oozdan-, ağız hususunda benzemek; açılğan kör oozdon: dişsiz ağza malik olmak (harfiyen: açılmış mezara benziyen ağza malik olmak); töö töö kuynuk çaynağan töö oozdonğon: ağzı kitre (astragalus)yemiş deve ağzına benziyor.
oozduk ı, gem; oozduk tişte-: gemi azıya almak; oozduğu cok attay: gemsiz at gibi.
oozduk ıı: açık oozduk, bk. açık.
oozdukta-, gem vurmak, yavaştırmak, zaptetmek, itaat altına almak.
op ı,nefes, soluk; op tart-: nefes almak, solumak.
op ıı: obun tappay(yahut opsuz, yahut obu cok) kerilet: ölçüsüz kuruluyor, aşırı derecede kırınıyor, nazlanıyor; obu cok(yahut opsuz) çonğ: gayet büyük, kocaman; obu cok ele süylöy berbe: manasız sözler söyleme; obunğ menen iş kıl!: düşünerek iş yap! ,
opurul-,alt üst edilmek,tahrip olunmak,patlatılmak
opurult-,et.opurul-‘dan
opus ı=opuz ı
opusıı=opuzıı
opusala-,=bopuzala-
oput,(r.<>) tecrübe.
opuz ı.(r.kon.<>) 1:icra dairesi tarafından malü mülkün yazılması,haciz konması;opuz mal;icra tarafından yazılmış olan mülk;2.taharriyat,evde yapılan araştırma
orıı:or iyrek:cez tumşuk(bk.tumşuk) aksamından biridir.
or-ııı,ekini,otu biçmek
orçun=oorçun
orden,r.nişan
ordendüü,nişan sahibi,kendisine mükafat olarak nişan verilen kimse.
order r.1.ordino,2.tevkif müzekkeresi.
ordo,1. tar.hanın karargâhı belli-başlı bir adamın muhteşem obası;ak ordo:mükellef,beyaz oba;alaş ordo,bk.alaş;2.in;cılandın ordusu:yılan ini;3.kırgızların kumar mahiyetinde olan aşk oyunudur ki,bu oyun hanın karargâhını ele geçirmek için olan savaşı temsil eder;ordo atkanday:ordo oyunu gibi(zevkli ve safalı bir şey);4.ordo oynayanların daire teşkil ederek dizildikleri hat.
oordoluu, 1.saraya malik olan;2.çok çoluk-çocuk sahibi olan;3.taraftarları çok olan kimse;ordoluu cılan:büyük yılan yığnağı içinde yaşıyan yılan,yılan yılınağı;ordoluu bay,bk.bay.
ordu,bk.orun.
ordun,kon=orden,
ordur ı, kon.1.=order;2.=orden.
ordur-ıı, ekin, ot biçmeye zorlamak veya müsaade etmek.
orom, sargı, dolam, bir şeyin etrafını sarmak veye dolamak için yetişecek miktar; bir orom cip: bir miktar iplik; talaada tabıksa, bir orom cip olco ats.: sahrada bulunursa, bir parça iplik dahi ganimet sayılır; içki orom: kadın sının aksamından birinin adıdır (başta ufkî olarak uanarak şakaklar ve ense üzerinden geçen kumaş parçası) .
oromol, f. başörtüsü.
orompoy, tek ayak üzerinde zıplayarak yapılan kovalamaca oyunu; orompoy tep-: bu oyunu oynamak.
oron-, kendi üzerine sarmak, bürünmek; eleçek oron-: başına kadın sarmak; selde oron-: başına sarık sarmak.
orsonğdo, hareketlerinde üst dişleri çıkı duran kimseye benzemek.
orsoy-, öne doğru çıkık durmak (mes., üst dişler hakkında; kayalar hakkında).
orsoyt-, et. orsoy-‘dan.
orto, 1. orta; tün ortosu: gece yarısı; orto col: yarı yol; oktyabr ortolorunda: İlkteşrinin ortalarında; ortobuzda: müşterek istifademizde, hepimize aittir; orto ara yahut orto-aralık: mesafe; çüz sarcanday orto-arağa (yahut arlıkka) kelip; yüz sajen kadar mesafeye yaklaşarak; kap orto bk. kaporto; 2. orta halli.
ortoço, ortaca, orta (orta hacimde, orta büyüklükte, orta evsafta) ; ortoço döölöttüü: orta halli.
ortok, 1. dost, arkadaş; ölüm ortok: samimî dost,ölünciye kadar ahbap;2. mahsulün bir kısmını alan, ortakçı; tenğ ortok: mahsulün yarısını alan.
ortoktoş ı, ortak, şerik.
ortoktoş- ıı, hep beraber iştirak etmek, birleşmek.
orton, yahut orton kol: orta parmak.
orul-, pas. or-ııı’ten; buuday onuldu: buğday biçildi.
