A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə43/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   90

kapitalist, r. sermayedarlık, kapitalizm.

kapitan, r, kaptan.

kapka, sokak kapısı; şehir kapısı; altı kapka kenğ bukar: folk. altı kapılı geniş buhara.

kapkaçı, kapıcı

kapkak, 1. kapak; 2. telli musiki aletlerinin üst ve alt kapakları.

kapkakta-, kapak geçirmek; kapakla kapatmak.

kapkaktuu, kapaklı.

kapkaluu, kapılı; kapkaluu şaar kapıları bulunan şehir.

kapkan, kapan; kapkan soru (at hakkında) dik sağrılı.

kapkançı, kapan kuran avcı.

kapkançılık, kapan kurmak suretiyle avlanma.

kaplet = kapilet.

kaporto (kap-orto) : tam orta, nısıf. yarı; bir ayaktın kaportosunan berdi: bir çanağın yarısını verdi.

kapsalanğ, tipi, fazla yağan kar, kar fırtınası; kapsalanğ bolboy , cut bolboyt, kara ösköy bolboy, doo bolboyt ats. tipi olmadan cut (hayvan yemi kıtlığı) olmaz; dedikodusuz dava olmaz.

kapşap, engel, sebep tesir; sening kapşabıng menen: senin yüzünden senin kusurundan dolayı; «kaç, kaç» tınğ kapşabı ketip, kaça berişti: «kaç, kaç» ı işiterek kaçtılar(harf : «kaç, kaç» diyen sesin tesiri altında kaçıştılar.)

kapşı- =kapşır..

kapşır-, bitiştirmek, kavuşturmak, iki ucu birleştirmek, (üst giyimin parçalarını) kavuşturup dikmek, kapşıra kurçan-; etekleri kavuşturarak kuşanmak; kapşıra kuçaktasararak kucaklamak; kapşıra karma-: bir şeyi (mes. içine bir şey dökülmüş olan mendili) uçlarını toparlayıp tutmak, sıkıştırmak.

kapşıt, iki tuurduk’un (bk.) birleştiği yer.

kapta-, 1. çuvallara dökmek; buudday kapta-, buğdayı çuvala dökmek; 2. her yandan kuşatmak, doldurmak, büyük kütle halinde yürümek; köçölördü suu kaptadı: sokakları su kapladı; tabeteyin başına kaptap kiydi: kalpağını başına yapıştırıverdi; cuurkan kapta-: yorgan dikmek; söverek üzerine atılmak.

kaptal ı 1. yan; kısım; kaptal beti mat, yan yüzey; 2. göğsün yan kısmı (yani atın büğürlerine temas eden kısmı); kancığanınğ katkanın kaptal bilbeyt, at bilet ats. terkilerin sertleştiğini kaltak bilmez, at bilir; onğ kaptaldan çık-: muvaffak olmak; fena durumdan kurtulmak

kaptal- ıı, 1. her yandan kuşatılmış, sarılmış olmak; 2. yolu kapatan bir nesneye çatmak; cürögüm oozuma kaptala tüştü: yüreğim ağzıma geldi : aşırı korktum.

kaptalda-, kaptal boyunca yürümek (bk. kaptal 1, 1, 3); toonu kaptalday: dağ yamaca boyunca.

kaptalduu: tenğ kaptalduu mat. ikiz kenar.

kaptalış = kaptal ı. 1.

kaptat-, et. kapta’dan; koyun üydü közdöy kaptatıp kele catat: koyunarını eve doğru kütle halinde (kaptatıp) sürüp geliyor.

kaptatuu, işs. kaptat’tan.

kapteşer, sıçan.

kaptır-, ağza almıya bırakmak yahut zorlamak; butumdu itke kaptırıp aldım: bacağımı köpeğe ısırttım; taş kaptır: mec. hiçbir şey vermemek; boş elle çevirmek.

kaptırğa = celdik.

kaptoo, işs. kapta’dan.

