A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə46/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   90

kaysanğdat- , et. kaysanğda- ’dan.

kaysanğdoo, işs. kaysanğda– ’dan.

kaysar, (insan hakkında) sebatsız, sathî, bir işe başlayıp da, onu bitirmeden başka bir işe geçen kimse; işleri acele ile üstünkörü yapan adam.

kaysı hangi; kaysınısı: hangisi; kaysınısın : hangisine; kaysınıbız: hanğimiz; kaysırım: benimkilerden hangisi, kaysı birleri:onlardan bazıları; kaysı şaarda? : hangi şehirde?; kaysınday? kon. : hangisi gibi?

kaysıl= = kaysı; kaysıl ubakta: ne zaman? ne vakit?

kayşalakta-, 1. kırıtmak; omuzlarını ve vücudunun üst kısmını oynayarak kıvırmak; 2. dayanıksız yahut tembel olmak.

kayşalanğda- = = kayşalakta- .

kayşanğ: kayşanğ et. : büzülmek (soğuktan vs.)

kayşanda- = = kayşalakta- .

kayşayak, direnen, iddiasından vazgeçmiyen, anlaşmıya yanaşmıyan ;kayşayak aytpa.: itiraz etme.

kayt-, geri dönmek; kaytıp al-. geri al- : geri almak; kaytıp ber-: geri vermek; kaytıp kel-: dönüp gelmek; dünüyüdön kayt– mec. ölmek; aytkanımdan kaptayım: sözümden dönmiyeceğim.

kayta, yahut kaytadan, tekrar, bir daha, yeniden; kayta kuru: yeniden kurma, es. yeniden imar, kayta uyuşturuu :yeniden teşkilatlândırma; kayta öndürüü: yeniden istihsal.

kaytaakıla-, başörtüsünü öyle bağlamaktır, ki onun bir ucu alnını örtükten sonra saç örgüsünün altından bayuna düşer, öbür ucu ise saç örgüsünün üstünde kalır.

kaytadan, bk. kayta.

kaytala-, bir işi tekrar yapmak; tekrarlamak.

kaytalama, mükerrer; kaytalama çakçıl etiş gram. iteratif (bir işi veya bir halin tekrarlanmasını gösteren) fiil şeklidir.

kaytaloo, 1. tekrarlama; mükerreren yapılan iş; 2.tautologie, bir mefhumun, hiç lüzumsuz yerde, başka bir ibare ile bir daha tekrar edilmesi.

kaytar-, 1. geri döndürmek; geriye göndermek, yollamak; könğül kaytar-: gönül kırmak; ötünüç kaytar: bir ricayı reddetmek; kol kaytar-: (birisine) el kaldırmak; atasına kol kaytarğan: (öyle bir alçaktır hattâ) babasına karşı el kaldırmış; 2. bir iş mükerreren yapmek; on kaytara: on kere; 3. beklemek: korumak; koy kaytar- : koyun gütmek; cılkı kaytar- : at gütmek; beşi kaytardım: eşya (elde taşınan yolcu eşyasını) bekledim: muhafaza ettim.

kaytara, bk. kaytar 2.

kaytarıl– pas. kaytar–’dan; köönü kaytarılıp ketti: gönlü kırılarak gitti.

kaytart-, et. kaytar– ’dan; bürüğö koy kayartpa. ats. kurda koyun gütme vazifesini yükletme; kiçinekey kızdı (yahut kızğa) kozu kaytartıt: küçücük kızcağıza kuzu gütme vazifesini tevdi etti.

kaytış - , müş. kayt- ’tan.

kaytkıs, dönmez.

kaytool, (hastalığın) nüksetmesi.

kaytooldo-, hastaığın nüksetmesi yüzünden yeniden hastalanmak.

kayttılık: köngül kaytılık bk: könğül:

kayttır- , geri çevirmek; döndürmek.

kaytuu, dönüş, avdet.

kayz, a. kadınların adet görmesi, hayız; kayız– nıpas es. kadının aybaşı ve gebelikesnasındaki durumunu tanzim eden dinî kaideler.

kaz I, kaz (kuş); manğka kaz: dağ kazı; kara kaz: karabatak Phalacro-corax; kaz tamak bk. tamak.

kaz II: kaz kaz: tıpış-tıpış(yürümeye alıştırırkençocuğa öyle söylerler) ; kaz kaz bol-: yürümeye başlamak (çocuk hakkında); kaz kurturğuz- : (yürümeye başlayan çocuğu) ayağa bastırmak.

kaz-, III, kazmak.

kaza, a. alınyazısı, kader; kaza bol- yahut kaza tap- : vefat etmek: ölmek; namazın kazası dn. vaktında kılınmayıp, sonradan kılınması lâzım olan nmaz; balaa- kaza bk. balaa

kazal, a. 1. gazel; 2. es. dnî mahiyette olan manzume: poéme.

kazalan- , vefat etmek.

kazambak = = kazanbak.

kazan, büyük tencere, kazan; can kazan: yolculuk kazanı; kazan as- : yemek pişirmek; kaznğ cakın cürsö, kösü cuğat ats. emeğin varsa, kazan bulur; taş kazan: bir oyun adıdır; bir kazan: kaşıkçı kuşu. büyük saka kuşu: Pelicanus; azan kazan: karışıklık; azan kazan aytıp keldi: insanı şaşırtacak şeyler söyledi, anlattı; kara kazan: bir dereceye kadar futbolu andıran oyun; kazan aluu (harf. ; kazan alma ) bi düğün adetidir ki şundan ibarettir: güveyin babası gelinin anasına “kazan kulağına” diye bir hayvan hediye eder ve bununla düğün için hayvanlar kesmeye müsaade alır.

kazana = = kazına; kazına oozun açpaybı, karık altınım çaçpaybı? folk. hazineyi açmaz mı, altınımı saçmaz mı?

kazanaçı = = kazınaçı.

kazanak == kaznak.

kazanaştuu, vakti hali yerinde olan

kazanat, koşu atlarından bir cinsin adıdır.

kazanbak, kazan koymak için kafes şeklinde olan tahta kap (bunun içine yeni doğan kuzuları da koyarlar) ; öpkösü kazanbaktay boldur: aşırı öfkelendi.

kazançı, 1. kazan yapan; kazançının erki bar, kaydan kulak çığarsa ats. : kazancı kazanın kulağını (kulpunu) istediği yere takar; 2. es. aşçı; mutfakta çalışan.

kazanda- , ek çok olmak; curt kazandap kalıptır: halk kaynaşıyor, gayet çoktur.

kazanduu, kazanlı, kazan sahibi, kazanla mücehhez olan.

kazap, a. gazap, hiddet.

kazaptuu, gazaplı.

kazar: azar kazar: karışıklık

kazarma, r. kışla

kazat I, a. gaza, din uğrunda olan harp, “mukaddes cihat”; kazat kıl-: gaza etmek, gayri müslimler karşı harp açmak; Çonğ kazat: 1 ) Manas destanının vakıalarından biri 2 ) Manas manzumesi, poém’i.

kazat II = = kaza.

kazattu, cesur, yararlık gösteren.

kazdır-, kazmaya zorlamak, kazdırmak.

kazdırt-,et. kazdır– ‘dan.

kazğaldak, bir çeşit örde.

kazğanakta- = = kaskanatta- ; şuu kazğanaptap ağıp atat: su kıyılarına sığmayıp, kaynayarak akıyor.

kazğanatta- = = kaskanatta- .

kazğandak (Rad.) = = kazğaldak.

kazı I, a tar. hâkim; işleri şeriat hükümlerine göre halleden kadı.

kazı II, a. gazi gazaya iştirak edip de temeyyüz eden kimse ( bk. kazat ) .

kazı III, karın yağı; kazı baylap kalıptır: karın yağı bağlamış.

kazık, kazık, kama: tokmok küçtüü bolso, kiyiz kazık cerge kiret ats. Tokmak kuvvetli olursa, keçe kazık bile çakabilir; ; temir kazık: Kutup yıldızı.

kazıl- , pas. Kaz– II ’ten.

kazılık, tek kanatlı, efsanevî bir kuşun adıdır.

kazılış, kazılma

kazılt - ,çukur açmak, kazmak.

kazıluu, kazılmış ( karş. Kaynatıluu) .

kazına, a. hazine; kazına baası kon. : mirî fiat .

kazınaçı, hazinedar.

kazınalık, es. kon. mirî, devlete ait olan; kazınalık cer: devlete ait olan toprak, arazi.

kazırğı= = azırgı.

kazış I, kazma, kazış.

kazış – II, hep beraber kazmak, beraberce çukur açmak.

kazna= = kazına.

kaznak, kabirde ölüyü yerleştirdikleri yan oyuk: lâhit (karş. çara I, 1.) .

kazuu kazma; çukur açma.

kazuuluu, kazılmış, kazılı; kazuuluu oro: kazılmış çukur.

ke, bk. ake.

kebekçi: kebeçi kursak: şişman karınlı.

kebek I, kepek (darının, arpanın ve buna benzerlerin kabuğu); kepek baş: boş kafa, ahmak.

kebek II , = = kebep.

kebekte-, şişte kavurmak: şiş kebabı kavurmak.

kebel-, hareket etmek, kımıldamak; ordunğdan kebelbe! : yerinden kımıldama! ; mal kıştan kebelbey çıktı: hayvanlar kışı kazasız geçirdiler.

kebelbes, sarsılmaz, yıkılmaz.

kebelt– harekete getirmek, kımıldatmak; kebeltpey sakta-: nakzetmeden saklamak (mes. ahdi).

kebeltenğ= = kabeltenğ; etti kebeltenğ karmap: eti büyük parçalar halinde kaparak.

kebenek, f. (Rad.) keçeden kaftan, kepenek.

kebep, f. yahut şiş kebap, şiş kebabı; ırğaydan katuu şiş bolboyt, kebepten şirin köş bolboyt ats: en sert şiş hanımeli ağacından yapılan şiştir en lezzetli et de şiş kebabıdır.

kebersi-, kurumak, çatlamak (dudaklar hakkında); kursağı açtı, erdi kebersidi: karnı acıktı, dudakları kurudu.

kebete, görünüş, şekil, silûet; sırtkı kebete: dış görünüş: kebetesi bozuk: çehresi bozuk çirkin, suratsız.

kebetelen-, bir şekle girmek; melmildegen asman cerge karağan denğiz kebetelenet: sâkin gök, yere bakan denizin şekline giriyor.

kebeteleş, 1. aynı şekilde, aynı dış görünüşte olan: 2. omonim.

kebez, pamuk, pamuk ağacı; kebez bayla-: es. Bir tutam pamuk bağlamak (güvey akrabasının, nişandan sonra kız akrabasına götürdükleri hayvanların en iyisine böylece bir tutam pamuk bağlanıyordu).

keçe- , yukarıya doğru çekmek; atınınğ başın kecep: atının başını yukarıya doğru çekerek.

keçenğ, bir nevi koyun hastalığı, kibuna tutulan hayvanlar kafalarını sağa sola döndürürler.

keçenğde- , çekilmek, zonklamak, (baş hakkında); (başı) arkaya atmak.

keçenğdet-, et. keçenğde- ’den.

keçi, koyun bağlamak için kullanılan ip.

keçige, 1. ense; kecigenin çunkuru: ense çukuru: 2. atın kulağının arkasında enine geçen kayıştır (oyanın bir kısmını teşkil eder ) ; keçirgem ker tartıp turat: hevesim yok; tenbelliğim tuttu; keçigesi cok yahut keçigesi kesilgen: vurdum – duymaz.

keçilde-, kesgin sesle ve çok olarak konuşmak.

keçildeş-, kavga etmek, kavgaya tutuşmak, çekişmek.

keçildet- , et. keçilde- ,den.

keçildet- , et keçilde- , den.

keçir, inatçı, nazlı, güçbeğenir.

keçirlik, inat naz.

keç I, geç vakit, keçinde: akşamlayın; kaçke: akşama doğru; keç kirdi yahut kün geç girdi: akşam oldu; erteden kara kekçe: sabahtan akşam geç vakte kadar; keç keldinğ: geç geldin; geç kal- : gecikmek; keç keç bk. keç II 2. keç keçir– yahut keç keçtir-, bk. keçir II 2.

keç – II, 1. bir nehri (Acc.) geçit yerinden geçmek; 2. (Abl. ile) imtina etmek, vazgeçmek; aşa keç-: kat’i surette imtina etmek, büsbütün vazgeçmek; 16– nçı cılı maldan aşa geçip, canlı ala kaçtık: 1 – cı senesi maldan vazgeçip, canımızı kurtarmaya çalıştık; senden keçkeçtim: sen beni bıktırdın: 3. (Acc. ile) affetmek; künömdüm keç! : günahımı affet!

keçe I, sersem, anlayışsız, gabi; keçeninğ tilin enesi bilet ats. : sersemin dilini annesi anlar .

keçe II, kiyim ve azık sözlerinin tekidir; kiyim-keçe: hernevi giyim, eski püskü elbise; azık– keçe: erzak, yiyecekler.

keçe III = = keçee.

keçee 1. dün; geçenlerde; keçe künü: dünkü gün, dün; keçeye künü keçide: dün akşam; 2. akşam; bülöö zook keçeesi: aile suvaresi.

keçeeki, dünkü, eski, olup–biten.

keçeende-, gecikmek, gecikerek vukua gelmek; kün keçeyen dedi: güneş akşama doğru indi.

keçendetüü, daha muahhar zamana bırakmak, vadeyi uzatma; koş aydoonu keçeendetüü egindin tüşümün kötörüügö saat bolot: toprağın geç sürülmesi mahsülün bol alınmasına mani oluyor.

keçeeten, yahut keçeeten beri: dünden beri

keçek = = keçe II.

keçeki = = keçeeki.

keçeyendet-, daha geç zamana bırakmak, vadeyi uzatmak.

keçigüü, geçikmek; geç kalma.

keçik-, gecikmek, keçikpey kel! : gecikmeden gel.

keçiktir-, geçiktirmek, gecikmeye sebep olmak; keçiktirbey ciber! derhal, geciktirtirmeksizin gönder! ; meteorologiya şarttarı starttı keçiktirdi: hava şartları startın gecikmesine sebep oldu.

keçiktiril-, mut. keçiktir-den; keçiktirilbey tuğran iş: geciktirilmez, müstacel iş; birinci marttan keçiktirlbey: Martın birinden geç kalmamak şartile.

keçiktirüü, işs. Keçiktir – ’ den.

keçil I, 1. kalmuk rahibi; keçil öt -: hayatı bekarlıkla geçirmek; 2. kâhin, kam.

keçil II, mut. keç – II’ den; suu keçildi: ırmağın geçit yerinden geçildi; keçilbes mildet: geçiktirilmez vazife.

keçinde, bk. keç I.

keçir I = = çemirçek.

keçir – II, 1. nehrin geçit yerinden geçirmek; kan keçir – bk. kan I; 2. baştan geçirmek, yaşamak; munuorustar XIX keçirse, biz cakında ğana geçirip keldik: bunu Ruslar XIX –ncu asırda geçirmişlerken, biz henüz yeni geçirdik; sen meni keç keçirdinğ (yahut keçtirdinğ): sen beni bıktırdı; kün keçir – bk. kün 5; 3. affetmek.

keçirgis = = keçirgisiz

keçirgisiz, affedilmez.

keçirim, affetme; umumî af;

keçirimsiz, affedilmez.

keçirüü, 1. yaşama, baştan geçirmek; 2. affetme;

keçiş, vazgeçme.

kekçi, akşamki; kekçi maal: akşam zamanı; kekçi saat sekizde: akşamın saat sekizinde.

keçkil: keçkil murun: basık burun.

keçkir– (keç – kir) bk. keç I, keçkirip ketkende: akşam olduğunda.

keçkisin, akşamlayın.

keçkisiz, geçit vermez.

keçkurun, akşamlayın; akşama doğru.

keçmelik, geçit yeri.

keçöö = = keçe.

keçöökü = = keçeeki.

keçöötön = = keçeeten.

ketçe-, akşam olmak; kün keçtedi: akşam oldu.

keçtir- = = keçir - .

keçtüü: ertelüü – keçtüü: sabahleyin ve akşamleyin; gece – gündüz.

keçüü: 1. ırmağın geçidi; biröö keçerge geçüü tappay cürot: ats. birisi geçerek yer bulamıyorsa, ötekisi içmeye su bulamıyor; 2. afetme.

kedenğ: kedenğ – kedenğ bas – (küçük hakkı) : tıpış – tıpış yürümek.

kedenğe-, (küçük hakkında) ufak adımlar ve hızla koşmak.

keder: kederi ketken: işleri fena gidiyor o fakir düştü; iş kederine ketip olturat: iş fenalaşmaya doğru gidiyor; kapitalist mamleketerdin abalı keder ketüüdö: kapitalist devletlerin vaziyeti fenalaşmakdır; ilgeri barardın iti çöp ceyt, keder kektendin kelini uuru kılat ats. işi yürümeyenin kendi karısı hırsızlık eder.

kedergi, engel, mania, set.

kedey I, f.fakir; züğürt.

kedey – II, küçücük görünüşte bulunmak (insan hakkı): kedeyip tıp – tırmaktay bolup tur: pek küçük gözükerek duruyor.

kedeyçi, 1 fakirleri düşünen, fakirleri tutan.

kedeyçilik, fakirlik.

kedeyle - , fakir düşmek.

kedeylik = = kedeyçilik.

kedeysint-, fakir saymak; fakire muamele etmek.

kedeyt-, et. kedey– II’den.

kedik kedik koy yahut ak kedik koy: (şarkî Türkistan’da) merinos koyunlardan bir çeşidinin adıdır.

kee I: balam, mununğ kee bolur: çocuğum (iyi bak) uygunsuz iş yapıyorsun (korkarım, ki bir fenalık çıkmasın) ; keçeginin keesin çığardık: biz dünkünün acısını çıkardık; çığaramın keenğdi folk: ben sana gösteririm!

kee II, f. başkası; bazı; keesi, yahut keleri: bazısı; onlardan bazıları; kee bir okuçular: bazı talebeler; keesi işteyt, keesi iştebeyt: bazıları çalışıyor keyde: bazan, zaman– zaman; kee– keede: ara sıra.

keeçi, balık ağının yarı gözü.

keeçim, 1. oyanın bir parçasını teşkil eden şerittir, ki altın boynuna geçirilir ve keçirge (bk. kecirge 2) ile birleşir; colborston ürttük captırıp, cibekten keçim taktırıp folk. (atını) kaplan derisinden çula örttürerek, (onun oyanına) ipekten keçim taktırarak; 2. (Rad. V – n malzemelerine göre) örtü, çul; üstümö colborostan keçim captırğan (Rad, V): (atını) kaplan derisinden çula örttürmüş.

keede, bk. kee II.

keer: keer söz: zem (yerme), sövme; cindinin keeri: delirmenin nüksetmesi, récidivi; cindin keeri bar: tamamile aklı başında değildir.

kek, intikamçılık, öçalma, kin; içine kek saktap süröt: kin besliyor; kek ketir-: yapılan hareketi intikamsız bırakmak; duşmanğa kektikeçirgenç, tenden baştı ketirgen artık ats. düşmanın yaptığı hareketi intikamsız bırakmaktansa, gövdeden kafasının uçması yeğdir.

kekçenğde– başını yukarıya doğru atmak (mes. ,başma vurulan at hakk .)

kekçil, intikamçı, kindar.

keke I, zeker, penis.

keke – II = = keket.

kekeç, keke.

kekeçten- , kekelemek.

kekeçtent - , et. kekeçten – ’den.

kekeçtenüü, kekeleme.

kekeer, 1. kin; nefret; 2. azarlama; başakakma.

kekeerle - , kin bağlamak, istihaza etmek, başakakmak; kekeerlep bergen tamak: başakakarak verilen yiyecek; ötkön iştin emnesine kekeerlep kakşıktaysınğ? : olup– bitmiş işler için neden kin besliyorsun ve azarlıyorsun?

kekeerlüü, kinli, soğuk adam, her zaman herkesi iğnelemeye hazır olan kötü kalpli adam; keerlüü söz: iğneli söz, istihza.

keken-, öç almakla tehdit etmek, kin beslemek, fena düşünce beslemek; kekenip kaldı, bir deme kılıp cürbörsün: kin besliyordu, korkarım, ki bir şey yapmasın!

kekenğde-, başını yüksek kaldırmak (at hakkında) .

kekeniş-,müş. keken–’den.

keket-, azarlamak, sövmek, sözle incitmek.

keketinğki, hafif azar ve çıkışmayı ihtiva eden; keketinğki tartıp: bir parça inciterek, hafifçe azarlayarak.

keketiş, müs. keket – ten.

kekey - , 1-. başı yüksek kaldırmak-; 2-. kibirlenmek, kurulmak --, mağrurca tavır takınmak -, burun şişirmek.

kekeyt– et. kekey’den; attı kekeytip kanğtar: atı-, başını yüksek kaldırarak bağla-.

kekilik, kaya kekiği, kızıl keklik; kekilik karmağan adamday kubanat: aşırı seviniyor (harf. kaya kekliğini yakalamış adam gibi, seviniyor) .

kekir - , geğirmek.

kekire, acı peygamber çiçeği; kekire toyğon tekedey bakıldayt: acı peygamber çiçeği yemiş teke gibi bağırıyor.

kekirey- , tantanalı olmak, kurulmak; kibirlenmek.

kekireyt- , et. kekirey- ’den den.

kekireyüü, kurulma, kibirlenme.

kekirik I, geğirmek.

kekirtek nefes borusu, gırtlak; kızıl kekirtek: bağıran; kekirtek kızart- : boğazı yırtılırcasına bağırmak; kızıl kekirtek bolup aytıştık: adamakıllı çekiştik; öz kekirtegin oyloyt: yalnız kendi menfaatını düşünüyor ( harf. yalnız kendi gırtlağını düşünüyor); kekirtekten al- : 1) gırtlağa sarılmak; 2) mec. sıkıştırmak; kızıl kekirtek dalay cerge sekirtet ats. : açlık ne yedirmez (harf. : kızıl gırtlak bir çok yerlerde zıplamaya mecbur kılar) ; kekirtekten çıkkança = = oozdon çıkkança (bk. ooz) .

kekirtekte - , kekirtektep sık -: gırlağı sıkmak.

kekse, 1. yaşlı; ihtiyar; dalaydı körgön kekse: görmüş – geçirmiş ihtiyar; 2. kurnaz, sokulgan, kalleş.

kekselik 1. ihtiyarlık, ilerlemiş yaş; 2. kurnazlık, sokulganlık.

kekte-, intikam almak kin bağlamak.

kekteş, biri-birine karşı kin, husumet besleyenler.

kektöö, işs. kekte-’den.

kektüü,1. kindar; 2. öçalma; hedefi; kegimdi alıp, kektüümdün başın kesip: öcümü alarak, ve inkikamın hedefi olanın kafasını keserek.

kel-, 1. beriye, söyliyene doğru, hareket etmek (yay vasıta ile, yüzerek ve s.) gelmek ; “kel” demek bar, “ket” demek ; çok atsz. : “gel” (buyur, lütfen) demek var, “git” demek yoktur; kelip –ketip-tur: ara-sıra (bana) gel, uğra.cöö kel-: yaya gelmek;atta kel yahut atçan kel- : at üzerinde gelmek; kaytıp kel- : geri gelmek dönmek ; barıp gel kel- :varıp gelmek; alıp kel- : getirmek; alıp gelmek; keler kışka: gelecek kışa, gelecek kışta; keler keter söz bk. söz; kelkeli kelip turat : işleri yürüyor ; 2. ermek, ulaşmak; aynalası cüz sarsança kelgen bir taş karoo : çevresi yüz kulaça varan taş duvar; belden kelgen çöp: bele kadar çıkan ot; kişi boyu kelgen çalkan: insan boyu kadar ısırgan otu; tenğ kel-: denk olmak; ağa tenğ kelgen eçkim çok: ona denk gelen kimse yoktur; onunla kimse boy ölçüşemiyor; 3. koldon kel- : elden gelmek (güç yetmek); kolunan kelet elinden geliyor (gücü yetiyor; yapabiliyor; kolundan kelbeyt: elinden gelmiyor (gücü yetmiyor yapabilmiyor); 4. mütenasip, uygun olmak; barlık müçösü kelgen at: endamlı at; 5. yerine getirilmek, tahakkuk etmek; atkanıng kelsin! : dediğin olsun, tahakkuk etsin !; 6. cardılar kayrımduu kelet : fakirler hassâs, hayırhah oluyorlar; ayal boooruker kelet: kadınlar iyi kalpli oluyorlar; 7. (önce gelen söz “gu” ile bittiğinde) arzu etmek; ukunğ kelip tursa: dinlemek arzun varsa; bağrım kelbeyt: gitmek istemiyorum, bende gitmek arzusu yoktur; kığısı kelbeyt: yapmak istemiyor; aldağısı kelet: aldatmak istiyor; cegisi kelet: yemek istiyor; 8. yardımcı fi’il sıfatile “kel-” işin arasız, kesilmeden, vukua geldiğini yahut gelmekte olduğunu gösterir: Lenin komsomolu ar kaçan Lenin- Stalin partiyasının enğ işeniçtüü cana rezervi bolup keldi cana mından arı da bolot: Lenin komsomolu (komünist gençliği) her zaman Lenin-Stalin partisinin kendisine güvenilir yardımcısı ve ihtiyatı olagelmiş ve bundan sonra da öyle olacaktır; bir neçe cıldan beri coldoş bolup keldik: birkaç seneden beri arkadaş ola geldik;bir katar işter iştelbey keldi:bazı işler şimdiye kadar yapılmadan kaldı; iştep kele catat (şu veya bugünden itibaren bu ana kadar) çalışmaktadır;el düşmanları caş komunisterdin ösüünö col berbey keldi: halk düşmanları genç komünistlerin büyümesine mani ola geldiler.

kelber, 1. magrur; kurumlu; 2. bol (mes. şalvar hakkında): keng bağalek kelber şım folk. bol paçalı geniş şalvar.

kelbersin- (manaca)= = kelbersi - .

kelbet, kılık, heyet; kelbeti kelişken; güzel, yakışıklı, endamlı; uul cakşısı-urmat, kelin cakşısı kelbet ats. oğulun iyisi saygılı, hürmetkar olanıdır; gelinin iyisi de endamlı olanıdır.

kelbette- , benzemek; güzelleştirmek.

kelbettel- , güzel gözükmek; güzelleşmek.

kelbettüü, yüz çizgileri güzel olan, endamlı gösterişli.

kelcire- , çene çalmak; saçma-sapan şeyler söylemek; öz bilüünçö kelcirey beret: ağzına ne gelirse, onu söylüyor.

kelcirek, geveze, ağzı kalabalık.

kecirektik, gevezelik, boş lakırdı.

kelcireme, boş lakırdı söyleme.

kelcireş-, müş. kelcire-’den.

kelde, f. kafa, kelle; aldırayın keldenğdi folk. : kafanı uçurtayım; 2. haşlanmış ve ufak doğranılmış et üzerine konulan at sucuğunun iri yağ parçaları.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin