A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə51/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   90

kıyanğkı, 1. hırçın; 2. mec. baltalayıcı.

kıyap, 1. = = tap v; kuş kıyabına keldi: alıcı kuş lâzım olan talim ve terbiyeyi gördü; 2. usul, yol; kıyabın taap bek karmap folk. çaresini bularak, sağlam kaparak.

kıyapat ı, a. görünüş, kıyafet, çehre.

kıyapat ıı = = kılapat.

kıyapatta- = = kılapatta-.

kıyar ı, tecrübeli, çevik, kurnazca; işini bilen, «pişkin»; köptü körgön kıyar: görmüş-geçirmiş.

kıyar- ıı, olmaya (olgunlaşmaya) yaklaş-mak, kızarmak.

kıyardan-, kurnaz, çaresaz olmak.

kıyaz, a.: iştin kıyazı şunday: işin gidişi öyledir; kıyazı anın işi cakşı körünöt: anlaşılan, onun işi iyi gidiyor.

kıyçalış ı, yan yoldan yürüyen, bir yana sapan; kıyçalış öt: birbirine karşı gittikleri halde karşılaşmamak.

kıyçalış- ıı, 1. = = kıyçalışta-; 2. mec. kırıtarak (yan gözle) bakmak, işve yapmak.

kıyçalışta-, yan yoldan gitmek, bir yana sapmak, önceden düşünülen yoldan gitmeyip de başka yoldan gitmek; işim kıyçalıştap turat: işlerim karışmıştır, işlerim fena gidiyor.

kıyçalıştır-, et. kıyçalış-‘dan; iştin kaysı cakka kıyçalıştırğanınğdı aytçı!: işi hangi tarafa çevirdiğini söylesene!

kıyçılda-, gıcırdamak, kıtırdamak, diş gıcırdatmak.

kıyçıldat-, et. kıyçılda-‘dan; kışkı coldu kıyçıldatıp: kışlık yol boyunca gıcırdatıp giderek.

kıydı, kurnaz, hilekâr, işini bilen; kıydı neme, teep albasın: (bu at) işini bilenlerdendir, sakın ayağiyle vurmasın (tepmesin); kıydı bala: kurnaz çocuk.

kıydık: ooduk-kıydığı cok: fazlası-eksiği yok; nanıbız bir biribizdikinen ooduk-kıydığı cok, akmattın nanı saal çukarak eken: hepimizin pidelerimiz birbirine müsavi ancak ahmedin pidesi bir parça ince idi.

kıyğa-: kıyğap: çarpık; yandan; kıyğap ağıp catkan suu: yandan akmakta olan nehir (mes. dağ yamacı boyunca); kıyğap öttük: çaprazlamasına katederek geçtik.

kıyğaç, 1. iğri, çarpık, bükük; kıyğaç kaş: kavis gibi (güzel) kaşlar, kaşları bu şekilde olan kimse; közdün kıyğaçı menen karap koydu: yan baktı; 2. yarı dönerek.

kıyğaçtan-, başı kaldırmadan bakmak; kırıtarak, kurnazca bakmak; kıyğaçtanıp külümsürö: kırıtarak gülümsemek; 2. yarım dönerek durmak.

kıyğaçtat-, yarım dönmüş vazşyette koymak.

kıyğak, yahut kıyğak çöp, 1. yaprakları-nın kenarları keskin olan bütün otlar; 2. yapraklarının kenarları keskin olup, hayvanların dillerini kesen ve lâtince adı carex olan bir sulak yer otu.

kıyğaktuu, 1. kıyğak biten yer (bk. kıyğak); 2. kesen; keskin.

kıyğansı-: nike kıyğansıp folk. kendini evlenmiş gibi tasavvur ederek, nikâhlılık taslamak.

kıyğas = = kıykas.

kıyğıl, ekşimtırak; kımız içpes eleman kıyğıl suuğa zar bolup folk. vaktiyle kımızı bile beğenmeyen eleman, bugün ekşimtırak suya muhtaçtır; kıyğıl-kıçkıl bk. kıçkıl.

kıyğıy = = kıyt ıı.

kıyı-, giyime süs dikmek; barkıt kıyı-: kadife ile süslemek.

kıyık ı, 1. (kumaş) kesintileri; 2. kesik yeri: yarık; bitişme yeri; közünün kıyığı menen karadı: gözünün ucuyla baktı; kıyık göz: dar gözler; kaymaç gözlü; sözdün kıyığın keltirip ayttı: yerinde söyledi; münasip zamanda söyledi; 3. (destanda) atış müsabaka-ları sırasında üzerine cambı (bk.) ‘nın bağlandığı iplik (atıcının gayesi bu ipliğe değdirmek olurdu).

kıyık ıı, 1, inatçı, söz dinlemez, harın; … 2. inat; kıyığına tiybe: onu kızdırma, hırslandırma! çın kıyığım karmasa folk. eğer ben kendi fikrimde israr edersem.

kıyıkta-, incitmek, kızdırmak, küçüm-seyerek bakmak.

kıyıktan-, 1. inat etmek, direnmek; 2. hiçbir şeyi anlamıyacak yahut hiçbir nasihat ve öğütlere kulak asmıyacak hale gelmek suretile şuur ve aklını kaybetmek; zil-zurna sarhoş olmak (bulut gibi olmak).

kıyıktanğansı-, inat eder gibi görünmek, sahte tavırlar takınmak.

kıyıl- ı, 1. kıyılmak, ufak-ufak doğralmak; 2. çarpık kesilmek, iğrilmiş olmak; kıyılğan kaş = = kıyğaç kaş (bk. kıyğaç); 3. direnmek, muvafakat etmek; kıyılıp turup berdi: istemiyerek epey direndikten sonra verdi.

kıyıl- ıı, kenarları bir şey tutulmuş olmak; kunduz menen kıyıl-: susamuru derisile süslenmiş olmak; şımdın eki canı kök menen kıyılğan: pantalonun iki yanı geniş mavi şeritle süslenmiştir.

kıyıl- ııı, pas. kıy- ıv’ten; nike kıyıldı: nikâh kıyıldı.

kıyılt-, et. kıyıl- ı, ıı, ııı-‘ten.

kıyın, 1. güç (zor); kıyın iş: güç, müşkül iş; kıyın col: zor yol; kıyın abal: zor vaziyet; kıyın-kıstoo bk. kıstoo; kıyın kısım bk. kısım; 2. usta, cesûr, kuvvetli, kıyın cigit: usta çevik delikanlı, cesûr yiğit; kıyın moldo: büyük hoca; 3. pek; pakta abıdan kıyın çıktı: pamuk gayet iyi yetişti, mahsûl verdi.

kıyınçılık, güçlük, müşkülât.

kıyında-, güç olmak, katmerleşmek, mudilleşmek.

kıyındal-, (manaca) = = kıyında-.

kıyındat-, güçleştirmek, zorlaştırmak, mudilleştirmek.

kıyındık, güçlük, zorluk.

kıyınsı-, kuvvetlilik veya cesaret tas-lamak.

kıyır-, 1. kenar, uç, sınır; uçu-kıyırı cok: ucu-bucağı yok; hudutsuz; kıyır-kıyırda: memleketin kenarlarında; kıyırğa danğı çıktı: meşhur oldu; geniş bir şöhrete malik oldu, tanındı; kıyırı orğuçtandı: kudurdu: taşkınlık etti; 2. (bu manayla daha fazla kıyır-tuuğan) hısım-akraba (uzaktan yahut ana tarafından) 3. kıyır aykındooç gram. complement indirect, mef’ulü gayri sarîh.

kıyırçık, torunun çocuğunun çocuğu (kız tarafından).

kıyırda-, (ordo oyununda) aşığı o suretle vurmaktır, ki vuruş neticesinde o, dairenin merkezini geçerek değil, yandan gider; çükönü kıyırdabay at!: aşığı yana vurma!

kıyış ı, birleşme; pekitme; sözündö bir kıyış cok yahut sözünün kıyışığı cok: sözünde rabıta yoktur; coş kıyış: karşılıklı muzaheret, karşılıklı yardım.

kıyış- ıı, müş. kıy- ıı’den; kıyışıp turğan kılık emes: yakışan hareket değildir (fena iş).

kıyış- ııı, müş: kıy- ııı’ten; bir birine kıyışğan cok: hiç biri kendi fikrinden vazgeçmek istemedi; kıyış pağan tuuğandalar: başkalarına karşı elbir-liğiyle karşı duran akrabalar.

kıyış- ıv, müş. kıy-‘dan.

kıyıştır-, uydurmak: uygun getirmek: kıyıştırıp süylö-: düzgün söylemek; ep kıyıştır-: çaresini bulmak; kolayını bulmak; ustalıkla işin içinden çıkmak.

kıyıt-, 1. et. kıy-‘dan; kıyıtıp kara: sezdirmeden bir göz atmak, şöyle bir bakmak; kıyıtıp söz ayt-: imalarla söylemek, söze uzaktan başlamak; kıyıtıp ayttım ele, bilbedi: imalarda bulundum, fakat anlamadı; 2. = = kınğıt-: kıyıttı işin kudayım folk. allah onun cezasını verdi; onun bütün işleri arzularının tersine gidiyor.

kıykanğ, dağ çukuru (küçük deresi).

kıykanğda-, büzülmek ve yerinde oynatıp durmak, kıçını oynatmak.

kıykanğdat-, et. kaykanğda-‘dan; arık atın kaykanğdatıp kele atat: kötü atın kıçını oynatarak gelmektedir.

kıykas, baştan-başa; cıynoo önöktügü kıykas cürüp catkan kez: her yerde ekin toplama gayretinin devam ettiği çağ.

kıykay-, gayet zayıf görünüşte bulunmak: iskelete benzemek.

kıykılda-, boğuk ses çıkarmak (mes. boğazı tıkanmış adam hakk.); zor ve boğuk bir surette solumak.

kıykıldat-, et. kıykılda-‘dan; kekirkekten alıp kıykıldattım; gırtlağına yapışarak hırlattım; kozunu kıykıldatıp zorğo cetelep keldim: (sürüklendiğim za-man) hırlayan kuzuyu zor getirebildim.

kıykım, kesintiler, ufak parçalar; kıldan kıykım tap-: her şeye takılmak, kusur aramak.

kıykımda-, 1. ufak kesintileri, parçaları seçmek; 2. çatmak (mes. kavga ve dövüş için bahane aramak).

kıykır-, haykırmak, bağırmak, üzerine bağırmak; kıykırıp okuu: yüksek sesle okuma.

kıykırçak, haykıran, bağırgan; büğürgen.

kıykırık, bağırış.

kıykırış-, karşılıklıca seslenmek; birbirini arayıp seslenmek.

kıykırt-, et. kıykır-‘dan; kıykırtpay basıp aldı emi folk. bağırtmadan bastı.

kıykıruu, işs. kıykır-‘dan.

kıykuu, turna sesini taklittir.

kıykuula-, bağırmak (turnalar, ve nadir olarak ta, başka kuşlar hakkında).

kıykuulaş-, müş. kıykuula-‘dan.

kıyla, f. çok, oldukça çok, hayli; kıyla cer: epey yer, oldukça uzak; kıyla ubakıt boldu: epey zaman geçti; bir kıylası: mühim bir kısmı, onlardan birçokları; kızıl kekirtek kıyla cerge sekirtet ats. açlık her şeyi yaptırır (harfiyen.: kırmızı gırtlak, birçok yerlerde sekmeye mecbur eder).

kıylan- = = kıynal-.

kıylant- = = kınalt-.

kıyma, çarpık kesilmiş; kıyma kaş bk. kaş ı, kıyma caka: bir çeşit yaka; kıl kıyma: 1) gayet keskin (kılı yaracak derecede keskin); 2) kad. yabanî domuz.

kıymala-, ufak doğramak; yarmak.

kıymıl, hareket, tempo.

kıymılsız, hareketsiz, hantal ağır kımıldayan.

kıymılsızdık, hareketsizlik; ağır kımılda-ma.

kıyna-, tazip etmek, eziyet etmek.

kıynal-, azap çekmek.

kıynaldır-, azap vermek.

kıynalt-, et. kıynal-‘dan.

kıynaluu, işs. kıynal-‘dan.

kıynoo, azap verme.

kıypıçıkta- = = kıypıy-.

kıypılıktat-: kirpiğin tez-tez kıypılıktatıp: gözlerini (harfiyen: kirpiklerini) hızlıca kırparak.

kıypıy-, dar ve kaymaç olmak (gözler hakkında); tanoosu tar, közü kıypıyğan çap caak: ince burunlu, kaymaç gözlü, uzun yüzlü.

kıyra-, yıkılmak, kırılmak, parça parça olmak; kayrap kal-: perişan olmak.

kıyrağısız, yıkılmaz; elderdin kıyrağısız dostuğu caşap cana kenğip catat: milletlerin dostluğu yaşıyor ve genişliyor.

kıyrak, aksayarak yürüyen ve ağrıyan bacağının dizini tutan adam.

kıyrakan, helâk, perişani; kıyrakanı çıktı: yıkılmış, yağma edilmiş olarak.

kıyranğda-, hareketlerinde, kemikleri çıkık duran zayıf kimseye benzemek; iğrilmek (mes. harekette bulunan araba tekerleğinin ve zayıf sarhoşun sallanması gibi).

kıyranğdat-, et. kıyranğda-‘dan.

kıyraş-, müş. kıyra-‘dan.

kıyrat-, tahrip etmek, kırmak, parça parça etmek, tarumar eylemek.

kıyratkıç, tahripkâr.

kıyaratıl-, tarumar edilmek, tahrip edilmek.

kıyratıluu, işs. kıyratıl-‘dan.

kıyartuu, tahrip, tarumar etme.

kıyray- = = kıykay.

kıysın = = kıyşın.

kıyşalanğda-, kırılıp büzülmek.

kıyşalanğdat-, et. kıyşalanğda-‘dan.

kıyşalanğdatuu, işs. kıyşalanğdat-‘tan.

kıyşalanğdoo, kırılıp büzülme, sahte hareketler.

kıyşanğ, sapma; onğ kıyşanğ: sis. sağa sapma.

kıyşanğda-, iğrilmek, bir yana yatmak; kıyşanğdabastan: sarsılmadan, sağlam olarak.

kıyşanğdat-, iğrilmek, bükmek.

kıyşanğdatuu, iğrilme.

kıyşanğdoo, işs. kıyşanğda-‘dan.

kıyşay-, iğrilmek, iğilmek.

kıyşayt-, iğiriltmek, bükmek.

kıyşaytuu, iğme, iğiriltme.

kıyşayuu, işs. kıyşay-‘dan; onğ cakka kıyşayuu: 1) sağ tarafa iğrilme; 2) sis. sağa sapma.

kıyşayuuçu, iğrilen, bir yana yamık olan.

kıyşayuusuz, sebatla; bizdin küçübüz arı karay da kıyşayuusuz ösö beret: bizim kudretimiz bundan böyle dahi durma-dan büyüyecektir.

kıyşık, iğri, yamık; şapkesin kıyşığınan kiydi: kalpağını iğri giydi.

kıyşın, elverişli fırsat, sebep, bahane; sözdün kıyşını kelip kaldı: söz arasında münasebet çıktı; kıyşını cok cerden uruşasınğ: hiçbir sebep yokken atılıyorsun; kekenerdik kıyşın cönü barbı ele?: küsmek için bir sebep ve bahane var mıdır?

kıyt ı, güç beğenir, alıngan, çabuk kızan, alınganlık, çabuk kızmaklık; kıyt et-: birden bire alevlenmek, hiddetlenmek, kırılmak (muğber olmak); bat ele kıyt ete kalat: çabucak ve hiç bir sebepsiz küsüyor; bat ele kıy dey tüştü: birden-bire alevlendi (hiddetlendi); kıyt etmek bk. etme.

kıyt ıı, haykırış, haykırma; ayt degende kıyt koyğon folk. bağırdı ve haykırdı.

kıytuu, karakuş için çağırma nidası.

kıyuu ı, işs. kıy- ıı’den.

kıyuu ıı, işs. kıy- ııı’ten; öz canın emine üçün kıyuuğa dayar ekendigin sonun bilişet: hayatlarını niçin feda etmeye hazır bulunduklarını onlar çok iyi biliyorlar.

kıyuu ııı, işs. kıy- ıv’ten.

kıyuu ıv, 1. kürkün eteğine, teğelti ve yorgan kenarına dikilen parça; 2. çare, yol; kıyuusun keltirem: rabıtalı konuşuyorum; kıyuusu menen taptım ğo azimkandın aylasın folk. ustalıkla azimhan’ın hilesinin farkına vardım.

kıyuula- = = kıyı.

kıyuulat- = = kıyıt-.

kız, kız, kızcağız, olgun kız, babsının kızı, gelinlik kız; kız al-: kızla evlenmek; septüü kız, bk. septüü; eptüü kız, bk. eptüü; 2. kız belgisi: kızlık beldeği, bekâret; kız belgisinen acırat-: kızlığını bozmak (izalei bikir); kız kuduruu: 1) bir düğün adetidir, ki bu adete göre, güvey fena ata binerek, iyi bir ata binmiş kızı kovalar; 2) bir oyundur: oynayanlardan biri bir taşı atar (kız kaçırat), başka birisi ise, o taşın peşinden başka bir taşı atar (kız kuudurat); kız kırkın: toplayıcı bir tabirdir, ki kızlar, kız çocuklar demektir; kız kırkını menen keldi: bütün kızlarıyla birlikte geldi; karı kız 1) unutmabeni çiçeği; 2) bir çeşit ot, seteria viridis (?); kız teke, bk. teke ı; kız talak bk. talak; kızdın balasınday: (harfien: kızın çocuğu gibi) gayet güzel.

kızalanğda- = = kızanğda-.

kızamık, kızamık (hastalık).

kızanğda-, 1. kızarmak, kızmak, hırslanmak, darılmak, kendini hakarete uğramış saymak; 2. gözükmek (giyimi veya ayakkabının yırttığından gözüken ten hakkında); soğonçoğu kızanğdap cüröt: (yırtık çizme giyerek) ökçesi meydanda; eti kızanğdap körünüp cüröt: teni kızarıp gözüküp duruyor (elbisesi yırtık pırtık).

kızanğdaş-, müş. kızanğda-‘dan.

kızanğdaşuu, kızma, hırslanma durumu.

kızar-, kızarmak, bir parça kızarmak; tokoçtoy kızar-: çörek gibi kızarmak; kün kızarıp çıkkanda: güneş kızarıp çıkarken; daha ör. bk. sar-.

kızaranğda-, sinirlenmek, kızmak, hiddetlenmek, hırslanmak.

kızarınğkı, kızılca, kırmızıya çalan; hafifçe kızarmış olan.

kızarış-, 1. kızarmak (birkaç kişi hakkında); 2. kızışmak, hiddetlenmek, horozlanmak; eköönğ emine kızarıştınğar?: ikiniz neden birbirnize karşı kabardını?.

kızart-, kızartmak, kızarıncaya kadar bırakmak.

kızdık, avm. 1. kızlık, bikir; 2. kızlık zarı.

kızduu, kızı olan, kızlı (rf. bk. kıyakçı).

kızğaldak, bir nevi haşhaş: papaver rhoeas.

kızgaldaktuu, kızgaldak’lı, haşhaşlı; kızğaldaktuu talaa: kızgaldakla örtülmüş olan step, kır.

kızğan-, acımak, hasislik etmek; kımızdı elden kızğanat: halka kımız vermek hususunda hasislik ediyor.

kızğılt, kırmızıya çalan, kızılca.

kızı-, adamakıllı kızmak, hiddetlenmek, heyecana gelmek, ilgilenmek.

kızığınuu, heyecan, kızışma.

kızığış-, müş. kızık ıı’den; bul al cayğa kızığışpayt: bu vaziyetle onlar onlar alâkadar olmuyorlar, ona rağbet etmiyorlar.

kızık ı, zevkli, eğlenceli, eğlendirici; kızığına bat-: zevkine dalmak (bir şeyden adamakıllı lezzentlenmek); mına kızık: ne tuhaf!; daha ne!.

kızık- ıı, ilgilenmek, alâka göstermek, heveslenmek, kızışmak.

kızıkçılık, zevklilik, eğlencelilik, eğlenti.

kızıksın-, 1. alâkadar olmak; 2. ilgilenir gibi gözükmek.

kızıktuu, zevkli, eğlenceli, istifadeli, kızıktuu oyun: zevkli oyun.

kızıktık, zevklilik, şenlik, şen olmaklık.

kızıktır-, ilgilendirmek, kızıştırmak, teşvik etmek.

kızıktıruu, ilgilendirme, kızıştırma, teşvik.

kızıl, 1. kırmızı; kızıl köynök: kırmızı gömlek; meni kızılday soyup urdu: beni kan içinde bırakmak suretiyle dövdü, patakladı; kızılday ele cazdım: folk. adamakıllı yanıldım; kızıl çok: 1) (kalpaktaki) boncuk; 2) mec. çin memuru; kızıl cügürük, bk. cügürük; kızıl tazıl: hernevi kırmızı şeyler; 2. pembe yanaklı (insan hakkında) yanak pembeliği; betine kız cügürdü: yüzünde allık peyda oldu; 3. açık boz (at donu hakkında); kanın kızıl: siyah benekleri bulunan boz; kök kızıl: boz benekleri bulunan açık boz; sarı kızıl: sarılı boz (beyaz zemin üzerinde sarımtırak renk); ak kızıl: saf beyaz; kızıl may = = kızılmay; 4. kızıldar: kızıllar (ihtilâlcılar, komünistler); kızıl armiya: kızıl ordu; 5. sert (çay hakkında); 6. dövülmüş ve savrulmuş olan hububat, temiz hububat; kızılğa bereke!: harman yerinde çalışana iyi dilektir, ki rusların «iyi harman!» sözüne uygun gelir; 7. mec. et.

kızılça 1. pancar; kant kızılçası: şeker pancarı; 2. su çiçeği (hastalık).

kızılda-, harman döverken hububatı ayıklamak, harman dövmek ve savur-mak; buuday kızılda-: buğdayı dövmek ve savurmak.

kızıldat-, 1. kırmızı renge boyamak, kır-mızı bir nesneyle süslemek; 2. hububatı ayıklatmak (dövdürtmek ve savurt-mak).

kızıldık, kırmızılık.

kızılduu, içlerinde açık boz (atlar) veya bir kırmızı şey bulunan; kızılduu cılkı: içlerinde çok açık boz atlar bulunan sürü (karş. kızıl 3); kızılduu cigit: insaflı, kendisine güvenebilecek delikanlı; kızılduu cer: iyi otların bittiği yer, hoş yer.

kızılğat, orman çileği.

kızılmay, fazla yemek neticesinde ayakları ağıran at.

kızılsıman, kırmızımtırak, kırmızımsı.

kızımtal, 1. kırmızımtırak; 2. mec. çakırkeyf, düşmiyecek derecede sarhoş, yarı sarhoş (bu manayla daha ziyade: kızımtal mas); kızımtal bolup kızıdı: kafayı tütsüledi ve alevlendi; kımız içip, kızımtal boldu: kımız içti ve çakırkeyf oldu.

kızırak = = kısırak.

kızırkan-, sinirlenmek; kızırkanğan ün menen: hiddetli sesle.

kızıt-, ısıtmak, tavlandırmak, kızdırmak, heyecana getirmek.

kızıtalak = = kız talak (bk. talak).

kızıtuu, işs. kızıt’tan.

kızmat, a. 1. hizmet; ak kızmat bk. ak ı; asker kızmatı: askerlik hizmeti; 2. biri-sine karşı yapılan hizmet.

kızmatçı, hizmetçi.

kızmatker, a-f. hademe, müstahdem.

kıztalak = = kız talak (bk. talak 2).

kızuu, kızgın, sıcak; kızuu kanduu: «sıcak kanlı», heyecana gelmiş olan; kızuu türdö: gayretle; temirdi kızuusunda sok!: ats. demiri tavında dövmeli.

kızuula-, (manaca) = = kızuulan-.

kızuulan-, kızışmak, heyecana gelmek, kendini cereyana kaptırmak.

kızuulat-, kızıştırmak, tehyiç etmek.

kızuuluk, ateşkinlik, heyecan; kızuuluk menen ayt-: heyecanla söylemek.

kibinğdet-: köz kibinğdet-: sık sık göz kırpmak.

kibir, ağır hareket eden adam, yavaşçı, mıymıntı.

kibire-, 1. hareketlerinde ağır veya yavaş olmak; kibirep süylö-: mızmızlık etmek, az ve isteksiz konuşmak; kibirep bas-: ağır yürümek; 2. küçücük ve çelimsiz olmak (başlıca, çocuklar hakkında) on caşar kibirgen kız: on yaşında çelimsiz, cılız kızcağız.

kibiret-, et. kibire-‘den.

kibitansa, r. «kvitantsiya» kon. makpuz.

kiçi ı, çoc. ver!, haydi!, haniya!; kolunğdağıdan kiçi: elindekinden ver bana!; emne alıp keldinğ? kiçi!: sen ne getirdin? ver, bakalım!.

kiçi ıı = = kiçüü.

kiçi ııı: kiçi-kirim: biraz, azıcık; kiçi-kirim bülölüü boldu: aile sahibi oldu; kiçi-kirim söz aytsanğçı!: kabul edilebilecek söz söyle!, fazla büyüğe göz dikme!.

kiçigine = = kiçinekey.

kiçine, küçücük, azıcık; kiçine turatur!: azıcık bekleyedur.

kiçinekey, küçücük, minnacık, mini mini; kiçinekeyimde: küçüklüğümde, çocuk-luğumda.

kiçinelik, küçüklük, boysuzluk; kiçinelik: hacim, eb’ad; akıl kiçinelik çonğdukta emes: akıl yaşa bakmaz.

kiçir-, eksilmek, küçülmek; bir çonğoyup, bir kiçirip: bir büyüyüp, bir küçülüp.

kiçirey- = = kiçir-.

kiçireyt- = = kiçirt-.

kiçirt-, eksiltmek, küçültmek.

kiçüü, küçük, küçücük, yaşca küçük.

kidigiy, gayet kısa boylu (insan hakkında), cüce.

kidik = = kidigiy.

kidinğ: kidinğ-kidinğ et- = = kidinğde-; kidinğ-kidinğ cügür-: cüce gibi koş-mak.

kidinğde-, hareketlerinde cüceye benze-mek.

kidir ı, duraklama, mania, engel.

kidir- ıı, geçiktirmek, tecil etmek, zama-nını beklemek, duraklamak, ağır hareket etmek; kidirbesten: duramadan, derhal.

kidiy-, gayet kısa boylu olmak (insan hakkında): cüce gibi olmak.

kilas, kon. = = klass.

kilegey, kocaman, dızman, dev.

kilekte-, (karakuş hakk.) ötmek.

kilem, f. halı, kilim; kalı kilem: bir nevi halı, kilim.

kilenğde-, hareketlerinde şişmana, iriyarı adama benzemek.

kiley-, 1. çıkarılmış olmak (dil hak-kında); 2. büyük, kocaman gözük-mek; kileygen ögüz: kocaman öküz.

kilişe, kon. = = klişe.

kilit, f. anahtar, maymuncuk.

kilitte-, anahtarla kilitlemek.

kilkilde-, titremek (mes. jelâtin yahut taze kuyruk yağı hakkında) kilkildegen caş kozunun eti: genç kuzunun taze eti.

kilkildet-, et. kilkilde-‘den.

kilo, r. kilo.

kilogramm, r. kilogram.

kilometr, r. kilometre.

kiltilde- = = kilkilde-; kiltildegen ak may: taze (harf.: titriyen) kuyruk yağı.

kiltildek, 1. titriyen; 2. jelâtin, pelte.

kiltinğde-, semiz, şişman olmak (şöyleki, hareket sırasında yağı titrer).

kiltinğsiz, eksiksiz olmıyan, şüpheden âri olmıyan; kiltinğsiz dep aytuu mümkün emes: eksiksiz, kusursuz demek kabil değildir.

kim, kim; kim da bolso: kim olursa olsun; kim da kim (yahut kimdekim): her kim, bir kimse; kimisi?: 1) onlardan hangisi, 2) o, onun kimidir?; kimisi kimisin cenğdi?: kim kimi yendi?; kimisi bolso da: hangisi olursa-olsun; ar kimibiz: bizden herhangi birimiz; kimsinğer?: siz kimsiniz?; cat adam bilbeyt kiminğdi folk.: yabancı adam senin kim olduğunu bilmez.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin