A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


katarla- = = katarda-. katarlan-



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə45/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   90

katarla- = = katarda-.

katarlan- = = katardan-.

katarlant- = = katardan-; katarlantıp saldırğan meymankana tamı bar folk. sıra halinde inşa edilmiş misafir evleri vardır.

katçı 1. yazıcı, kâtip; katçı-matçı: kâtipçik; birtakım yazıcılar; 2. es. sekreter.

katçılık, 1. kâtiplik mesleği; 2. es sekreterlik.

katek, (çamaşırın kırışıklarını gidermek için kullanılan) tokaç.

katık ı, ekşimiş süt, yoğurt.

katık ıı: kol katık: ele yapışan hamurdur, ki bunun oğup düşürdükten sonra toplayıp küçük bir pide şeklinde pişirirler (adet olduğu üzere, gelinlik kıza bu gibi ekmeği vermezlerdi; çünkü verildiği takdirde beceriksiz olacağını zannederlerdi).

katık- ııı, katılaşmak, pekişmek, pişmek, sertleşmek; kan içip cürüp, katıkkan folk.: kan içip sağlamlaşmış.

katıkta-, yemeği yoğurtla yahut başka bir şeyle terbiye etmek.

katıl- ı, takılmak, dokunmak, saldırmak; baldarğa katılba: çocuklara ilişme, onlara dokunma.

katıl- ıı, saklanmak, gizlenmek.

katım, a. dn. hatim; kuran katım: (ölünün ruhun bağışlamak üzere) kur’anı hatmetme.

katın, karı (zevce), kadın, evli kadın; katın kılıp al-: karı olarak almak; katın baakı: kadına benziyen erkek: kadımsı (karakter v ehareketler itibariyle); kakçekenin katını: aşık oyununda her zaman kazanan veya aşık oyununa kendin iptılâ edercesinde kaptıran adam hakkınad böyle söylerler.

katınduu, karılı, evli; eki katınduu es. iki karılı; katınduu cerde çelek bar ats. kadın bulunan yerde kova da bulunur.

katınğkı = = katinğki.

katır ı, bk. kadır ıı.

katır- ıı, et. kat ıv’den; atın etin katırdı: ata gereği gibi talim ve terbiye verdi: antreneman yaptı.

katır- ııı, kat- v’ten et.; tün katır bk. tün ı.

katıra-, çatırdamak; kıtırdamak.

katırat-, et. katıra’dan; cılkı katıratıp tuz kemirdi: atlar kıtırdatıp tuz kemirdiler.

katırma, sütle, yağla ve yumurta ile yoğrulmuş hamurdan bir çeşit çörek.

katırt-, et. katır ıı, ııı’ten.

katış ı, 1. iştirak; 2. münasebet; uruuçluk katıştar: kabile münasebetleri; 3. bir şeye karıştırılan nesne, katım.

katış- ıı, 1. katılmak; ilâve edilmek, 2. karışmak, iştirak etmek; işke katış-: işe karışmak, iştirak etmek; zasedaniyaga katış-: celseye iştirak etmek.

katıştır-, iştirak ettirmek; köpçülüktü katıştır-: kütleyi işe iştirak ettirmek; soylooğo katışır-: seçimlere iştirak ettirmek.

katışuu, iştirak, karışma.

katışuuçu, iştirak eden, karışan; (tiyatro oyununda) bir rol alıp oynıyan; aktivdüü katışuuçu: faal bir surette iştirak eden.

katigün, esef ve hayret ifade eden kelime; emineni aytat, katigün? ne söylüyor yahu?!

katinğki, eti yağı erimiş vücutlu, zayıf, arık, dermansız.

katkaksı-: katkaksıp suusa-: pek fazla susamak.

katkanğ, kaba, kabalaşmış olan, katılaşmış olan, sert; katkalanğ ünsüz db. sağır sessiz (conson).

katkı, kahkaha; yüksek sesle gülme; kıranğ katkı külüştü: kahkahalala güldüler, katıla katıla gülüştüler.

katkıla-, kahkaha ile gülmek; katkılap kül-: yüksek sesle gülmek; gülmekten katılmak.

katkılıkta- = = katkıla-; katkılıktap kül-: kahkaha ile gülmek; yüksek sesle gülmek.

katkır-, kahkaha atmak; yüksek sesle gülmek.

katkırık, kahkaha; yüksek sesle gülüş.

katkırış-, müş. katkır-dan.

katmar, 1. sıra, tabaka, katmer; 2. götürü, beraber.

katmarla-, sıraya dizmek.

katmarluu, sıraya dizilmiş, tabaka tabaka konmuş, katmerli.

katta- ı, kaydetmek, deftere geçirmek, lisetye geçirmek, tescil etmek; kayra katta: yeniden tescil etmek.

katta- ıı, katlamak, kat kat yaparak koymak, tabaka tabaka dizmek.

katta- ııı, 1. ileri geri yürümek; 2. ziyaret etmek; bizdinğ ayılğa köp kattayt: bizim köye sık sık geliyor.

kattal-, deftere kaydedilmek, tescil edilmek; kayra kattal-: tekrar tescil edilmek.

kattaluu, kaydedilme; (kendini) listeye yazdırma; kayra kattaluu: (kendini) yeniden tescil ettirme.

kattam, a. srk. katlıâm.

kattama, tabaka tabaka yapılmış, katlanmış olan.

kattaş ı, 1. iştirak; 2. münasebetler.

kattaş- ıı, hep beraber kaydetmek; hep birlikte tescil etmek.

kattaş- ııı, iştirak etmek, karışmak.

kattat-, et. katta – ı, ıı, ııı – ten.

kattır, et. kat- v’ten; saan kattır-: bir hayvanı sütünden istifade etmek için vermek; cügön kattır-: oyna geçirmeye emretmek yahut bırakmak.

kattoo ı, kayit, tahrir, tescil; calpı el kattoo: umumî tahriri nüfus, sayım; kayra kattoo: yeniden tescil; mal mülkün kattoo: birisinin emlâkini hazetme.

kattoo ıı, tabaka tabaka koyma; katlama.

kattoo ııı, 1. ileri geri yürüme; 2. ziyaret; 3. münasebetler.

kattooçu ı, liste tanzim eden kait memuru; mal kattoçu: hayvanların sayısını tescil eden.

kattooçu ıı, geçip giden yolcu, geçip giden kimse; kattooçudan berip cibeer-: bir yolcu vasıtasiyle yollamak.

kattuu (rad, v) = = katuu ıı.

katuu ı, saklama, gizleme.

katuu ıı, 1. katı, sert, kaba, sert kimse, gaddar amansız bir hale gelmiş olan; katuu sın: amansız tekit; katuuu uruş: şiddetli dövüş; 2. = katuu baş hasis.

katuula-: katuulap karadı: sert sert baktı.

katuulan-, sert kudurmuş gibi olmak;; katuulanıp çakırdınğ, tansır kan, nege keldi açuunğ?: hiddetlenerek çağırdın, neye gazaba geldin, han hazretleri?

katuuluk, sertlik; kabalık, katılık, gaddarlık, amansızlık, merhametsizlik.

katügün = = katigün.

kauçuk, r. kavuçuk, lâstik.

kavaler, r. 1. kavalye; 2: kon: = = kavalariya.

kavaliriya, r. süvari sınıfı, süvari.

kavhar = = köör

kaviçki, r. tırnak işareti.

kay, müstakilen nadir kullanılan bir istifham ve irtibat zamiri (pronom) dur; kay cerde?: nerede?; kay kay cerge?; kay cakka?; hangi tarafa? nereye?; ar kay caktan: her yandan; her yerden; kay ketkeni bilinbeyt: nereye gittiği belli değil; kay birleri: bazıları, kimisi; kay kayda bolso da can akanday şarttarda bolso da: nerede ve ne gibi şartlar içinde olursa olsun.

kayaşa nazlanma; kayaşa ayt- yahut kayaşa ber-: direnmek, karşılık vermek.

kaybat, a. çekiştirme, gıybet, dedikodu.

kayberen = = kayıp eren (bk. kayıp)

kaybir = = kay bir (bak. kay).

kayçan = = kaçan.

kayçı, makas; kayçı kel-: tersine gitmek, zıddına basmak; bir taptıkı bir tapak kayçı kelet: bir sınıfın menfaatları başka sınıfın menfaatlarına taban-tabana zıddır; kayçı kuda bk. kuda; bağıbızga kayçı bk. bak. ıı.

kayçıla-, makasla kesmek.

kayçılaş-, 1. makas şeklinde çaprazlaşmak; 2. biri birine karşı varırken biri iriyle karşılaşmamak; 3. keskinleşmek, kâd bir şekil almak; tap küröşünün kayçılaşkan kezi: sınıf mücadelesinin hâd bir şekil aldığı çağ.

kayçılaştık, karşı hareket, karış koma.

kayçılaştır-, haç vari koymak (harf. makas şeklinde.).

kayçılaştıruu, işs. kayçılaştır-’dan.

kayçılaşuu, işs. kayçılaş-’tan.

kayçılat-, et. kayçıla’dan.

kayda, nerede?; kap kayda: uzakta; kap kayda bardım: çok uzaklarda idim.

kaydagı, herhangi bir yerde bulunan; kap-kaydağını aytat: allah bilsin ne söylüyor.

kaydala-, nerede diye sormak; coo kaydalap, dayar dolup kaldı ele folk.: “düşman nerede?” diye soruşturarak, hazırlık gördü.

kaydalaş-, (mes, ormanda insanlar biri birini bulmak için) biri birlerine seslenmek, bağırışmak.

kaydan, nereden; ar kaydan: her yerden her yandan; kaydan-caydan: bilmem nerden, ansızın; kaydan caydan kelgenin bilbeymin: nereden geldiğini bilmiyorum; kaydan caydan ekeni maalımsız: nereden geldiği ve ne olduğu belirsiz.

kaydı: cön kaydı, bk. cön.

kaydiğer, 1. şöyle bir, boşu boşuna, mühim bir sebep olmaksızın; im ele kaydiğer keldim: muayyen bir sesep ve iş olmaksızın şöyle bir geldim, 2. kayıtsızca, beylikçe, resmî; kaydiger kişidey süylöşösünğ: yabancı gibi konuşuyorsun, bunun sana hiçbir ilişiği yokmuş gibi konuşuyorsun; meni bir kaydiger kişidey kördünğ: bana karşı lâkayit davrandın.

kaydigerçil, es. formalist (resmiyata fazla ehemmiyet veren kimse).

kaydigerçilik, es. formalizm, şekilperestlik.

kaygı, keder, kaygı, gam; kayğı baş: kederli; ömrünü kaygı ile geçiren; kaygı tart-: gam çekmek.

kayğıçıl, çabuk kederlenen.

kaygılan-, kederlenmek.

kaygılant-, kederlendirmek.

kaygıluu, kederli; kaygıluu pyesa: dram (bir facia ile biten tiyatro oyunu).

kayğır-, kederlenmek; tasarlanmak; cardının calğız atı ayğır, catıp alıp kayğır. ats. züğürdün tek bir tane atı (vardır ki o da) aygırdır: şu halde yatıp kederlenmekten başka iş kalmaz.

kaygırt-, düşünmek, ihtimam etmek, endişe etmek; ertenğki iştı eşek da kaygırtkan ats. yarınki günü eşek bile düşünür.

kaygıruu, işs. kaygır-’dan

kayğısız, gamsız, düşüncesiz; kaygısız kara suuğa semiret ats. gamsız adam pınar suyu içmekle bile semirir.

kayğıt-, geniş bir dönüş yapmak (mes, atlı hakkında).

kayğuul, devriye, uç (karş. kaykool).

kayrı-, 1. (dişi deve hakkında) çiftleşirken aygır deve tarafından aşınmış olmak, kayışmak; 2. havada ve su yüzünde kaymak (mes. disk veya yassı taş hakkında); yukarıya doğru havalanmak; yukarıya uçmak (bir müddet ufkî istikamette uçtuktan sonra amûdî istikamette havalanmak); 3. iki şeyi birbirine kavuşturarak, sıkı dikişle dikmek. (iğne ardı dikmek).

kayık ı, dikiş yeri, iğne ardı dikiş.

kayık ıı, kaykık, sandal.

kayık- ııı, donmak, baygın bir hale gelmek.

kayıktır-, baygın bir hale gelinceye kadar dondurmak.

kayıl ı, a. mutabık, muvafakat eden; boyun iğen; açka, tokko kayıl bolup cürö beret: hem açlığa, hem tokluğa razı olarak geziyor (hiç aldırmıyor).

kayıl- ıı, pas. kayı- 3’ten.

kayıl- ııı, sürülmek, nefiy edilmek.

kayım ı, a. gizli, gözle görülmiyen, kayıp; közden kayım boldu: gözden kayboldu.

kayım ıı, a. : kıyamat kayım dn. ölülerin dirilme günü, kıyamet günü.

kayım ııı, yarış şarkısı (biri söylemiye başlar, ikincisi ona katılır ve devam ettirir); kayın aytışuu: şarkı söyleme yarışı.

kayım ıv, çala sözünün tekidir.

kayın, koca yahut karı tarafından akraba (adet olduğu üzere, bu kelime karabetin derecesini ifade eden başka bir kelime ile birlikte kullanılmaktadır); kayın ata: kayın peder, kaynata, kayın ene: kaynana; kayın ağa: kayın birader; kayın ini (yahut kayın): 1) kayın birader (eğer güveyden daha küçük ise; 2) kocasının yahut arının herhangi bir küçük akrabası.

kayında-, kızı vermek için söz kesmek, nişanlamak; katın alğan kayın dap folk. eski adetlere riayet etmek suretiyle evlendi (rayni kızın yakınlariyle anlaşarak.).

kayınduu, 1. kayınları bulunan karısı tarafından akrabaları bulunan kimse; 2 mec. evli: evlenmiş.

kayınğ, huş ağacı, betula; kayınğı saa-: huş ağacından usare çıkarmak (harf.: huş ağacını sağmak); kazak kayınğ saağanrda, kırgız ısar kirgen ats. kazahlar huş ağacının suyunu çıkarmakla meşgul olurlarken, kırgızlar hisara girmişler (1636 yılı hadiselerine telmihtir).

kayınsaak, karısının akrabalarına karşı teveccühü fazla olan.

kayıp = = kayım ı; kayıp bolup ketti: kayboldu gitti; kayıp eren (yahut keyberen yahut sade kayıp) 1) mit. dağlı geviş getiren hayvanların hâmisi; 2) bu gibi hayvanların umumî adı.

kayır ı, a. 1. hayır, sadaka. dilenciye verilen sadaka, fakire, dilenciye yardım; kayır sura-: sadaka istemek; hayrı cok: hasis, fakirlere yardım etmiyen, 2. kayır!: hoşça kalın! allaha ısmarladık.

kayır ıı: kül kayır: ebegümeci.

kayır- ııı, çevirmek, bükmek; caka kayır: yakayı indirmek; kayıra yahut kayra: geri, geriye; kayra köçüp kelgende: geri göçüp geldiği zaman; kayra tartıp aldı: geri çekip aldı; kayra kara: yeniden bakmak, tetkik eylemek; kayra kel-: geri dönmek; kayra (yahut kayradan yahut kayra baştan) kur- (yahut tüz-): yeniden kurmak yahut düzmek; kayra kuruu: yeniden kurma: yeniden inşa etme.

kayırçı, dilenci; boyuna istemeyi adet edinen.

kayırdin, a. başka dinde olan.

kayırduu, kayırluu 1. hayırlı, hayrı dokunan: 2. muvaffakiyetli; kayırduu bolsun.: muvaffakiyetler dilerim.

kayrılış- 1. yardım etmek; 2. hayırlı işler yapmak.

kayırım, iyilik, hayırhahane muamele, hayır severlik; hayrımı cok: hayrı yok, hayırsız, dikkatsiz (başkalarının ihtiyaçlarına).

kayırma 1. kıvırma; kayırma caka: yatık yaka; kayırma alış: suyu bir kenara çekmek için baş kanaldan çıkarılan kanal; 2. nakarat.

kayırmak, olta iğnesi; kayırmak sal: oltayı atmak, olta ile balık avlamak.

kayırmaluu: kayırmaluu süylöm = = kirindi süylöm (bk. kirindi).

kayırt- (rad.), çevirmek; geriye doğru kıvırmak.

kayış ı, kayış; caş kayış: çiğ kayış; bel kayış: belkayışı; con kayış: “kayış”: paldım.

kayış ıı, 1. bükülmek, iğilmek; 2. birisinin derdini anlayıp hareket etmek, ihtimam göstermek; dikkat ve itina etmek; 3. direnmek; kayışıp bolboy kaldı: inat etti ve kendisine karşı hiçbir çare bulunmadı.

kayıştır-, et. kayış- ıı’den.

kayıt-, et. kayı-’dan; eki cerinen kayıt-: iki yerinden sıkı dikmek; şamalğa karap kayıt-: havaya fırlanmak (yasıs nesne hakkında); inğgen kayıt: dişiyi erkek deveye çekmek.

kayıtuu, işs. kayıt-’tan; inğren kayıtuu: dişi deveyi çiftleştirme.

kaykaç, arkaya doğru kıvrılmış; barağı kaypaç: 1) (baş) parmağı geriye doğru kıvrılmış; 2) mec. iyi ustadır.

kaykala-, 1. geriye doğru iğrilmek (mes. sırta vurulurken); 2. kafayı arkaya doğru atarak, dim dik durmak; karnı ve göğüsü öne doğru çıkarmak; 3. mec. kibirli bir tavır takınmak; kaykalay bes-: kibirli bir tavırla ilerlemek; kemirçegim kaykaladı kb. kemirçek.

kaykalat-, et. kaykala-’dan; kolunğdu kaykalat: elini bük (şöyle ki parmaklar bir parça arkaya doğru kıvrılmış olsun).

kaykanğ = = kaykı.

kaykanğda-, mukaar olmak (mes. sırt hakkında); kaykanğdap cür-: sırtını çukurlaştırarak, gövdeyi arkaya atarak yürümek.

kaykanğdat-, et. kaykanağda-’dan

kaykay-, arkaya doğru iğilmek, göğüsü öne doğru çıkararak, başı geriye atmak (gövde hakkında):

kaykı ı, 1. dağlar arasında çukur; 2. içeriye batık, bükük (el pençesi, burun hakkında); kanatı kaykı: kanatı sarkık kolu kaykık kişi: parmakları bir parça geriye doğru bükük olan kimse; kaykı; at: sırtı çukurlaşmış olan at.

kaykı- ıı: köz kaykığan talaa: ucubucağı olmıyan sahra; köz kaykığan too: gayet büyük dağ, nazarla sarılmıyan dağ; cer kaykığan cıyın: hesapsız çok kimsenin iştirak etitği toplantı.

kaykıç = = kaykı ı, 2.

kaykıt-, et. kaykı- ıı’den köz kaykıtkan talaa: gözle sarılmıyan step; köz kaykıtkan sonun: göz kamaştıran dilber.

kaykıy-, 1. mukaar olmak (parmakları geriye bükülmüş olan el pençesi hakkında); 2. bir parça yukarıya doğru bükülmüş olan (burun hakkında).

kaykıyt, et. kaykıy-dan.

kaykool, keşif, istikşaf; kandan kelgen elçimin, kaykoolğo kelğen çençimin folk. handan gelen elçiyim, keşif için gelen istikşafçıyım.

kayla-, işidilmiyecek surette şarkı söylemek; sesini burnundan çıkarmak suretiyle ırlamak; güftesiz ve yavaşça bir hava tutturmak.

kaymak, kaymak; çıyılgan kaymak: kaynamış sütten toplanılan kaymak.

kaymakçıl, 1. kaymak seven; 2. (kadın hakkında) sütten çok kaymak alan.

kaymakta-1. teşekkül etmek (kaymak hakkında); 2. kaymakla terbiyelemek; 3. cer kaymaktağanda yahut cer kaymaktap bütköndö: pek çoktan, çok eski zamanlarda (harf.: arzın kabuğu, kışrı teşekkül ettiği çağlarda); cer kaymatağandan beri karata: ezelden beri.

kaymaktat-, et. kaymakta-’dan

kaymal, cinsî olgunluğa ermiş olan genç dişi deve (yani burcun (bk.) ile ayni yaşta olan deve).

kaymana, a-f. 1. hafiyen, gizlice; kaymana söz: birisinin arkasından konuşulan sözler; gıyaben çekiştirmeye usta; 2. remiz ve kinaye (allegorie).

kayna ı, (rad.) yiyecek, aş, yemek.

kayna-ıı, kaynamak, fıkır fıkır kaynamak; kanım kaynadı yahut kıcırım kaynadı: sinirlenmişim, sabrım tükendi; araktay içim kaynadı: şiddetli heyecana tutulmuşum; kumurskaday kaynağan el: karınca. kaynaşan halk (kalabalık.)

kaynam. bir çay kaynam: bir çay yahut semaverin kaynıyacak kadar zaman (vakit ölçüsü).

kaynar, yahut kaynar bulak: yeden çıkan pınar (kaynak).

kaynat-, kaynatmak; kıcırımdı kaynatpa: beni sinirlendirme. sabrımı tüketme.

kaynatıl-, pas. kaynat-’üarb

kaynatıluu, kaynatılmış, kaynıyan; kaynatıluu şor mec. sakınılmaz felâket; kazıp koyğon oru ar, kayantıluu şoru bar folk. orada kazılmış çukur var, sakınılmaz felâket var.

kaynatıma: bir kaynatım çay: bir defa demlenecek mikdar çay.

kaynatma, kaynatılan nesne; kaynatma tuz: yemek için kullanılan tuz.

kayni, kayın (karı veya kocanın biraderi).

kayp = = kayım ı.

kaypalakta-, 1. şaşkın şaşkın gözlerini oynatmak; şaşalamak; 2. yaranarak telâş etmek.

kaypı-, yüzeyine hafifçe dokunmak; kılıç kabırgamdı kaypıp ötüptür: kılınç hafifçe kaburgama dokundu; kaypıp uçuu hav. alçak uçuş.

kayra- ıı, bilemek; çalğı kayra-: tırpan bilemek.

kayra ı, bk. kayır ııı.

kayrak ı, (karş. bülöö) bileği taşı; bileği çarkı (tırpanlar, baltalar, ve s. için).

kayrak ıı, sulanmıyan (iska ve irva edilmiyen),yağmura muhtaç olan; kayrak cer: sulanmıya, yağmura muhtaç olan toprak; kayrak buuday: sulanmıyan topraktan alınan buğday; kayrak egin: sulanmıyan ekin; kayrak aydayt: sulanmıyacak olan toprağı sürüyor.

kayrakı = = kayrak ıı.

kayran ı, (mutat olduğu üzere, acımak edasiyle kullanılır): sevgili; kıymetli; kayran başım: zavallı başım; kayran er aramanda ketti: zavallı öldü ve gözü arkada kaldı; camanğa aytkan söz kayran ats. kötü adam söylenen söze yazık; esil kayran bk. esil.

kayran- ıı, bilenmek; keskinleşmek.

kayraş, müş. kayra- ıı’den; köz kayraşıp öttük: birbirimizin yanından yan bakarak geçtik.

kayraştır- 1. iki nesneyi (mes. iki bıcağı) biri birine sürüştürmek suretiyle bilemek; 2. biri birine karşı köz kayraştır-: göz kırpışmak; kayraştırıp uruştu küçötkön sen boldunğ: tahrik ederek, dövüşü kızıştıran sen oldun.

kayraştırış-, biri biri üzerine kışkırtma, kızıştırma; köz kayraştırış: göz kırpışma.

kayraştıruu, kışkırtma.

kayrat ı, a. gayret, yararlık, cesaret, atılganlık; kayratı too: gayet gayretli; pek cesur; kayrat ayt-: cesaret vermek; teskin etmek; kayrat bayla-: cesaretlenmek; gayretlenmek; üydö oturuuğa kayratım çıdatpadı: o kadar heyecana geldim, ki evde oturamadım; kuru kayrat baş carat ats. boşuna gayret kafayı yarır.

kayrat- ıı, et. kayra- ıı’den.

kayratker, a-f. gayretkeş; çabuk heyecana kapılan.

kayrattan-, gayretlenmek, cesaretlenmek, cür’et göstermek.

kayrattant-, gayrete getirmek; cesaret vermek.

kayrattu, 1. gayretli, cesûr; 2. kudretli.

kayratuuluk, cesaret, enerji, atılganlık.

kayrı = = kayır ıı; kep kayrı: karşılık vermek: itiraz etmek.

kayrıker, a-f. iyi kalpli; hayırsever.

kayrıl-, kıvrılmak; dönmek; yüz çevirmek; dönmek (avdet etmek; kayrılıp ket-: yolda bir yere uğramak kayrılbastan ketti: arkasına dönmeden, dönüp bakmadan gitti; yolda hiçbir yere uğramadan gitti; kanatımdan kayrıldım mec. dayangacımdan ayrıldı; kayrılıp içer aşınğa, kayırba da tükürbö ats. “kuyuya tükürme, belki suyunu içmek icap eder (harf.: dönüp yiyebileceğin aşa tükürme.)

kayrıldı (rad.), dönüş; avdet etme.

kayrılğısız, 1. geri dönmiyen; 2. fayda, talih getirmiyen, hayırsız.

kayrılış-, 1. yardım göstermek; mağa azıraak akça kayrılış: bana bir miktar para ile yardım et. 2. hayırhahlık etmek, kederi paylaşmak.

kayrılışkansı-, yardım etmek teşebbüsünde bulunmak, yardım gösterir gibi gözükmek.

kayrım, acıma; kederini paylaşma, hayırseverlik; kayrımı cok: merhametsiz, taş yürekli.

kayrımduu, hayırsever, iyi kalpli.

kayrımduuluk = = kayrım; cönököydö karılğan kayrımduuluk emes, başına tüşkön kara kündürdö kayrımduuluk: alelâde günlerde yapılan iyilik, iyilik değildir; asıl iyilik kara günlerde yapılan iyiliktir.

kayrımsız, merhametsiz, gaddar, taş yürekli.

kayrıyat, a. iyi, hariyet; iyi ki (yoksa...), bereket versin.

kayruu = = kayırma 2.

kaysa- keskin bir şeyle vurarak, ikiye parçalamak.

kaysaa, (kaysıga yerine) kaysı’dan dat.

kaysakta- = = kaysanğda-.

kaysala-, 1. şaşalamak, afallamak; kaysalap öt-: şaşkın şaşkın bakınarak geçmek; 2. kuşkulanarak yavaşça gürültüsüz yürümek (mes, karanlıkta hırsız); Akbermet ırgıp turdu emi: “karanğğıda kol salıp, kaysalağan kim?” dedi folk. Akberment sıçradı ve “karanlıkta kim geziyor bana doğru yaklaşıyor?” dedi.

kaysalanğda- = = kaysanğda- .

kaysanlat-, et. kaysala-’dan kılıç kay salat: kılıç sallamak.

kaysanğda- , etrafa bakınmak.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin