kimdekim, bk. kim.
kimdik, kimin.
kimdiki, 1. kimin; bul at kimdiki?: bu at kimin?; 2. kimin evi, kimin ailesi, meskeni?; kimdikine barabız?: kime (kimin evinde) gidiyoruz?.
kimiya = = himiya.
kindik, göbek; kindik kesken cer yahut kindik kirin cuuğan cer: vatan (harf.: göbek kesilmiş yahut göbek kiri yıkanmış olan yer); kindik ene: yeni doğan çocuğun göbeğini kesen kadm, göbek anne; boor oorusu kindik tolğoyt ats. karaciğer ağrısı göbeği kımıldatır.
kindikteş, karındaş (karş. siydikteş).
kine == künöö.
kinege, r. (karş. kitep): defter (büro, ticaret, muhasebe defteri); kinegege tirkedi: deftere kaydetti; kiriş-çığış kinegesi: varidat ve masraf defteri; buhgalter kinegesi: muhasebe defteri; üy kinegesi: ev defteri.
kineşke, r. «knijka»: küçük defter; zabornıy kineşke es. hesap, avans defteri.
kiııez, r. «kniaz»: prens.
kinğkilde- == künğküldö-.
kiıığkildek == künğküldök.
kino, r. sinema.
kinoçu, sinema sahasında çalışan.
kinosüröt, sinema filmi.
kiosk, r. köşk.
kip, «ki» ile başlıyan sözlerin önüne takviye için katılır; kip-kiçine: küçücük.
kipiyatanca == kibitansa.
kir I == gir.
kir II, 1. kir, kirli; kir kol: kirli eller; köynöktün, kiri cuusa ketet, kön-ğüldün kiri aytsa ketet ats-: giyimin (daha doğrusu: gömleğin, M.) kiri yıkamakla gider, gönlün kiri (acısı) anlatmakla (dert yanmakla) gider; etek kir, bk. etek; 2. kirli çamaşır; kir cuu-: çamaşır yıkamak.
kir- ni, 1. içeriye doğru hareket etmek, girmek, hulul etmek, duhûl eylemek; kire beriş: giriş yeri, methal; üydün kire berişinde: obanın methalinde; kızmatka kir-: hizmete girmek; 2. (muayyen bir yaşa) ermek; cıyırmağa canğı kir gen: henüz yirmi yaşını doldurmuş; 3. su kabarmak; suu kirip atat: su artıyor, kabarıyor; 4. kızışmak (deve aygırı hakkında); kirgen buuraday •kırçıldayt: kızgın deve aygın gibi dişlerini gıcırdatıyor; 5. çekilmek (kumaş hakkında); köynök kirip ketti: giyim çekildi; 6. muharebeye tutuşmak.
kirbik, cılız (çocuk ve hayvan yavruları hakk).
kirbinğde-, hareketlerinde cılıza, çelimsize benzemek.
kirbiy-, çelimsiz, cılız, arık olmak (başhea, çocuklar ve kuş yavruları hakkında).
kirde-, kirlenmek, bulaşmak.
kirdet-, kirletmek, bulaştırmak.
kire, a. mekkâre, mekkâre ücreti, katar; kirege tüş: mekkâre ile gitmek; kızıl kire: kızıl katar; col-kire: nakliyat, transport.
kireçi, mekkâreci, yük nakliyatiyle iş gören kimse.
kireendi == kirindi.
kirekeç, a-f. == kireci.
kirele-, yükü kira ile tutulmuş vesait ile yollamak.
kirepis == krepis.
kires, r. «krest»: haç; kires cüriişü tar.: haçlı yürüyüş; Kızıl Kires: Kızıl Haç.
kireşe, üreme, irat, kâr, kazanç, gelir; kireşe nalogu: kazanç vergisi; calpı kireşe: gayri safi kazanç.
kireşele-, gelire kaydetmek.
kireşelöö, kazanca kaydetme.
kirgensi-, girer gibi olmak, girmeye çalışmak.
kirgil, (bulaşık suyunun yahut bulanık suyun rengi; kirgil tart : bulanmak, kirli olmak.
kirgilden-, bulanık olmak (su ve mayi hakkında); suu kirgildenip ağat: su bulanık akıyor.
kirgin, 1. artmakta, yükselmekte olan (su), suunun kirgini: suyun
taşması, feyezan; kirgin suu: taşan su; 2. kızgın halde bulunan (deveaygın hakkında).
kirgiz-, içeriye sokmak, girdirmek, girmeye bırakmak yahut zorlamak.
kirgizdir-, et. kirgiz-'den.
kirgizüü, işs. kirgiz-'den.
kridit kon. == kredit.
kiril-, mut. kir- III'ten; cumuşka kirildi: işe girişildi.
kirilde-, hırıltı sesi çıkarmak; kökürögü kirildegen, közü cırtak: göğsü hırıltı sesi çıkarıyor, gözü yaşarıyor.
kirildek, hınltı; kirildek ün: hırıltılı ses.
kirin-, suya dalmak suretiyle yıkanmak, banyo almak.
kirindi, 1. yabancı soya yahut yabancı aileye katılan kimse, dışarıdan gelen yabana; 2. kirindi süylöm gram. araya giren cümle (cüimlei itiraziye).
kirinğki, hafifçe batık; közü kirinğki- gözleri batık.
kiriniş-, müş. kirin-'den; suuğa kirinişet: suya girerek yıkanıyorlar (banyo yapıyorlar).
kirint-, suya daldırmak suretiyle yıkamak.
kiripter, f.; oouğa kiripter bol : hastalığa tutulmak; cazağa kiripter bol-: cezaya çarpmak; cazağa kirip ter kıl-: ceza vermek: cezalandırmak; balaağa kiripter boldum:, belaya çarptım.
kirisköm, r. tar. «kresf yanskiy ko-mitet» sözünün kısaltılmış şeklinin bozulmuşudur: köylü komitesi.
kiristiyan, r. kon. «krestyanin»: köylü.
kiriş I, 1. girme, giriş; kiriş söz: giriş söz, önsöz; 2. gelir, varidat.
kiriş- II, 1. hep beraber girmek; 2. bir işe başlamak, işe girişmek; işke kiriş: işe başlamak, işe girişmek; kep aytuuğa kirişti: söylemeğe başladı; 3. karışmak; burun sokmak; kiriş-pey otur: otur da, karışma, burnunu sokma!.
kirişil-, mut. kiriş- II*den; işke kirişilsin!: artık işe başlansın!.
kirişme, ((bir eserde) methal, mukaddime.
kiriştir-, et. kiriş- II'den.
kirişüü, girişme; işke kirişüü: işe girişme.
kirki, kısık (ses); boğuk (ses).
kirkire- == kirilde-.
kirle- = kirde-.
kirme, kabul edilmiş, içeriye alınmış (yabancı uruğa iltihak eden a-dam).
kirpi, yahut kirpi çeçen: kirpi; karga balasın appağım deyt, kirpi balasın cumşağım deyt: kendininki yıkanmazsa da, temiz sayılır (harf.: karga kendi yavrusuna bem-beyazım der, kirpi ise yavrusuna: yumuşacığım der).
kirpiç, kerpiç.
kirpik, kirpik; kirpik kakpay: göz kapamadan; dikkatle takip ederek; açuusu kirpiğine çığa tüşkön: «hiddeti kirpğine çıkmış»: hiddetinden patlayacaktı; kirpiğim kaşım de-beyt bk. kaş I.
kirtilde-, kıtırdamak.
kirüü, içeriye doğru hareket, girme, girişme; kirüü akısı: duhuliye, intisap parası.
kise, 1. es. bir meşin kesedir, ki kuşağa bağlanır, çakmak kav ve s. taşımak için kullanılırdı; 2. kayış kemer ve ona takılan türlü keseler: (bıçak kını, kav kesesi ve s.
kiş I, samur; kiş telpek: samur kalpak.
kişen, köstek, bukağı, atın ön ayaklarına vurulan demir köstek, pâbend.
kişende-, kösteklemek, bukağı vurmak, zincirlemek.
kişendent-, et. kişende-'den.
kişendüü, pıranga vurulmuş, bukağı vurulmuş.
kişene-, kişnemek.
kişenet-, et. kişene-'den.
kişi, 1. insan, kişi; urğaaçı kişi: kadın; erkek kişi: erkek; kişi bol-: adam olmak, düzelmek, kendine çeki-düzen vermek; kişi-kiyik, bk. kiyik; 2. başka, yabancı, kişige aytpa: kimseye söyleme, ellere söyleme; kişinikti: başkasının, elin, yabancıya ait.
kişilik, 1. insanlık, insana taallûk eden yahut insana has olan; beş kişilik aş: beş kişiye yetecek kadar yemek; 2. nezaket, terbiyelilik; 3. hayırhahlık, insaniyet, 4. eyerin oturacak yeri .
kişiliktüü, 1. nazik, terbiyeli, 2. hayırhah, insaniyetli.
kişimsi- == kişisin-.
kişisin-, adam yerine koymak, bir insana karşı muamele eder gibi muamele etmek.
kişisint-. (anaca) = kişisin; meni dele kişisintpeyt: beni asla adam yerine koymuyor.
kişmiş = Kesmiş.
kite, (karş. kete) bir pahalı kumaşın adıdır.
kitep, a. kitap (karş. kinege).
kitepçe, küçük kitap, risale, broşür.
kitepkana, a-f. kütüphane, kitap evi.
kiy-, giymek (ayakkabını, elbiseyi, kalpağı).
kiygiz-, giydirmek (giyimi, ayakkabını, kalpağı); giyinmeye zorlamak yahut müsaade etmek; ton kiygiz-: 1) birisine kürk giymeye zorlamak yahut müsaade etmek, 2) birisine üst giyim hediye etmek; at mingizip alalık, ton kiygizip salalık folk.: ata bindirelim, giyim giydirelim.
kiygizüü, giydirme.
kiyik (domuz müstesna olmak üzere) bütün çatal fîrnaklı yabanî hayvanlar; kiyik atıp. et berbese, toodağısı cakşı ats.: kiyik vıurup da etini vermezlerse, dağda sağ-esen dolaşan kiyik daha iyidir, makbuldür; kişi-kiyik: vahşî insan.
kiyikte-, kiyik (bk.) avlamak.
kiyim, giyim; kiyim-keçe yahut kiyim-keçek: hernevi elbise, pırtı.
kiyimçen, giyinmiş halde, giyimli olarak.
kiyin I, sonra, ondan sonra, bilâhare; beş köndön kiyim: beş gün sonra menden kiyin: benden sonra; anan kiyin: ondan sonra; kiyinçerek: bir parça sonra, biraz daha geç; kiyin kal-: geride kalmak; kiyinten: peşinden, arkasından.
kiyin- II, giyinmek; (elbiseyi, ayakkabıyı, kalpağı) giymek.
kiyinde-, geriye çekilmek; kiyindegile orto açılsın.: geri çekil, ortalık açılsın!
kiyindir-, giydirmke, elbise ile teçhiz etmek.
kiyindirüü, giydirme, elbise ile teçhiz etme.
kiyinki, son, gerideki; kiyinki münöttö: son dakikada; kiyinki kündördö: son günlerde, son zamanlarda.
kiyint-. giydirmek: giyinmiye zorlamak.
kiyinten, bk. kivin I.
kiyintiş-, birisine hep birlikte giydirmek.
kiyintüü, işs. kiyint-'ten.
kiyinüü, iss. kiyin- II'den.
kiyir-, et. kir- IlI'ten; girdirmek, id-hal etmek, içeriye sokmak, dahil etmek.
kiyirt- et. kiyir-'den.
kiyirüü. işs. kiyir-'den.
kiyit, es. 1. hediye verilen giyim; 2. nişandan sonra güvey akrabası tarafından kız akrabasına verilen hediye.
kiyiz, keçe; kiyiz bas-: keçe dövmek: tuş kiyiz: (bazan kenarları kürkle çevrilmiş olmak üzere) süslenmiş keçe, ki bununla kerege (bk.) yi iç yandan kaplarlar; örö kiyiz: düz (nakışsız) keçe.
kiyilgiş-, müş. kiylik- II'den.
kiyligişpöö, karışmamazlık; kiyligişpöö cönündöğü komissiya: karışmamazlık komisyonu.
kiyiigişüü., karışma; kuraldım kiyligişüü: silâhlı karışma (müdahale)
kiylik I. başkalarının işlerine ve konuşmalarına karışma; kendiliğin den müdahale.
kiylik-, II, başkalarının işlerine ve sözlerine karışmak.
kiyme: kiyme eleçek, bk. eleçek.
kiymele-, 1, itmek, dirseklerle düıi mek (es., kalabalığın içine sokul mak istiyen adam hakkında); 2 sözlerini keserek ve başka konulara geçerek, musahibinin konuşmasına mâni olmak.
Kiyno, kon. =kino.
kiyoske, kon. = kiosk
kiyüü, giyme:
klass, r. sınıf.
klassik, r. klâsik müellif.
klassiktik, klâsik.
klimat, r. iklim.
klişe, r. klişe.
klub, r. klüp.
ko (sağır kon s on lar dan sonra) yahut ğo(seslilerden ve çatbyan konsun lavdan sonra): kelgen bolso kerrk ko deymin: gelmiş zannediyorum, gelmiş olsa gerek; kelet ko dey min: gelecek diye zannediyorum, geleceğini tahmin ediyorum; bar ğo!: var ya!; bar ğo deymin: zannederim, ki vardır: kelgen ihols.ı kerek deymin ğo!: gelmiş olacak diyorum, ya!; bar deymin ğo', var diyorum, ya; men ğo baranı sen emine kılasınğ?: ben gideceğim. acaba sen ne yapacaksın?.
kobuk. bir bilek hastalığı.
kobul, uzunca oyuk. küçük oluk küçük oluk şeklinde olan tezyinat: (uuk'm (bk. )alt kısmı;; keregr (k.) nin üst kısmı; tündük (bk.)ı ve çamğarak (bk.) bu gibi tezyi natla süslenirler; geniş yakalı kürkün dikiş yerlerine de, bu gibi süs yapılır); eerdin kdbulu: atın sırtıyle eyer arasındaki boş kalan yer.
kobulda-: kobuldap suuk kiret: her yandan soğuk giriyor.
kobuldan-, oyuklarla, olukçukıklarla kaplanmak.
kobur, yahut kobur-cobur: mırıldanma, gevezelik, lâkırdılar, yüksek sesle konuşmalar; kobur sal-: şayia çıkarmak; kobur-kübür: fiskos (kâh yüksek sesle, kâh alçak sesle); şıbır, kübür-kübür koburğa aylandı: fiskoslar git-gide yüksek sesle konuşma şeklini aldı.
kobura-, mırıldanmak, abuk-sabuk söylenmek.
koco, f. 1. hoca (Muhammed peygamber neslinden yahut dört Halife soyundan olan kimse) Seyit; 2 efendi; sahip, patron (bk. aca).
kocoğoy, 1, çolpa, hantal, çekingen, 2. kurumuş ve sertleşmiş, katılaşmış, 3. i ve ı seslere böyle denir, çünkü onlar uzamazlar.
kocoğoyluu = kocoğoy; kocoğoyluu ton: katıalşmış gocuk.
kocoluk, 1. hoca vaziyeti (bk. koco); 2. patronluk.
kucoluu, hocah (bk. koco), efendisi olan.
koconğdo-, söverek saldırmak, hâkimiyetini kaba bir surette göstermek.
kocoy-, aşırı katılaşmak, kuruyup kabuk bağlamak, yamn-yumru olmak, girintili-çıkmtılı olmak; kocoygon kişi: uzun boylu, kurumuş adam.
kocoyun, r. patron, çorbacı.
kocoyunduk, patron vaziyeti, efendilik; kocoyunduk kıl-: patronluk etmek, tasarruf etmek.
kocura-, öteden-beriden konuşmak, çene çalmak (ayni zamanda konuşan birkaç kişi hakkında), kaygısızca gevezelik etmek, teklifsizce konuşmak.
kocuraş-, müş. kocura-'dan; konoktor; öz ara kocuraşıp oturat: misafirler kendi aralarında teklifsizce konuşup oturuyorlar.
koçkor, 1. damızlık koç; 2. (insan hakkında); kösemen, atılgan.
koçkorok, genç, enenmemiş koç (henüz damızlık olarak kullanılmadığı ve sadece bu vazife için ayrılmış olduğu devirde).
koçkul, yahut kara-koçkul: koyu kırmızı; koyu vişne rengi; koçkul çay: koyu çay, kara koçkul kan: koyu kırmızı kan.
koçkuldan-, koyu kırmızı renge girmek.
koçuuç — koşuuç.
koçuuş = koşuuç.
kodeks, r. kanunlar mecmuası.
kodik, 1. yabanî atın tayı; 2. sıpa.
kodonğdo-. hareketlerinde dimdik duran nesneye benzemek (küçük nesne hakkında).
kodonğdot-, et. kodonğdo-'dan.
kodoo, balık tutmak için kullanılan sepet.
kodoy-, öne doğru çıkık durmak, dikilip durmak.
kodoyt-, et. kodoy-'dan.
kodura; kodura buuday, bk. bunday I.
kodük = kodik.
kok, (Destanda) kıvılcım.
koko, 1. hançere, gırtlak başı; 2. Adem elması.
kokoco 1. kap kaçaktaki kir; kapkacakta kalan yemek; kara kokoço: kapkacaktaki kir tabakası; kara kokoço köynök: çok kirii elbise; 2. pis, kirli.
kokoçoluu, pis; kokoçoluu köynök; kirli elbise.
kokonğdo-, hareketlerinde, cılıza, inceye benzemek (mes., zayıf adamın uzun boynu hakkında), dik, yüksek ve ince görünüşte bulunmak.
kokonğdot-, et. kokonğdo-'dan.
kokoy-, dikili durmak, cılız, ince olmak; kofcuıyup otur-: oklava yutmuş gilbi oturmak.
kokozo, çin. tarlada haşhaş topladıkları maşrapa yahut kutu.
koktu, çukur, dağderesi, oyuk yer.
kokuranğda-, süslemek, gülünç bir kıyafete girmek.
kokuray-, 1. süslenmiş güzel ve şık gözükmek düşüncesiyle gülünç bir kıyafete girmek; 2. kurulmak, caka satmak.
kokurayuu. iss. kokuray-'dan.
kokus, beklenilmiyen, tesadüfi, beklenilmiyen şey; kokuş yahut kokuştan: ansızın, birden 'bire, beklenilmeden; bul kokuş iş emes: bu tesadüfi iş değildir; kokuş balaa: tabiatın gönderdiği felket.
kokusta-: kokustap,. tesadüfen, beklenilenin hilâfına olarak; kokutsap ok tiyip kaldı: tesadüfen kurşun isabet etti, serseri kurşun değdi; belim kokustap kaldı: belimde bir kırıklık vardır.
kokustuk, beklenilmiyen hal, tesadüfi şey, sehven vaki olan.
kokuy, umutsuzluk haykırışı: vay-vıy!, can kurtaran yok mu? imdat!; kokuyunğdu koy: ah-vah'ını bırak!; kokuy kişi ekesinğ: seninle belâya çatarsın; kokany menen koy bağat ats.: «ah-vah> la koyun güdüyor. kokuyla-, umutsuzca «kokuy-kokuy!» diye haykırmak;; kokuylap ıylayt: acı-acı aölıyor.
kokuylat-, et. kokuyla-'dan.
kol I 1. el, el pençesi; eki kolun booruna alıp: iki elini göğsüne kavuşturarak; kolun (boorğo aldı: 1) (sağ) elini bağrına bastı; 2) mec. tam muvafakat gösterdi; koldo bar: varlıklı, hali-vakti yerinde olan; koldo cok: yoksul, fakir; kol başı: el pençesi, yumruk; kolu-colünğ boş: sen büsbütün serbestsin (istediğin yere gidebilirsin);; kolu küçü cok: kuvveti-gücü yok; koldon kel: elden gelmek; kolunan kelişinçe: elinden geldiği kadar; koldon keltir-: (birisine) kumanda etmek, muü bir durumda bulundurmak; al meni kolunan keltıre albayt: o bana kumanda edemez, o beni istediği giıbi kullanamaz; kol karmaş- yahut kol alış-: el tutuşmak, 'birbirinin ellerini tutmak; kol karmaşıp yahut kol alışıp: el-ele vererek, el birliğiyle, kol koy (önde gelen datif ile birlikte): 1) imza atmak, imzalamak, 2) muvafakat etmek, liyakatini tanımak; kol tiy: fırsat bulmak (el değmek); kolum tiyse: eğer elim değerse; cum ustan kolum tiybeyt. işten elim değmiyor (vakit bulamıyorum); kol tiybes mülk: dokunulmaz mülk; kol cuu-: 1) el yıkamak; 2) mec. bir şeyden mahrum olmak (önce gelen ablatif ile birlikte); cut cılı maldan kol ouup kaldık: caut (bk. cut I) yılında hayvanlardan mahrm olduk; kol cuuğuz - yahut kol cuudur-: 1) el yıkatmak; 2) mec, mahnım eylemek (önce gelen ablatif birlikte); kol kabış, bk. kabış; kol üz-: alâkayı kesmek; coldoştorunan kol üzüp dayının taptırpay ketti: arkadaşlariyle alâkasını keserek, malûm olmıyan bir tarafa gitti; kol kötör-: si kaldırmak, açık rey vermek; kol kötörüü: el kaldırma; el kaldırma suretiyle rey verme; es. rey verme; kol kötörüüdön kal-: es. rey verme hakkından mahrum oldu; kol kötöriiüğö akısı cok yahut kol kötürüüğö akışız: es", rey verme hukukundan mahrum; rey verme hukukuna mâlik olmıyan; kol sal: 1) el atmak, saldırmak; 2) bir işe karışmak; uuru malğa kol saldı: hırsız hayvanlara hücum etti; kol sal-: folk. beraber yatma arzusunu ifade ederek, yatakta yatan kıza elle dokunmak, ilişmek (ör. bk. kasyala-); kol saluu yahut kol salış: 1) hücum, saldırış, 2) karışma; kol çabuu: el çırpma; kolmo-kol: 1) elden-ele; 2) el-ele; kolmo kol sooda: peşin paraya a-iış-veriş; kol katık, bk. katjk II; kol kaytar-, bk. kaytar-; 2. ön bacak, ayak; Tay-buurul mingen atının kolun büğüp kar adi: folk. Tay-burulun bindiği atm ön ayağını büküp baktı; tört kol aksap: bütün dört ayağiyle aksayarak; büsbütün ayaksız kalarak; 3. parmak; beş kolunday: beş parmağı gibi; üç kolunun başı menen tuurağan etten aldı: doğtalmış etten üç parmağının uciyle aldı; 4. kol astında: (el altında) onun itaatında, tabi yi tinde.
kol II, ordu, askerî müfreze.
kol III, (müstakille» kullanılın» buna yalnız coğrafî isimlerde tesadüf edilir) nehrin yatağı; neh vadisi, Karakol, Narmkol gibi.
kolbor, karakuşları avlamak için ,ağ| tuzak.
kolçoy-, kocaman ve biçimsiz ohım (ayakkabı hakkında).
koldo-, rehberlik etmek, talimat vermek, himaye etmek, birisine ark olmak, ooluya çakının (yahut canınmdağısm) koldoyt: ats. evlly yalnız kendisinin yakınlarını ti tar (onlara yardım eder); kul t koldoğon: Hızır yardım etmiş (her işinde muvaffak olan).
koldoğay, hantal, çolpa.
koldokmat, bedavacı, beleşçi.
koldokmattık, bedava, beleş.
koldolun = koldonul-.
koldon-, kullanmak, tatbik etim (rehber olarak); eç kanday çara koldonğon cok: hiçbir tedbir alınmadı.
koldonmo, rehber, kılavuz.
koldonul-, kullanılmak, istimal idilmek, rehberlik vazifesini görmek
koldonuş-, müş. koldon-'dan.
koldoo, 1. rehber; 2. iltimas.
koldoş-, 1. birbirine yardım etm«ı elbirliğiyle iş görmek; 2. birlik! taşımak (mes., iki kişi bir kovı suyu).
koldoy-, sertleşmek, katılaşmak.
koldoyunğku, bir parça katılanınım kaşarlanmış.
kolduu, 1. elli; 2. kişi kolduu boldu (tekin değil) bu birisinin Ifldll bunda birisinin parmağı var; kim kolduu boldu?: Ibu kimin işi?; kişi kolduu bolup ölgönü, cok öz aca-lınan oorup ölgönü — maalını emes: adam bir zorbalığa mı kurban gitti, yoksa, hastalanarak, eceli le mi öldü — belli değil .
kolhoz, r. (kollektivnoye hozyaystvo tabirinin kısaltılmış şeklidir, ki bu sonuncu tâbirin manası: müşterek ekonomi'dir, M.).
kolhozçu, kolhozda çalışan; kolhozçu ayal: kolhoza mensup kadın.
kolhozdoş, kolhoz olarak birleşmek.
kolhozdoştur, kollektifleştirmek. kolhozdoşturuu, kollektifleştirme, kolhoz şekline dökme.
kolhozdoşuu, kolhoz şeklinde birleşmek, kollektifleşme.
kolko, 1. şiryani ehber (aort); 2. hediyeye karşı verilen hediye; kolkosuna çıdadım: (karşılık hediye vermeyi üstüne alarak) hediyesini kabul etmeye (karar verdim; kolkosun kiyin 'berem: karşılık hediyeyi sonra vereceğim; kolko salıp jıtıp aranğ aldım: ödemeyi vade-derek ondan zor kopardım; kol-konğ menden: altmda kalmayız hizmete karşı hizmet, hediyeye kıırşı hediye ile mukabele edilirj; kadır-kolko: hürmet, iyi münasebetler; kadır-kolko üçün: saygı-hatır ve iyi münasebetler için
kolkoloş, birbirine hediyeler ve karşı hediyeler veren kimseler; kolkoloş 'bol-: hoşuna giden bir şeyi almak, şu şartla ki bu şeyin sahile de alanın eşyası içinden hoşuna giden bir nesneyi alabilir.
kolkoluu, karşılık hediye vermek orunda olan; kolkolu u bol-: bir hizmet, hediye mukabilinde) medyun olmak.
kolkulda-, cık-cık etmek (mes., bol ayakkabı hakkında).
kollektiv, r. kollektif, mecmu, heyeti mecmua, top.
kollektivdeş-, kollektif şeklinde birleşmek.
kollektivdeştirüü, kollektifleştirme.
kollektivdeşüü, işs. kollektivdeş-.'ten.
kolo I, köknar kerestesi.
kolo II, tunç; kolo üzönğgü: tunç üzengi.
kolo III: boor kolo: korkmak, dehşet duymak, kuşkulanmak, sakınmak, tereddüt içinde kalmak.
koloğoy, biçimsiz, hantal.
kolokto-, sarkıp durmak (biçimsiz ve hantal şey hakkında).
kololo-, tunçla süslemek; tunçla kaplamak; kololoğon kumğan: tunç kumğan (bk.)
kololuu, tuençlu, tunçla bezenmiş.
kolomoluu, hesapsız.
kolomto, obanın içinde ateş yakılacak olan yer, obada yemek pişirmeye mahsus olan ocak.
kolon, kolonna, r. sütun, direk; kolon zalı: sütunlu salon.
kolonğ, kovcu ve konğşu sözlerinin tekidir.
kolonğso, I. koltuk altından gelen ter kokusu; 2. atın ön ayağının iç tarafından (dizden yukarı) bulunan nasır; attın kolonğsosunan kar caadı: atın dizini geçecek kadar kar yağdı.
koloniya, r. müstemleke.
kolonizator, r. müstemlekeci
kolonizatsiya, r. müstemlekeleştirme, iskân.
Dostları ilə paylaş: |