müşök, (r. “meşok” uzunca, rus biçiminde olan) çuval (krş. kap IV, 1.) .
müştök (r. “mundştuk” ) ağızlık.
müyüz, boynuz, boynuzlar; koökor müyüz: 1) koç boynuzu şeklinde olan mimari tezyinat; müyüzü çıkpadı: muvaffak olmadı, teşebbüsünden hiçbir şey çıkmadı; müyüzünğ kança boldu? : tattın mı? bir şey kazandın mı?
müyüzdüü, boynuzlu; müyüzdüü iri mal: iri, boynuzlu hayvan: sığır hayvanı.
N
naabay, f. 1. fırıncı: ekmek pişiren; yufkacı; naabay ölüp atsa, koynunan nanı çığat ats. : yufkacı ölürken bile koynundan yufkaları dökülür; 2. yufka satan; 3. naabaykana.
naam, f. 1. ad, nam, isim; 2. lâğap, unvan; soğuştuk naam: askerî unvan.
naamduu, namlı, müsemmâ.
naar I, f. aş, yiyecek; naar al-: gıda almak, hafif tertip karın doyurmak; oozuna naar ala elek: henüz hiçbir şey yemedi, ağzına bir şey almadı.
naar II, 1. derideki çizgiler, kabartma usuliyle yapılan tezyinat; koldun naar; (yahut sadece naar) parmakların içindeki ve el ayasındaki ufak çizgiler; bettin naari: yüzün rengi, yüzün güzelliği.
nadzor, r. nezaret, gözleme; prokurorduk nadzor: müddei umumilik nezareti, mürakabesi.
naesep = nayınsap.
nagan, r. “nağan” sistemi tabanca.
nağıs, bükülmüş, kıvrılmış, batık.
nağız, hakikî, halis.
nak I, nakta a. nakit; nakta akça (yahut sade nakta) : nakit para; naktay: nakit olarak, peşin para.
nak II, ktam, noktası-noktasına; nakuşu mezgilde: tam zamanında; nak bugün: tam bugün.
nakaz, r. emir, talimat, direktif.
naker, (destanda) bir çeşit ayakkabı.
nakıl, a. srk. anlatma, hikâye, tahkiye.
nakış = akış.
nakıştuu = akıştuu.
nakta, bk. nak I.
naküştö, murabahacı; naküştödön karızdar bolbo, ooğan menen do bolbo! ats. : murabahacıya borçlanma, uluların uşağiyle dost olma.
nalı- = naalı-.
naloğ, r. vergi; ceke naloğ tar. : sahsî vergi.
namakıram, f-a. es. yabancı, yad (kadınlar kısmına girmasine müsaade edilmeyen erkek; yabancı erkeğin bakmasına müsaade edilmeyen kadın) .
namaz, f. dua, namaz; namaz oku-
:namaz kılmak.
namazköy, f. namaza devm eden, müttaki.
namıs, a. 1. namus, şöhret, iyi nam, soy şerefi; namısın kolğo alğan: şerefini, haysiyetini muhafaza ediyor; namıstı koldon taydırğan (yahut ketirgen ) : rezil olmuş, haysiyeti kayboldu; namıs ketir-: terzil etmek, kepaze eylemek; namıs ketpesin: başkalarının önünde mahcup olma! : namısına keldi: en hassas yerine dokundu; uruu namısı: kabile şerefi; 2. incitme; namısı kelse kerek: utanmış olsa gerektir.
namısçıl, alıngan, güçbeğenir; müşküklpesent.
namısköy, a-f. alıngan.
namısköylük, alınganlık, hırsı cah, izzetinefs.
namı stan-, 1. utandırmak; 2. gücenmek, küsmek.
namıyan, a. para çantası, para kesesi.
namız = namıs.
manızdan- = namıstan-.
namirken = amirken; namirken ötük: rugan çizme.
nan I, f. ekmek, yufka; nan koy- es. ant içerken önüne ekmek koymak; seni nan urar! : seni ekmek çarpsın; nan kıl-: yufkaya döndürmek; yassılatmak, ezmek; mec. yok etmek, imha eylemek.
nan- I = ınan-.
nanğısız, inanılmayacak, muhtemel olmayan.
napaka, a. = aliment.
naps, napsi = apsi.
nar, tek hörgüçlü deve; nar kesken: iyi kılıç, çelik pala; usta menen dos bolsonğ, nat keskenin alarsınğ ats. : demirci ile dost olursan, çeilk pala alırsın.
narağırak: narağırakta: bir parça ötede.
narat, kon. = naryad.
narazı = naarazı.
narcak = arcak.
naret = naryad.
narı = arı.
narık = nark.
narın, 1. üzerine çorba dökülmüş ve ufak doğranmış etten ibaret olan yemek; aşap alıp ketsin dep, narın tartıp koydurup folk. : yesinler diye onlara narın çekti; 2. = beş barmak 2 (bk. barmak ) .
nariste = arısta.
nark, f. 1. paha, fiat, nerh; narkı kança? : fiatı nedir? ; oy özünğdö, nark kolunğda ats. : senin arzuna tâbidir, harf. : fikir enin, fiat da se nin elindedir) ; 2. kıymet, değer, liyakat; bilbedi menin barkımdı, ötközdü menin narkımdı folk. : liyakatımı bilmedi, kıymetimi indirdi; 3. adet, itiyat; narkta cok (insan hakkında) : on para etmez; 4. örf hukuku; nark-şaraatta cok: hiçbir kanunda yok; 5. (rad.) soy; kabile.
narkı = arkı.
narkomat, r. (rusça “narodnıy komissaritay” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu söz de halk komiserliği, yani vekâlet, nezaret, bakanlık demektir. m. )
narktuu, örfe dayanan hukuku (hukuku mütearifeyi) iyi bilen ve onlara riayet eden kimse.
narpos, f. nar meyvasını kabuğudur ki sarı baya yapmaya yarar.
naryad, r. ask. nöbet.
nasaat = asaat.
nasıbay, çiğnemek suretiyle kullanılan tütün; nazıbayday sağındırdınğ: seni pek ziyade özledim (harf. : tütünü özler gibi özlemeye mecbur ettin) .
nasıl, a. menşe, cins, asıl.
nasıya, nasiya = asıya.
nasıyat, asaat; öğüt nasıyat bölümü tar. : “öğüt-nasihat şubesi” (teşvik ve propaganda şubesi) .
nasıyatçı, propagandacı.
nasıyatoo, propaganda yapma, öğüt verme.
nasip, a. kısmet, alı nyazısı, hısse; nasıp bolso: kısmet olursa;
naşa, naşaa, a. kenevirden imâl edilen uyuşturucu madde, haşiş, esrar.
naşacı; esrar içen; esrar tiryakisi.
natıyca, a. netice, sonuç.
natıtcasız, neticesiz.
natıycasızdık, neticesizlik.
natura, natur, r. tabiat; natura akısı: aynî tediye.
natuura, f-k. doğru değil, kanuna uygun olmıyarak; natuura col menen: doğru olmıyan, gayri meşru yol ile.
navay = naabay.
nay, f. 1. ney; cez nay: madenî ney; 2. (tütün içmeye mahsus) çubuk; kiçi nay yahut kiçik nay: tütün içmek için pipo.
nayça, f. küçük pipo; nayça bel (kadınlarhakkında) : ince belli, endamlı, zarif.
nayınsap, f-a. insafsız, namussuz, nâinsaf.
nayınsapsızdık = nayınsaptık.
nayınsaptık, insafsızlık, mırdarlık.
nayluu, pipolu, çubuklu; cez nayluu çılım: bakır çubuklu nargile.
nayza, f. 1. kargı, mızrak, süngü; 2. (kâğıt oyununda) pagas.
nayzaçı = nayzakar.
nayzağay = çağılğan.
nayzaker, f. nizedar (kargı, mızrak ile silâhlanmış olan asker) .
nayzala-, mızrak, kargı ile iş görmek; mızrak, kargıyı saplamak.
nayzalaş-, mızrak ile dövüşmek.
naz, f. kırıtma, naz; kızı bardın nazı bar ats. : kızı olanın nazı da vardır.
nazar, a. bakış, nazar; nazar sal-: göz gezdirmek, dikkat etmek; er nazar tiygen: muvaffakiyetli; nazarı aç; ıymanduu kişi andan kaç zarı aç; ıymanduu kişi andan kaç ats. : zenginin oğlu aç gözlüdür. imanlı (namuslu) adam ondan kaçsın.
nazdan-, nazlanmak, kırıtmak.
nazdık, naz, kırıtma.
ne = emine; keldik ne, kelbedik ne? : geldik, gelmedik ne ehemmiyeti var! : ne bara cok: her ihtimale karşı.
nebak = ebak.
neçen, neçe, 1. kaç; bir neçen: birkaç; neçender: bir çokları; 2. (onlar, yüzler, binler ile bir arada oldukta) küsûr; otuz çene som: otuz küsûr ruble.
neet, a. 1. niyet, düşünce; neeti ak: namuslu, temiz kalbli; ak neet: temiz niyet; namusluluk; ak neet emgek: namuskârane emek; 2. güven, umut.
neettik: ak neettik: namusluluk, fena niyet, fena düşünce.
neettüü: ak neettüü: namuslu; kara neettüü: namussuz; kötü niyetli.
neettüülük: ak neettüülük: namusluluk; ak neettüülük menen: namusluca, insaflıca.
neft, r. petrol.
negiz, temel, esas, prensip; neğizinde: esasında, esas itibariyle, esasına göre: nağiz kılıp al-: esas olarak almak, esasına vazeylemek; neğiz bol-: esas olmak, esas vazifesini görmek; tömönkü negiz mat. : aly kaide (mes. , üstüvanenin, menşurun)
neme, ne; bir neme: bir şey; bir nesne; ütk neme: hiçbir şey; ar neme: her şey, her türlü eşya; ar nemeğe bir neme ats. : “teneke yuvarlandı kapağını buldu” (harf. : her şeyin kendine göre bir şeyi vardır) .
nemine = emine; nemineden kapanğ bar! folk. : kederin neden ileri geldi! .
nepada, f. rastgele, tesadüfen; nepada kelbey kalsa: tesadüfen gelmeden kalırsa; ya, beklememize rağmen gelmezse.
nepalam = nepada.
nepir, ne? ne bir? ; nepir suluu güldör! : ne güzel güller! nepir şirin nandar! : ne tatlı bisküviler!
nepit, kon. = neft.
nepmen, r. ( “nep” ten istifade eden kimse; “nep” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu söz de yeni iktisadî politika demektir. bu, lenin hayatta iken sovyet hükûmetinin şahsî teşebbüsler, muvakkaten müsaade eden bir siyaseti olmuştur; m. ) .
nepti = neft.
nerse, nesne, eşya.
nes = ez I.
net- (ne+ne), ne yapmak, nasıl hareket etmek; netesinğ? : nasıl hareket edeceksin? ne yapacaksın? sana niçin lâzım? ; mında turup neteli! : burada durup ne yapalım!
nez = ez I; nez bol: şaşalamak, afalamak.
nığay- kuvvetlenmek, sağlamlamak.
nığayt-, takviye etmek, sağlamlaştırmak.
nığır- = ığır.
nığırıl- = ığrıl-.
nık I, = ık I; nık bas-: şiddetle basmak.
nık- II = ık IV.
nıkı-, şiddetle basmak, tazyik etmek.
nıkta-, tahkim etmek, pekitmek.
nıktal-, tahkim edilmek, uzun yatıp sertleşmiş (mes. : kar hakkında) ; nıktalıp catkan kar: uzun yatıp sertleşmiş olan kar.
nıl = ıl.
nıldat-, birparça pürüzlü yapmak (mes. , el kaymamak için bir şeyin sapını) .
nım = ım I; nemli, nem.
nımda-, nemli etmek.
nımdal-, nemlenmek.
nımduu, yaş, nemli; nımduu kum: yaş kum.
nımduuluk, nemlilik.
nımsak, nemlice, nemli.
nıpas, bk. kayz.
nısap = ınsap.
nıhyaz, f. 1. sadaka; 2. fazilet, erdem.
niçke = içke.
niçker- = içker-.
nidayimke, (r. “nedoimka” ) ; bekaya, ödenmeden kalan vergi.
nike, a. es. nikâh; nike kıy-: nikâh kıymak; nikesi buzula turğan ceri cok: “nikâhı bozulacak değil” ; bunda hiçbir zarar yok; bundan bir fenalık çıkmaz.
nikele-, es. nikâhlamak (dini merasim yaparak nikâh kıymak) .
nikelen-, nikâhlanmak.
nikelüü-, es. nikâhlı (nikâhı dini merasim icra eylemek suretiyle kıyılmış) .
nipta = ıpta I.
nitroglitserin, nitrogliserin.
niyet- = neet.
noko = oko I.
nokot, a. nokta; sözdü nokotuna keltirip aytat: sözü rabıtalı ve dürüst söylüyor.
obdul-, 1. gövdeyi öne doğru atarak kalkmak; 2. hiddetle üzerine atılmak.
obkom, r. (bu, rusça “oblastnoy komitet” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu da eyalet (vilâyet) komitesi demektir; m. ) .
obligatsiya, r. tahvilât.
oblus = obulus.
oblustuk = obulustuk.
obo = aba II.
oboço, 1. tümsek, tepe, höyük; 2. bir parça ilride, bir parça uzakta, başkalarından ayrı olarak; üydön oboço oturalı: keçe evden bir parça uzakta oturalım; oboçorok barıp: bir parça uzağa çekilerek.
oç, (deveye bağırış) ; töö kıyadan ötköndön kiyin “oç! ” degeninğ kurusun ats. : dövüşten sonra yumruk sallamak harf. : deve bayırı geçtikten sonra senin “oç! “ demen yok olsun) .
oçiret = oçurat.
oçoğor, bir çeşit eski zaman tüfeği.
oçoğoy, kocaman, muazzam.
oçok, (karş. kolomto) evdeki ocak (taşınmaz meskende) ; çer oçok: toprağı kazmak suretiyle yapılan ocak.
oçorul-, kalkamamak (mes. : bacağına yahut beline kurşun isabet eden yabanî hayvan, ve beli ve s.si aağrıyan insan hakkında) ; maldar oçoruluporundan tura albayt: bitkin bir halde bulunan hayvanlar yerlerinden kalkamıyorlar; tolorsuğu kırkılıp, oçorulup kaldı: topuk kemiği burkulup yerinden kımıldayamadı.
oçoy-, tümsek şeklinde çıkık durmak (hantal ve kalın nesne hakkında) ; oçoyğon kempir: (yerde oturan) şişman kocakarı.
odurakay, yüz çizgileri kaba olan, kaba; odyrakay taar: kabâ çuhâ.
odyranğda-, 1. hareketlerinde, yüz çizgileri kaba olan adama benzemek; 2. kurulmak, caka satmak.
oduray-, kaba, nâhoş olmak (yüz hakkında) .
ofitser, r. subay, zabit.
oğdorul-, 1. şiddetle ve kudururcasına şahlanmak, yükselmek (dalgalar hakkında) ; 2. hızla ileri yürümek (kuvvetli at hakkında) .
oğele, bk. oğo I.
oğo I, gayet, pek; oğo ele cakşı yahut oğele cakşı: gayet iyi; oğo beter yahut oğo beterden yahut oğo tötön : ondan daha kuvvetli; daha fazla (daha iyi, daha kötü) .
oğo II (= ağa II ) : öona.
oğolo, (rad.) = oğele (bk. oğoI. ) .
ohranka, r. siyasi zabıta şubesi.
ok I, onamama, kınam ifade eden bir nidadır; ok, oozunğ sınğır! ; vay, ağzın iğrilesi!
ok II, dingil, mihver.
ok III, ok, mermi; oktoy tüz: ok gibi düz; ok tiyir! : ok değsin! ; çağılğan oğu bk. çağılğan; okko uçup ketiptir: ok isabet ederek vurulmuştur.
ok IV: ok-ele= eğele (bk. oğo I) .
ok V, tahdid ekidir; bir ok: yalnız bir tane, ancak, fakat, bununla beraber; özüm ok: bizzat kendim, yalnız ben kendim.
okçontoy, okkabı, sadak.
okçun, ötede, ötede bulunan, uzak, ırakta bulunan, ayrıca; okçun col: yolun kenarı yan yol; okçun oturdum: ötede, başkalarından ayrı oturdum.
okean, r. okyanus.
okıya = okuya.
oko I, sırma.
oko II (= okuya) : eç oko bolbos: hiçbir zarar olmaz, hiçbir şey vukua gelmez, korkulacak bir şey yoktur.
okop, r. siper (savaş meydanında) ; okoptor: siperler.
okoro, koşum takımlarının imalinde bir çeşit örtme tarzı; okoro tüygün ak tizgin folk. : yuarı okohro usuliyle örülmüştür.
okra = okura.
okruğ, r. eyalet; soğuş okruğu: askerî eyalet (mıntıka) .
okşo-, benzemek; saa okşoyt: sana benziyor; kelgen okşoyt: gelmişe benziyor; bul okşoğon yahut uşul okşoğon: buna benziyen, buna benzer; cana oşoğo okşoğon: ve buna benzerleri.
okşokto- = okşoy-.
okşonğdo- = okşoy-.
okşonğkura-, bir parça benzemek; bir dereceye kadar andırmak.
okşoo, işs. okşo-‘dan.
okşoş I, benziyen, misli, aynı.
okşoş- II, birbirine benzemek, birbirine uygun olmak.
okşoştuk, benzeyiş, müşabehet.
okşoştur-, benzetmek, benzer hale koymak; okşoşturup ur: şiddetle vurmak dövmek.
okşotuu, benzetme.
okşoy-, somurtmak, surat asmak; aldırğan bürküttöy okşoyup oturat: avını kaçırmış karakuş gibi somurtmuş.