50 yılda ilk ayrılık
Beyti Güler, yarım yüzyıla dayanan dostlukları boyunca dini bayramlarda çoğunlukla Vehbi Bey’in yanında olmuş, ta ki onu kaybettiğimiz 1996 yılının Ramazan Bayramı’na kadar. “İlk kez o bayram ayrı kalacaktım Vehbi Bey’den. Tatil için Antalya’ya gidecekti. Bana ‘Üzülme, zaten 2 Mart’ta yürüyüş mangası olarak toplanıyoruz’ dedi. Yine de bayramın son günü uçağa atlayıp Antalya’ya gitme niyetindeydim. Telefon ettim, açıkçası ‘gel’ demesini bekledim; o zaman da ‘Uçak biletine vereceğin parayı toplandığımızda mangayla birlikte yeriz’ diyerek neşeyle önerimi geçiştirdi. Ne yazık ki 2 Mart’a toplanamadık”
“YÜRÜYÜŞ MANGASI” ÜYESİ SABRİ ÇAKIN:
“Vehbi Bey her zaman zor işlerin adamıydı”
Doksan yaşındaki Sabri Çakın Vehbi Koç’un sohbetli sağlık yürüyüşlerinin yapıldığı “yürüyüş mangası” ve her ay düzenlenen yemekli toplantıların kadim üyelerinden. 23 yıllık dostlukları süresince başrolünde Vehbi Koç’un yer aldığı pek çok anı birikmiş.
“İnşaatla uğraşıyordum. 1973’te Yeniköy’de inşaatını yaptığım binadaki daireleri satılığa çıkarmıştım. Daireleri görmek üzere Sadberk Hanım geldi. Aslında şaşırmadım desem yalan olur. Hani köşkleri, yalıları olan biri neden gelip buradan apartman dairesi alsın ki diye düşündüm. Sadberk Hanım daireye baktı, ufak buldu “İki daireyi birleştirelim, Vehbi Bey buraya gelir, ama siz işler bitinceye kadar kimseye söylemeyin” dedi. O dönem Vehbi Bey Avusturya’daydı. Gelip yerleştiklerinden haberim bile olmadı. Vehbi Bey’le tanışmamız ise tesadüftü. Bir sabah yürüyüş yapıyordum, yanımda bir araba durdu. Vehbi Bey, ismimle hitap ederek “Buyrun beraber yürüyelim” dedi. Meğer benim kim olduğumu biliyormuş. “Ben her cumartesi-pazar, bir saat kadar yürüyorum, size de müsait mi?” diye sordu. Ben de “müsaitim” dedim. Ertesi gün pazardı, ben sabah kalktım. Pek zamanında yürüyüşe başlayacağımıza ihtimal vermedim, “Patronlar pazar sabahı dokuzda gelirler mi?” hiç dedim. Saat dokuzu beş geçe kapı çalındı; şoförü Vehbi Bey’in aşağıda beni beklediğini söyledi. İşte o an “Eyvah, rezil oldum” dedim içimden. Çok dakikti, gün ve saat kaçırmadı. Vefatına kadar her hafta muntazam yürüdük. İlk başta Vehbi Bey, ben, koruması ve şoföründen oluşan ‘yürüyüş mangası’nın müdavimleri de zamanla arttı.”
“Manga”ya zamanla Aydın Boysan, Ayduk Koray, Necip Barlas, Beyti Güler, Vitali Hakko, Turan Yavaş da katılmış. Çoğunlukla Tarabya, Fatih ve Büyükdere Ormanları yürüyüş alanı olarak kullanılmış. Belgrad Ormanları’na ise yılda iki kez gidilmiş. İlkbahar ve sonbahardaki bu gezilerin nedeni, Vehbi Koç’un barajdaki su seviyesini kontrol etmek istemesi....
Yaşlarının temposuna göre yapılan bu “sıkı yürüyüşler”de bir araya gelen “manga” ayda bir kez de birlikte yemeğe çıkar...
“Her buluşmada bir arkadaşımız hesabı öderdi. Fiyatlar artmaya başlayınca, haksızlık olmasın diye Vehbi Bey bir formül buldu. Tüm ekip üyelerinden bin lira isteyerek bir fon oluşturdu ve para bankada faizli bir hesaba yatırıldı. Sonraki buluşmalarımızda hesaplar hep bu paradan ödendi. Hatta vefat ettiğinde fonda 30-40 bin lira vardı, biz de ekip olarak bunu vakfa bağışladık. Vehbi Koç daima dağıtmasını bilen biriydi.”
Unutulmayan anılardan....
Vehbi Koç’a ilişkin pek çok anıdan ancak birkaçını sığdırabiliyoruz sayfalara....
“Hafta sonu yürüyüşlerine gelenler çoğalınca beş altı araba hep birden ormana giderdik. Vehbi Bey bir süre sonra ‘Bu böyle olmaz, bu kadar kişiye iki araba yeter, diğerlerini otoparka bırakalım’ dedi ve biz arabalara doluşarak gitmeye başladık. Herkes bu tavrını hasislik sanırdı ama yaptığı sadece israfı önlemekti. Gelenler son model lüks arabalara sahipken, Vehbi Bey Kartal’a binerdi. Araba onun için ayağını yerden kesecek ve işini görecek bir araçtan öte anlam taşımıyordu.
“Bir yaratıyoruz, üç doğuruyoruz”
“Vehbi Bey, resmi veya gayriresmi dünyaca sevilen bir insandı. 1987’de dünyada ‘Yılın İşadamı’ seçilmiş, ödülünü de Hindistan Başbakanı Gandhi’nin elinden almıştı. 1994’te Cenevre’de Birleşmiş Milletler Nüfus Ödülü’ne layık görüldü. Aile planlaması konusuna ayrı bir önem veriyordu. ‘Bu nüfusu varken Türkiye’nin zenginleşmesi mümkün değil, çünkü biz bir yaratıyoruz, üç doğuruyoruz’ derdi. Bu amaçla özellikle doğuda birtakım çalışmalar yaptırmış, hükümetlerin bu konuya dikkatlerini çekmek için çok uğraşmıştı. Vehbi Bey, bir işi eline aldığı vakit onu sonuna kadar götürürdü. Çabuk işlerin değil, zor işlerin adamıydı.”
PROF. DR. SEDAT KATIRCIOĞLU
Vehbi Koç’un hem doktoru hem de dostu oldu
Prof. Dr. Sedat Katırcıoğlu’nun Koç Ailesi’yle 1973 yılında başlayan dostluğunun temeli Suna Kıraç’ın sinüzit ameliyatı ile başlıyor. Ardından ailenin diğer fertleri de ihtiyaç duyduklarında Katırcıoğlu’na geliyor. Gelenler arasında Vehbi Koç da var. Bir süre sonra bu tanışıklık sohbetlere vesile oluyor ve hasta doktor ilişkisi dostluğa dönüşüyor. Sohbet konuları ise Türkiye’nin sorunları ve en önemlisi de hızlı nüfus artışı. Prof. Dr. Katırcıoğlu Vehbi Koç ve Koç Ailesi ile olan ilişkisini anlattı.
Vehbi Bey’le nasıl tanıştınız?
Vehbi Bey bir gün fiişli’deki muayenehaneme geldi. Orada muayene ettim, çay, kahve ikram ettim. Ondan sonra bir süre sohbet ettik. Daha sonra yeniden geldi, dostluğumuz her gün biraz daha arttı. Ben İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde dekan oldum. Dekan olunca muayenehanemi kapattım. Vehbi Bey iki defa Çapa’ya da geldi. Aslında önemli bir sağlık sorunu da yoktu. Yine çay, kahve içtik ve sohbetlere devam ettik. Bu suretle Vehbi Bey’i yakından tanıdım.
Sohbetlerinizde neler konuşurdunuz?
Tek konumuz Türkiye’nin sorunlarıydı. Bu sorunlardan en önemlisi Türkiye’deki hızlı nüfus artışıydı. Yaklaşık 20 sene önceki sohbetler bunlar. Hızlı nüfus artışının Türkiye’nin bir numaralı sorunu olacağını düşünürdük. Bazı önerilerde bulunmaya çalışırdık. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu gün geçtikçe yoğunlaşan hızlı nüfus artışıdır. Nüfus artışı daha fazla olsa, rahmetli Vehbi Bey daha çok buzdolabı satacak, çamaşır makinesi daha çok satacak. Ama o kadar mükemmel bir insandı ki kendini değil memleketini düşünüyordu. O hızlı nüfus artışı Türkiye’nin öyle sorunudur ki hırsızlıklar, kapkaçlar artmıştır.
Aile bireyleriyle de iyi bir ilişki kurdunuz...
Evet, bir anımı paylaşmak isterim. Dekanken bir gün fakültede, “Genç bir doçent sizinle görüşmek istiyor” dediler. Bir genç geldi, “İngiltere’ye gitmek, bilgilerimi geliştirmek istiyorum. Bir hastaneyle anlaştım ama ekonomik durumum yetmiyor. Bunun için Koç Vakfı’ndan bir burs almak istiyorum. Bana bir acceptance mektubu verir misiniz?” dedi. Öğrenciye “Senin adın Aydın Alper, sınıf birincisi değil miydin?” dedim. Sekreteri çağırdım “Acceptance’ı kendisi yazsın ben imzalayacağım” dedim. İki gün aradan sonra Aydın geldi; “Maalesef olmadı, Koç Vakfı’nın vakıf senedinde işletme, mühendislik gibi dallara burs veriyorlarmış, tıp yokmuş. Ama sizin imzanızı gören genel sekreter, bu imza önemlidir, ağırlığını koyarsa belki olur dedi” diye anlattı durumu. Suna Hanım’ı aradım, durumu anlattım. “Bizim vakıf senedinde yok, o yüzden veremedik” diye belirtti. “Ama bu çocuk fakülteyi birincilikle bitirmiş bir yetenek. Karaciğer ekibinde çalışıyor. Yarın bir karaciğer transplantasyonu olursa bu çocuk o ekipte olacak. Türkiye bu çocuğu kazansın” diye ısrar edince “Sizi kırmak mümkün değil” deyip burs verdiler. Aydın gitti, iki yıl sonra profesör olup döndü ve bir gün karaciğer transplantasyonu yapıldı. Bir süre bekledik hastanın durumunu. İyileşti, sonuçlar olumluydu. Birkaç hocamız ve Aydın Alper’le birlikte holding merkezine gittik. Suna Hanım karşıladı bizi. “Size bir borcum vardı, siz istisnai durum da olsa bize burs verdiniz. İşte Aydın Alper, Türkiye’de ilk karaciğer transplantasyonu da gerçekleşmiştir” dedim.
Vehbi Bey sağlıklı bir insandı. Bir doktor olarak soralım, bir sırrı, formülü var mıydı?
Her şeyi ölçülüydü Vehbi Bey’in. Bana geldiği zaman da kulağımda kaşıntı var diyordu. Bir damla, bir merhem vermiştim. Bizim için önemli olan karşılıklı sohbet etmekti. Kafalarımız, ruhlarımız birbirine uyuyordu. Vehbi Bey ölçülü olduğu için dikkat ederdi her şeye. Bu çok önemlidir.
1939-1956 ARASINDA VEHBİ KOÇ’LA ÇALIŞAN ŞADİ YAZGAN:
“Yapılan her işte mükemmellik vardır”
Makine mühendisi olarak çalışırken, 1939 yılında bir makine almak için Ankara’ya giden fiadi Yazgan, Vehbi Koç’la tanışır. İlk görüşme bir iş teklifiyle sonuçlanır. Ancak Yazgan ücretli değil, ortak olarak çalışmak ister. Birlikte çalışmaya başlarlar. Ardından İstanbul’a taşınıldığında Vehbi Koç, Yazgan’a Karaköy’deki binada bir oda verir. Ve daha büyük işler yapmaya başlarlar. Bugün 100 yaşında olan fiadi Yazgan 1956 yılına kadar Koç Topluluğu ile çalışır.
Koç Holding’in kuruluş yılı öncesine gelen bu tanışma ve beraber çalışma döneminde ne tür projeler gerçekleştirdiniz?