kaptuu, 1. çuvala konmuş olan; 2. kına, kılıfa sokulmuş olan.

kar ı, 1. kar; sarı kar: dağlarda ilkbaharda yahut yaz sonunda yağan kar; 2. yaş (küçük çocuk veya hayvan yavrusu için); eki kar baskan: 1) iki yaşına basmış; 2) mec. görmüş geçirmiş, kurnaz; bir kar baskan; bir yaşında olan.

kar, ıı f. zillete uğrayan, hor görülen; ölgüçö eştemeden kar bolboldu: ölünceye kadar hor ve hakir olmadı: zaruret ve hakaret görmedi.

kara, ı, 1. siyah, karayağız, esmer; kara köz: siyah göz, siyah gözlü; köz karası: göz bebeği; kara ala = karala ı; kara çaar: siyah alaca, siyah benekli; kara taman bk. taman; ertenden kara keçke: sabahtan gece geç vakte kadar kara küçkö bk. küç ı; 2. karaltı; alıstan bir kara köründü: uzaktan bir karaltı gözüktü; bulbuldan çeçen bir kuş çok; tırmaktay-ak karası ats. bülbülden daha beliğ kuş yoktur, halbuki göğdesi tırnak kadardır; 3. halis (mahlut olmıyan); kara şamal: yağış getirmeyen yel; kara suuk: kuru ayaz; kara boronğ bk. boronğ: 4. dayanğaç, mesnet; kalınğ kıtay, men calgız, kara kılar kişi çok folk. çinliler çok, ben ise yalnızım dayanacak kimsem yok; kara kılıp oturğan calgız uulum: bütün umutlarımı bağladım biricik oğlum; 5 mec. yazı; kara taanıbay turğan: okumaz yazmaz; 6. çirkin, menfi şey; kara könğül yahut kara cürök: 1) namussuz; 2)gaddar; kara bet yahut beti kara bk. bet 2; kara sana = karasanatay; kara özgöy bk. özgöy; cürögündö kara çok: kalbinde şeytanlık yok; akka kara iştese, özü köröt zalaldı folk. iyiliğe karşı kötülük işlerse, zararı kendisine olur; 7. yas (kocası için); kara kiy-: yas giyimi giymek; kara aş: yoğ aşı; 8. mit, şerir ruh, habis kuvvet; kara baskır; cin çarpsın; kara bastıbı sene?: seni cin mi çarptı? nerede battın? : 9. suçlu, maznun; ak cerden kara boldu: masumken suçlu çıktı; ak karasın tekşirip: suçlu olup olmadığını tetkik ederek; 10. sığır hayvanı; inek; bir karası bar: bir ineği vardır; 11. kara söz nesir; yüksek fikirlerinden ve şi’rî hislerden boş olan bayağı konuşma; 12. tar. adî kimse, avamdan oaln; kara kalık: halk kütlesi, avam karadan tuuğan: avamdan çıkmış; aşağı tabakadan yetişmiş; 13. tar. sık sık cariye ve köle manasına gelen sözlere katılan bir sıfattır; toğuz kara kul, toğuz kara künğ menen mal başınan minğdep-minğdep bayge berilgen: ikişer köle, ikişer cariye ve binlerce hayvan öndül konulmak suretiyle at koşuları tertip ediliyordu (burada bir yanlışlık ve karışıklık olacak: çünkü «toğuz» sözü «dokuz» demek olduğu halde, müellif bunu ! iki» diye terceme etmiştir; m.) ; 14. (destanda) birnevi tüfek; 15. kara suu bk. suu ı.

kara-ıı, 1. bakmak, her yandan bakmak, dikkat etmek, birisine bakmak, beklemek, gözlemek; asmandı karadı: göğe baktı; abanı karay attı: yukarıya doğru ateş etti; cer karay: 1) aşağıya bakmak; başını iğmek; başı aşağıya salmak; 2) mec. mahcup olmak; kepaze olmak; cer karabasanğar ele boldu: sakın mahcup olmayınız; katın erdi karasa, er karayt ats.. eğer karı (evdeki yoksulluğu imâ ederek) kocasının yüzüne bakarsa, koca yere doğru bakarsa, koca yere doğru bakar (utandığından başını iğer); ciğittin özünü karaba, sözünö kara ats. yiğitin kendisine bakma, söylediği sözüne bak; kün karağan suukka tonğboyt ats. kendisine güneşin baktığı adam donmaz,; buğa karabastan: buna bakmadan; 2. yönelmek; bazarğa karay yahut bazarğa karap: pazar istikametinde; cüz cıldardan beri karay: yüzlerce senelerden beri ; mından arı karay; bundan böyle; 3. ait olmak, bağlı bulunmak; çaşka karay:yaşa göre; cer kimge karayt?: toprak kime aittir?; el kolun kara-; başkalarına bağlı bulunmak. tabi olmak, başkalarının yardımına muhtaç olmak; 4. (aygır hakkında) kızgın bir durumda bulunmak (ör. bk. aygır ı) .

karaal, nişangâh; karaalga al-: nişan almak; (silâhı) hedefe tevcih eylemek.

karaaldı, dayangaç, mesnet, umut; karaaldı kılganım calgız bala : benim umudum biricik çocuğumdur; canınğa karaaldı kılıp al; karaaldı bolguun eneke men bir cetim naçarga folk. ben biçare öksüze arka ol, anneciğim.

karaan, 1. uzaktan gözüken nesnenin müphem çizgileir, karaltı, karaanı körünböy ketti: nam- nişan bırakmadan kayboldu; erbeygen karaan körünöt: (uzakta) bir (küçük) şey kımıldıyor; karaanın körgözböy kaçıp cüröt: kaçıyor ve yanına yanaştırmıyor; birindegen gözükmeye başladı; 2. hacim, miktar; alarınğ karaanı eki cüzdön artık: onlar görünüşte iki yüzden fazla idiler.

karaanda-, bir şeyin müphem çizgilerini görmek; bir şeyi, onun hiç olmazsa, müphem çizgileri görünecek derecede yaklaşmak.

karaandat-, kendisine, müphem bir surette gözükecek mesafeye yaklaşmak.

karaanduu, gözüken; közgö karaanduu körünüt: göze çarpıyor.

karaansız, beldeksiz, alâmetsiz, izsiz; karaansız kal-: gözden kaybolmak; at karaansız kele atat-: (koşuda) at öyle öne geçmiştir, ki arkadakiler onu göremiyorlar bile.

karabay, siyah leylek.

karabayır, saf kan türkmen atiyle bayağı attan doğan.

karac, a. tar. çiftçilerden, her harmandan üç koyun olmak üzere, alınan vergi, haraç.



karaacat, a.masraf, harç.

karaacatta- harcamak para sarfetmek.

karacatta’l-, sarfedilmek (para hak.)

karaçkı, korkuluk; koyun ağılı kenarına kurtları korkutmak için dikilen korkuluk.

karağan-, bir çeşit kısa ve dikenli çalı.

karağanduu, karağan’la (bk.) kaplanmış yer.

karağansı-, bakar gibi gözükmek.

karağat, siyah frenk üzümü gibi gözle, siyah gözler, siyah gözlü kadın; kızıl karağat: kırmızı frenk üzümü; börü karağat: amberbaris.

karağay, küknar, küknar ormanı; bay karağay: büyük, dallı budaklı küknar; karağay başı: orman bekçisi.

karağayçı, orman ağaçlarını kesen amele, odun kesen.

karağayluu, küknarı çok olan, küknar ağacı biten mahal, küknar ormanı; karağayluu too: küknarlı dağ.

karak, göz nurum (okşama sözü).

karakaş, karabatak, phalacrocorax.

karakçı, 1. soyguncu, haydut, yolkesici; 2. = karakçı.

karakçılık, soygunculuk.

karakta-, soymak.

karakur, erkek keklik.

karakurt, zehirli örümcek.

karal ı. 1. yardım; kurtarış; karal çok: kurtuluş yok; 2. = karaaldı; 3. çabuk kırılan; narin.

karal ıı, a. vadedilen müddet; karalım üç ay ottü dep folk. vadettiğim üç aylık müddet geçti diyerek.

karal ııı, köle, kul.

karal- ıv, bakılmak, görülmek; eki mesele karaldı; iki mesele görüşüldü.

karala, ı, karalı alaca; karalı benekli.

karala- ıı, 1. bakmak; ikide bir bakmak; 2. meşgul olmak; malğa karalap, caylooğo köçtüm: hayvanları düşünerek, yaylaya göç ettim; cumuşka karalap, cakada kaldım: (kır) işleriyle meşgul olarak, ovaya kaldım; mağa karalp, al ketpey kaldı: benim yüzümden (beni düşünerek, beni bekleyip) gitmeden kaldı; menin karalay turğan kişim: beni düşünen adam.

karala-,ııı, 1. karalamak; 2. zemmetmek; itham eylemek.

karalaman, tar. hedeme; uşak takımı; (hanın) hizmetinde bulunan adamlar; avam, halk kütlesi.

karalaş-, yardım etmek; yardımlaşmak; öz baldarınğa karalaşasınğar: kendi evlâtlarınıza yardım edersiniz.

karalat-, et. karala –ııı-‘ten.

karalçın, esmer; siyaha çalan.

karaldaş, birbirine yardım edenler.

karaldı = karaldı.

karalduu: can karalduu: halk inancına göre, ruhu, hayatı kurtarmak için hizmet eden, fideyi necat olan; cakşı mal-can kurtarır.

karalık, 1. siyahlık; 2. namussuzluk; ayrıldı alalık buzat, aranı karalık buzat ats. köyü ihtilaf bozar, münasebetleri ise, namussuzluk bozar.

karaloo, zemmetme; itham etme; kınama.

karalooçu, itham eden.

karalsız, ihtimam göstermiyen; yardım etmiyen.

karaluu ı, matem giyimi taşıyan; karaluu katın (kocasının ölümünden sonra bir yıl müddetince) dul kadın; coo ayağan karuluu, katın karaluu ats. düşmana acıyanın kendisi yaralı, karısı matemli olur; aktuu-karaluu: aklı karalı (beyazla siyah)

karaluu ıı, işs. karal- ıv ten; karluuçu masele: bakılacak mesele.

karam = aram; karam uttu: hile yapmak suretiyle başkalarına bağlı olan.

karamaçı: cüz karamaçı sis. : uzlaşıcı.

karamança, 1. katıksız, sâfi, halis; 2. meskensiz, sığınaksız; karamança kaldı: meskensiz kaldı.

karamık ı, 1. karamık (ekin içinde biten muzir bir ot); 2. bir cilt hastalığıdır, ki bununla musap olanın bütün vücudu kaşınan lekeler ile kaplanır.

karamık- ıı. düşüncelerini bir nesne üzerine tevcih etmek (başlıca, uykuyu düşünmek), geriye kalan hiçbir şeye aldırmamak; uykuğa karamığıp olturup, tamak içalbay koydu: uykuya kapıldığından, yemek bile yiyemedi; uykuğa karmağıp, turbay koydu: uykuya dalıp kalkamadı, uykusunu boğmak istemedi.

karan ı, = karaan.

karan ıı, 1. felâket, belâ; karan sal: felâket göndermek; künü karan boldu: ağır vaziyete düştü; karan kün: 1) felâketllli bir gün; 2) mel’un hayat; 2. bakımsız, yardımcısız kalan; 3. fakir düşen; künü (yahut ookatı) karan aldı: büsbütün fakir düştü, çok fakir yaşıyor; karan kal: sığınaksız, yersiz yurtsuz kalmak.

karan- ııı. bakınmak; kendi kendini bakmak; eki cağınğdı karanıp bas: etrafa bakınarak, ihtiyatla yürü.

karanday, halis, tamamiyle bir iftiradır, hayasızca bir yalan; kaarnday çay: sütsüz çay; karanday suu: hiçbir şey katılmayan su: karanday şamal: (karsız, yağmursuz) rüzgar; karanday ışık: hiçbir şeyle ihlâl edilmiyen (mes, rüzgârsız) sıcak; karanday buzup: büsbütün yıkarak (bozarak, baştan çıkararak kötü yola sevkederek).

karandı, yahut köz karandı. 1. rica ve intizar gözüyle bakma; 2. tabi, bağlı; köz karandı bol-: birisine tabi, bağlı olmak; sağa köz karandı bolboymun: sana tabi ve bağlı olmayacağım.

karandılık, yahut köz karandılık: birisine tabi ve bağlı olınaklık.

karandız bir haşisi bitkinin adıdır.

karanduu, sığınak; tayanar toom, çaşınar karanduu butam kalbadı folk. istinatgâhım, sığınağım kalmadı.

karanğ (yahut karanğ suranğ yahut karanğ kuranğ) hayal meyal gözüken, görünür görünmez olan, çok az işidilen (uzakta bulunan nesne hakkında); közünü karanğ suranğ boldu.: ona (uzaktan) hayalmeyal gözüktü; karanğ suranğ bir neme, karanğ etip coğoldu folk. (uzaktan) bir şey gözüktü ve hemen kayboldu.

karanğda-, hayalmeyal gözükmek; arı caktan biröö karanğdap keldi: öte taraftan birisi (karanlıkta) yanaştı; karanğdağan bir eki cılkı cüröt: göze görünür görünmez bir iki at dolaşşşıyor.

karağanğğı, 1. karanlık, zulmet; “karanğğıda közüm yok” – bir çocuk oyunun adıdır; 2. mec. kara cahil.

karanğğıçılık = karanğğılık.

karanğğıla-, karartmak; köönü karanğğıladı: ona fenalık geldi, bayıldı.

karanğğılan-, kararmak, kaarnlık çökmek.

karanğğılaş-, kararmak.

karanğğılat-, karartmak, etrafı karanlığa bürümek.

karanğğılık, 1. karanlık; zulmet; 2. mec. cehalet.

karanğğün = kara gün (bk. karan ıı).

karanış-, müş. karan- ııı.’ten.

karantin,r. karantina.

karap, a. yıkık, harap; kana karap: bu hayattan hissesi olmıyan beddaht (harf.: evi yıkık); iş karap: iş fena, berbat.

karapa, 1. çömlek; 2. çömlekçi mamulâtı.

karapayım, sade, basit; karapayım cılkı: adî (cins olmıyan) at, kırgız atı; karapayım it: bayağı (cins olmıyan) köpek, avlu bekliyen köpek: karapayım kişi: kendi halinde olan (hiçbir şeyle temeyyüz etmiyen) adam; karapayım til: konuşma dili, halk dili.

karapta-, tahrip etmek, yağma etmek.

karaptat-, et. karapta-’dan.

karar ı, a. karar, hüküm.

karar ıı, kararmak, kara olmak, bulanmak, karanlık olmak; kararıp turgan kara ünğkür: kararıp duran kara mağara; ay karardı: ay tutuldu; kün karardı: güneş tutuldu.

kakrarınğkı, hafifçe kararmış; siyahımsı.

karart-, siyahlatmak.

karasan-, sığır hayvanına düşen salgın hastalık.

karasana-, (kara+sana) fenalık istemek, fenalık düşünmek, fenalık tasarlamak, fenalık yapmaya kalkışmak.

karasanatay, nefret eden; hodbin, hodgâm; başkalarının felâketine sevinen.

karasanataylık, 1. husumet; 2. fenalık tasarlama.

karaş ı, bakış; bakma; köz karaşı: görüş (noktainazar).

karaş- ıı, 1. hep birlikte bakmak; 2. hep beraber ait olmak; 3. yardım etmek; muavenette bulunmak; malğa karaş: hayvanlara bakmak hususunda yardım etmek; mal karaş-: kaybolan hayvanı hep beraber araştırmak; karaşarı cok : onu düşünen ve ona yarım eden hiç kimse yok.

karaşa, adamakıllı acıkmış olan; tamakka karaşa bolup, köp cep kayıra catıp kaldı: (hastalıktan iyileşen adam) adamakıllı acıkmış olduğundan pek çok yedi ve yeniden hastalanıp yatağa düştü.

karaşala-, adamakıllı acımak; mal karaşalap kolğo keldi: hayvanlar acıktı ve ele alışmaya başladı (ele gelmeye başladı.)

karaştır-, aramak; araştırmak.

karaştuu, ait olan, taallûk eden talas rayonuna karaştuu: talass bölgesine bakan (ait olan); mağa karaştuu mal: bana ait olan hayvan.

karat-, 1. baktırmak; istikamet vermek; beri karat: bu yana çevir; başın cerge karatıp olturat: başını önüne düşürerek oturuyor; doktorğa karat: doktora göster; karata:.. ye doğru, dolayı, diye; birinci mayğa karat: bir mayısa doğru (bir mayıs doalyısiyle); küçünö karata: kuvvetine, imkanlarına göre; alına karata: haline, vaziyetine göre; kılğan cumuşuna karata akı berilet: yaptığı işe göre ücret veriliyor: beri karata:.dan itibaren, ..den beri; üç aydan beri karata: artık üç aydan beri... 2. boyun iğdirmek; ram etmek; 3. çekmek (aygırı kısrağa); beeni aygırğa karat-: kısrağa aygıra kavuşturmak (çiftleştirmek).

karata,bk. karat.

karatıl-, mut. karat-‘tan.

karatma: karatma söz bk. söz ı.

karatuu, 1. boyun iğdirme; tabi kılma; 2. çiftleştirme (kısrağı aygır ile).

karay = karar ıı; dini karayıp alıptır: kanına, etine sinmiş; onu bir türlü ikna edemezsin.

karayla- 1. el yordamiyle yürümek yahut iş görmek, karanlıkta elle araştırma; karaylağan tam süzöt ats. el yordamiyle ürüyen duvarı toslar; 2. mec. büyük bir keder ve şaşkınlık geçirmek (başlıca, biricik çocuğunu kaybeden adam hakkında).

karaylat-, et. karayla-‘dan; kuday karaylatkır; gözün kör olsun.

karbalas, gürültü patırtı, karışıklık.

karbalasta-, telâş etmek; kıvranmak; acele etmek.

karbalastık, telâş etmek; acele.

karbit, r. karpit.

karcal-, kuvvetten düşmek; bitap olmak; atım karcalıp kalıptır: atım zayıflamış ve kuvvetten düşmüştür.

karcalanğda-, uzun boylu ve zayıf adamın yürüyüşüyle yürümek.

karcalt-, et. karcal-‘dan.

karcay-, kemikleri çıkık durmak, zayıf olmak.

karcayt-, et. karcay-,’dan; bul atınğdı karcaytıp emne kılamın?: bu kötü atını ben ne yapayım?

karcı, a. harç, masraf (para masrafı).

karcıla-, (para) sarfetmek, harcamak.

karç, gıcırtı ve kıtırtıyı taklit; karç ettir: gıcırdatmak, kıtırdatmak; kara canın karç urup işteyt: canla başla çalışıyor.

karça- = kalça- ıı.

karçığa, 1. atmaca; 2. döş (derisi yüzülmüş hayvan göğdesinin bir kısmı).

karçıt, 1. butun iç yanı; 2. yan, böğür; karçıtıman karmap koydu: böğürümden yakaladı; ok karçıtıma tiydi: kurşun böğürüme deydi; karçıtı biyik çonğ korğon folk. suları yüksek olan kale, hisar.

karçıttuu, geniş kemikli.

karçıy-, sivrilip çıkık durmak (aşırı zayıf vücudunun kemikleri hakkında); pek fazla zayıflamak.

karçıyt-, et. karçıy-‘dan.

karçitsa = gorçitsa.

kardar, f. satınalan, müşteri, heridar.

kardığaç, kirlangıca benzeyen küçük bir kuş.

kardık-, sesi kısalmak, kısık veya boğuk ses çıkarmak.

kardoonçu, r-k, es. 1. köy jandarması; 2. orman bekçisi.

karduu, karlı; karla örtülmüş.

karek, 1. gözbebeği; 2. mec. göz.

karektir, kon. = korrektor.

karğa ı, kara karga; kök karğa; mor karğa: ala karğa: boz karğa: çar karğa yahut konğ karga: etkin kargası erkek karğaça (yahut karğaday) çokçonğdoyt: horozlanıyor; menin koluma da karğa çıçah: ats. bizim sokakta bayram olur. (harf.: benim elime de karga pisler); karğa bok çokoy elekte keldim: şafak yeni sökerken geldim(harf. ben geldiğim zaman karga henüz tezeği gagalamıya başlamıştı); kargaday: mec. küçücük çocuk, bebe hiçbir şey anlamıyan; karğaydada:. küçük çocukken; kargadayınan: çocukluğundan beri.

karğa- ıı, lânetlemek, ilenmek; korkutmak.

karğan ı, karı-v’ten geçen zaman partisipi.

karğan ıı, 1. yeminler savurmak; 2. lanetler okumak.

kargant-, kargan _ıı’den; karğantpay kesem tilinğdi folk. ilenç sözleri söyletmeden dilini keseceğim.

karğaşa, f. engel; sen mağa karğaşa kıldınğ: sen işimi bozdun; sen bana mani oldun.

karğat-, et. karğa –ıı’den.

karğı ı, boyunluk tasma: alğır bolso tayğanınğ, altından alıp, karğı tak ats. tazın alıcı olursa, ona altın boyunluk tak.

karğı- ıı. sıçramak, atlamak; üstünö karğıp mindi: üzerine sıçrayıp bindi.

karğıl, sesi kısık, sesi boğuk; kargıl ün: kısık ses.

kargıla-, boyunluk (tasma) takmak.

karğıladan-, hırıltı ses çıkarmak; karğıldanıp kaltırağan tabışı menen: hırıltı ve titreyen sesiyle.

karğıldant-, et. kalğıldan-‘dan.ünün karğaldanıp kaltıratıp: sesini hırıltılı ve titrek yaparak.

karğış ı, veter.

karğış ıı, lânet, ilenç; kargış tiysin.: lânet olasın.: karğış tiygen: melûn; börü karğışı koyğo cetpeyt ats. kurt ilenci koyuna dokunmaz.

karğışçı, lânetliyen.

karı ı, 1. kolun dirsekten omuza kadar olan kısmı; karı cilik: omuz, kemiği; karısı kazık, başı tokmak bulup atat: rahat yüzü görmeden, geceli gündüzlü çırpınıyor. (harf.: kolu kazık, başı tokmaktır): 2. bir metre kadar uzunluk ölçüsü (göğüsün ortasından, uzatılmış kolun parmak uçlarına kadar).

karı ıı, ihtiyar kocamış adam; curt karısı es.: aksakal (el başı).

karı ııı, f. bina krişi: putrel.

karı v, kocamak; kolum karıp kalıptır: elim kırıştı (mes, çamaşır yıkamaktan) ; çay karıp kaldı: çay bayatladı; alğanınğ menen karı: ödünç verilecek şeyler arasında saldığın ile birlikte kocayınız; (yeni evlenen kız için iyi dilek).

karı- vı = kaarı-.

karık ı = kark ı.

karık- ıı, (gözler hakkında) kardan inikâs eden ışıktan kamaşmak ve ağırmak.

karılık ı, ihtiyarlık; mıltık menen okuğaa karılık cok ats. atış ve tahsil için ihtiyarlık yoktur.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin