kıdır- ιι, dolaşmak, avare gezmek; bir şey araştırıp, dolaşmak.
kıdırakey = = kıdırata.
kıdırata, etrafında, sıra ile, baştan başa; kıdırata çaptı: etrafında koşturdu; kıdı-rata taş koydum, kızıl ögüzdü boş koydum (bilm.): etrafa taş koydum, kırmızı öküzü salıverdim (tiş, til- dişler ve dil).
kıdırğıç, gezginci (diyar diyar dolaşan adam).
kıdırma, 1. seyyar; 2. dolaşan; bir yere muvakat olarak giden; kıdırma boştoo es. halka şeklinde yol takip eden posta; kıdırma doktor: dolaşan tabip; kıdırma sessiya: bir yere muvakkat olarak gelen (mahkeme).
kıdırmaçı, seyyar satıcı; elde taşıyarak ufak-tefek şeyler satıcı.
kıdırmaçılık, seyyar satıcılık mesleği.
kıdırmış, iç. bir yerde kalmayan işçi.
kıdırt-, et. kıdır- ιι’den; başkı kırkadan ayak cakka kıdırtıp, kolğo suu kuyuldu: ön sıradan başlayarak, son sıraya kadar (herkesin) eline su döküldü; çaydı çını kıdırtıp içet: çayı münavebe ile tek bir tane fincandan içiyorlar; ordunan turup, közün elge kıdırtıp: yerinden kalarak ve halka göz gezdirerek; tameki baçkesin üstol tegerekten turğandarğa kıdırtıp: tütün paketini masa etrafında duranlara dolaştırdı.
kıdıy- = = kidiy.
kık, kuru koyun tezeği.
kıl ι, 1. kuyruk, yele kılı; 2. bir tane kıl; bir tek tüy; genelce (vücuttan düşen) kıl; kılday yahut kılça: azıcık, gayet az; kara kıldı kak car: kılı kırk yarmak: hâkimane karar çıkarmak; çoçko kılı: domuz kılı; kıl çığarıbas: mec. cimri; kıl çıgar bas eleman mal menen candın barınan takır keçip taştadı: folk. hasis eleman malından canından bezdi; kıl tamak: kıl boğaz (gayet az yiyen adam) ; kötünö kıl sıybay kaldı: kon. « kıçına kıl sığmadı» (gayet sıkışık durumdadır) ; kıl maya (başlıca, darı ve haşhaş sapları hakkında) incecik, cılız; otooğo aldırğan çöptöy moynu kıl maya bolup, içi çedireygen: karnı şişti, boynu, zararlı otlarla kaplamış bitki gibi, incecik oldu; kıl aldında: her şeyden önce; kıl tabında (bitkiler hakkında) : tam olgunlaşma anında; tarunu kıl tabında oruu kerek: darıyı tam olğunlaştığı anında biçmeli; kıl etinde (at hakkında) : kıvamında, iyi antreneman görmüş; kıl tamırçı bk. tamırçı; kıl başında = = kıldı başında (bk. kıldı), kıl kuyruk, bk. kuyruk ι.
kıl ιι, f. nevi, çeşit; ar kıl: her neviden, muhtelif; bir kıl: 1) aynı neviden; 2) bir nevi.
kıl ιιι, yapmak, kılmak; munu emine kılamın?: bunu ne yapayım? azdık kılat: az gelir, yetişmez; bul üymağa kenğdik kılat: bu oda benim için çok geniştir; kaçıp ketti kılıp: kaçıp gitmiş süsü vererek.
kılaa, sahil, kıyı, kenar; köldünğ kılaası: göl kıyısı, kenarı.
kılaala-, sahilden, kenardan gitmek; köldü kılaalap: göl kenarı boyunca giderek.
kılaan, su karıştırılmış süt.
kılabdan, a-f. para, iplik, iğne v.s. saklamak için kese.
kılağar, dönen (ölmekte olan adamın gözleri hakkında)
kılamık, yahut kılamık kar: henüz yağan ince kar tabakası; bulamıkta tiş sınat, kılamıkta but sıbat ats. bulamaçta diş kırılır, kılamık karda ise, baçak kırılır.
kılamkta-: kılamıktap caağan kar: yeri hafif tertip örten kar.
kılanğ = = kırıtarak yürümek (mes. şık giyinmiş kız hak.) ; kendini giyinmiş – kuşanmış ve süslenmiş bir kıyafette göstermek, göze çarpmak.
kılanğgız: kök kılanğgız süt: kaymağı alınmış mavimtrak süt.
kılap, a. kın, gilâf; kılapta tol = = könğülgö tol (bk. könğül).
kılapat, a. muhalefet; kılapat ayt-; muhalefet etmek; yaşlı veya muhterem kimselere karşı sözle saygısızlık göstermek; artınğdan kılapat aytpayın: sana muhalefet etmiyeceğim; sen ne söylersen, ben de senin hakkında onu söylerim.
kılapatta-, muhalefet etmek.
kılay-, bir parça dışarıya çıkık durmak, sarkmak; bir parça gözükmek; ay kılayıp çığıp kele atat: ay henüz doğmaya başladı; tanğ kılaydı: şafak söktü; tanğ kılayıp atkanda: şafak sökerken; asmanda kılayğan bulut cok: en ufak bulut bile yok.
kılayt-, et. kılay-‘dan; kılganday nayza kılaytıp: folk. mızrakları diken gibi öne çıkararak.
kılcınğda-, nazlanmak, «kırılıp – büzül-mek».
kılcınğdat-, et. kıcınğda-‘dan.
kılcıy-, bükülmek (boyun hakkında); kılcıyıp oturat: başını iğerek oturuyor; kılcıyğan arık kişi: gayet zayıf (ve zayıflıktan iğrilmiş) adam.
kılçakta-, başı çevirmek, geriye bakın-mak, omuz üzerinden arkaya bakmak; kılçaktap karap artına: folk. başını çevirerek ve arkaya bakarak.
kılçaktat-, et. kılçakta-‘dan.
kılçanğ, geriye bakınma; üyünğdö emine kılçanğınğ bar, bara berbeysinğbi?: dönüp eve bakmanın lüzumu yok: yoluna devam et!; kılçanğ bas-: arkaya bakınarak yürümek.
kılçanğda = = kılçakta-.
kılçanğdat- = = kılçaktat-.
kılçay- = = kılçakta-: kılçaybay ketti: arkasına bir kere bakmadan gitti; kılçayıp karap koybodunğ: bir kere bakmak lütfunda bile bulunmadan; kılçayarım cok: dayanacak kimsem yok.
kılçayuu, işs. kılçay-‘dan.
kılçık, kılcağız.
kılçılda-, titremek; sallanmak.
kılda- ι, kılları seçmek (mes. yünden); ki-yizin appak kıldağan folk. keçesi bembeyazdır ve kılları ayıklanmış yünden yapılmıştır.
kıldat, f. ι, 1. mahir usta (başlıca, ufak-tefek şeyler yapmak hususunda); 2. takt sahibi, patavatsız olmayan.
kıldat- ιι, et. kılda- ι, ιι’den.
kıldattık, 1. ustalık; ince ustalık; süsle-mekteki zarafet; 2. dirayet sahibi ol-maklık.
kıldı: kıldı başında yahut kıldı çokusunda: tam ucunda; nayzanın kıldı başında: mızrağın ucunda; şaardın kıldı başında: şehrin en ucunda; kıldı çokusuna: en tepesine.
kıldırooç, keçe evde tötögö (bk.)’den biraz aşağıda bulunan saçak.
kıldırt-, et. kıldır-‘dan
kıldooç, yağı eritirken, onun içinden kıl-ları ayırmak için kullanılan bir atgıt.
kılduu, telli; kılduu muzika aspaptarı: telli musiki aletleri.
kılğır-, parıldamak, bir şeyin sathınna ince tabaka şeklinde çıkmak (mayi, yağ hakkında); sorponun mayı kılğırıt turat: çorbanın sathında yağı parlayıp duruyor; çorba yağla kaplanmış; kılğırğan köz: 1) bir parça yaşla ıslanmış göz: 2) okşayan gözler, şirin bakış; közünön caş kılğırıp turat: gözlerinde yaş parlıyor; kılğırıp kara-: okşayıcı bakışla bakmak; may kılğırıp turat: yağ geğiriyor.
kılıç, kılıç; kılıçtım mizi: kılıcın yüzü; kılıçtın mizin calaşuu folk. karşılıklıca ant içme şekillerinden biridir (harf.: karşılıklıca kılıç yalama); coo ketken-den kiyin kılıçınğdı bokko çap: (ats.) savaştan sonra çapula (harf.: düşman uzaklaştıktan sonra kılıçınla tezeği kes!).
kılıçker, k-f. kılıçlı (kılıçla silâhlanmış olan muharip); onğunda cıyırma kılıçkerden, solunda cıyırma aybalta alğan, nayzakerden cıyırma folk. sağ tarafında yirmi kılıçla silâhlanmış muharip, sol tarafında yirmi savaş baltasile silâhlanmış muharip ve yirmi mızraklı muharip vardır.
kılıçta-, kılıçlanmak, kılıçla iş görmek; düşmandar kılıçtap kirip kaldı: düşmanlar kılıçla hücum ettiler.
kılım, a. (grekçeden) 1. asır; devir; cıldan cılğa, kılımdan kılımğa: seneden sene-ye, asırdan asra; 2. dünya; âlem; kılımda cok er neme folk. öyle bir yiğit ki dünyada eşi yoktur; er töştüktün toyuna kılım keldi kozğolup folk. ba-hadır toştük’ün düğününe bütün dünya halkı geldi; 3. eçen kılım el ötkön: nice halk yaşamış. 4. hepsi, her şey.
kılk: kılk et-: dalgalanmak (kalabalık kütle hakkında); el kılk-kılk etip turat: kalabalık dalgalanıyor.
kılka, sıra; saf; kol cürdü dürkün- dürkün, kılka-kılka: asker, müfrezeler halinde saf-saf olarak gidiliyordu; barı bir kılka: bir düzende hepsi müsavi.
kılkanduu, kılçıklı; kılkanduu kıroo: ufak oklar şeklinde donan kırağı.
kılkılda-, 1. (mayi hakk.) bılk-bılk etmek; 2. süzülürek yürümek; süzülerek dalgalanmak; sallanmak (mes. su üstünde sandal hakkında); ak balıktay kılkıldap folk. ak balık gibi süzülerek, sallanarak; kün kılkıldap batuuğa az kaldı: güneşin süzülerek batmasına az kaldı.
kılkıldat-, et. kılkılda-‘dan; kılkıldatıp cut-: ağır ağır yutmak; kılkıldatıp suudan süzdürüp çıktı: sallansallana suyu yüzerek geçti.
kılmınğda-, sahte tavırlar takınmak, oynak olmak (zarif kız ve kadın hakkında).
kılmış, cinayet; ağır cezayı mucip olan cinayet; kılmışı bar: mücrim; kılmış kılğan: cinayet işlemiş olan; kılmış işi: cinayet davası; kılmış niyzamı: ağır ceza kanunu.
kımışker k-f. cani; ağır cezayı mucip olan cinayeti işlemiş olan.
kılmıştal-, ağır cezayı mucip olacak bir cürümle itham edilmek.
kılmıştuu, suçlu; mücrim.
kılmıy-, gayet ince, gayet küçük olmak; görünür-görünmez olamak; kösü kılmıyıp uyasına batkan: gözleri küçülürek, gözevine batmış.
kıloo ιι, kesici bir nesnenin bilenmiş kenarı (ki, bu kenar sonradan bileği taşında düzeltilir).
kılt ι, ânî bir hareketi ifade eden taklitlik sözdür; kün uyasına kılt etti: güneş yuvasına dalıverdi (battı); kılt dep (yahut ettirip) suu içpeyt folk. bir yudum su içmiyor; kılt koyup kaçıp ketti: cızlamı çekti savuştu; kılt ettirbey: kımıldamaya bırakmadan; kırık kandın eli kıtaydı kılt ettirbey bilgizgen folk. kırk hanın eli olan çinlileri, o, kımıldamaya bırakmadan onun iradesi altına vermişti; esine bardık coruk kılt etti: birden-bire bütün olup bitenler onun aklına geldi; kılt kılt cür: kırıtarak omuzlarını sallayarak yürümek; kılt- sılt etip: sahte tavırlarla; kırıtarak; kırılarak- büzülerek.
kıltınğ, işveli hareketler; sahte tavırlar; kıltınğ-sıltınğ cok: hiçbir türlü ihtilâf ve anlaşmamazlık yoktur.
kıltınğda-, işve yaparak dolaşıp durmak; çıçkan körgün küyködöy moynu kıltınğdayt: boynu fare görmüş atmaca boynu gibi dönüyor.
kıltır: kök kıltır: su bolluğundan dolayı sıvık (su katılmış kımız, süt ve açık çay hakkında); sütü kök kıltır eken, suu koşuptur: sütü sıvıktır, su karışmıştır.
kıltıy-, 1. ucu azıcık gözükmek (mes. ilk filizleri hakkında); kök çöptün uçu cerdin betinen kıltıyıp kele catat: yeşil otun uçları yerden azıcık baş göster-meye başladı; 2. dışarı doğru çıkık durmak, sarkmak; uuru kıltıyıp catat: hırsız kafasını azıcık kaldırıp yatıyor; 3. bir yana asılı durmak.
kıltıyt-, et. kıltıy-‘dan; cuurğandan başın kıltıytıp: yorgan altından kafasını bir parça çıkararak.
kıluu, kılma; kıluu kerek: kılmak gerek.
kım, kım-kuut: canlılık; şen gürültü; galeyan; karışıklık; ayıl kım-kuut, canğtopolonğ boldu: köyde gürültü-patırtı baş gösterdi; arıberi çurkap, kım-kuut bolup cürgön can: ileri-geri yürüyen, harekette bulunan halk; el kım-kuut bolup, köçüp cönöldü: halk gürültülü bir kalabalık halinde göçüp gitti.
kıma, mızrağın temreni.
kımbat, a. 1. kıymetli, değerli; 2. güç, zor; onğoy kımbatın kim bilet: kolay veya güç olduğunu kim bilsin; daha ör. bk. arzan.
kımbatçılık, pahalılık.
kımbatsın-, pahalı saymak; kımbatsınıp albadım: (tayin edilen fiatı) yüksek sayarak almadım.
kımbatta-, fiatça yükselmek; pahalı olmak.
kımbattık, kıymet, değer.
kımbattuu, kıymetli, değerli.
kımbattuuluk, pahalılık, kıymet.
kımın, en ufak cüz (parça), en ufak toz; havada dolaşan ufak tozlar; kımınday: minnacık, küçücük, ehemmiyetsiz; kımınday çanğ: cok: en ufak toz bile yok; kımınday okşoboyt: hiç benze-miyor; kımınday bilbeyt: zerre kadar bilmiyor: elifi mertek sanıyor; kımınday caman oyu cok: zerre kadar fena fikri yok.
kımıy-, ruhî bir sevinç hissetmek; dalayı içinen kımıyıp kalıştı: bir çokları içlerinden sevindiler.
kımız, (kısrak sütünden yapılan maruf içicek; m.) töö kımız: deve sütünden kımız; uy kımız: inek sütünden yapılan kımız, kefir; tonğ durma kımız: parça halinde dondurulan ve ilkbahara kadar kor maya olmak üzere muhafaza edilen kımız; kımız kişinin kanı, et kişinin canı ats. kımız insanın kanıdır, et ise canıdır.
kımızdık, kurt pençesi denilen ot.
kımızduu, kımızlı; kımızduu üy: kımızlı ev (ör. bk. kıyakçı).
kımkap, f. 1. kemha; 2. bir ipekli kuma-şın adıdır.
kımkapta-, kemha ile süslemek.
kımkuut = = kım-kuut (bk. kım).
kımran = = kımıran.
kımsın-, büzülmek; kısılmak.
kımsınt-, et. kımsın-‘dan.
kımtı-, sıkmak, tıkamak; erin kımtı: dudak sıkmak; catkan kişinin eki cağın kımtı-: yatan adamın iki tarafından yorığanı sıkıştırmak; etek kımtı: eteği toplamak; kımtıy karma-: sımsıkı tutulmak; kımırıpkımtıp bk. kımır.
kımtılan-, (manaca) = = kımtıl-: ton kiyinip, kımtılanıp alıptır, içi körüngön cok: kürk giymiş, eteklerini kavuşturmuş ve onun altında (içerde) ne olduğu görünmüyordu.
kımtın- = = kımtıl-: kıraanday komdonup, kımtınıp: alıcı kuş gibi, hazırlanarak, büzülerek.
kımtıy- = = kımıy-: kız ekenin kördü emi, kımtıya tüşüp küldü emi folk.: kız olduğunu gördü ve sevinçle güldü.
kınğay- ιι, bir yana iğrilmek (mes. kâh bir yanına, kâh öteki yanına iğrilen yorgun süvari hakkında); atka kınğaya tartıp mindi: ata bir yana iğilerek bindi.
kınğılda-, 1. hazîn ve zayıf bir sesle inlemek. (mes. enik hakkında).
kınğıldat-, et. kınğılda-‘dan.
kınğıldoo, işs. kınğılda-‘dan.
kınğır 1. iğri, bir yana iğilmiş; kınğır iş kırk cıldan sonğ da bılinet ats. kötü iş kırk yıldan sonra dahi meydana çıkar; kınğır – kıyşıktar: uygunsuz işler; 2. dik kafalı.
kınğırak = = kınğarak.
kınğıranğda-, hareket etmek (gayet arık ve zayıflıktan kamburu çıkmış adamlar hakkında); kınğıranğdap aksap cüröt: kamburunu çıkararak topallayarak geziyor.
kınğıt-: işin kuday kınğıttı: onu tanrı cezalandırdı, işleri istediği gibi gitmiyor.
kınğk, ses taklidi ifade eden sözdür; kınğk-kınğk: çınlama; kınğk et-: ses çıkarmak; kınğk etpesten: tek bir kelime söylemeden; ses çıkarmadan.
kınğkılda-, nazlanmak; nazlanarak iste-mek (mes. çocuklar hakkında).
kınğkısta-, 1. bir şey isterken ağlamsamak, kırılıp-büzülmek; 2. yavaşca inlemek; kiçine kınğkıstap kaldı: bir parça hastalandı; bir ceri kınğkıstap kalğanğa okşoyt: bir yeri acımışa benziyor.
kıpçık, 1. beşik deliğinin etrafına yahut kültü (bk)’nün kenarlarına konulan uzunca bez parçası; 2. kazanda yufka pişirilirken, üç yufka arasında kalan boş yere atılan küçük yufka.
kıpılda-, merak etmek; çırpınmak; bütün vücudu titreme kaplamak; netice hak-kında merak ederek sabırsızlık göster-mek; bilip koyot eken dep, caman kıpıldap turdum: farkına varacaklar diye, heyecan içinde idim; oylonulmuş bolup, içinen kıpıldap: düşünür gibi gö-zükerek içinden sabırsızlık gösteriyor ve çırpınıyordu.