Kendisine komisyon karşılığında iş yapmaya başladım. Bu bir nevi taşeronluktu. İlkönce Ankara’nın Bahçelievler semtinde inşaatı süren binaların sıhhi tesisat işlerini yaptık. Daha sonra bunu Ankara, Eskişehir ve İstanbul’daki başka projeler izledi. Vehbi Bey binalar yapıyordu ve ben de onların su tesisatlarını yapıyordum. Malzeme içinde olmak üzere iş verirdi bana. Hesaplar Vehbi Bey’in muhasebecisi tarafından yapılırdı. İlkönceleri Vehbi beye yüzde 20 komisyon karşılığı iş yapıyordum. Vehbi Bey bana verdiği komisyon oranını bir süre sonra kendi kararıyla yüzde 30’a çıkardı. En son bu oran yüzde 40’a çıkmıştı. Vehbi Bey beraber çalıştığı insanların hakkını fazlasıyla verirdi. 1956’ya kadar 17 sene Vehbi Bey’le beraber çalışma fırsatı buldum. Sonra iş hayatından ayrıldım. İstanbul’da ailemden miras kalan gayrimenkullerle uğraştım.
Koç Holding’in oluşumuna bir anlamda tanıklık yaptınız. Bu süreçte Vehbi Koç’un iş disiplini ve vizyonu hakkında nasıl bir izlenim oluştu sizde?
Koç Holding’de çalışma tarzı çok kuvvetlidir. Vehbi Bey hepimizden çok çalışırdı. Hepimize çalışma şevki aşılardı. Hafta sonları bile çalışırdı. Evlatları ve torunları da bunu sürdürdü. Koç Holding’in bugünkü başarısının temelinde bu yatar. Onun için Koç Topluluğu’na çok saygım vardır. Koç Holding’in yaptığı her işte mükemmellik vardır. Beraber çalıştığı insanlara her zaman çok kazandırırdı. Onun iş disiplini, evlatları ve torunları tarafından da devam ettirildi. fiu anda Koç Holding bir dünya devi oldu. Koç Holding için çalışmak veya Koç Holding ile ortak iş yapmak artık günümüzde çok önemli bir ayrıcalık haline geldi. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle. Koç Holding; çalışanlar ve ortak iş yapanlar için bir okuldur. Koç Holding’de profesyonel iş hayatının kuralları eksiksiz tatbik edilir. Koç Topluluğu çok iyi bir okuldur.
Koç Topluluğu’nu ve Vehbi Koç’u, Türk iş dünyasında bugün nasıl bir yere koyuyorsunuz?
‘’ Koç Holding için çalışmak veya Koç Holding ile ortak iş yapmak artık günümüzde çok önemli bir ayrıcalık haline geldi. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle’’
Vehbi Bey gerçekten büyük bir vizyon sahibiydi. O yıllarda beni araştırmalar yapmak üzere Almanya’ya gönderdi. Vehbi Bey adına Almanya’da iki yıl kaldım ve yeni iş imkânları araştırdım. Araştırmaları sadece Almanya ile de sınırlı değildi. Vehbi Bey ABD’ye özel bir önem verirdi. Yine bir Amerika ziyareti sırasında oradaki holdingleri gördü. Dönüşünde bana, “Benim yapacağım şey holding kurmaktır” dedi. Ben de Vehbi Bey’in bu fikrine destek verdim. Vehbi Bey’e, “Holding kurarsanız müessese batmaz, aksine daha güvenli büyür” dedim. Zaten kısa süre sonra da Vehbi bey Koç Holding’i kurdu.
Koç Topluluğu ile çalışmak
“Koç Topluluğu’nun bugün ulaştığı seviyede çalışanlarla birlikte bayilerinin büyük önemi vardır. Türkiye’de bayilik sisteminin temellerini atarak modern pazarlamanın öncülüğünü yapan Vehbi Koç, bayilere özel bir önem atfederdi. Çalışanları açısından da aynı titizlikle davranan Vehbi Koç, her zaman en başarılı ve Topluluğu daha yüksek seviyelere taşıyacak adaylarla çalışmayı tercih ederdi.”
NEVZAT AYAZ:
Eğitime hizmet çalışmaları TEV’le doruğa çıktı
Nevzat Ayaz, Vehbi Koç’u ilk olarak Ankara’da ortaokula gittiği 1940’lı yıllardan anımsıyor. Ulus Meydanı’na yakın, İsmetpaşa Mahallesi’nde oturan Ayaz, okula gitmek için her sabah Ulus Meydanı’ndan otobüse binmektedir. Otobüs durağı ise Koç Han’ın önündedir ve kimi günler onu görmektedir.
“O dönemde Vehbi Koç Ankara’nın en zengin ve en çok sevilen hemşehrisi idi. Ortaokuldaki bazı arkadaşlarım, Ankara’nın en zengini olmasına rağmen, Vehbi Koç’un rahatsızlığı nedeniyle her şeyi yiyip içemediğini ifade ederlerdi. Bu sözleri söyleyen arkadaşlarımın geçim sıkıntısı olan ailelerden geldiklerini, zenginliği yemek içmek ile değerlendirdiklerini hatırlarım. Daha ileriki yıllarda, Vehbi Koç’un Ankara Maltepe’de ‘Vehbi Koç Öğrenci Yurdu’nu yaptırdığını ve bu yeni binaya hayranlıkla baktığımızı hatırlıyorum. Koç Öğrenci Yurdu o dönemde Ankara’da, özellikle yükseköğrenim gençleri için çok önemli bir hizmet olarak karşılanmıştı. Koç Yurdu, yıllar sonra başkaları tarafından yaptırılacak yurtlar için de önemli bir örnek teşkil etmiştir. Eğitime hizmet çalışmaları Türk Eğitim Vakfı’nın kurulmasıyla, doruk noktaya ulaşmıştır. Koç Lisesi ve Koç Üniversitesi’nin gerçekleştirilmesi yolundaki gayretler hiçbir zaman unutulmaz. İstanbul Valisi ve Milli Eğitim Bakanı olarak bu oluşumları yakından takip etmek şansına sahip oldum.
Valilik dönemi
’Rahmetli Vehbi Koç,valiliğin davetlerine mutlaka katılırdı. Katıldığı her davette saat 22.00’a kadar kalır, sonra kimseye görünmeden sessizce ayrılırdı’’
İstanbul Valisi olunca, Vehbi Koç’u yakından tanıma imkânım oldu. Vehbi Bey’in valiye karşı özel bir ilgi ve saygısı vardı. Tabii ki bu saygı karşılıklı idi.
Rahmetli Vehbi Koç, valiliğin davetlerine mutlaka katılırdı. Katıldığı her davette saat 22.00’a kadar kalır, bu saatte kimseyi rahatsız etmeden, sessizce ayrılırdı. Bu saat, değişmeyen uyku saatine göre belirlenirdi. Yemeklerin başlaması saat 22.00’ı aşacak ise, yetkili görevlilere uygun bir dil ile mönüyü sorar, içinden uygun gördüğü yemeği getirterek sessizce yemeğini yiyip, hissetirmeden toplantıdan ayrılırdı.
Bir anı
İstanbul Valiliği’nde göreve başladığım ilk ayda, Emniyet Teşkilatı’nın güçlendirilmesi amacıyla İstanbul Ticaret Odası’nın organizasyonunda Emniyet Teşkilatı’na hibe olarak minibüs temin edilmesi çalışması başlatıldı.
İşadamlarımız, hibe sahiplerinin isimlerinin açıklanmasını istemiyorlardı. Teröristlerin Emniyet’e minibüs hibe ettiklerini bilmelerini tehlikeli görüyorlardı. Bu nedenle, oluşturulan bir komite, özel ve gizli temaslarla hibeleri belirleyecekti. Bu arada belli bazı şahıslarla vali olarak benim konuşmam isteniyordu.
Önce rahmetli Sakıp Sabancı ile görüştüm. Sonra Vehbi Koç’u Nişantaşı’ndaki Vali Konağı’na davet ederek, durumu kendilerine anlattım. Vehbi Bey o meşhur gülümsemesi ile, sağ elini sallayarak, “Sakıp Ağa kaç araba alıyor” diye sordu. Sakıp Bey’in 10 araba alacağını belirttim. “O halde ben de 10 araba alacağım” dedi. Bu kampanyayla, basına sızdırılmadan 110 adet Ford minibüs alındı. Zaten satın alınabilecek başka minibüs de yoktu.
Vali Konağı’nda verilen davetlerden ayrılırken, konakta hizmet edenlere, cebinden çıkardığı, bankadan alınmış ve hiç kullanılmamış kâğıt 10 liralıkları bahşiş olarak verirdi. Bu bahşişlerin hiçbir zaman kullanılmış kâğıt para oldukları görülmemiştir.
Vehbi Koç tüm davranışları ile herkese örnek olurdu. İsraf, gereksiz harcama en hassas konularındandı.
Sosyal yardım ve dayanışma
Başta eğitim ve sağlık olmak üzere her sahada gerçekleştirdiği sosyal yardım ve dayanışma faaliyetleri, ülke genelinde her zaman örnek olmuş ve olmaya devam etmektedir.
İstanbul’da görev yaptığım dokuz yıl sonrasında da, Vehbi Koç’un bana ve eşime gösterdiği ilgi ve saygıda hiç eksilme olmadı. Valilikten emekli olduktan sonra bana Koç şirketlerinin birinde yönetim kurulu üyeliği teklif etti. Bu teklife karşı gelmem söz konusu değildi. 1991 yılında milletvekili ve bakan olduğumda teşekkür ederek şirket yönetim kurulundan ayrıldım. Koç Ailesi’nin rahmetli Vehbi Koç’u tüm özellikleri ve prensipleri ile yaşatmaya devam etmeleri her türlü takdirin üzerindedir.
“MANGA” ÜYESİ EMEKLİ ORAMİRAL ORHAN KARABULUT’TAN
Vehbi Koç ve yürüyüş anıları
Güzel bir yaz gününde Fatih Ormanı’nda yürüyorken, yol kenarında bir anne ile oğlunun böğürtlen topladıklarını gördük. Anne oğluna toplamada yardımcı oluyordu. Böğürtlen dikenleri her ikisinin de ellerini kısmen kana bulamıştı.
Topladıkları böğürtlenleri plastik kaplara koyarak bilahare Büyükdere asfaltına çıkıp gelen geçen arabalara satıyorlardı.
Vehbi Bey, “Kaça satıyorsunuz bunları?” diye sordu. Çocuk “60 lira” dedi. Vehbi Bey “50 lira olmaz m?ı” diye sorunca, çocuk büyük bir memnuniyetle “Tabii olur” dedi.
Sanıyorum topladıkları böbürtlenler 10-12 kutu kadardı. Vehbi Bey parasını ödeyerek 10 kutu satın aldı.
Yakınları çok iyi bilirler; Vehbi Bey bildiği, alıştığı şeyi yerdi ve bu gibi şeylerin tadına dahi bakmazdı. Bu aldıklarını da nitekim evde çalışanlara verdi.
Aslında bu böğürtlenleri anne ve oğula acıdığı için ve onlara bir yardım olsun diye almıştı. Tabii ki bu arada pazarlık yapma zevkini kısmen tatmıştı.
Hesap adamı
Bir başka gün yürüyüşe başlamıştık ki kıymetli dostumuz Gürbüz Barlas Bey, “Vehbi Bey hastaneye aldığınız aletin enerji tüpü bitti, yenisini almak gerekiyor” dedi. Vehbi Bey fiyatını sordu ve 100 bin dolar olduğunu öğrenince Gürbüz Bey’e, “Bana bir arkadaş daha böyle bir ihtiyaçtan bahsetmişti. Onun da fiyatı 100 bin dolar imiş. Pazartesi günü bana hatırlat da alalım” dedi.
Bu ufak iki hikâye ile şu inancımı belirtmek istiyorum. Vehbi Bey sohbetlerimizde samimi olarak bu gibi konularda “Ben hesap adamıyım” derdi. “Her türlü başarının ancak tasarruf ile mümkün olabileceğini” söylerdi, (ki ben de bu düşünceye yürekten inanmaktayım).
Eşine, dostuna ve hatta insanlığa yardımcı olabilmek için onların da tasarrufa önem vermelerini ve başarılı olmalarını isterdi. Bu nedenle de konuşma ve davranışlarını kısmen abartılı yapardı.
Biz halen efsane haline gelen hikâyelerini arkadaşlarla bir araya geldiğimizde -ki halen bizler “yürüyüş mangası”nı devam ettirmekte ve baki kalan arkadaşlarla yürüyüş yapmaktayız- bu hikâyeleri dinleyerek hüzün ve neşe karışımı duygular içerisinde kendisini anıyoruz. Vehbi Bey, nur içinde yat, ruhun şad olsun...
DOKTORU VE YAKIN DOSTU GÜRBÜZ BARLAS:
“Parasını faydalı yerlere rahatlıkla harcardı”
Gürbüz Barlas, Vehbi Koç’un hem doktoru hem yürüyüş arkadaşı hem de çok yakın dostu. Barlas 1960’ların ilk yarısında Amerika’da ihtisasını tamamlayıp, uzmanlığının geçerli olması için üniversitede sınava girmiş ve diplomasını almıştır.
Vehbi Koç bir gün kendisine muayene olmak için gelir. Bu karşılaşma genç doktor için bir sınav gibidir. Zira...
“Benim bakımımdan önemli bir bulgu yoktu, kendisine önerilerde bulundum. Benden bulgularımı ve önerilerimi İngilizce olarak yazmamı istedi. İş için Amerika’ya gidiyormuş. Gitmişken Henry Ford Hastanesi’nde çekaptan geçecekmiş, benim raporumu da alıp gitti. Döndüğü zaman benim bulgu ve önerilerimin orada da doğrulandığını söyledi.
Bundan böyle sağlık problemlerinde beni yanında görmek isterdi. Bir keresinde İngiltere’de bir müdahale önermişler, ben o sırada Amerika’da kongredeydim. Bu işlem yapılırken yanında bulunmamı istemiş. Sayın Semahat Arsel beni New York’ta buldu ve bu isteği iletti. Hemen Londra’ya uçtum ve işlem yapılırken yanındaydım. Önemli bir şey değildi, sağlıklı olarak Türkiye’ye döndü.
Bundan sonra ölene kadar hem hasta-doktor ilişkimiz devam etti hem de çok yakın dost olduk. Bana devamlı yakınlık gösterdi. Öyle ki bana iş olanağı dahi önerdi, ben becerim dışında diye cesaret edemedim. fiimdi geriye bakınca niye kabul etmedim diye pişmanlık duyarım.
Emeğin hakkı ödenmeli
Vehbi Bey herkesin emeğinin hakkını mutlak almasını isterdi. Eşi Sayın Sadberk Hanım’a verdiğim tıbbi hizmetin bedelini ödemek istedi. Ben bunu almak istemedim. Sonunda beni kırmak istemedi, tatlıya bağladık. Hakikaten benim için Sadberk Hanım gibi eşsiz bir kimseye karşılıksız hizmet etmek bir zevkti.
Vehbi Bey gereksiz harcamaları sevmez fakat yerinde ve faydalı yerlere rahatlıkla para sarf ederdi.
Bir gün bana devlet hastanesinde aylıkla çalışan bir doktor arkadaşın eşinin kendisine yazdığı mektubu verdi. Bu üç çocuklu arkadaşın böbrek hastalığı vardı ve yegâne çare yurtdışı idi. Bana yurtdışına gönderilirse yararlı olup olmayacağını sordu. Ben de ‘Çok yararlı olur’ dedim. Bu arkadaşı ilkönce İngiltere’ye yolladı. Orada üç ay diyalizde kaldı fakat böbrek bulunamadı. Oradan Amerika’ya Cleveland’a gitmesini sağladı. Cleveland’da uzun bir süre sonra böbrek bulundu ve böbrek nakli yapıldı. Doktor sağlıklı olarak yurduna dönüp eşine ve üç yavrusuna kavuştu.
Bir örnek daha: Amerikan Hastanesi’nde yoksul hastaların da yararlanabileceği bir alete göz kliniğinde gereksinme vardı. Hafta sonu yürüyüşünde bundan bahsettim, ederini sordu. Bayağı pahalı bir cihazdı. O da, ‘Amma pahalıymış’ dedi, sonra bir değil iki tane birden bağışladı”.
VAHİT HALEFOĞLU:
Öğrenmek, her fırsatta daha çok öğrenmek...
Vahit Halefoğlu, Vehbi Koç’la 30 yıla yayılan ilişkisini “sevgi ve saygıya dayanan çok güzel ilişkilerimiz oldu” diyerek tanımlıyor. Ara sıra yaptıkları yazışmaları muhafaza etmedikleri için üzgün.
“1972-1982 yılları arasında büyükelçi olarak Bonn’da görev yaptım. Vehbi Bey ile bu dönemde iki kez beraber olduk. O zaman büyükelçilik Bonn’da idi, Berlin’e taşınmamıştı.
Bir pazar günü idi. Vehbi Bey telefonda öğleden sonra bizi ziyarete gelmek istediklerini söylüyordu. Eşim Zehra Hanım ısrarla öğle yemeğine gelmesini rica etti. Vehbi Bey yalnız olmadıklarının, yanlarında arkadaşlarının da bulunduğunun altını çizdi ise de, hepsini beraber beklediğimizi ısrarla tekrarladık. Geldiler. Beraberlerinde armatör Hayri Bey ve eşi, Semahat Hanım da vardı. Yemek yendi. Vehbi Bey Almanya hakkında sorular yöneltti. Kendine göre bilgilendi.
Bu kadar kısa zamanda Zehra Hanım bizi mükemmel ağırladı diye beğenisini dile getirdi. Aynı beğeniyi başka vesilelerle de açıklamış. ‘Bu Zehra Hanım müthiş bir kadın. Divan’a müdire olabilecek insan’ diye bir kompliman da yapmış. Vehbi Bey’in insan seçimindeki titizliğini bilen bizler için bunun anlamı büyüktür.
Bonn’da ikinci beraberliğimiz daha sonra oldu. Vehbi Bey, yanında Erkut Yücaoğlu ile Bonn’a konuğumuz olarak geldi.
Ziyareti vesilesi ile Büyükelçilik’te bir akşam yemeği tertipledik. İleri gelen alman işadamlarını ve bankacıları davet ettik. Kıyafet olarak da ‘smokin’ dedik.
Bankası niye battı?
O tarihlerde uçak İstanbul’dan Frankfurt’a geliyordu. Öğleden az sonra Vehbi Bey ile Erkut Bey geldiler. Ancak Vehbi Bey’in valizi çıkmamış, galiba İstanbul’da kalmış. Vehbi Bey’in üzerinde spor bir ceket vardı. Kollarının arkası deri yamalarla süslenmişti. Bir elbise veya smokin bulma hususundaki teklifimizi kabul etmedi ve o akşam misafirleri o şekilde karşıladı. Çok da rahat idi.
‘’Kocaman bir oda. İçinde heykeller, tablolar, değerli eşyalar kaynıyor. Görüşme tatlı tatlı sürerken Vehbi Bey, ’Sor bakalım bankası niye battı?’ sdemez mi’’
O akşamki konuklar arasında Gerling Holding’in sahibi ve başkanı Hans Gerling ve eşi de vardı. Gerling’ler ailece görüştüğümüz dostlarımızdı. Ertesi gün Köln’deki evinde yemeğe davet ettiler. Gittik. Vehbi Bey, Erkut Bey ve ben evvela Hans Gerling’i ofisindeki odasında ziyaret ettik. O sırada Gerling’in Herstalt Adası’ndaki bankası dolayısıyla çok zor günler geçiriliyordu. Gerling’in yardımcıları bu konudan bahsedilmemesini özellikle rica ettiler.
Vehbi Bey çalışma odasından çok etkilendi. Kocaman, gösterişli bir oda. İçinde çok sayıda heykeller, tablolar, biribirinden değerli eşyalar kaynıyor. Görüşme tatlı tatlı sürerken Vehbi Bey, ‘Sor bakalım bankası niye battı?’ demez mi.
Erkut Bey şaşırdı. Vehbi Bey’e girmeden önce yapılan uyarıları hatırlatmak isteyince, ‘Ben bir banka satın almak üzereyim. Öğrenmek istiyorum, bunu anlat’ dedi.
Öğrenmek, her fırsatta öğrenmek. Öğrenmek için hiçbir fırsatı kaçırmamak; işte Vehbi Bey.
Ertesi gün Vehbi Bey’in valizi ve greyfurtları geldi. Ren boyunca beraber yürüyüşe çıktık. Biri asfalt biri toprak iki yürüyüş yolu vardır. Toprak olanı görünce ‘oradan yürüyelim, sağlıklı olan budur’ dedi. Öyle yaptık. Ziyaretleri tamamlanınca Vehbi Bey ile Erkut Bey’i şahsi arabamla Strasbourg’a uğurladık.
İstanbul’daki beraberliklerimiz, Bonn’dan yaz tatilini geçirmek üzere Yeniköy’de kiraladığımız eve geldiğimizde, sonra da bakanlıktan ayrılıp tam emekli olduktan sonra oldu.
Tam emekli olup Halide Hanım Korusu’ndaki evimize taşındıktan sonra Vehbi Bey iki üç defa misafirimiz oldu. Her yönden örnek bir insandı.
Dostları ilə paylaş: |