katık ıı: kol katık: ele yapışan hamurdur, ki bunun oğup düşürdükten sonra toplayıp küçük bir pide şeklinde pişirirler (adet olduğu üzere, gelinlik kıza bu gibi ekmeği vermezlerdi; çünkü verildiği takdirde beceriksiz olacağını zannederlerdi).
katık- ııı, katılaşmak, pekişmek, pişmek, sertleşmek; kan içip cürüp, katıkkan folk.: kan içip sağlamlaşmış.
katıkta-, yemeği yoğurtla yahut başka bir şeyle terbiye etmek.
katım, a. dn. hatim; kuran katım: (ölünün ruhun bağışlamak üzere) kur’anı hatmetme.
katın, karı (zevce), kadın, evli kadın; katın kılıp al-: karı olarak almak; katın baakı: kadına benziyen erkek: kadımsı (karakter v ehareketler itibariyle); kakçekenin katını: aşık oyununda her zaman kazanan veya aşık oyununa kendin iptılâ edercesinde kaptıran adam hakkınad böyle söylerler.
katınduu, karılı, evli; eki katınduu es. iki karılı; katınduu cerde çelek bar ats. kadın bulunan yerde kova da bulunur.
katınğkı = = katinğki.
katır ı, bk. kadır ıı.
katır- ıı, et. kat ıv’den; atın etin katırdı: ata gereği gibi talim ve terbiye verdi: antreneman yaptı.
katır- ııı, kat- v’ten et.; tün katır bk. tün ı.
katıra-, çatırdamak; kıtırdamak.
katırat-, et. katıra’dan; cılkı katıratıp tuz kemirdi: atlar kıtırdatıp tuz kemirdiler.
katırma, sütle, yağla ve yumurta ile yoğrulmuş hamurdan bir çeşit çörek.
kattaş- ıı, hep beraber kaydetmek; hep birlikte tescil etmek.
kattaş- ııı, iştirak etmek, karışmak.
kattat-, et. katta – ı, ıı, ııı – ten.
kattır, et. kat- v’ten; saan kattır-: bir hayvanı sütünden istifade etmek için vermek; cügön kattır-: oyna geçirmeye emretmek yahut bırakmak.
kattoo ı, kayit, tahrir, tescil; calpı el kattoo: umumî tahriri nüfus, sayım; kayra kattoo: yeniden tescil; mal mülkün kattoo: birisinin emlâkini hazetme.
kattoo ıı, tabaka tabaka koyma; katlama.
kattoo ııı, 1. ileri geri yürüme; 2. ziyaret; 3. münasebetler.
kattooçu ı, liste tanzim eden kait memuru; mal kattoçu: hayvanların sayısını tescil eden.
kattooçu ıı, geçip giden yolcu, geçip giden kimse; kattooçudan berip cibeer-: bir yolcu vasıtasiyle yollamak.
kattuu (rad, v) = = katuu ıı.
katuu ı, saklama, gizleme.
katuu ıı, 1. katı, sert, kaba, sert kimse, gaddar amansız bir hale gelmiş olan; katuu sın: amansız tekit; katuuu uruş: şiddetli dövüş; 2. = katuu baş hasis.
katuula-: katuulap karadı: sert sert baktı.
katuulan-, sert kudurmuş gibi olmak;; katuulanıp çakırdınğ, tansır kan, nege keldi açuunğ?: hiddetlenerek çağırdın, neye gazaba geldin, han hazretleri?
kay, müstakilen nadir kullanılan bir istifham ve irtibat zamiri (pronom) dur; kay cerde?: nerede?; kay kay cerge?; kay cakka?; hangi tarafa? nereye?; ar kay caktan: her yandan; her yerden; kay ketkeni bilinbeyt: nereye gittiği belli değil; kay birleri: bazıları, kimisi; kay kayda bolso da can akanday şarttarda bolso da: nerede ve ne gibi şartlar içinde olursa olsun.
kayaşa nazlanma; kayaşa ayt- yahut kayaşa ber-: direnmek, karşılık vermek.
kaybat, a. çekiştirme, gıybet, dedikodu.
kayberen = = kayıp eren (bk. kayıp)
kaybir = = kay bir (bak. kay).
kayçan = = kaçan.
kayçı, makas; kayçı kel-: tersine gitmek, zıddına basmak; bir taptıkı bir tapak kayçı kelet: bir sınıfın menfaatları başka sınıfın menfaatlarına taban-tabana zıddır; kayçı kuda bk. kuda; bağıbızga kayçı bk. bak. ıı.
kayçıla-, makasla kesmek.
kayçılaş-, 1. makas şeklinde çaprazlaşmak; 2. biri birine karşı varırken biri iriyle karşılaşmamak; 3. keskinleşmek, kâd bir şekil almak; tap küröşünün kayçılaşkan kezi: sınıf mücadelesinin hâd bir şekil aldığı çağ.
kayçılaştık, karşı hareket, karış koma.
kayçılaştır-, haç vari koymak (harf. makas şeklinde.).
kayçılaştıruu, işs. kayçılaştır-’dan.
kayçılaşuu, işs. kayçılaş-’tan.
kayçılat-, et. kayçıla’dan.
kayda, nerede?; kap kayda: uzakta; kap kayda bardım: çok uzaklarda idim.
kaydagı, herhangi bir yerde bulunan; kap-kaydağını aytat: allah bilsin ne söylüyor.
kaydala-, nerede diye sormak; coo kaydalap, dayar dolup kaldı ele folk.: “düşman nerede?” diye soruşturarak, hazırlık gördü.
kaydalaş-, (mes, ormanda insanlar biri birini bulmak için) biri birlerine seslenmek, bağırışmak.
kaydan, nereden; ar kaydan: her yerden her yandan; kaydan-caydan: bilmem nerden, ansızın; kaydan caydan kelgenin bilbeymin: nereden geldiğini bilmiyorum; kaydan caydan ekeni maalımsız: nereden geldiği ve ne olduğu belirsiz.
kaydı: cön kaydı, bk. cön.
kaydiğer, 1. şöyle bir, boşu boşuna, mühim bir sebep olmaksızın; im ele kaydiğer keldim: muayyen bir sesep ve iş olmaksızın şöyle bir geldim, 2. kayıtsızca, beylikçe, resmî; kaydiger kişidey süylöşösünğ: yabancı gibi konuşuyorsun, bunun sana hiçbir ilişiği yokmuş gibi konuşuyorsun; meni bir kaydiger kişidey kördünğ: bana karşı lâkayit davrandın.
kaydigerçil, es. formalist (resmiyata fazla ehemmiyet veren kimse).
kaygıluu, kederli; kaygıluu pyesa: dram (bir facia ile biten tiyatro oyunu).
kayğır-, kederlenmek; tasarlanmak; cardının calğız atı ayğır, catıp alıp kayğır. ats. züğürdün tek bir tane atı (vardır ki o da) aygırdır: şu halde yatıp kederlenmekten başka iş kalmaz.
kaygırt-, düşünmek, ihtimam etmek, endişe etmek; ertenğki iştı eşek da kaygırtkan ats. yarınki günü eşek bile düşünür.
kaygıruu, işs. kaygır-’dan
kayğısız, gamsız, düşüncesiz; kaygısız kara suuğa semiret ats. gamsız adam pınar suyu içmekle bile semirir.
kayğıt-, geniş bir dönüş yapmak (mes, atlı hakkında).
kayğuul, devriye, uç (karş. kaykool).
kayrı-, 1. (dişi deve hakkında) çiftleşirken aygır deve tarafından aşınmış olmak, kayışmak; 2. havada ve su yüzünde kaymak (mes. disk veya yassı taş hakkında); yukarıya doğru havalanmak; yukarıya uçmak (bir müddet ufkî istikamette uçtuktan sonra amûdî istikamette havalanmak); 3. iki şeyi birbirine kavuşturarak, sıkı dikişle dikmek. (iğne ardı dikmek).
kayık ı, dikiş yeri, iğne ardı dikiş.
kayık ıı, kaykık, sandal.
kayık- ııı, donmak, baygın bir hale gelmek.
kayıktır-, baygın bir hale gelinceye kadar dondurmak.
kayıl ı, a. mutabık, muvafakat eden; boyun iğen; açka, tokko kayıl bolup cürö beret: hem açlığa, hem tokluğa razı olarak geziyor (hiç aldırmıyor).
kayım ıı, a. : kıyamat kayım dn. ölülerin dirilme günü, kıyamet günü.
kayım ııı, yarış şarkısı (biri söylemiye başlar, ikincisi ona katılır ve devam ettirir); kayın aytışuu: şarkı söyleme yarışı.
kayım ıv, çala sözünün tekidir.
kayın, koca yahut karı tarafından akraba (adet olduğu üzere, bu kelime karabetin derecesini ifade eden başka bir kelime ile birlikte kullanılmaktadır); kayın ata: kayın peder, kaynata, kayın ene: kaynana; kayın ağa: kayın birader; kayın ini (yahut kayın): 1) kayın birader (eğer güveyden daha küçük ise; 2) kocasının yahut arının herhangi bir küçük akrabası.
kayında-, kızı vermek için söz kesmek, nişanlamak; katın alğan kayın dap folk. eski adetlere riayet etmek suretiyle evlendi (rayni kızın yakınlariyle anlaşarak.).
kayınduu, 1. kayınları bulunan karısı tarafından akrabaları bulunan kimse; 2 mec. evli: evlenmiş.
kayınsaak, karısının akrabalarına karşı teveccühü fazla olan.
kayıp = = kayım ı; kayıp bolup ketti: kayboldu gitti; kayıp eren (yahut keyberen yahut sade kayıp) 1) mit. dağlı geviş getiren hayvanların hâmisi; 2) bu gibi hayvanların umumî adı.
kayır ı, a. 1. hayır, sadaka. dilenciye verilen sadaka, fakire, dilenciye yardım; kayır sura-: sadaka istemek; hayrı cok: hasis, fakirlere yardım etmiyen, 2. kayır!: hoşça kalın! allaha ısmarladık.
kayır ıı: kül kayır: ebegümeci.
kayır- ııı, çevirmek, bükmek; caka kayır: yakayı indirmek; kayıra yahut kayra: geri, geriye; kayra köçüp kelgende: geri göçüp geldiği zaman; kayra tartıp aldı: geri çekip aldı; kayra kara: yeniden bakmak, tetkik eylemek; kayra kel-: geri dönmek; kayra (yahut kayradan yahut kayra baştan) kur- (yahut tüz-): yeniden kurmak yahut düzmek; kayra kuruu: yeniden kurma: yeniden inşa etme.
kayış ıı, 1. bükülmek, iğilmek; 2. birisinin derdini anlayıp hareket etmek, ihtimam göstermek; dikkat ve itina etmek; 3. direnmek; kayışıp bolboy kaldı: inat etti ve kendisine karşı hiçbir çare bulunmadı.
kayıştır-, et. kayış- ıı’den.
kayıt-, et. kayı-’dan; eki cerinen kayıt-: iki yerinden sıkı dikmek; şamalğa karap kayıt-: havaya fırlanmak (yasıs nesne hakkında); inğgen kayıt: dişiyi erkek deveye çekmek.
kaykaç, arkaya doğru kıvrılmış; barağı kaypaç: 1) (baş) parmağı geriye doğru kıvrılmış; 2) mec. iyi ustadır.
kaykala-, 1. geriye doğru iğrilmek (mes. sırta vurulurken); 2. kafayı arkaya doğru atarak, dim dik durmak; karnı ve göğüsü öne doğru çıkarmak; 3. mec. kibirli bir tavır takınmak; kaykalay bes-: kibirli bir tavırla ilerlemek; kemirçegim kaykaladı kb. kemirçek.
kaykalat-, et. kaykala-’dan; kolunğdu kaykalat: elini bük (şöyle ki parmaklar bir parça arkaya doğru kıvrılmış olsun).
kaykay-, arkaya doğru iğilmek, göğüsü öne doğru çıkararak, başı geriye atmak (gövde hakkında):
kaykı ı, 1. dağlar arasında çukur; 2. içeriye batık, bükük (el pençesi, burun hakkında); kanatı kaykı: kanatı sarkık kolu kaykık kişi: parmakları bir parça geriye doğru bükük olan kimse; kaykı; at: sırtı çukurlaşmış olan at.
kaykı- ıı: köz kaykığan talaa: ucubucağı olmıyan sahra; köz kaykığan too: gayet büyük dağ, nazarla sarılmıyan dağ; cer kaykığan cıyın: hesapsız çok kimsenin iştirak etitği toplantı.
kaymakta-1. teşekkül etmek (kaymak hakkında); 2. kaymakla terbiyelemek; 3. cer kaymaktağanda yahut cer kaymaktap bütköndö: pek çoktan, çok eski zamanlarda (harf.: arzın kabuğu, kışrı teşekkül ettiği çağlarda); cer kaymatağandan beri karata: ezelden beri.
kaymaktat-, et. kaymakta-’dan
kaymal, cinsî olgunluğa ermiş olan genç dişi deve (yani burcun (bk.) ile ayni yaşta olan deve).
kaymana, a-f. 1. hafiyen, gizlice; kaymana söz: birisinin arkasından konuşulan sözler; gıyaben çekiştirmeye usta; 2. remiz ve kinaye (allegorie).
kaynatıluu, kaynatılmış, kaynıyan; kaynatıluu şor mec. sakınılmaz felâket; kazıp koyğon oru ar, kayantıluu şoru bar folk. orada kazılmış çukur var, sakınılmaz felâket var.
kaynatıma: bir kaynatım çay: bir defa demlenecek mikdar çay.
kaynatma, kaynatılan nesne; kaynatma tuz: yemek için kullanılan tuz.
kayrak ı, (karş. bülöö) bileği taşı; bileği çarkı (tırpanlar, baltalar, ve s. için).
kayrak ıı, sulanmıyan (iska ve irva edilmiyen),yağmura muhtaç olan; kayrak cer: sulanmıya, yağmura muhtaç olan toprak; kayrak buuday: sulanmıyan topraktan alınan buğday; kayrak egin: sulanmıyan ekin; kayrak aydayt: sulanmıyacak olan toprağı sürüyor.
kayrakı = = kayrak ıı.
kayran ı, (mutat olduğu üzere, acımak edasiyle kullanılır): sevgili; kıymetli; kayran başım: zavallı başım; kayran er aramanda ketti: zavallı öldü ve gözü arkada kaldı; camanğa aytkan söz kayran ats. kötü adam söylenen söze yazık; esil kayran bk. esil.
kayraştır-1. iki nesneyi (mes. iki bıcağı) biri birine sürüştürmek suretiyle bilemek; 2. biri birine karşı köz kayraştır-: göz kırpışmak; kayraştırıp uruştu küçötkön sen boldunğ: tahrik ederek, dövüşü kızıştıran sen oldun.
kayraştırış-, biri biri üzerine kışkırtma, kızıştırma; köz kayraştırış: göz kırpışma.
kayraştıruu, kışkırtma.
kayrat ı, a. gayret, yararlık, cesaret, atılganlık; kayratı too: gayet gayretli; pek cesur; kayrat ayt-: cesaret vermek; teskin etmek; kayrat bayla-: cesaretlenmek; gayretlenmek; üydö oturuuğa kayratım çıdatpadı: o kadar heyecana geldim, ki evde oturamadım; kuru kayrat baş carat ats. boşuna gayret kafayı yarır.
kayrıl-, kıvrılmak; dönmek; yüz çevirmek; dönmek (avdet etmek; kayrılıp ket-: yolda bir yere uğramak kayrılbastan ketti: arkasına dönmeden, dönüp bakmadan gitti; yolda hiçbir yere uğramadan gitti; kanatımdan kayrıldım mec. dayangacımdan ayrıldı; kayrılıp içer aşınğa, kayırba da tükürbö ats. “kuyuya tükürme, belki suyunu içmek icap eder (harf.: dönüp yiyebileceğin aşa tükürme.)
kayrıldı (rad.), dönüş; avdet etme.
kayrılğısız, 1. geri dönmiyen; 2. fayda, talih getirmiyen, hayırsız.
kayrılış-, 1. yardım göstermek; mağa azıraak akça kayrılış: bana bir miktar para ile yardım et. 2. hayırhahlık etmek, kederi paylaşmak.
kayrılışkansı-, yardım etmek teşebbüsünde bulunmak, yardım gösterir gibi gözükmek.
kayrım, acıma; kederini paylaşma, hayırseverlik; kayrımı cok: merhametsiz, taş yürekli.
kayrımduu, hayırsever, iyi kalpli.
kayrımduuluk = = kayrım; cönököydö karılğan kayrımduuluk emes, başına tüşkön kara kündürdö kayrımduuluk: alelâde günlerde yapılan iyilik, iyilik değildir; asıl iyilik kara günlerde yapılan iyiliktir.
kayrımsız, merhametsiz, gaddar, taş yürekli.
kayrıyat, a. iyi, hariyet; iyi ki (yoksa...), bereket versin.
kayruu = = kayırma 2.
kaysa- keskin bir şeyle vurarak, ikiye parçalamak.
kaysaa, (kaysıga yerine) kaysı’dan dat.
kaysakta- = = kaysanğda-.
kaysala-, 1. şaşalamak, afallamak; kaysalap öt-: şaşkın şaşkın bakınarak geçmek; 2. kuşkulanarak yavaşça gürültüsüz yürümek (mes, karanlıkta hırsız); Akbermet ırgıp turdu emi: “karanğğıda kol salıp, kaysalağan kim?” dedi folk. Akberment sıçradı ve “karanlıkta kim geziyor bana doğru yaklaşıyor?” dedi.
kaysalanğda- = = kaysanğda- .
kaysanlat-, et. kaysala-’dan kılıç kay salat: kılıç sallamak.