A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə57/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   90

közdöt- , et. közdö-’ den.

közdüü, gözlü; börü közdüü: kurt gözlü; tik közdüü: keskin ve nafiz nazarlı, dik gözlü.

közkarandı, bk. karandı.

közkarandılık, bk. karandılık.

közö, delmek, delik açmak; közöy tiy- : delip geçmek, bir yandan öbür yana delik açmak.

közöl, güzel (erkek veya kadın) , dilber.

közöm = = kösöm.

közömçü = = közömöl 1.

közömöl, 1. iyi müşahade eden; basiret sahibi; iyi gören; 2. müşahade, nezaret.

közömölçü, es. mübassir.

közömöldö- , müşahede etmek, nezaret etmek; maldı közömöldöp cür! : hayvanlara dikkatle bak!

közönök, delik, ilik (düğme için açılan yarık; karş. topçuluk) .

közöö, 1. delme; 2. küçük ve yuvarlak delik.

közööç, marangoz kalemi.

közöt- , et. közö- ’ den.

közük- ,gözükmek, belirmek.

közüktür- ,gözükür hale koymak; meydana çıkarmak.

közüktürüü, meydana çıkarma.

közür, r. “kozır” : (kâğıt oyununda) koz.

krahmal, r. kola.

kray, r. eyalet, ülke (idarî birlik) ; kraydı üyrönüü: ülkeyi tetkik; kraydı üyrönüüçü: ülkeyi tetkik edici.

kraylık, ülkelik, ülkeye mahsus; kraylık gazeta: ülkelik gazete.

kredit, r. kredi, itibar.

kreditor, r. ödünç para veren, alacaklı.

krepis, (r. “krepost”) kale.

krepostnoy, r. tar. köle gibi çalıştırılan rençper.

kreyser, r. kruvazör.

kritik, r. münekkit.

kritika, r. tenkit.

krizis, r. buhran, kriz.

krujok, r. mahfil, dernek.

kruu: kruu- kruu! kısrak ve tayları çağırma nidası.

ku: ku- ku! doğanı çağırma nidasıdır.

kub, r. mikâp.

kuba I, beyaz, soluk, sarışın; kuba it: beyaz köpek; (köpek hakkında ak it denilmek münasip görülmüyordu) ; kuba cigit: sarışın delikanlı; kuba şamal: kuru rüzgâr.

kuba II = = kıba.

kubaakay, soluk (beniz hakkında).

kubaar, ceddi alâ, ecdat.

kubakay = = kubaakay.

kubala- ,kovalamak, takip etmek.

kubalaş- , birbirini kovalamak; birbirini takip eylemek.

kubalat- , et.kubala- ’ den.

kubalçın = = kubarınğkı.

kuban- , sevinmek, kıvanmak; arstan alğanına kubanbayt, çalğanına kubanat ats. arslan yakaladığına sevinmez, çaldığına (yere serdiğine) sevinir.

kubanğda- , 1. soluk benizli, bitkin bir halde bulunmak; kubanğdağan kara sur bulut: seyrek koyu boz bulut; 2. oynak, şuh olmak: (başlıca, soluk benizli çocuklar hakkında) .

kubanıç, sevinç, kıvanç.

kıbanıçtuu, sevinçli; kubanıçtuu könğül menen: sevinç duygusu ile, heyecanla.

kubanış I, sevinç.

kubanış- II, hep beraber kıvanmak, sevinmek.

kubant- , sevindirmek, neşelendirmek.

kubantuu, işs. kubant- ’ dan.

kubanuu, işs. kuban- ’dan.

kubar I = = kubaar.

kubar- II, solmak (yüz hakkında) ; sararmak, ağarmak (ot hakkında) .

kubarınğkı, hafifçe soluk (yüz hakkında) ; bir parça sararmış (ot hakkında) .

kubarınğkılık, beyazımsılık, hafif tertip solukluk.

kubart- , solmaya, sararmaya sebebiyet vermek, kurutmak.

kubartuu, işs. kubart- ’ tan.

kubaruu, işs. kubar- II’ den.

kubat, a. kuvvet, gayret.

kubatsız, kuvvetsiz, aciz.

kubatsızdık, kuvvetsizlik, zafiyet.

kubatta- , kuvvetlendirmek, takviye etmek; müzaheret etmek; kubattap süylööçü: lehte söyliyen; (bir namzedin, bir teklifin) lehinde söz söylemek.

kubattal- , takviye edilmek, sağlamlaştırılmak.

kubattaluu, işs. kubattal- ’ dan.

kubattan- , kuvvetlenmek, gayretlenmek.

kubattandır- , takviye etmek, daha gayretli bir hale koymak.

kubattaş- , müş. kubatta- , den.

kubattoo, 1. kuvvetlendirme, tekit etme; 2. muzaheret; lehte (müdafaa ederek) söz söyleme.

kubattooçu, taraftar, lehte (müdafaa ederek) söz söyliyen.

kubatuu, kuvvetli, enerjik, gayretli.

kubometr, r. metre mikâbı.

kubul- , değişmek, tahavvül etmek, kararsız, devamsız olmak, renkten renge girmek, yeni bir şekle girmek; köl beti tümön kubulat: gök yüzü renkten renge giriyor.

kubulcu- 1. renkten renge girmek (renk, ses hakkında) ; 2. güzellikle parlamak.

kubulcut- , et. kubulcu- ’ dan; kubulcutup sayra- : muhtelif ahenklerle ötmek.

kubulcutuu, işs. kubulcut- ’ tan.

kubulmaluu, değişken, karasız, devamsız; kubulmaluu kabar: mütenakız haberler.

kubult- , et. kubul- ’ dan; minğ kubultup ün salıp: bin türlü ahenge dönerek (ırladı, öttü) .

kubultuu, işs. kubult- ’ tan.

kubuluş, 1. değişiklik; münavebe, şeklin değişmesi; tabıyğattın kubuluşu: tabiat hâdiseleri; 2. ahenkten ahenge girme, renkten renge girme.

kubur, kabır III sözünün tekidir.

kucu: kucu- kucu = = kacı- kucu (bk. kacı I) .

kuculda- , dırlamak, çene çalmak, hızlı- hızlı konuşmak.

kuculdaş- , büyük bir canlılıkla konuşmak.

kucunğ, niza; kacınğ- kucunğ: çekişme, ağız kavgası, sövüşme.

kucur 1. = = kıcır; 2. kulaktın kucurun al- : konuşmalarla, ricalarla, gürültü ile bıktırmak.

kucura- = = kocura- .

kucuraş- = = kocuraş- .

kuç- , kucaklamak; kımızdı kim içeyim debesin, kızdı kim kuçayın debesin! : ats. kımızı kim içmek istemez, kızı kim kucaklamak istemez!

kuça, meme emen erkek kuzu.

kuçak, kucak; koyğo- bıçak, kızğa- kuçak ats. koyuma bıçak, kıza kucak.

kuçakta- , kucağa almak, kucaklamak.

kuçaktaş- ,birbirini kucaklamak, kucaklaşmak.

kuçaktaştır- , et. kuçaktaş- ’ tan.

kuçaktaşuu, işs. kuçaktaş- ’ tan.

kuçaktat- , kucaklatmak.

kuçaktoo, kucaklama, kucağa alma.

kuçkaç, kuşcağız; kara kuçkaç: sığırcık kuşu (siyah) .

kuçunaş, peygamberlik eden, peygamberce sözler söyliyen, kehanet eden.

kuda, dünür; kuda bol- : çocuklarının yahut akrabalarının evlenmesi vasıtasile akraba olmak; kuda tüş- : kız istemek; dünür olmak; kuda tüşür: dünürler göndermek; kuda başı: baş dünür; kayçı kuda; “çapraz” dünür (iki aile kızlarının oğullarına karşılıklıca vermek suretiyle dünür olunduğunda) ; bel kuda tar. : henüz doğmamış çocuklarını nişanlıyan baba ve anneler (daha ziyade babalar) .

kudaça, (krş. kudağıy) : güveyin ve gelinin genç kadın akrabası.

kudağıy, gelinin ve güveyin anneleri ve onların yaşlı kadın akrabaları.

kudalaş- , çocuklarını yahut akrabalarını evlendirmek suretiyle akraba olmak; eki cakşı bir caylooğo çıksa, kudalaşıp tüşöt, eki caman bir caylooğo çıksa, kubalaşıp tüşöt ats. : iki iyi adam bir yaylaya çıkarlarsa, dünür olarak dönerler, iki kötü adam bir yaylaya çıkarlarsa birbirini kovalayıp dönerler.

kudalaştır- , dünür yapmak.

kudalaştıruu, dünürleştirme, iki kişiyi birbirine dünür yapma.

kudalaşuu, işs. kudalaş- ’ tan.

kudalık, 1. dünürlük; 2. kız isteme.

kudanda I, dünür, sıhriyet akrabası.

kudanda- II, dünür olmak, (çocukların evlenmesi vasıtasiyle) akraba olmak.

kuday, f. Tanrı, Huda; kudaydı karap ayt! : vicdanınla söyle! bu gibi şeyleri söylemeye utan! ; kudaydı karap iş kıl: vicdanınla hareket et; kudaydı karabay ele kalp ayta beret: vicdansızca yalan söylüyor; kudayınğa işensenğ, cöö kalasınğ ats. : Tanrıya güvenirsen, yaya kalırsın.

kudayçıl, müttaki; Allaha tapan.

kudayı, f. es. Allah rızası için çekilen ziyafet; kudayı konok: Tanrı misafiri, çağrılmayıp da, tesadüfen düşen konuk.

kudaysı- , aşırı derece gururlanmak.

kudaysız, Allahsız.

kudaysızdık, Allahsızlık.

kudu I, f. tıpkısı, aynı, tam; kudu ele özü: tam kendisi, noktası- noktasına o.

kudu- , II, ok gibi aşağıya doğru atılmak (yırtıcı kuş hakkında) ; biyikten tömöngö kuduğan kıraanday: kapıcı kuşun yukarıdan aşağıya atılması gibi.

kuduk, kuyu.

kudum = = kudu I: kudum caş baladay ıyladı: tıpkı küçük bir çocuk gibi ağladı.

kudunğ: kudunğ- kudunğ etip, süyünüp ketti: aşırı derecede sevildi.

kudunğda- , aşırı derecede sevinmek.

kuduret, a. kudret; too kuduret: bir kuş adıdır.

kudut- , et. kudu- II’ den.

kuk, kuzgunun sesini taklittir; “kak!” etken karğa koybodu, “kuk!” etken kuzğun koyboldu folk. : “kak” diye bağığğran kargayı bırakmadı, “kuk” diye bağıran kuzgunu bırakmadı.

kukulda- , bağırmak (kaz hakkında); ötmek (kuzgun hakkında) .

kul, 1. köle; kul kıluuçu: köle eden, köle yapan; erte süylögöndün kulu mec. : “acem kılıcı” yaltak, dalkavuk; cakşı bolso – biyden, caman – bolso – kuldan ats. : iş iyi çıkarsa, beye isnat edilir, kötü çıkarsa kuldan görülür; kulda kulak cok oturdu: işitmiyen köle gibi oturdu (onu sövüp- saydıkları halde) sesini çıkarmadı; kul- kutan tar. küç. avam takımı; 2. mec. = = bende.

kula I, 1. kula (at donu) ; ala- kula bk. ala I; kula ceerde: 1) koyu- kula 2) aşırı derecede kızarmış olan; kula ceerde bolup oturat: ıstakoz gibi kızarıp oturuyor (çakır- keyif adam hakkında) ; ak kula 1) beyaza çalan kula; 2) bahadır Manas’ ın atının adıdır; 2. es. ilk harmandan ruhanîlerin hissesine ayırılan kısım; 3. taş kula: dayanıklı, yiyecek hususunda kanaatkâr iş atı.

kula II, yuvarlanmak, düşmek, yıkılmak; cardan kuladı: yardan düştü; oozunan kulağan koppoyt, butunan kulağan kobot ats. sözden yıkılan kalkmaz, ayakta duramayıp düşense, kalkar.

kulaalı, ala doğan: Buteo ve Arehibuteo (ormanda yaşıyan yırtıcı kuş) ; ak kulaalı: bozkır ve ovada yaşıyan Circuz kuşunun erkekleri.

kulaç, 1. kulaç; kulaç ur- : 1) geniş adımlarla sekerek koşmak (dört ayaklı hayvanlar hakkında) ; 2) kollarını geniş açarak ilerlemek (yüzücü hakkında); kulaç cayuu: iki kolu gereği gibi açma; 2. açılan iki kolun birinin ucundan ötekisinin ucuna kadar olan mesafe (uzunluk ölçüsü) ; kere kulaç: gerilmiş kulaç.

kulaça = = kula I 1.

kulaçta- , kulaç vasıtasiyle ölçmek, kulaçlamak; (bk. kulaç) .

kulaçtat- , et. kulaçta- ’ dan.

kulaçtuu, filân kadar kulaç uzunluğunda; kırk kulaçtuu ukuruk folk. : kırk kulaç uzunluğunda olan kement.

kulağdar = = kulaktar.

kulak, r. içt. köylerde başkalarını istismar eden ağalar sınıfına takılan bir lakaptır (“kulak” sözünün asıl manası “yumruk” demektir; M.) .

kulak I, 1. kulak; kulakka il – yahut kulak koy – yahut kulak sal- : söz dinlemek; kulağına ilgen cok: kulak asmadı; sözünö kulak salbay: sözüne kulak asmadan; sözümö kulak koyboyt: 1) benim sözümü dinlemiyor, 2) benim sözüme kulak asmıyor; kulak tür- : dikkatle dinlemek, kulak kabartmak; kulağımdı kesip bereyin: gözüm kör olsun (harf: kulağımı kesip vereyim) ; kulağı uzun: olup- bitenlerden haberdar olan kimse; uzun kulak: şaıyalara dayanan haberler; közü açılıp kulağı uzardı: gözü açıldı ve kulağı uzadı (daha iyi anlamaya başladı) ; kulaktın kurçun kandır- : büyük bir zevkle dinlemek; kulaktan ürk- : (yayıntıların, lâkırdıların tesiri altında) sebepsiz paniğe kapılmak; kündün kulağı: alâimisema; kızıl kulak: alır- satar, vurguncu, ihtikârcı, açık göz ve pişkin bezirgân; kızıl kulaktık: şimdi anılan sözden mücerret ismdir; kozu kulak: kuzu kulağı (bitki) ; at kulak: kuzu kulağının büyüğü; ayuu kucum; börü kulak: dik duran kulaklar, dik kulaklı (at) : ay kulak yalak: sığır kuyruğu otu: Verbashut şam kulak: (atın) dim-dik duran ince kulakları: şala kulak (at hakkında) düşük kulak; kalkan kulak: büyük yassı kulaklı; boorsok kulak: kısa kulaklı; kısa kulak sur kulak (at hakkında) : koşuya tamamile hazır bulunan ve hiçbir eksikliği olmayan; kulak boo: hamutun oklarla iğri ağacı bağlamak için kullanılan iki tane kalın kayış (koşum sırımı) ; tegirmendin kulağı: değirmen taşını kaldırmak ve indirmek için bir aygıt; çüçü kulak bk. çüçü I; 2. telli musiki aletinin kulağı; 3. kazanın kulpu; kırk kulak kazan bar eken folk. : kırk kulplu kazan varmış; daha ör. bk. kazan, kazançı; 4. (çakmaklı tüfekte) tetik.

kulak II, 1. sulama kanalının kolları; 2. akar su ölçü vahidi; kulak (yahut arıktın kulağın) bayla- : suyu sulanacak yerlere akıtmak; 3. değirmenin yedek oluğu.

kulak III, kon. (rusça “kulak”) ağa, mütagallibe.

kulakçın, kulaklı kalpak.

kulakdar = = kulaktar.

kulakta- , 1. kulağa yapışmak; at kulakta- : atın kulağına sarılmak; 2. dinlemek; eldin sözün kulaktayt: elin (başkaların) ne dediğine kulak veriyor.

kulaktandır- , bildirmek, haberdar eylemek, ilân etmek.

kulaktandıruu, bildirme, haberdar etme, ilân etme.

kulaktar k-f. kulaklı, dinliyen, kulak veren; kulaktar bol! , dikkat! ; gözünü dört aç! ; kolhozdun malına kulaktar boluşalı! : kolhoz hayvanlarına dikkat edelim!

kulaktaş I, kulaktan- kulağa konuşmak imkânını bulan, birisile kulaktan- kulağa konuşan; capanda uzun cığaç, üstü temir, astı taş, uçu Samarkan menen kulaktaş (bilmece) : çölde uzun direk, üstünde demir, altında taş, ucu ise, Semerkent ile kulaktan- kulağa konuşuyor (telgraf) .

kulaktaş- II, hep beraber dinlenmek; hep birlikte kulak vermek.

kulaktat- , et. kulakta- ’ dan.

kulaktık I, kulak- III’ ten mücerret isim.

kulaktık II: kızıl kulaktık, bk. kulak I.

kulala- , alala sözünün tekidir.

kulama, mâil, yatık, çarpık.

kulan I, yabanî eşek; Prjevalskiy’ nin atı (*) ; kullandan soo: tam sihhatta, tamamiyle iyileşti; kulan öök bk. ökk; 2. = = kula I 1.

kulan- II, yuvarlanmak, düşmek (zahirî bir sebepsiz) ; toodan taş kullanıp ketti: dağdan taş yuvarladı.

kulanış, yıkılış, kaza; poyuzdardın kulanışı: trenler kazası.

kulat- , devirmek, indirmek, yıkmak.

kulatıl- , pas. kulat- ’ tan; kozğolonğçulardın tört samolyotu kulatıldı: asilerin dört uçağı düşürüldü.

kulatuu, devirme, indirme yıkma.

kulca, 1. dağ koçu; kulcanın kuuluğu tüşöt dep, tülkü akça ölüptür ats. : dağ koçunun husya torbası kopup düşer diye beklerken tilki açlıktan ölmüş; 2. Kırgız halk takviminde bir ayın adıdır.

kulcukta- , (omuzlarını oynatarak) nazlanmak, kırıtmak.

kulcunğda- , kırılıp büzülmek, kırıtmak.

kulcuy- , 1. somurtmak; 2. kurnazlık etmek; kulcuyğan: kurnaz, sokulgan.

kulcuyuu, işs. kulcuy- ’ dan.

kulçuluk, kölelik.

kuldan- , folk. köle edinmek, kul sahibi olmak.

kuldanuuçuluk, köleler kullanma.

kulduk, kölelik, esaret, kölece itaat, tam mütavaat; kulduğum bar es. : ram oldum, boyun iğdim, teslim oluyorum; kulduk ur- yahut kulduk kıl- es. : itaat göstermek, tam muvafakat, tam itaat izhar eylemek.

kuldur, kaldır sözünün tekidir.

kuldura- , mırıldanmak, anlaşılamayan bir dille konuşmak; çocukça kekelemek.

kulğu- , geviş getirmek.

kulğun, (Rad.) çuha, yünlü kumaş; kürönğçö atın mindi deyt. kulğun tonun kiydi deyt: diyorlar, ki: koyu al atına binmiş ve çuha giyimini giymiş.

kulğuna = = koton.

kulk I, a. hulk, seciye, gidişat; kulku caman yahut kulku buzuk: tabiatı fena, ahlâkı bozuk.

kulk II, bir mayiin “ğıl ğıl” etmesini taklittir; kulk ettir- : “ğılk” gibi bir ses çıkacak tarzda yutuvermek (birden devirmek) .

kulku, (kulaktaki) kir.

kulkulda- , hırsla bakmak, göz komak başkasının eşyasına göz dikmek.

kulkun, a. boğaz, hulkum; kulkunu caman: namussuz, rüşvetçi; kulkunğa sal- yahut kulkunğa kuy- : başkasınınkini benimsemek, kabullenmek, dercep etmek; kulkunu tıyıldı: iştahını tatmin etti.

kuloo, işs. kula- II’ den.

kulp = = kulpu.

kulpta- = = kulpula- .

kulpu, f. kilit.

kulpula- , kilitlemek.

kulpulan- , kilitlenmek, kilitlenmiş olmak.

kulpulat- , kilitletmek.

kulpun- = = kulpur- .

kulpunt- = = kulpurt- .

kulpur- , renkten- renge girmek, menevişlenmek, rengârenk olmak.

kulpurt- , et. kulpur- ’ dan.

kulpurun- , mut. kulpur- ’ dan; 1. renkten- renge girmek; 2. hafif ve süzülerek dalgalanmak.

kult, anî ve göz kıpınca ceryan etmiş bir hareketi ifade eden nida; kult etip: dakkasında; oozunan kanı kult etti: ağzından kan fışkırdı; kalt- kult et- : irkilmek.

kultivator, r. toprağı işliyen, çifçi.

kultulda- , 1. yaltaklanmak; 2. kurnazlık etmek, kavuk sallamak; kultuldap kaşkanı turat: kurnazlık ederek kaçmayı düşünüyor.

kultuldat- , et. kultulda-’ dan.

kultunğda- , içten bir sevinç duymak (içten bir şey düşünerek kıs- kıs gülmek).

kultunğdaş- , müş. kultunğda- ’dan.

kultura, r. kültür.

kultuy- , (içten, izhar etmeksizin) pek memnun olmak.

kuluğan, (r. “huligan”) kon. külhanbeyi, çapkın, yaramaz.

kulun, süt emen tay; kulun sal- : 1) tay düşürmek (kısrak hakkında) : 2) (sağarken) tayı annesinin yanına bırakmak; kulun saldır- : kısrağın kulun düşürmesine sebep olmak.

kulunçak, 1. taycık; 2. bir çeşit iri ve kaba saplı haşirî bitkinin adı.

kulunda- , tay doğurmak.

kulunduu, süt emen tayı olan; kulundu bee: taylı kısrak.

kulup, kon. = = klub.

kulupta- = = kulpula- .

kuluya, a. Kur’ anın 109 uncu suresinin baş ibaresidir (ki eski medreselerde talebe bu sureye başlarken muallime hediye olarak, kuymak (bk.) getirirdi.

kum, 1. kum; kulağına kum kuyğanday: “kulağına kum dökmüş gibi” : umurunda değil, asla aldırış etmiyor; 2. posa, çöküntü (mes, semaverin içinde) .

kumalak, yuvarlak (koyun yahut deve tezeği) ; bir kumalak bir karın maydı bulğayt ats. : bir tezek yuvarlağı bir tulum yağı berbat eder.

kumar I, a. çoşkunluk, kumar.

kumar II, a. 1. şiddetli arzu, ihtiras; kumar köz: ihtiraslı gözler, ihtiraslı gözlü; bak kumar bk. bak II; kumar kan- yahut kumar caz- : arzusunu yerine getirmek, tatmin edilmiş olmak; 2. âşık, vurgun; körbösöm da, Bököygö kumar bolup kaldım dep folk. : görmedimse de Bökeye tutuldum (âşık oldum) .

kumarçı, kumarbaz.

kumarçılık, kumarbazlık.

kumardan- , şiddetli arzu etmek, müptelâ olmak.

kumardant- , şiddetli arzu uyandırmak, müptelâ etmek.

kumarpoz a- f. = = kumarçı.

kumarpozduk = = kumarçılık.

kumay, Vulturidae cinsinden kar kuşu, akbaba; 2. kumlu.

kumayık, efsanevî bir köpektir (ki ondan hiçbir yabanî hayvan kurtulamaz) ; kuş törösü buudayık, it törösü kumayık ats. yırtıcı kuşların âmiri – buudayık (bk.) ; köpeklerin âmiri – kumayık’ tır.

kumda- , kumdan ayıklamak (mes. hububatı) .

kumdak, kumsal.

kumdaş- , hep beraber kumdan ayıklamak.

kumdat, et. kumda- ’dan.

kumdoo, kumdan ayıklama.

kumduu, kumlu.

kumğan, 1. su kaynatmak için madenî çaydanlık; 2. ibrik.

kumpay, itelgi (bk.) nevilerinden biridir.

kumsar- , aşırı derecede solmak (yüz hakkında) ; bir kızarıp, bir kumsarıp tüştü: bir kızardı, bir bozardı.

kumtula- , etekleri kavuşturmak; çapanınğdı kumtula! : çapanının eteklerini kavuştur! ; cuurgan kumtula- : yorğanla sım- sıkı örtmek.

kumtulama: eki kumtulama: çifte ilikli (giyim hakkında) .

kumtulan- , kavuşmak, giyimin eteklerini kavuşturmak; büyrö kumtulanıp: sımsıkı eteklerini kavuşturarak.

kumura, ağzı dar küp kumbara; yahut deve derisinden yapılan aynı şekildeki tulum (ayran ve kımız yapmak için yarar) ; cakşı ıştalğan kara kumuradan kımız kuyup olturat: iyi tütsülenmiş siyah tiltumdan kımız döküyor.

kumurska, karınca; kumurska bel: ince zarif bel; kumurska kiçinekey bolsa da kayrata too anğtarat ats. : karınca küçücük ise de , gayreti dağı deviriyor .

kun, f. 1. tar : kan pahası , diyet ; kun kuu- : öldürülen bir akrabanın kanı için öç almak , kan gütmek ( diyet almak yahut kan mukabilinden kan dökmek süretiyle ) ; atasının kunun kuuğan : babasının kanını güttü ; çubaktın kununday kuudu ats. : iddalarının haddi hesabı yoktu ( harf . : çubağın kanını güder gibi öç alma için uğraştı ; çubak kırgız destanında iz bırakmadan kaybolan bir kahramandır , ki kırgızlar onun kanını kâh bir kavimden , kâh diğer bir kavimden isteyip duruyorlardı ) ; kun al- : öldürülen akrabanın öcünü almak ; kunun aldı : intikamını aldı ; kun bütür yahut kun oylo-: kan pahası ödemekle ilgili olan bir dâva hakkında karar çıkarmak ; kunu cok bay : hasis zengin ; erdin kunu , nardın bulu emes ats. : esefe değer bir şey değildir ( harf. : bahadırın kan bahası , hecin devesinin kıymeti de değilki ) ; 2. kunu uçkan yahut kunu kaçkan : işleri sarsıldı , eski iyi durumunu kaybetti kurumunu ve kuruluşunu kaybetti ; kunu kaçıp , şümüröyö kaldı : eski azametini kaybetti ve büzüldü.

kunacın, dana ; tay kunacın: ikinci yaşına girmiş olan dana ; kunan kunacın: üçüncü yaşına basmış olan dana ; bıştı kunacın : dördüncü yaşına basmış olan dana.

kunan, üçüncü yaşına basmış olan tay.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin