A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə42/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   90

kama- I, 1. çevirmek; sarsmak; kuşatmak; cılkını korooğo kama: atları ağıla kapat; 2. tevkif etmek.

kama- II, dişi kamaştırmak; tonğ alma tişimdi kamadı: ham elma dişimi kamaştırdı.

kamaara, kamaarı- , (yalnız menfi şekilde) : kamaaraba: merak etme; keler onğunan, kamaaraba: yoluna konur, hiç üzülme; kamaarabağan kişidey: yabancı ve hiç aldırmayan kimse gibi; al kamaarap da koyboyt: hiç endişe etmiyor; aslâ aldırmıyor.

kamak, tevkif, hapis; kamakka al- : muhafaza altına almak; hapse tıkmak.

kamal I, kale duvarı, sur.

kamal- II, 1. çevrilmiş, kuşatılmış olmak; 2. hapse düşmek; tevkif edilmek.

kamala- 1. sarmak, kuşatmak; her yandan hücum etmek; 2. bir çıkmaza sokmak (mes. , yırtıcı hayvanı, avı) .

kamalış- , müş. kamal II’den.

kaman, yabanî domuz.

kamaş- I, müş. kama- I’den.

kamaş- II, kamaşmak; tişim kamaştı: dişim kamaştı.

kamat- , 1. saldırmak; kuşattırmak; 2. tevkif veya hapsettirmek.

kamatuu, işs. kama- ’tan.

kambar: Kambar ata, bk. ata I.

kambıl, çevik; gayretli; itina eden; karçığa- kuştunğ kambılı folk. : atmaca- alıcı kuşların en atiğidir.

kambıldık, atiklik; çeviklik.

kamçı, kamçı; şapalak kamçı: yassı (örülmemiş) kamçı; sop kamçı, bk. sop; çonğ kamçı tar. : manapların kendilerine boyun iğmiyenleri itaat ettirmek için kullandıkları yiğit; kara alakan kamçı (destanda) : yakıcı, sert kamçı: taştap böl- : yahut kamçığa çenep böl- (yalnız destanda) : kamçı atarak (avı) taksim etmek, kamçıya göre paylaşmak; kelgenderdin baarısı kamçığa cenep bölsün de folk. : gelenlerin hepsi kamçıya göre taksim etsinler diye söyle; kamçısın çap: birisinin yardakçısı, avanesi olmak.

kamçıçı, kamçılar, kırbaçlar yapan.

kamçıla- , kamçı ile vurmak: kamçılamak.

kamçılan- , (atını) kamçı vurmak suretiyle sürmek.

kamçılant- , et. kamçılan- ’dan.

kamçılat- , et. kamçıla- ’dan.

kamçılık: çonğ kamçılık: çonğ kamçı vaziyeti (bk. kamçı) .

kamda- , hazırlamak.

kamdağay= kandağay.

kamdal- , ihzar edilmek; hazırlanmış olmak.

kamdaluu, 1. işs. kamdal- ’dan; orok kamdaluuğa tiyiş: oraklar ihzar edilmeli; 2. hazır; tam; düzgün bir durumda.

kamdan- = kamın.

kamdant- , et. kamdan- ’dan.

kamdanuu= kamınuu.

kamdaş- , 1. hep beraber hazırlamak, ihzar eylemek; 2. uzlaşmak; mutabık, uygun olmak.

kamdat- , et. kamda- ’dan.

kamduu, meşgul olan, ihtimam eden.

kamera, r. hücre, kamara.

kamğak, ruta graveolens otu; kamğaktay cenğil: (kamğak otu gibi) gayet hafif.

kamık- , 1. havasızlıktan sıkıntı hissetmek; 2. mec. küsmek; kayğırıp kamığıp: küserek ve kederlenerek

kamılğa, ihtimam; bakım hazırlama; kamılğa ce- yahut kamılga kör- : ihtimam göstermek; hazırlık tedbiri almak; cazğı aydooğo kamılğa: ilkbahar ekimine hazırlık; eç kamılğanğ cok: senin hiç bir endişen yok.

