, tamamen sıradan bir katılımcı olarak. Çünkü bazı şöhretli isimlerin, esasen yapmayıp yapmış gibi görünmek için bazı fotoğraf karelerinde yer alması hoşuma gitmiyor. Kurumlara diyecek sözüm yok. Onlar bu işi ciddi, kalıcı ve sürekli bir biçimde yapıyorlar. Ben de kendi çapımda iyilik yapıyorum. Ama adım zikredilmeden yapmayı seviyorum. Benim gibi tanınmış isimlerin, bu tip projelerin yaygınlaştırılmasında faydalı olduğunu biliyorum ama iyilik yapmış gibi görünenlerle benzer işi yapmak vicdanımı rahatsız edecek diye hiç girmedim. Koç Grubu, kurumsal ve kalıcı bir iyilik yapıyor, ben de DenizTemiz’de olduğu gibi bu tür işlere seve seve katılıyorum, ama öne çıkmadan…


Rolex saat...

“Rahmi Koç Müzesi’nin 10. yıl törenine gittim. Elimde de smokin. Ne bu dediler, smokin getirmek şartmış, dedim. Bir süre sonra Rahmi Bey rica ediyor, siz de bir beş dakika konuşun, dediler. Yapmayın, çok seçkin bir topluluk, çok heyecanlanırım dedim, ama ricayı reddedemedim tabii. Düşünüyorum, ne espri yapsam diye. Kolumdaki Rolex saati cebime koydum, sahneye çıkınca diyeceğim ki ‘kitle sağlam, bari ben de şu Rolex’imi takayım.’ Çıktım sahneye, bir de baktım Rahmi Koç elinde bir kutuyla geldi, sana layık değil deyip elime verdi. Açtım, Rolex saat! Ben de cebimdekini çıkardım. O olayı herkes planlı sandı, ama değildi… Hâlâ çok enteresan gelir bana.”



YILDIZ KENTER İLE VEHBİ KOÇ’UN DOSTLUĞU 50 YIL GERİYE GİDİYOR
Bunları sen mi hazırladın”la başlayan dostluk
Tam 50 yıldır, önce Devlet Tiyatrosu’nda sonra kendi kurduğu tiyatroda sahneye çıkan Devlet Sanatçısı Yıldız Kenter, 1959’da Kenter Tiyatrosu’nu kurma çalışmaları sırasında Vehbi Koç’la tanışmış. İlerleyen zaman içinde Vehbi Koç’un tiyatroyu ziyareti, ekiple birlikte yenen yemekler gibi pek çok anı oluşmuş.

Kendi elleriyle hazırladığı pasta ve börekleri Vehbi Koç’a ikram ettiğinde, iltifatlar alan Yıldız Kenter, Koç Ailesi’nin ilgilendiği her şeyde sanat olduğunu söylüyor. “Hayranlıkla kucaklıyorum” diyen Yıldız Kenter, Vehbi Koç ve Koç Ailesi ile ilgili anılarını paylaştı.

Yıldız Kenter’in yolu Vehbi Koç ile “Kenter Tiyatrosu”nu kurmanın yollarını ararken kesişmiş. Vehbi Koç’un son derece keyifli bir kişi olduğunu belirten Kenter, konuşması, esprileri, davranışı ve yaptıkları muazzam işlerin altında bir sanat yattığını söylüyor. Yıldız Kenter, Vehbi Koç ve Koç Ailesi’ne ilişkin anılarını şöyle anlatıyor:

Vehbi Koç’a yemek

“Vehbi Koç, bir gün evime ziyarete gelmişti. Yardımcım olmadığı halde birçok yiyecek yapmış, ikramda bulunmuştum. Vehbi Koç, ‘Bunların hepsini sen mi yaptın. Sen Yıldız Kenter oluyorsun ve yardımcısız bunları yapıyorsun, aferin sana be aferin’ sözleriyle iltifat etmişti.”


Divan’a davet

“Vasfi Rıza Zobu, 60. yılını doldurmadan işten çıkardıkları için bizim tiyatroda oyun oynamak istediğini söylemişti. Biz de; ‘Başımızla beraber’ dedik ve o dönem Cevat Fehmi Başkut’un ‘Buzlar Çözülmeden’ oyununu hazırladık. Vehbi Koç’un bizim tiyatroya ilk gelişiydi. Vasfi Bey’i çok severdi ve o sayede bizi de izlemiş oldu, kutladı. Hatta, ‘Gelin bir şey ikram edeyim’ diyerek bizi Divan’a çağırdı. Tiyatroda büyük bir sevinçle karşılandı.


‘’1970’ler… Vehbi Koç,davet ettiği Kenterler ekibine ‘’birşey içer misiniz?’’ diye sorar. Herkes suspus birbirine bakarken, ekler: ’’Bir kere daha soracağım, bir daha sormam’’
‘Demirperde’ gerisine düşen iki sanatçının öyküsünü anlatan bir piyes vardır. Adam karısına, ‘Ne üzülüyorsun’ der, ‘hiç olmazsa, en azından karnımızı doyuruyoruz’. Bir turneye gittiğimizde o bölgenin zengin veya hatırı sayılır kişisi davette bulunduğu zaman bunun adını ‘en azından’ koymuştuk. Vehbi Koç da bizi davet ettiği zaman bu gece ‘en azından’ var diye sevinmiştik.

1970’lerin başında viski içtiğimiz falan yok. Vehbi Koç, ‘Bir şey içer misiniz’ diye sordu. Çocukların hepsi sus pus birbirine bakıyor. Vehbi Koç, ‘Bir kere daha soracağım, bir daha sormam’ deyince, herkes ‘viski efendim’ diye cevap vermişti. Ondan sonra, bir daha sorar mı sormaz mı merak içindeydik. Böyle hoşsohbet ettiğimiz bir gün idi. Vehbi Koç ve Vasfi Bey birbirini çok seviyordu, tiyatrocuların enerjileri ve keyifleri birbirine karışınca çok güzel bir gün geçirmiştik.”


Suna Kıraç’ın piyanosu

“Maria Callas’ı çalışıyordum ve bir banka bize sponsor olmayı vaat etmişti. Bu da pahalıca bir prodüksiyon ve büyük bir piyano gerekiyor. Piyanoyu bize sponsorluğu vaat eden banka alacaktı. Fakat son anda vazgeçtiler. Doğru Suna Kıraç’a gittik ve çok müşkül durumda olduğumuzu söyledik. Bize destek oldular ve piyanoyu da hediye ettiler. Tiyatroda Suna Kıraç’ın açtığı çiçek gibi saklama altındadır.

Son derece gören, algılayan, duyan bir aile. Onun için hepsine ve tabii bu arada ailesinden saydığım Can Kıraç’ı da hayranlıkla, saygıyla kucaklamak isterim. En zorda olduğum bir anda Can Kıraç’tan gördüğüm ilgi üzerine hayatımda bir cümleyi Can Kıraç için kullanmıştım. Söyleyecek lafım yoktu, Orhan Veli’ye sığındım ve ‘Bilmezdim kelimelerin kifayetsiz olduğunu’ dizesini söyledim. Ömrümde bu cümleyi ikinci kez, ikinci kez kızım Leyla’yı kurtaran doktor Erdoğan İnal için söyledim. İnanılmaz bir mucize yarattı.
Tiyatro kıskanç bir meslek

“Tiyatrodan herkesten çok benim, Müşfik, fiükran ve Müşfik’in eşi Kadriye’nin alacağı var. Tiyatro çok vakit alan bir iş. Provasıyla, dünyada neler olup bitiyor takip edilmesiyle, devamlı çalışma halindesiniz. Tiyatro çok kıskanç bir meslek. Her şeyinizi alıyor. Tüm zamanınızı alıyor ve ‘daha yok mu, daha yok mu’ diyor. Sırtımda yumurta küfesi varmış gibi hissediyorum hep.”


Yüklə 0,62 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin