masayraş-, 1. bir işi iyi başarmak, 2. mest olmak.
masçılık, sarhoşluk, mestlik hali.
maseke, şaka alay.
masele, a. mesele, problêm; mesele çeç-: mesele çözmek; cay masele mat.: adî mesele; çatış masele mat.: karışık prroblem.
maselen, a. meselâ.
ması = maası.
masılat = maslet.
masır, üzür kelimesinin tekidir.
masıykat, a. Kırgız melodilerinden birinin adıdır.
masilet = maslet.
maskara, a. rezalet, kepaze olmaklık; alay etme; maskara kıl-: terzil etmek; maskara bol-: rezil olmak.
maskaraçılık, rezalet, kepazelik.
maskarala-, alay etmek. terzil etmek, kepaze etmek.
maske, r. maske.
maslet, a. nasihat, müşavere, iyi akıl, maslahat; maslet kıl-: müşavere etmek, istişare eylemek.
massa, r. kütle, kitle, kalabalık.
mastan: mastan kempir mit.: 1. kocakarı kılığında olan, gûya insanın topuğundan kanını emen ecinniler soyundan bir varlıktır; 2. hilekârlıkla temeyyüz eden efsenevî bir kocakarı.
masten = nastan.
master, r. usta
mastık, sarhoşluk, masıkka cenğdir, bk. cenğdir.
maş I, f. zeytinî renkte olan ufak nohut.
maş II, a. mahir, ihtisas edinmiş olan, işini bilen; cazuuğa maş: usta çabuk yazan; sözdü maşına keltirip ayttı: isabetli söz söyledi; tülküdöy maş: tilki gibi kurnaz; maş kıl-: temrin yapmak.
maş III, (r. «mast» ) iskambil kâğıtlarının rengi.
maşa f. I, 1. tetik; maşasın tartıp aldı deyt, pars dedirip saldı deyt folk.: tetiği çekti diyor, gürültü ile ateş etti diyor; 2. (tüfeğin) falya deliği.
maşa, II f. bir nevi sinek.
maşak, başak.
maşakat, a. meşakkat, zahmet, azap; maşakat tart-: zahmete katlanmak; azaplanmak.
maşakattan-, azap çekmek, zahmete katlanmak.
maşakattuu, güç, zahmetli.
maşakta-, başak toplamak; buuday maşakta-: buğdayın yeşil başaklarını koparmak; apiyim maşakta-: haşhaşın kapsüllerini toplamak.
maşaktoo, işs. maşakta-’dan.
maşaktuu, başaklı.
maşar = makşar.
maşat, pınar, kaynak.
maşayık, a. dn. veli, meşayıh.
maşığuu, temrin; el alışıklığı edinmek, gereği gibi alışmak, öğrenmek.
maşık I = maş II.
maşık- II, idman etmek, alışmak. meşketmek, meleke hasıl etmek, maşıkkan: tecrübeli, uzlaşmış; maşıkkan maşinistka: usta daktilo kadın; kolu işke maşıkkan: eli işe alışmış.
maşıktur-, alıştırmak; meşkettirmek, meleke hasıl ettirmek.
maşıktıruu, işs. maşıktır-’dan; maşıktıruusun arttıruu: meşkini, melekesini arttırma.
maşıktuu, tecrübeli, meşk etmiş.
maşina, r. makine; tigüü maşinası: dikiş makinesi; kol maşina: el makinesi; but maşinaı: ayak makinesi; maşina kuruuçu zavod: makine imal eden fabrika.
maşinacı, terzi.
maşinala-, dikiş makinesiyle dikmek.
maşinalaştır-, makineleştirmek.
maşinalaştıruu, makineleştirme.
maşinalat-, et. maşinala-’dan.
maşinist, r. makinist.
maşinistka, r. daktilo kadın.
maşinke, (r. «maşinka» ) yazı makinesi.
maşiyne, kon. = maşina.
maşiyneçi, kon. = maşinaçı.
maşke, tüfek avında kullanılan köpek.
maşta- I, temrin yapmak, idman yapmak.
maşta- II, bir kağıt üzerine koz alan kâğıdı almak.
maştaş-, 1. öğrenmek, talim görmek; 2. gizlice anlaşmak, elbirliğiyle hareket etmek.
maştık, çeviklik, beceriklilik.
mat I, at sözünün tekidir; at-matı menen çığıldı: atı-filânı ile düştü.
mat II, a. şatranç oyununda mat olmak, yenilmek.
mata I. a. evde dokulan pamuklu kumaş, mata.
mata- II, 1. bükmek, kıvırmak, iğriltmek; cüktü bir çağına matabıraak tarttı: dengi öyle çekti, ki o, bir tarafa iğrildi; 2. pekitmek; bağlamak; töösün matap taşladı: (dizine takılan ipi boynuna geçirerek) devesini muhkem bağladı; 3. testerenin dişlerini açmak.
matal-, bükülmek, iğilmek.
matalt-, et. matal-`dan.
matat-, et. mata II-`den.
matçı, katçı sözünün tekidir; katçımatçı: şöyle-böyle bir yazıcı, kâtip.
materialist, r. maddiyatçı.
materializm, r. maddîcilik.
materiya, r. fel. cevher, heyûlâ.
material, r. madde, malzeme, matériel; materyal cıyna-: 1) madde, malzeme toplamak; 2) birisine karşı onu kabahatli çıkarmıya yarıyan mevat toplamak.
materyalda-, birisine karşı, onu suçlu çıkarmıya yarıyacak olan delâil ileri sürmek.
materyaldık, maddî; materyaldık cardan: maddî yardım.
materyal, kon. = materyal.
matoo 1. bükülüm, bükülme yeri, untkun matoosu: uuk`un (bk. uuk I) bükülen yeri (aşağı kısmı); kereginin matoosu: kerege`nin (bk.) bükülen yeri (üst kısmı); 2. uuk ile kerege`yi bükmek için kullanılan aygıt 3. bağ, ip.
mavzer, r. mavzer tüfeği.
may I, 1. yağ; cebeseng da may cakşı, ats-: yemezsen dahi yağ iyi şeydir; karın may: iç yağı; sarı may: eritilmiş inek yağı; keresiyan may: gaz yağı; kara may: 1) katran; 2) tekerlek (makina) yağı; suu may; hardal yağı; sarı mayday sakta: itina ile sakla! göz bebeğin gibi koru!;mayın çığarıp süylöyt: rabıtalı bir tarzda söylüyor; oozunğa may!: ağzına yağ! (övme); tamamına may töşöp süylöşöt: onunla saygı ile konuşuyor; may içme: (çocıuklarda) dizanteri (hastalık) ; kızıl may: 1) tüylerin ve kılların dökülmesinden ve ayakların dermansızlığından ibaret olan bir çeşit at hastalığı; 2) şiddetli yorgunluk, bitkilik, sürmenaj; til albağandarğa aytıp, kızıl may bolup emne kılam?: söze aldırış etmiyenlerin üzerine düşerek, lâf anlatmak için neden yorulayım?; may kötün bk. kötön; cürökkö mayday tiydi: bıkkınlık getirdi; 2. ücret; ot may: otlak ücreti; attın mayı: attan istifade etme ücreti (at kirası).
may II, r. Mayıs ayı.
maya I = paya; maya şıpır: ekin biçildikten sonra tarlalarda kalan anız ve samanı toplamak.
maya II: cel maya = celmayan: kıl maya, bk. kıl I.
mayak, r. deniz feneri, yol işareti (karlı, tipili hava için).
mayan: cel mayan = celmayan.
mayana, f. kon. iş ücreti,aylık, maaş.
mayçıl, yağlı yemekleri seven kimse.
mayçukur = may çukur (bk. çukur).
mayçukurla = may çukurla (bk. çukurla-).
mayda, f. ufak; abdan mayda: gayet ufak; mayda barat kemçilikter: her nevi ufak eksiklikler; mayda-çuyda yahut mayda çayda: her türlü ufk-tefek şeyler.
maydabarat = mayda barat (bk. mayda).
matdaçıl, 1. ufak-tefek şeylere de ehemmiyet veren kimse; 2. âlimlik iddiasında bulunan, ukalâ, bilgiç taslağı.
maydaçıldık, 1. ufak-tefek şeylere ehemmiyet vermek itiyadı; 2. ukalâlık.
maydalan-, ufalmak, ufalanmak.
maydalan-, ufalamak, ufalanmak.
maydalat-, ufalamaya maruz kalmak, ufaltılmak.
maydalat-, ufaltılmaya zorlamak.
maydan, f. 1. muharebe alanı, cephe; birimdik maydanı: tek cephe; maydan tart-: muharebe saffına dizilmek; 2. işlenmiş saha, işlenmiş toprak, tarla.
maydandaş-, cepheden hep beraber harekete geçmek; tek cephe olarak ortaya atılmak.
mayek, f. musahabe.
mayekteş-, musahabe etmek; öz ara mayekteşip söz kılışat: kendi aralarında sohbet ediyorlar, konuşuyorlar.
mayıp, a. 1. kusurlu, mayûb; 2. malûl.
mayış-, eğrilmek, ezilmek; cer mayışıp, kol kelet folk.: hesapsız çok asker geliyor.
mayışak, bükülgen, kolay bükülebilen.
mayışkıs, kolay bükülmiyen; mayışkıs kol: sert, kuvvetli el.
mayıştır-, bükmek, eğirmek.
maykan, f. 1. gereği gibi dövülmemiş ve tekrar dövülmesi icabeden başak; maykan üstündö maşak bar folk.: daha gereği gibi dövülmemiş olan hububat üzerinde başak vardır; 2. kanalı delip akan su; 3. (Rad,) atın kıçı.
maykana, f. (her bir) çocuk oyunu; maykana körböy, bala onğolboyt ats.: çocuk oyunlarını görüp-geçirmiyen bir çocuk, çocuk olmaz.
maykando-, (harman döverken) samanı ayırmak.
maykandaş-, müş. maykanda-`dan.
mayköl, bolluk; Elemandın eşikke mayköl, sütköl ornodu folk. Elemanın evine bolluk ve refah yerleşti.
mayla-, 1. yağlamak; mal cetimin asırasanğ, ooz maylar ats.: öksüz hayvan beslersen, ağzını yağ sürer; 2. (başlıca, binek hayvanı) kiralamak; maylap at mindim; 3. mec. kafese koymak, dolandırmak; 4. mec. kon. savmak; kapı dışarı etmek.
maylan-. yağlanmak.
maylanış, müş. maylan-`dan.
maylat-, yağlatmak, yağ sürmeye zorlamak yahut bırakmak.
maylık 1. peçete; yemekten sonra el sürmek için kullanılan havlu: 2. ateş çıkarmak için aygıt.
mayluu, yağlı, yağda hazırlanmış; mayluu sorpo: yağlı çorba; mayluu et: yağlı et.
maymak, eğri bacak, eğri kol, hantal; maymak ayuu: eğri bacakayı.
maymaktık, eğri bacaklılık; hantallık.
maymanğ, eğri bacaklılık; eğri bacak.
maymanğda-, eğri bacaklının yürüyüşü ile yürümek.
maymanğdat-, et. maymanğda-`dan.
maymanğkölöt-, uzun vadeye bırakmak, asmak, uzatmak, maymanğ kölötpöy ele berçi: sallamadan (uzatmadan) versene!
maymıl, f. maymun.
maymılça, maymun yavrusu, küçük maymun; eki sarıdan maymılça tuuyt, eki karadan karğaça tuuyt ats. iki kızıl saçlıdan maymuncuk doğar iki esmerden ise, kargacık doğar.
mayna, f. mavî kuş.
maynap, f. tarladan akan su ile kaplanmış olan çayırlık; söndün maynabın tegi taba albadım: söylediklerini hiçbir türlü kavrıyamadım.
maynaptuu, makul yerinde; aytkanınğızdın baarı maynaptuu: söylediklerinizin hepsi esaslı, makuldur.
mayneke: maynekenin taz katını boloyun! yahut mayneke boloyun! harf.: manekenin kel karısı olayım!.
maypanğda- = baypanğda-.
maypar, sürçen (dağlarda yürüyen at hakkında).
mayram, 1. bayram (mülkî); mayram emes kün: bayağı gün: iş günü; 2. bayram eden, şen.
mayramda-, bayram etmek.
mayramdık, bayramlık, bayrama ait; mağazinler mayramdık türün aldı: mağazalar bayram süsünü aldılar.
mayramdoo, bayram etme.
mayrık, 1. yamık; ezik (ayakkabı hakkında); kepiçi mayrık: papuçları ezilmiştir; mayrık bas: ezik ayakkabı giymiş kimsenin yürüyüşüyle yürümek; 2. eğri bacak, baka mayrığın bilbeyt, cılandı ıyrı-iyri deyt ats.: kurbağa kendisinin eğri bacaklılığını sezmeyip, yılanı iğri-büğrü diye kınar.
mayrıy-, eğrilmek; mayrıyğan ötük: ökçesi eğrilmiş çizme; mayrıyğan kerebet: ayakları eğrilmiş karyola.
mayrıyt-, eğriltmek.
maytan, gayet kurnaz, şeytan.
maytar-, 1. kıvırmak ( sivri ucunu): 2. sesi zorlayıp yormak; 3. mec. burnunu kırmak, kibrini gidermek; kıyla coonu maytarğan folk.: çok düşmanların burununu kırmıştır.
maytarıl-, pas. maytar-`dan; bıçaktın mizi maytarıldı: bıçağın ucu kıvrıldı.
maz, şen, memnun, sevinçli; maz bol-: keyf çekmek, haz almak; emnege maz boldunğ: neden bunca sevindin? bu kadar şevku heyecanın sebebi nedir?
maza, f. tad, zevk, meze; okuusun mazası cok: fena okuyor; iştin mazasın ketirdinğ: işin tadını giderdin, işi bozdun; mazamdı ketirdi: rahatımı kaçırdı, beni çileden çıkardı.
mazak, a. mizah, şaka, alay.
mazakta-, eğlenmek, maytaba almak.
mazar, a. 1. dn. mukaddes yer, ziyaret edilen mahal; 2. kabir, kabristan; 3. mec. anne.
mazarduu = mazarduu cer = mezarlık 1.
mazarlık, 1. mukaddesâtın ve evliya mezarlarının bulunduğu mezarlık.
mazap, a. mezhep, bir din şubesi.
mazmun, a. 1. mana, maâl, muhteva, öz, mazmûn; 2. fihrist.
me, nah! al!; menğiz!; nah, alınız.
mecirlik, kecirlik sözünün tekidir.
meçin, oniki yıllık hayvan devri takviminde dokuzuncu yılın adıdır (maymun yılı).
meçin, folk. Şarkî Türkistan Kalmıklarında bir memur.
meçit, a. mescit.
meçkey, obur, doymaz.
medal, r. madalya.
medel, kon. = medal.
meder, a. umut, yardım, mesnet,medâr; meder kılar uulu cok: kendisine güvenebilecek oğlu yoktur.
medet, a. yardım, medet, imdat.
medil, teveccüh, temayül, hayırhahlık; çın medili menen alik aldı. selâma gayet nezaketle karşılık verdi.
medire-: say medirep: inceden-inceye mufassalen, hiçbir şey saklamadan.
medirise, a. medrese (yüksek dinî müslüman mektebi).
meditsina, r. tıp.
medöö, umut, dayangaç, mesnet; men seni medöö kıldım: ben sana güvendim, sana umut bağladım.
medrese = medirese.
mee. beyin, dimağ; aş-eesi menen, baş-eesi menen ats.: ziyafet sahibiyle güzel olur, kelle ise-beyinle; eşektin meesin ceğen yahut meesi kögörgön: «eşeğin beynini yemiş, yahut beyni küflenmiş» (aptal, ahmak); meni kök meye kıldınğ: sen benim kafamı şişirdin!.
meele-, I (ete) beyin karıştırmak; meeleğen et: beyinle karıştırılmış et.
meelı-, II, nişan almak.
meeley, eldiven.
meclik = kök meelik = kökmöölük.
meen-, lezzet, zevk duymak.
meenet, a. azap, mihnet; kelgen-döölöt. ketken-meenet ats.: gelen devlettir, giden (eskiden) – azaptır, felâkettir; 2. es. emek.
meenetkeç, a-f. es. emekçi, emevğiyle geçinen.
meenettüü, mihnetli, zahmetli, güç olan.
meeni-, hoş bir rehavet, uyuşukluk durumunda bulunmak.
meer, f. muhabbet, teveccüh, temayül; meeri tüşüp kaldı: sevdi, teveccüh gösterdi; meer çöp folk.: sevdirmek için büyü yapmaya yarayan ot.
meerim = meer.
meerimdüü, hoş, nazik (nezaketli), sevimli.
meerimsiz, nâhoş, nezaketsiz, sevimsiz.
meerlüü = meerimdüü.
megecin = megilcin.
megezin, kon. = magazin.
megilcin, dişi domuz, yavruları olan domuz.
megin, egin sözünün tekidir; egin-megin: her nevi ekin.
mehanik, r. makinist, makinacı.
mehanika, r. mehanik.
mehanikalaştır-, makinakaştırma.
mehanikalık, I. makineye mensûp, ait, muteallik; 2. Mekanik usulüne taallûku olan.
mehanizm, r. = mekanizma.
mekçigiy, ince, yağsız, kuru vücutlü.
mekçiy-, incelmek, vücutça zayıflamak, kurumak; belim mekçiyip ketkende, közüm çekçiyip ketkende, karılık karşı kelgende folk.: belim inceldikte, gözlerim battıkta, ihtiyarlık geldikte.
meke, atların vücudunda kan belirmesi (ilk baharda yahut yazın atların kanaması).
mekeme, a. müessese, daire, kalem.
meken, a. sığnak, mesken; meken kıl- yahut et- (önce gelen akkuzatif ile) yerleşmek, ikamet etmek, yaşamak (herhangi bir yerde); ata meken: baba yurdu, vatan.
mekende-, ikamet etmek, yaşanacak bir yere mâlik olmak; bulunmak (her hangi bir yerde).
mekendöö, işs. mekende-`den.
mekir, fazla kıvrılmış, aşırı kamburlaşmış.
mekiren-, 1. ağzını açmadan yavaşça melemek (anasının yanına varmak istiyen kuzu, dövüşmeye hazırlanmış olan koç hakkında); 2.mec.: ağzını açmadan, halinden memnun bir suretle, yavaşça gülmek.
mekirey-, 1. fazla kıvrılmak; 2. = mekiren-.
mekirik = makröö.
mekiyan, f. tavuk soyundan olan kuşların dişisi.
mektep a. okul, mektep; orta mektep: orta tedrisat mektebi; tolu kemes orto mektep: tam olmıyan orta tedrisat mektebi; coğorku mektep: yüksek mektep; coğorku tehnika mektebi: ileri teknoloji mektebi; mektepke çeyinki: mektepten evvelki.
melci-, (kök, asman, obo sözleriyle bir arada): kök melcip uçkan kuş: en yükseklerde uçan yırtıcı kuş; kök melcigen biyik too: tepesi göklere çıkan yüksek dağ; obo melci-: yükselmek, tepesi göklere çıkmak.
meldeş-, I, 1. bahse girişme; 2. müsabaka, yarış; sotsialçıl meldeş: sosyalistik yarış.
meldeş- II, 1. bahse girişmek; 2. yarışmak, müsabaka etmek; 3. kararlaştırmak, sözleşmek.
meldeşkensi-, yarış yapar gibi gözükmek.
meldeşüü, işs. meldeş-`ten.
melimde = melmilde.
melimilde-, sâkin, dağdağasız, hareketsiz bulunmak; melmildeğen kök tenğiz: sâkin, dalgasız mavî deniz; too başı melmildeyt: dağın tepesi azametlice yükseliyor.
melin, kelin sözünün tekidir; kelin-melini menen keldi: gelinleriyle birlikte geldi.
meliorativ, r. (ziraatta) ıslâha, iyileştirmeye yarıyan, hizmet eden; ıslâh etme, iyileştirme.
melmire-, parlamak, yalabımak.
melt: melt-melt et- yahut melt-melt bol-: yılıdıramak, yalabımak.
meltey: kök meltey: aşırı dik kafa, inatçı.
meltide-, dolmak, gereği gibi doldurulmuş olmak, ağzına kadar dolmak (mayiler hakkında); meltildeğen çonğ suu: büyük ırmak.
meltildet-, et. meltilde-`den; meltildete kuy-: ağzına kadar dökmek.
meltire-, parlamak, yıldıramak, güzellikle hayran bırakmak; peri zattav miltireyt folk.: bir peri gibi güzelliğiyle insanı havran ediyor; meltiregen suluu: artistik bir eser gibi güzel.
meltiret, et. meltire-den.
melüün, 1. sâkin, rahat, mutedil; melüün cüröt: mütevazi hareket ediyor; 2. ılık; melüün suu: ılık su; memiregen melüün tün: sâkin, ılık gece; 3. yavaş, ılık rüzgâr.
melüündö-: uçtu zakımdar melüündöp: hava yavaşça harekete geldi (havanın sezilir-sezilmez olan hareketi).
memire I, f. torun, nebire.
memire- II, tam bir sükûnet içinde bulunmak, rahat bir durumda olmak; celsiz köldöy memireyt: telsiz gündeki göl gibi sâkin; memiregen uyku: rahat uyku; memiregen tanıçtık: tam sükûnet; memiregen tam-kıştak: güzel kışlak; memiregen tün; sâkin gece.
memireş-, müş. memire- II`den.
memiret-, et. memire- II`den.
memleket = mamleket; uluu memleket: büyük devlet.
memlekettik = mamlekettik.
men I, ben (genitif: menin: benim; akkuzatif: meni: beni; datif: mağa, maa, mağan: bana); men-mençil = menmençil.
men II, = menen:
mençik, mülk, mülkiyet.
mençikte-, 1. mülk saymak, benimsemek, mülk edinmek; 2. temellük etmek, tasarruf etmek.
mençitkel-, benimsenmiş olmak.
mençiktüü, birinin mülkünde olan, hususî mençiktüü mülk: hususî mülk; mençiktüü mal; tek bir şahsın malı olan hayvan sürüleri.
mençil, bk. men I.
mende = bende.
mendeker, f.: mendeker köz: kabahatli gözler, rica eden bakış.
menen, son ektir 1) manaca rusçanın mef’ulü manasında (comitatif’i) uygun gelir; kol menen: el ile; bıçak menen: bıçak ile; meni menen: benimle; tünü menen: bütün gece; 2) (r-lǐ girundif ile) … ınca; olur-olmaz; çığarı menen: çıkar-çıkmaz; çıkınca, çıkmasiyle beraber; bir az ubakıt ötörü menen: bir parça zaman geçince, bir müddet sonra; plerum açıları menen: umumî toplantı açılınca; enğ aldı menen: her şeyden önce; 3) geçen zaman girundifi ve şahsî hitişik zamirler ile birlikte ilzamî (concesionel) – cümle teşkil eder; oşondoy bolğonu menen: böyle olmakla beraber; kün cıluu bolğonu menen, tünküsün ayaz: gerçi gündüzün sıcaktır, fakat geceleyin ayazdır; kelgeninğ menen : gerçi son geldin; gelmenle beraber; değen menen bk. de-I.
menenki (menen+ki): ertenğ menenki: sabahleyin; ertenğ menenki çay: sabah çayı.
menğ, ben, hâl.
menğdubana, banğ otu (Hyosciamus niger).
menğgi = manğgi I II
meniki, benim; bul at meniki; bu at benimdir; meniki akılsızdık: benim yaptığım ahmaklıktır
menmençil, övüngen.
menmençilik, övüngenlik.
menmensi-, övünmek, farfaralık etmek.
menşebek, kon. menşevik.
menşevik, r. Menşevik (Rus mutelil sosyal-demokrat) partisi mensûbu.
menşeviktik = menşevizm.
menşevizm, r. Menşenik partisine intisap : menşeviklik.
merbet, f. inci, sedef.
merdek = mardek.
merden- f. mit.: çil merden: kırk gayip erenler; piri merden: Buharanın patronu olan Bahaeddin`in sıfatıdır, ki Destandaki bahadırlar sık-sık onun imdadına başvururlar (onlar Şahi Merdan`ının mededine de müracaat ederler).
merdiker, f. gündelikçi ırgat.
merdikerlik, gündelikçi ırgatlık
merdiyen, bir, bahadır atının lâkabıdır.
merek, kerek sözünün tekidir; kerek-mereği cok: lüzumu yok.
mereke = bereke.
meres = mıras.
merestel-, mmirasına konulmuş olmak.
mergen, 1. tüfekle avlanan kimse, nilanci; alğanı bolot mergendin ats.: verenin eline bir şey geçer, avcının eline av geçer; 2. tüfekle avlanma; mergenge çıktı: avlanmıya çıktı.
mergerçi = mergen 1.
mergençilik. (tüfekle avlana kimsenin) avcılığı.
meridian, r. tul dairesi.
merinos, r. merinos; merinos koyu: merinos koyunu, İspanya koyunu .
merro, r. yeraltı demiryolu.
merset, f. çocuk, yavru.
mert, (bk. bert) 1. burkulma; 2. ölüm , ânî ölüm, helâk; mert bol-: ölmek, helâk olmak.
merte = mertem.
mertebe = mertem; eki mertebe: iki defa; iki kere,
Dostları ilə paylaş: |