kamıltka= kamılğa; kamıltka ce- : ihtimam göstermek; uğraşmak.

kamın- , itina etmek; tedbirler almak; ihtiyat tedbirleri almak; kıştık ookatına kamınıp catat: kışlık erzak hazırlamakla uğraşıp duruyor.

kamınış- , müş. kamın- ’dan.

kamınt- , et. kamın- ’dan.

kamınuu, işs. kamın- ’dan.

kamır I, a. hamur; kamırdan kıl suurğanday: (kamurdan kıl çekip çıkarır gibi) meharetle; kolayca; fazla gayret sarfetmeksizin.

kamır II: kamır- cumur: telâş.

kamır III= kabır I.

kamır IV kon. = kamera.

kamıra- = kamaraa- .

kamırda, hamur katmak; kamırdağan et: hamurla hazırlanmış etli yemek.

kamırın: içimen kamırınıp, kubanıp kaldım: içimden sevindim (fakat bunu göstermedim) .

kamırturuş, a- f. ekmek mayası.

kamış, kamış, saz, bal kamışı: kamışa benziyen bir ot.

kamka, kemha (Çin ipekli kumaşı) .

kamkıra- , büsbütün kurumak; akzanı kamkırağan: (kazanı kurumuş) hiç bir yiyeceği olmıyan; kazanınğ manen kamkırap kal! (ilenç) : dilenci durumuna düş!

kamkor, a- f. ihtimamlı, hâmi, vasi (vasiyet eden) ; koom kamkoru: cemiyet ihtiyaçlarını düşünen; cemiyet işleriyle uğraşan.

kamkorduk, ihtimam; himaye; visayet.

kamkorluk = kamkorduk.

kamoo 1. tevkif, hapis; kamooğo al- ; tevkif etmek; muhafaza altına almak; 2. es. abluka.

kamoolo- , kuşatmak, sarmak; baştan- başa kaplamak.

kampa, f. 1. hububatanbarı; 2. değirmen kepçesi.

kampaçı, hububat anbarı müdürü.

kampanğda- , sevinerek telâş etmek.

kampay- , 1. kabarmak; şişmek; 2. mec. kibirlenmek, fodul olmak.

kampayt- , et. kampay- ’dan.

kampayuu, işs. kampay- ’dan.

kampığıy, kabarık; biçimsiz (fena dikilmiş ve boyuna göre olmıyan giyim giymiş) .

kampıy= kampay.

kampıyt- et. kampıy- ’dan.

kampıytuu, işs. kampıyt- ’dan; kalçatın kampıytuuğa kaçırat: cebini, para kesesini doldurmaya bakıyor.

kampiske, kon. = konfiskatsiya.

kampiskele, kon. = konfiskatsiyala- .

kamsamol= komsomol.

kamsı- : kamsın kamsıp sugun- : büyük lokmaları seçerek ve çok yemek.

kamsız, gamsız, kaygısız, temin edilmiş; kamsız kıl- : temin eylemek.

kamsızdandır- , temin etmek; teminat vermek.

kamsızdandırıl- , temin, sigorta edilmiş olmak.

kamsızdandırıluu, işs. : kamsızdandırıl- ’dan.

kamsızdandıruu, temin; sigorta; teminat verme; sotsiyaldık kansızdandıruu: sosyal sigorta; memleket kamsızdandıruusu: devlet sigortası; kamsızdandıruu kassası: sigorta sandığı.

kamsızdoo, temin etme.

kamsoo: gamsoosu cok cuka beşmant: ince ve eti ısıtmıyan kaftan; beşmantım etti cılıu alıp cürbösö da, ança- mınça kamsoosu bar: kaftanım pek o kadar ısıtmıyorsa da, şöyle böyle vücudumu kapatmıya yarıyor.

kamtı- , 1. birleştirmek; kamtıy karma- : iki şeyi birleştirerek kapmak (mes. iki eteği birden ele almak) ; 2. mec. bir iki lokma yemek (bir parça yemek) ; arı beri kamtıp, birdeme uurttamış bolduk da cata kettik: bir parça öteberi yedik ve yatıverdik.

kamuna, kon. = kommuna.

kamunus, kon. = kommunist.

kan I, kan; kan içen; kancığadan (yahut belden yahut tizden) kan keçir- mec. : kana garketmek; kan buu- : kanı durdurmak; kan buuğanday toktoldu yahut kan buuğanday tıyıldı: kan kesilmiş gibi, birdenbire durdu; kan kuu= kun (bk. kun 1) ; kanı içine tartkan: (hırstan, hiddetden) yüzü sarardı; korkunç çehresi var; Kan tögülgön soğuş: Kanlı muharebe; kan ıyla- : kanla ağlamak; kan cut- : şiddetli acıya duçar olmak (harf. : kan yutmak) ; içinen kan ötöt: içinden kan geliyor; kanı kas: düşmanlık besliyor, nefret ediyor; kan- canı menen kas: bütün varlığı ile nefret ediyor; aram kan: 1) veritteki kan; 2) mec. söv. leş; taza kan: sadık, namuslu; taza kan cılkı: halis kan at, kan aluuçu= kançı; ak bata, kızıl kan, bk. bata; kanı suyuk: çabuk kızan, kendini zaptedemiyen; kızgın; kanı suyuk caş bala folk. : ateşin; genç delikanlı; kanı suyuktuk: hırs; hırslılık; bittin içegisine kan kuyat: “bitin bağırsağına kan döküyor” on para için canını verir.

kan II, han: hükümdar; kan kötör tar. : han seçmek; kan takta: han tahtı; kan başı köpüröö bolso, attap öt ats. eğer hanın kafası köprü olursa (sen ona basıp geçme) üzerinden sıçrayıp geç (çünkü o gibi bir köprüye güven olmaz) .

kan- III, tatmin edilmek, kanmak; suusunum kandı: suya kandım; kana karadım: inceden inceye baktım; köz kandı: nazara hoş gelen; kepke kan- : bol bol konuşmak.

kana I, f. (müstakillen kullanılmıyor) ev, hane; işkana: iş evi, imalâthane; çaykana: çayhane; kana karap bk. karap.

kana II, 1. nerede? kitebim kana? : kitabım nerede? . 2. haniya; kana cürgülö! haydi, yürüyün!

kana III = ğana.

kana- IV, 1. kanamak; kan akıtmak; buyurbağan aşka murun kanayt ats. : mukadder olmıyan (sana ait olmıyan) yiyecek yüzünden burun kanar; 2. kan dökmek; kesmek- kırmak; kanap- butap cedi: silip süpürdü hiçbir şey bırakmadan yedi, soyup soğana çevirdi (rüşvet almak ve haraca kesmek suretiyle)

kanaat, a. tatmin edilme, azla iktifa etme: kanaat.

kanaattan- , tatmin edilmek: kanaatlanmak.

kanaattanarlık, tatmin ederlik; kanaatlanırlık; (krş. kanaattandırarlık) .

kanaattandır- , tatmin eylemek: kanaatlandırmak.

kanaattandırarlık, tatmin ederlik; tatmin etmeye müsait; tümönkü suroolordu kanaattandırarlık boluu kerek: aşağıdaki metalibi tatmin etmek lâzım.

kanaattanuu, tatmin edilme: kanaatlanma.

kanağat = kanaat.

kanakey = kana II.

kanat I, 1. kanat; temine kanat yahut temir kanat: vücudu henüz tüylerin kökleriyle kaplanmıya başlıyan kuş yavrusu; uzun kanat: Cypselidae soyundan bir nevi kırlangıç; 2. obanın kafesine (kereges’ine) gerilen bez; altı kanatak ordo folk. altı kanatlı (bezli) beyaz oba.

kanat- II, kan akıtmak: kan çıkarmak, kanatmak.

kanattaş- , biribirine yakın bulunmak.

kanattaştır- , et. kanattaş- ’tan.

kanatuu, 1. kanatlı; 2. kuş.

kanattu, işs. kanat- II’den.

kanca, çin. pipo; kanca tart- : pipo içmek.

kancar, f. hançer.

kancığa, eğerin terkisi; kancığağa bayla- : terkilere bağlamak; kol kancığa: eğerin ön kaşındaki terkiler; kancığa col: patika, keçi yolu.

kancığalan- , parçalanıp tel tel olmak.

kança, ne kadar; kaç; ar kança: ne kadar olursa.. bir kança: birkaç; çokça

kançalık, kaç; ne kadar, kançalık araket kılsak da: ne kadar çalışsak da, bütün çalışma ve çabalarımıza rağmen; alda kançlık coğoru: oldukça yüksek; bir kançalık ukabıt ötköndön kiyin: mühimce bir müddet geçince.

kançançı, kaçıncı; kançançı bet: kaçıncı sahifede?

kançı, kan alıcı (hacamatçı) .

kançık, dişi köpek, kancık.

kançoo, bir cilt hastalığının adıdır.

kanda- , 1. kan çıkarmak; 2. kana bulaştırmak.

kandağay, teke derisinden yapılan erkek şalvarı.

kadalça, (destanda) bir nevi kılıç.

kanday, nasıl; ne gibi, cakşı körgöndö da kanday! nasıl da seviyor! ; kanday da bolbolsun: nasıl olursa olsun; ne olursa olsun.

kandayça, nasıl; ne suretle.

kandayçala- : kandayçalap: nasıl, ne şekilde.

kandaylıktan, niçin, neden; neden dolayı, ne sebeple.

kadık, hanlık; kandık kur- : 1) hanlık (devlet) kurmak; 2) hanlık etmek, hüküm sürmek.

kandım, 1. tatmin edilmiş olan; 2. tatmin etme.

kandır- , tatmin eylemek; teskin etmek.

kandırak= kaldırak.

kandidat, r. namzet, aday; parti yağa kandidat (konuşma dilinde mutat olduğu üzere: kandidat partiya) : parti adayı, namzedi.

kandidattık, namzede ait, müteallik, mensup; kandidattık staji: namzetlik stajı.

kandidattura, r. namzetlik.

kanduu I, 1. kanlı; taza kanduu mal: halis kan hayvan; eski kanduu kişi: muhafazakâr, eski fikirli adam; 2. çok kan dökülmesine sebep olan çok kan döken; kana bulaşan.

kanduu II, hana malik olan; kanduu curt: hanı olan millet.

kanet, bk. kant II.

kanğ, bitiştirme, lehim yeri (tenekeden yapılan nesneler hakkında) ; çaka kanağınan çığıptır: kova lehim yerinden kopmuştur.

kanğda- , lehimlemek, perçinlemek (tenekeden saçtan yapılan eşya hakkında) .

kanğdat- , et. kanğda- ’dan.

kanğdoo, işs. kanğda- ’dan.

kanğğı I: kanğğı baş yahut başı kanğğı: yarı aklını kaybeden; yarı deliren; şaşalıyan.

kanğğı II= kanğkı.

kanğğıl, lagar at.

kanğğır- , yersiz- yurtsuz dolaşmak; durak ve sığınağa malik olmak.

kanğğıra- , 1. çınlamak (kof madenî nesne hakkında) ; büsbütün boş olmak; başım kanğğırap oorup turat: başım çınlıyor (şiddetlice ağrıyor) ; üy kanğğırap boş kaldı: ev bomboş kaldı; 2. afalamak, şaşırmak.

kanğğırat- , çınlatmak.

kanğğırt- , et. kanğğır- ’dan; kanğğırtıp aram öltürbö; folk. onu sığınaksız bırakıp boşuna ölmesine sebep olma!

kanğılcaar = kenğilceer.

kanğıltak, sert, teyeltisiz (eyer hakkında)

kanğıltır, 1. saç safha halinde olan demir) ; teneke; 2. teneke kutu, saç parçası 3. bir balığın adıdır.

kanğıra- = kanğğıra; kanğırap başım manğ bolup, ne kılarım bilbedim: büsbütün şaşırdım, ne yapacağımı bilmedim.

kangırık, söylemesinde ve işitmesinde sakatlık, eksiklik olan (hımhım) kimse; kangırığı tütöp ketti: 1) burun içi kurudu; 2) mec. o şaşırdı.

kanğırış: kanğırış uk: gereği gibi duymamak; iyi işitememek; katın kalb aytpayt, kanğırış uğat ats. : kadın yalan söylemez, yalnız sonuna kadar dinleyemiyor (eski hayatta ev işleri ile meşgul olan kadın erkeklerin konuşmalarına kulak vererek, ancak bir kısmını duyardı) .

kanğırsı- , fena korkmak.

kanğırt- : kanğırt uğulat : (uzaktan) azıcık duyuluyor; kanğırt tabış: uzaktan gelen, boğuk ses; kanğırt- kunğurt: gayet az işidilen (uzaktan gelen boğuk ses) .

kanğk, taklitlik sözdür: kanğk dedire sal- tokat aşketmek; şiddetlice vurmak.

kanğkanda- , dimdik durmak, görünmek (herhangi bir harekette bulunan nesne hakkında) .

kanğkandat- , et. kanğkanğda’dan.

kanğkay = kanğkıy.

kanğkı: ak kanğkı eyer: (ön kaşı geniş olan) Moğol eyeri.

kanğkılda- , inlemek (köpek yavrusu hakkında) , çığlık koparmak.

kanğkıy- , sivrilip, upuzun olup durmak (boyu uzun ve sıska hakkında) ; kanğkığan boz at: iri yarı (zayıf boz at; kanğkıyğan üy: boş ve gari meskûn ev.

kanğkor = kankor.

kanğkuu, sinsi kinaye, istihzahlı ima, telmih; ooruda çançuu caman ats. hastalıkta sancı fena, konuşmada sinsi telmih fenadır.

kanğkuula- , ağız aramak; bilmezlikten gelerek, öğrenmeye çalışmak; meni kanğkuulaba: beni sorguya çekme (soruşturduğun şeyi kendin de çok iyi biliyorsun) ; akırın kanğkuulap surap kör: dolambaçlı yollarla soruşturup bak.

kanğşaar, yayıntılar; lâkırdılar; şayia; heyecan uyandırıcı haberler; emine kanğşaar bar? : ne haberler var? ; ne var, ne yok?

kanğşaarla- , yayıntılara dayanarak hareket etmek.

kanğşıla- , iniltili sesler çıkarmak (köpek yavrusu hak.) çığlık koparmak, feryadı basmak.

kanğşılat- , et. kanğşıla- ’dan.

kanğtar I, 1. naz: kapris; 2. kurum; caka satma.

kanğtar- , II, 1. içini dışına çevirmek; evirip çevirmek; 2. velveleye vermek; 3. (başını iğmemesi için) hayvanın dizginini eğerin kaşına yahut atın yelesine bağlamak; tizginin eyerininğ başına kanğtarıp turup: dizginini eğerin kaşına bağlayıp; kuday kanğtarğan: işlerinde daima muvaffak olmıyan (başlıca her zaman ziyafete geç kalan kimse hakkında) .

kanğtarğa, binek hayvanı bağlama tarzlarından biridir (dizgin eğer kaşına, at eğersiz ise, yelesine bağlanır) .

kanğtarğalık, yahut kanğtarğalık cal: atın yagrısındaki bir tutam yelesi.

kanğtarğaluu, kantarğa usuliyle bağlanmış (bk. kanğtarğa) .

kanğtarıl- , 1. içi dışına çevrilmek; tersine çevrilmek; 2. alt üst edilmek; rahatı kaçırılmak.

kanğtarılt- , et. kanğtarıl- dan.

kanğtarma, 1. içi dışına çevrilmiş; 2. alt üst edilmiş; kanğtarma aydoo: don yeri sürme; küzdük cana kanğtarma aydoo: güzün don toprağı sürme.

kanğtart- , et. kanğtar’dan.

kanık I, 1. tatmin edilmiş: kanmış; 2. alışık; işi kavramış; işten anlıyan; arkıberki işke kanık bolup kalğan: her türlü işlere alışmış artık; uuruğa kanık yahut kanık uuru: hırsızlığı kendine meslek edinen hırsız; sabıkalı.

kanık- II, alışmak; közü katka kanıkkan: gözü yazıya alışmış, çabuk okuyabiliyor.

kanık- III, kin beslemek; ateş püskürmek.

kanıkey; kanıkey balpıldak bk. çım I.

kanimet, a. ganimet, fırsat; ubaktı kanimet bilip: fırsatı ganimet bilerek; zamanı münasip sayarak.

kaniyek, r. konyak.

kaniyet = kanimet.

kankor, k- f 1. kan içen, hunhar; yırtıcı; 2. kırgız bahadırlarının sık sık tesadüf edilen müsbet sıfatıdır.

kanoo, (Rad.) harp ganimeti; ganimet.

kansar- , kudurmak; tehavvüle gelmek; hiddetden benzi atmak; kansarıp açususu keldi: hiddetinden kudurdu.

kansart- , et. kansar- dan.

kansıra- , kansızlanmak; fazla kan akıtmak.

kansırat- , et. kansıra- ’dan; cazıksızdardı kansıratkan karakçılar: masumların kanını döken hırsızlar, soyguncular (müellif burada “karakçılar” ı “katiller” diye anlatmış ise de, bizzat kendisi bu kitapta “karakçı” sözünü yalnız “soyguncu” , “şaki” diye tercüme etmiştir; M.)

kansorğuç, kan içen; hunhar.

kansorğuçtuk, hunharlık.

kansup = kansurup.

kansurur, f. kaba bez (kalikot) .

kant I, a. şeker; maşine kant: kesme şeker.

kant- II, kanet (t sesi yumuşak telâffuz edilir) nasıl hareket etmek; ne yapmak; attı kantti? : atı ne yaptı? at hakkında nasıl hareket etti? atı nereye koydu? ; kanter eken? : nasıl hareket eder, acaba? ne yapar dersin? nereye koyar? kantem? : ne yapmalıyım? nasıl hareket etmeliyim? nereye koymalıyım? ; kantip yahut kanettip: nasıl, ne suretle?

kantala I, f. tahtakurusu.

kantala- II, kızarmak, morarma (mes. kamçı ile vurmaktan vücudun kızarması) .

kantıraban, kon. = kontrabanda.

kantirabançı, kon. = kontrabandist.

kantırak, kon. = kontrakt.

kanton, r. tar. bir idarî birliktir.

kantonduk, tar. “kanton”a mensûp; kantonduk komitet: “kanton komitesi.”

kantor, kon. (tus. “kontora”dan) yazıhane, büro, idarehane.

kantraban, r. kaçakçılık, kaçak mal.

kap I, 1. kap hecesiyle başlıyan sözlere takviye için katılır; kapkara: simsiyah; kap kaydağı: Allah bilsin neredeki, Allah bilsin nasılr; kap karanğı: zifiri karanlık; kap kaçankı: çoktanki; çoktan geçen; 2. bazan kap hecesi başka türlü hecelerle başlıyan sözlerin önüne de katılır, bk. meselâ, kaporto.

kap II, f. esef, hayret, tekdir, tehdit ifade eden nidadır; kap seni: vay seni, ben sana gösteririm, nah sana, kap, ketkenin karaçı: baksana, aksi gibi gidivermiş; kap saa kılbasam: senin hakkından gelmezsem, ben, ben olmayayım. işte senin hakkından geliyorum; kap kap! : vay, vay! Allah mustahakkını versin!

kap III, 1. yanlarında iki tane kulağı olan geniş çuval (karş. zumbal) ; 2. kutu; zar; kın; kiteb kabı: kitap çantası; eyerdinğ kabı: eğer örtüsü; çaynek kap: çaydanlık torbası; kaşık kap: kaşık kesesi; piyala kap: fincan kesesi; tize kap: dizlik (kocakarıların kışın giydikleri diz örtüsü) ; cürögü ketti kabınan folk. : yüreği oynadı.

kap- IV (girundifi kaap’tır) kapmak, elle yakalamak, ağza almak, dişlemek; it kaptı: köpek ısırdı.

kapa, f. 1. sıkıntılı; boğucu; üydünğ içi kapa eken: evin içi sıkıntılı imiş; 2. keder, can sıkıntısı, kederli, müteesir; kapa aç yahut kapa caz- : eğlenmek; keder dağıtmak; kapası cok, könğülü şat: kederi yok, gönlü hoş.

kapak= kabak II.

kapal, keder; tasa; kapalınğ tartıp: senin hasretini çekerek, seni özliyerek.

kapala- , I. havada sıkıntıyı mucip olmak; 2. teessürü mucip olmak.

kapalan- , kederlenmek; müteessir olmak; özlemek; hasretini çekmek.

kapalat- , kederlendirmek; müteessir eylemek.

kapaluu kederli; küskün; özliyen; canı sıkılan.

kapar, suur; kabarımda cok: aklımda değil, düşünmedim, tasavvur bile etmedim, aklımdan bile geçmedi; tük kabar kılbayt: hiçbir şey hakkında düşünmüyor, meşgul olmuyor, ehemmiyet vermiyor; eçtemeden kabarı cok uktap catat: hiçbir şeyden haberi yok rahat rahat uyuyor.

kaparsız, gafil; gamsız; kaparsız catat: hiçbir şey hakkında düşünmüyor; aklına bile gelmiyor.

kapas, f. kafes (kuşlar için) .

kapçaç= kep çaç (bk. kep II) .

kapçığay, argidal, boğaz, dağ geçidi; dağ yolu; dar ve uzun dağ deresi.

kapçığayluu, dereli, boğazlı, geçitli (dağ) ; derelerle dolu olan.

kapçık 1. çuval; torba; 2.mec. karın, kursak; kapçığı çıkkan: büyük karınlı; kapçığı çığıptır: yemiş, göbek salmış.

kapçıt = kapşıt.

kapıl, a. gafil, kaygısız; kapılda: boşuna, boş yere.

kapılet = kapilet.

kapılıstan, bk. kapıs.

kapır, a, kâfir, dinsiz çok tanrıya inanan (polytheiste) atanğ kapır bolso enenğe bıçak ber ats. baban kâfir olursa, annene bıçak ver,

kapırçılık, kâfire mahsus olan bütün bütün evsaf.

kapırdık, dinsizlik; kâfirlik.

kapıs (yahut kapıstan yahut kapısınan yahut kapılıstan) ansızın; beklenilmeden; kapıs cerden çığa kaldı: beklenilmiyen yerden (zamanda) çıkıverdi; bir tün kelip kapısınan karakçılar kaptağan: bir gece ansızın soyguncular bastıllar.

kapıskı, beklenilmeyen.

kapıstan, bk. kapı.

kapıya = kupuya.

kapıyala-, kışkırtmak, fitil vermek.

kapıytal kon. = kapital.

kapilet, a. 1. gamsızlık, gaflet, kapilet uykusu: gaflet uykusu daha ör. bk. kadiktüü); kapiletten: ansızın; bilmeyerek; 2. folk: fâni (dünya hakkında).

kapir = kapır.

kapital, r. sermaye .

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin