bulak II, bulak- bulak et = bulakta; bulak-bulak etip, koyon kaçıp cönödü: zıplayarak (tüylü) tavşan kaçmıya başladı.
bulakta- I, deprenmek, bir yandan öbür yana sallanmak (yumuşak, tüylü nesne hakkında, diyelim, tilki kuyruğu hakkında) ; bulaktap bas- (genç kadın hakkında) : süzülerek, tavus gibi yürümek.
bulakta- II, fışkırmak (mayi hakkında).
bulaktat-, et. bulakta II den; caş bulaktat- : bol bol gözyaşı dökmek.
bulaluu, lifli; uzun bulaluu pakta: uzun lifli pamuk.
bulanğ, bulanğ et yahut bulanğ kak: ansızın gözükmek (göze hoş gelen herhangi bir nesne hakkında) ; tülkü bulanğ etip (yahut bulanğ kagıp) köründü: ansızın tilki gözüktü (güzel bir şekilde ansızın göz önünde peyda oluverdi) ; elenğ- bulanğ bk. elenğ.
bulas, eles- bulas körünöt: hayalmeyal görünüyor (uzakta bulunan bir nesne hakkında).
bulasta-, parlamak, yıldıramak; parlak ve mükellef görünüşte bulunmak; << dişitavus >> şeklinde olmak; bulastap bas- : tavusvari yürümek (nefis ve parlak elbiseler giyerek) ; bulastagan köynök: iyi kumaştan dikilmiş olan bol ve uzun giyim.
bulastat-, et. bulasta- dan; bulumdan kılgan çong içik bulastata camındı folk. kıymetli kumaştan mükemmel bir kürkle örtündü; bulastatıp köynök kiydi: o kadın (iyi kumaştan) bol elbise giydi.