orum, hasat, kaldırma (hasat zamanında) ; baş orum bede: ilk kaldırma yoncası; orto orum: orta kaldırma; ayak orum: son kaldırış.
orun, 1. yer, mahal; ordu (bazan ordu) : onun yeri; boş orun: münhal (açık) yer; orduna: yerine; onun yerine; tar orundar: dar yerler; cüz somdun ordu cok: yüz rublenin yeri gözükmüyor (vesikalara, hesaplara göre, nereye sarfolunduğu belli değil) ; aytkanı orun çıktı: söylediği yerinde imiş, doğru çıktı; orun söz; işe yarayan, makul söz; orundan çık bk. çık- ııı; orun basar: vekil, birinin yerine kalan; 2. yatak; orun sal-: yatak sermek.
orunda-, 1. yerleşmek; cürögü orundap kaldı: kalbi sükûnet kesbetti; 2. yerine getirmek, ifa etmek; aşığı menen orunda-: fazkasiyle yerine getirmek; 3. yerine getirilmek; tilek orundadı: arzu yerine getirildi.
orundal-, yoluna konulmak, yerine getirilmek, ifa edilmek; iş orundalğan cok: henüz iş (müsait bir surette) tamamlanmadı.
orundalış, yerine getirilme; başarılma.
orundaluu, yerine getirilme, başarılma; tapşırma orundaluuğa tiyiş: verilen vazife yerine getirilmelidir.
orundaş-, 1. yerleşmek; 2. ifa edilmek; yerine getirilmek.
orundaştır-, et. orunda-‘dan; cerğe orundaştır-; toprağa yerleştirmek, yerleşik (mütemekki) durumuna geçirmek.
orundaştıruu, yerli-yerine yerleştirmek.
orundat-, ifa etmek, yerine getirmek, yoluna koymak; plandı toluk cana arbın oruntabız: plânı yerine getireceğiz, belki de fazlasiyle ifa edeceğiz,; iş orundat-: işi yerine getirmek ve yola koymak.
orundatıl-, ifa edilmek.
orundatuu, yerine yerleştirme.
orundoo, 1. ifa etme, yerine getirme; aşıra (yahut aşığı menen) orundoo: fazlasiyle yerine getirme; 2.yerine yerleştirme.
orunduu, yerinde olan işe yarıyan, makul; orunduu söz: yerinde ve makul olan söz.
orunsuz, yerinde olmıyan.
oruntultuu, müsbet, sağlam, ciddî ( insan hakkında);ordo kütüp, han bolup, oruntuktuu can bolup folk.: saray edindi, han oldu ve ciddi adam oldu.
orusça. rusça.
orusçala-, rusça konuşmak, bir şeyi rus usuliyle yapmak.
oruş-, hep beraber ekin, ot biçmek.
oruu, hasat; oruu-cıyuu: (ekinleri) biçme ve toplama.
osmo, meşin.
osmok, ima, tellmih.
osmokto-, kinayeler, imalar ile iş görmek.
osol, kötü, fena zayıf; osol tart-: kötüleşmek; osol tartıp kaldı; hastalığı fenalaştı; sözü osol: lâfı kaba; osol bol-: kepaze olmak; osol kıl-: terzil etmek, kepaze etmek.
osur- = oosur.
osuyat, a.vaziyet.
okşur-, ışkırmak (at hakkında) ; atım oşkurup tura çaldı: atıp ışkırdı ( ürküp burnundan hırıltı çıkardı) ve birden bire durdu
oşo, (Datif: oşoğo; oşoğon, oşoo) öteki, şu oşonu menen katar: bumumla beraber; oşon üçün, o sebepten; oşo kündön uşu kün folk.: o zamandan beri, bu güne kadar.
oşoğon bk. oşo.
oşol = oşo.
oşon, bk. oşo.
oşonço, o kadar.
oşonçoluk, o kadar, şu kadar, o miktarda; el kançalık karanğgi bolso, dinçildin oşonçoluk tülküsü tüştö uluyt: halk ne kadar cahil olursa, dinciler o kadar istifade ederler.
oşondo, orad, o zaman.
oşondon, oradan, ondan
oşondoy, o gibi, bu gibi.
oşonduktan, budan dolayı, onun için, bunun için, o (bu) sebepten.
oşontüp, bu suretle.
oşoo, bk. oşo.
oşton-, 1. keyifli, neşeli olmak; sevinmek; enesi ( yahut katını) erkek tuuğanday oştonot: annesi (yahut karısı)erkek çocuk doğurmuş gibi aşırı seviniyor; 2. kırıtmak.
oşnot-, şen ve sevinçli kılık vermek; tezyin eylemek, süslemek.
oşur, a. tar. kin mahsulünün ruhaniler nefine ayrılan kısmı, âşar; ondalık.
ot I, ateş; anı menen otum küyüşpöyt: =onunla ateşim tutuşmuyor= ( onunla geçinemiyorum) ; otton alıp suuğa, suudan alıp, otko: takatın fevkinde işler yükleterek ve alay ederek; albarıst otu yahut şeytan otu: bazı bataklıklarda gözüken alevli buhar; otko kirüü es.: ateşe girme ( düğünden birkaç gün sonra gelinin akrabalarının evinde icra edilen merasimdir, ki bundan sonr güvyi karısının akrabasından kaçmamaya başlar; otkkkko may sal- es.: ateşe yağ dökmek (gelinin güveyi evine geldiği ilk günde yapılan merasimdir).
ot II, 1. ot; ot cer: iyi otlak, mer’a; otko koy-: yeme bırakmak, otlağa salıvermek; kızıl ot: grekçe Andropogo;2. bir ot çılkı: ayrı bir sürü at.
otkor- = otkoz-.
otkoz-, otlatmak, ayakaltındaki yemle; yani otla beslemek, otlağa bırakmak; attı otkozup al: atı bir parça otlat!
oto-, zararlı otlardan ayıklamak; ottor köböyüp, çancınğ mokusun!: otları ayıklamakla uğraşannlar için iyi dilektir.
otoğuç, 1. zaralı otları ayıklamaya yarıyan her hangi bir ayğıt; 2. = çancuu.
otoo II, yaylağa aldıkları küçük, sefer obası (çadırı) ; otoo başı tar.: yaylakta bir grup obaların başı.
otooç = toğuç.
otooçu, ekini zararlı otlardan ayıklayan.
otor, 1. köyden uzakta bulunan mer’a, otlak; 2. uzak ülkeler; 3. müstemleke.
oyğoruu, tasavvur, tahmin, fikir, zihnen karar; oyğorumça: düşünceme göre, fikrimce.
oyğot-, uyandırmak.
oyğuz- = oydur-.
oyku: oyku-kaykı: dalgalı, menevişli:
oykuçta-= oydolo-.
oylo-, 1. düşünmek, tefekkür etmek, taakkul eylemek, tevehhüm etmek; iş kılsanğ, artınğ oylo!: iş yaparsan, sonunu düşün! ; oylop tap-: düşünerek bulmak; icat, ihtira etmek; ar kim özün er oyloyt ats. herkes kendini bahadır sanıyor; 2. karar çıkarmak; sot bütüm oylodu: mahkeme karar çıkardı; kun oylo-: tar,: kan pahasını, tazminatı tayin etmek.
oylomo, uydurma, mefhum; oylomo san mat. mevhum (imajiner) sayı.
oylon-, düşünceye dalmak, kendini düşünceye kaptırmak, yeniden düşünmek.
oyluu, düşünce le sarılmış; eki oyluu: tereddüt içinde bulunan, neyekarar vermesini bilmeen.
oymo, 1. oyulmuş, hakkedilmiş; 2. nakşedilmiş, süslenmiş; oymo-çiyme bolup cazılğan afişa: süslü, cicili-bicili olarak yazılmış afiş (duvar ilânı).
oymoçu, oymacı, hakkâk.
oymok, yüksük (yüzük şeklinde olur) ; tuyuk oymok: rus örneği yüksük ( ki bir tarafı kapalı olur); oozu oymoktoy: o kadının ağzı küçüktür (harf.: ağzı yüksük gibi) oymok baş sal-: çidik atmak (kıza).
oymoktuu, 1. yüksüklü; 2. mec. kadın.
oymolo-, kazımak suretiyle yapılan süslere benzemek.
oymolot-, et. oymolo-‘dan.
oymul, oymalı, oymalarla kaplanmış; oymul taz uyuz illetinden başında deri izler kalan kimse.
oyno-, 1. oynamak. eğlenmek, rahat durmamak, şaka etmek; at oynop ketti: at kendiiğinden (üzerinde kimse yokken) hızlıca koşup gitti; oynop ayt-: şakadan söylemek; oynop aytsa da, söylese de, düşündüğünü söylüyor; 2. aşk ve alâka münasebetlerinde bulunmak.
oynotot- et. oynokto’dan; köz oynoktot-: 1) göz oynatmak, şen gözlerle bakmak; 2) gözlere neşe vermek; at oynoktot-: atı kızıştırmak.
oynol-, oynanmak; cüz som oynolot: yüz ruble oynanıyor (oyun masasına konuluyor).
oynokto- = oynokto-.
oynoloktot-= oynoktot-.
oynoo, 1. işs. oyno-‘dan; 2. oynak, şuh.
oynooçu, 1.oynayıcı, oyuncu; 2. sahnede) bir rol alarak oynıyan şahıs.
oynook, 1. sık-sık yerinden oynoyan (burkulmuş fakat tekrar yerine konmuş mafsal hakkında) ; barmağım oynook bolup kalıptır: çıkık ve düzeltilmiş parmağım yerinden oynuyor; 2. şuh; oynak.
oynoş I, maşukka, metres; dost, maşuk.
oynoş- II, 1. hep beraber oynamak; 2. aşk ve alâka münasebetlerinde bulunmak.
oynoşçul, aşk maceralarına temayülü olan, çapkınlık eden.
oynot-, et. oyno-‘dan; at oynot-: at üzerindehalkı çağırarak (elle) işaretler yapmak; baça oynot es.: baça oynatmak ( dansettirmak) (bk. baça).
oyon, (destanda) 1. bahadır; 2. asîl, efendi.
oyoz = üyöz.
oyron, f. 1. harap, yıkık, viran, yok edilmiş, helâk olmuş, helâk; oyron kıl-: tahrip etmek, imha eylemek; 2. kuvvetli, müthiş, korkunç; oyro mıktı: gayet kvvetli, kudretli; 3. kadın ölen kocası için ağlarken, adet olduğu üzere, kocasını böyle adlamaktadır ( bu manayla daha ziyade: kül oyron) :
oyrondo-, tahrip edilmek, imha edilmek, helâk olunmak, yıkılmak, mahvolmak.
oyrot, (oynat) : oyrotto cok: benzeri yok, dengi yok; oyrokto dünğü taradı: bütün cihanda maruf oldu; oyun, kızık, temaşa; oyrotto cok keb boldu folk,: oyunlar; eğlenceler şenlikler- bütün cihanda misli görülmemiş derecede oldu.
oysonğdo-, şuh olmak, oynak, canlı, çevik olmak (başlıca, genç kadın hakkında).
oysonğdot-, et. oysonğdo-‘dan.
oysul;oysul ata: 1. mit. develer hâmisi; çımın tiygen töögö Oysul ata ne payda? ats. : sinek dokunmakla hastalanan deveye Oysul ata ne faydası dokunsun? ; 2. mec. deve.
oysura-, kurumak, tükenmek, iflâs etmek, fakir düşmek.
oysurat-, perişan etmek, fakir düşmesine sebebiyet vermek; ouşmuştu oysuratıp salğan: pek çok çalıştı, çok iş bitirdi.
oyt: oyt dep çocuğan kişidey: pek fazla korkmuş adam gibi; oyt ber-: bir yana sapmak, kendini bir yana atmak.
oyun, oyun, eğlence, şaka; oyundu koyup, çınınğdı ayt! : şakayı bırak da, ciddi söyle! ; at oyunu: cambazhane; 1) her iki cinsten gençliğin =tura= oyunu; 2) düğün oyunları; kız oynot-: kız oyunu tertip etmek; oyun- çından: yarı şaka olarak.
oyunçu, 1. oyuncu (rakkas), dans eden; 2. artist, aktör, canbaz.
oyunçuk, oyuncak.
oyunğkarak = oyunukarak.
oyunkarak, oynak, şakacı, lâtifeci,neşeli adam.
oyunpoz, k-f. şen, oyunlar ve eğlenceleri seven kimse.
oz-,öne geçmek, yetişerek geride bırakmak; kuup cetip ozup ket-: yetişmek ve geride bırakmak; üçtön on münöt ozuptur: üçü on geçiyor.
ozbur, haris, aç gözlü.
ozğun, öne geçen, öne geçmeye uğraşan; murun çıkkan kulaktan kiyin çıkkan müyüz ozğun ats. : önce çıkan boynuz geçer.
ozondo-, 1. dinmeden ağlamak; bağıra bağıra ağlamak; 2. uzatarak ve yüksek sesle bağırmak.
ozondot- , et. ozondo-‘dan.
ozun-, öne atılmak, öne geçmek, yetişip geride bırakmak; ozunup süylö-: heyecanla ve küstahça konuşmak; ozunğan taz börk alat ats. : = hırsızın kalpağı yanıyor ( yani kabahatli olan kendini belli eder).
Ö
öbök, menet, dayangaç, destek, yardım, müzarehet; öböğüm cok boldu: desteğim kayboldu (yardımına güvendiği bir yakınını kaybeden kimse böyle söyler) ;taş öbök sal-: (atlı hakkında) eyerin ön kaşına iğilmek.
öböktö-, 1. dayanmak; 2. başını iğmek; 3. asaya dayanarak, ölünün üzerine iğilmek; 4. mec. kanburlaşmak; pek fazla ihtiyarlamak.
öç- II, 1. sönmek; otöçtü: ateş söndü; ömürü öçtü: öldü; ıy öçtü: ağlama dindi; 2. silinmek, yok edilmek; kat öçtü: yazı silindi; atım öçsün…: ismin yok olsun ( eğer.,)
öçküs, 1. sönmiyen, sönmez; 2. silinmiyen, yok edilmeyen.
öçmöndüü = öçtüü.
öçmöntöy, kinli, kindar, intikamcı.
öçöğdö-, atlıların, tembel atı, hızlı yürümeye zorladıkları sırada yaptıklarına benzer hareketler yapmak.
ögöylö-, övey muamelesi yapmak ( övey anne, övey baba, övey oğul, övey kız hakkında); tamak içimdi ögöylödü: yemek içimi öve gördü (bu yemek bana uygun gelmedi).
ögöylük, 1. öveylik; 2. yabancılık.
ögönçörök, çoktan değil, daha yakınlarda.
ögünkü, bir müddet önceki, son günlerde vukua gelen, o günkü.
ögüntön, bk. kün 2.
ögünü, o gün, evvelki gün.
ögüz, öküz, boğa; kunan ögüz: üç yaşına basmış öküz; bışkı öğüz: dört yaşına basmış olan öküz; asıy ögüz: beşinci yaşına basmış olan öküz; koş öğüz: Yedigir( Dübbüekber) in sağ tarfında bulunan yıldıztopu.
ökçö I, ökçe;: topuğun arkası.
ökçö-II, (aşık oynarken) vuracak aşığını alçı (bk.) üzerine düşecek tarzda atmak.
ökmöt, a. 1. hükûmet; 2. hâkmiyet.
ökmötçü, kon. 1. devlet memuru; 2. hükûmet başında bulunan, devlet mümessili
öksö-, ac-acı ağlamak, yüksek sesle ağlamak, hıçkırarak ağlamak.
öksöt-. et. öksö-‘den.
öksü I, zayıf, kifayetsiz; tokoçtan öksü bolğon cok: ekmeğe muhtaç olduğu yoktur.
öksü- II, gevşemek, yetişmemek; alınğan ıkçamdık öksüböskö tiyiş: alınan tempo (hız) gevşememeli; ezeli kar öksüböğön biyik aşuu: ebedi karı eksilmeyen yüksek geçit.
öksük, eksiklik, bütçe açığı.
öksüt-, et. öksü- II –‘den; öksütkön eken balanı folk.:meğerse çocuğu cebretmiş imiş (onu muhtaç olduğu şeylerle temin etmemiş).
öktö, tatmin edilmemiş arzu, tatmin edilmeyiş, iddia; emine öktönğbar?: nen eksik? neyle tatmin edilmedin?; menin eç bir öktöm kalğan cok: benim hiçbir iddiam kalmadı, ben tamamiyle tatmin edilmişim, istihkakımı ve istediğim her şeyi almış bulunuyorum.
ökül, a. vekil, mümessil, delege; toluk ukuktuu ökül : tam salâhiyetli mümessil; ökül ata: (düğünde) peder yerini tutan kimse , ökül kız: 1) (düğünde) kız yerini tutan; 2) bir oyunun adıdır.
öküldük, vekillik, mümessillik, delegelik.
öküm I, a. hüküm, mahkeme kararı; mahkemede verilen hüküm; öküm süylö yahut öküm ayt: kararı ilân etmek; emretmek; ökümü cürüp turat: hükmü yürüyor, hüküm sürüyor; öküm sür: hâkimiyeti elinde tutmak, hüküm sürmek; öküm sürüü: hüküm sürme, hâkimiyet.
öküm II, kendini zaptedemiyen, çabuk kızan, acûl, ivegen, sabırsız; öküm at: hızlı giden, ateşin fakat dayanıksız at; öküm kişi: emrleriyle öne atılmayı seven kimse.
ökümdük, istical; ökümdük kılıp, işti buzup aldınğ: acele etmekle bütün işi bozdun.
ökümdüü, mahkûm, mahkemeye verilen, maznun
ökümöt= ökmöt.
ökümsü-, âmirlik taslamak; kendini emirler vermye muktedir saymak.
ökürük, böğürme, şikâyet, bağırış, hıçkırma, acı-acı ağlama (başlıca ölü bulunan yahut ölü çıkan akrabanın evine yaklaşırken) ; ökürük sal-: hıçkırarak ağlamak.
öküt I, yerine getirilmeyen arzu, pişmanlık; öküttö kaldım: arzuma eremedim, bana pişman olmak düştü; öküttö kalba: sakın sonradan pişmanlığa düşme!
öküt- II, teşvik etmek, kuşkurtmak.
öl I, yaş,(nemli).
öl- Iı, ölmek; ölgüçö yahut ölgünçö yahut ölgüçüktü: 1) ölinciye kadar, adamakıllı; 2) ölüm yerine, ölmektense; ölgüçö karmaşamın: kıyasıya tutuşacağım; catıp ölgüçö atıp öl ats,: yatıp ölmektense, atıp öl! ; ölö-tala yahut ölgön-talğanda yahut öldüm-taldım değende: güç hal ile.
ölçö-, ölçmek, prova yapmak, tartmak; otuz ölçöp, bir kes ats.: otuz defa ölç, bir defa biç!
ölçögüç, ölçme aygıtı; burç ölçögüç: usturlap.
ölçöm, ölçü, ölçek, hacim, miktar.
ölcönüü, buut, boyut; üç ölçönüü; mat.: üç boyut.
ölçöö, ölçme, ölçü; uruk ölçüsü: hububat ölçüsü; salmak ölçüsü: ticarî ağırlık ölçüsü; bet ölçöösü yahut cayıktık ölçöösü: satıh, yüzey ölçüsü; uzunduk ölçöösü: uzunluk ölçüsü; ölçöösü kurusun!: ölçüsü batsın! onu bir daha gözüm görmesin!
ölçöölü, ölçülü, muayyen, göz önünde tutulmuş; ölçöölü cer: 1) önceden tayin edilmiş yer, mahal; ölçöölüü cerge cet-: önceden tayin edilmiş yere uluşmak; 2) ölümü mucip olacak yer (vücutta öyle bir noktadır, ki oraya vurmak olümü mucip olabilir); ok ölçöölü cerge tiydi: kurşun ölümü mucip olacak yere isabet etti.
ölçöt-, et. ölçö-‘den.
ölgüçöktü, bk. öl- II.
ölkö, ülke, memleket.
ölkölük, es. = kraylık.
ölkön: ölkönünğ össün! (başlıca, eski neslin dilinde): sana her iyiliği diliyorum, sana çok-çook teşekkürler, eksik olma!
ölmösök = ölümsök.
ölöl,, bk. öl- II.
ölönğ I, nemçe saparması (ot). ___
ölönğ II, şarkı ( daha ziyade Kırgız şarkısıdır).
ölönçö, ırcı, hanende, şarkı söyleyici.
ölönğdüü, nemçe saparnası veya otu bol olan (mahal); ölönğdüü cerdi ögüz ceyt, ölümdüü cerdi ögüzmoldo ceyt: ats. otun çok bulundğu yerde öküz beslenir, ölüm çok bulunan yerde ise hoca beslenir.
ölörman, azgın, pek kızgın.
ölörmandık, azgınlık, aşırı kızgınlık; ölürmandık kıl-: her şeyi gözü almak ( ya ölmek, ya gayeye ermek!)
ölösölüü, yarı diri, canlı cenaze, şimdi ölmek üzere bulunan.
öndürüştüü, üretime ait, müsmir; öndürüştüü emgek: verimli emek.
öndürüü, üretim, icra; aşıra öndürüü: gereğinden artık üretim, fazla istihsal.
önğ I,uyanık durum, uykusuzluk zamanı; öngümbü; tüşümbül!: bunu rüyamda mı yahut uyanık durumda mı (görüyorum).
önğ II = önğköy I.
önğ III, yüz, çehre, beniz (yüz rengi), renk; önğü cıluu: çehresi sevimli; önğü buzuk: manzarası çirkin, görünüşü bir hayra delâlet etmiyor, bir fenalık saklıyor; önğünö kızıl cüğürüp kaldı: yüzünda allık peyda oldu; önğünön azğan cok: yüzünün rengini kaybetmedi; önğ ber-: renk vermek; koydu öngönön çığar: (kaybolan) koyunların renklerine göre ayırt etmek; önğünö karabastan: yüzlere bakmadan; önğ karamalık folk.: akraba kayırmaklık,tarafgirlik.
önğçöndö-, (külüstür atı) ağırça yermeğe bırakmak; (kötü at üzerinde kanburunu çıkararak) seğirderek gitmek.
önğçöy, önğçönğ = önğköy I.
önğdö-, deriye yapışan etten ve yağdan ayıklayıp (kürk yapmak için) koyun derisini sepilemek.
önğdön-, 1. benzemek; bir şeyin benzeri olmak; benzetilmek; bul öndönğön: buna benziyen; bu gibi, Kırgızistan önğdönğön caylar: Kırgızistana benziyen yerler; taarınğan önğdönüp: daralmış gibi gözükerek; 2. tazeleşmek (beniz hakkında).
önğdönğönsü-, bir parça benzemek; açılğan önğdöngönsüyt: açılmışa benziyor.
önğdöş I, renkçe (birbirine yahut bir şeye) benziyen, müşabih.
önğdöş- II, 1. yüz tarafiyle yatmek; 2. birbirine benzemek.
önğdöştür, birbirine yüz tarafıyla bir şeyi istif etmek, koymak.
önödöt-, şu ve ya bu türlü renk veremek.
önğdüü, 1. iyi görünüşte olan, iyi benize malik olan, sağlam, sıhhatli; mal kıştan önğdüü çıktı: hayvanlar kışı iyi (zayıflamaksızın) geçirdiler; 2. benziyen, misli olan; bul önğdüü: bu soyda, buna benzer, bunu gibi; cana başka uşul önğdüü: ve buna benzer başkaları.
önğgö, başka,özge,gayri, geriye kalan, ayrıca.
önğgöç, yahut kızıl önğgöç: yemek borusu; önğgöç tartıp ıyla-: hıçkıra hıçkıra ağlamak.
önğgöçö, bilhassa, hele.
önğgürö-, 1. yüksek sesle böğürmek; 2.feryat etmek.
önğköy I, baştan-başa, istisnasız, münhasıran; bir önğköy: ayni, yeknesak.
önğköy- II, öne doğru iğilmek; atka önğköyüp min-: ata öne doğru iyilerek binmek; önğköyüp kara-: iğilerek bakmak( derinliğe, aşağıya).
önğör I, saba’ (bk. Saba) nın iç cidarında muhtî tortu; tildin önğörü: dildeki pas.
önğör II, birisini veye bir şeyi önde giden atın üzerinde götürmek; bir şeyi kendinin önüne eyere koyarak getirmek.
önğörlön-, pasla kaplanmak (mes., dil hakk.) .
önğörüü, işs. önğör-II’den.
önğü-, saklanarak; gizlenerek gitmek veye yanaşmak; mengençi elikti önğüp atat: avcı dağ tekesine saklanarak ateş ediyor.
önğür, 1. kaftanın yahut paltonun eteğinin yan kısmı; önğürün kuuşura kiydi: (kaftanu, paltoyu) eteklerini kavuşturarak giydi; 2. kadın entarisinin göğsündeki işleme, sırma; 3. göğüsü işlemeli olan kadın enterisi.
önğüt, 1. saklanarak yanaşma, izinden yürüme; 2. hücum etmek için elverişli yer; karışkırdın önğütü: kurdun, avını takip ederek, pusu kurduğu mahal.
önğüttüü: önğüttüü cer: saklanmak, gizlenmek için elverişli olan kuytu yer.
önmök, 1. mahsul; 2. netice; emgek azdan önmek az ats.: emek eksik olursa, netice de az olur.
önö: önö boyum ter boldu: kan-ter içindeyim.
önögölüü, nümune olabilecek, örnek teşkil eden.
önök, 1. oyun ortağı (çikit, ordo ve s. oyunlarından ayni takıma mensûp olan) ; 2. = önöktük; 3. sıra, nöbet (başlıca oyunlarda); önöğün canğa berbeğen folk.: = sırasını kimseye vermiyen= kolay-kolay boyun eğmiyen, mısır, kendi hakkından vazgeçmiyen.
önöktük, faaliyet, kampanya; egin aydoo önöktüğü: ekim faaliyeti.
önör, f. Zanaat, hüner; kol onörü: el emeği, zanaat; mayda önör: elle görülen iş: zanaat; önörkana: imalâthane; önör-kesip: meslek; önörkesip maalımatı: meslekîtahsil, ihtisas; 2. bilgi, ustalık; önör aldı-kızıl til ats.: en yüksek marifet belâgattir; 3. sanayi, endüstri; önör cayı: sınaî müessese.
önörçü, yahut kol önörçü: el sanatkârı, esnaf.
önörçül, 1. zanaata temayülü olan; zanaat ve san’atlar heveskârı; 2. zanaatçı; kol önörçül: el işlerinde mahir olan.
önördüü, işini bilen, usta, mahir; önördüü örgö cürör ats.: hünerli yükselir.
önörman, f. = önörçü; kol önörmanı: el sanatkârı.
önörpoz, f. = önörçü; kol önörmanı: el sanatkârı.
önörpoz, f. el işleriyle meşgul olan, usta, uz, sanatkâr.
öpönğ: öpönğ-öpönğ: seğirtmeyi anlatmak için taklitlik sözdür.
öpttür-, öptürmek, öpmeye müsaade etmek.
ör I, 1. üst; örgö cür-: yukarıya çıkmak; 2. yüksek göğüslü (at hakkında); örgöçü biyik ör kula: ensesi, ön kısmı yüksek olan kula at; ör cürök: kibirli, kurumlu (insan hakkında).
ör-II, örnek; on ekiden örğön buldursun folk.: oniki sırımdan örülmüş olan kamçı, kırbaç.
örçütül-, pas. Örçüt-‘ten; mal çarbacılığı örçütülgön rayonodor: davarcılığın inkişaf etmiş bulunduğu bölgeler.
örçütüü, işs.örçüt-‘ten; mal örçütüü: davarcılığı geliştirme.
örçüü, çoğalma, büyüme, artma.
ördö I, yukarıya; ördö süyrö-: yukarıya sürüklemek.
ördö-II, yukarıya doğru gitmek (başlıca ırmağın, çayın, kaynağına,dağ dersinin başına doğru) ; koktunu ördö: dere boyunca yukarıya doğru yürümek; kordun cünü ördöp kaldı: koyunun yünü değişmeye başladı; cünü ördöy elek koy: yünü henüz değişmeye başlamıyan koyun.
ördök, ördek; aram ördök: (bahrî denilen deniz ördeği, Mergidae ailesinden); kızılbaş ördök: kırmızı başlı ördek; kırmızı gagalı karabatak(Fuligula).
ördöş, dağ ırmağının yatağı, dere.
ördöt-, yukarıya çıkarmak; cılkını adırğa ördötüp saldı: at sürüsünü (hergeleyi) dağ yamacına sürdü.
ördür-, et. ör- II’den.
örgö = örgöö.
örgöö, 1. es. düğün odası (evi); yeni evliler için tahsis edilen oba; örgö kötör es.:düğün obası dikmek; örgöösün böldüm es.: (oğlumu) ayrı çıkardım; 2. yeni oba (ev).
örgü I = örgüül:
örgü- II, mola etmek; konak etmek; (bir gün istirahat için); colğo bir örgüp alğıla: yolda bir defa mola verin.
örgüül, mola; konak.
örgüz-, et. ör- II’den.
örköç, 1. hörgüç (devede); ayrı örköç: çift hörgüçlü (deve); hayvan ensesi, yağır, cıdağı.
örköçtön-, 1. kanburlaşmak; hörgüç şeklinde gözükmek; 2. tümsekler, dalgalar şeklinde yükselmek; suu örköçtönüp ağat: su dalgalanarak akıyor.
örköçtüü, hörgüçlü,cıdağası olan; örköçtüü at: cıdağısı yüksek olan at; örköçtüü tolkun; şahlanan dalga, aşrı yüksek dalga.
örköndö-, inkişaf etmek, gelişmek, terakki etmek.
örköndöl-, gelişmek.
örköndöö, inkişaf, gelişim, tekâmül.
örköndöt-, geliştirmek, inkişaf ettirmek, büyütmek.
öröö, 1. atın ön ayağını art ayağına bağlamak için olan kötek ( sağ ayak sağ ayağa, sol ayak sol ayağa bağlanır); 2. böyle bir köstekle bağlanmak.
öröölö-, ön ayağı arka ayağa bağlamak; kayçı öröölö-: çapraşık bağlamak; sağ art ayağı sol ön ayağa bağlamak.
öröölöt-,et. öröölö-‘den.
öröölüü, köstekle bağlanmış (art ayak ön ayağa bağlandığı zaman),
öröön I, 1: insan vucudunun (sağ ve sol olmak üzere) yarısı; önğ öröönüm büt boydun ooruyt: vucudunun bütün sağ yarısı ağrıyor; 2. eteğin yan kısmı;3. çoğ. dere.
öröön II = eröön.
öröpkü-, heyecana gelmek (kalp hakkında); öröpküy kalğan cüröğü emdiğiçe basılğan emes: oynamış yüreği (kalbi) henüz dinmedi; öröpküp turam: (yediğim, içtçğim) boğazıma geliyor; (mide aşırı dolu olduğunda) bulantı hissediyorum; öröpküp söylöy albay kaldı: tıkandı ve söyliyemedi.
örü-, emeklemek, (kütle halinde) yukarıya doğru çıkmak.
örük, erik.
örülük = örüülük.
örüm, 1. örme, örüş; örümgö çaçım cete elek folk.: saçım örgü yapılacak kadar büyümedi daha, mec. Ben henüz küçük kızım; 2. kamçının, kırbacın kayış olan kısmı.
örümçü, örme koşum takımları imal eden saraç.
örüş, avul yakınındaki otlak, mer’a; konuş alğıça örüş al ats.: konacak yer almaktansa, otlak seç: (daha doğrusu: konacak yer seçmeden önce otlağı seç! M.).
örüştöt, örüş ortağı (bk. örüş).
örüştüü, 1. geniş göğüslü, yüksek boylu ( at hakkında); 2. öyle (bir hayvandır) ki, onunla uğraşmak boşuna gitmez; 3. hayvan otlatmak için elverişli (yer); konuş örüştüü bolsun!: konulan yer otlaklı olsun (iyi dilek).
örüü, istirahat, konak, mola; tört kün örüü kıldık: dört gün mola verdik; örüü kalğan at: (bir-iki gün için) dinlenmiye bırakılan at.
örüülük, eskiden gelip konmuş olanlar tarfından yeni göçüp gelenlere getirilenikram (yemek v. s.).
örüün, 1. uzun (bir iki günlük) istirahat için inen (yolcu); 2. yolda dinlenme için duruş; mola; ceti kün örüün boldu ele: folk.: yedi günlük mola verdi.
ös-, büyümek.
öskör-= östür-.
ösköy =özgöy.
öskürüm = öspürüm.
ösök, dedi-kodu, yerme, çekiştirme; adam ukpas bir dalay mağa aytpadıbı ösöktü? folk. İnsanın dinlemek bile istemediği bir yığın dedikodular söylemedi mi?
ösöörü- = özöörü-.
öspürüm, yetişmiş genç (14-15 yaşında çocuk).
östön, doğrudan – doğruya nehirden ayrılmış olan sulama kanalı.
östür-, et. ös-‘ten, : çarbası eki ese ösüldü: ekonomisi iki misli büyüdü.
ösüm, büyüme, yetişme.
ösümdük, bitki, nebatat; tehnika ösümdüktörü yahut tehnikalık ösümdüktör: teknikte endüstride kullanılan bitkiler.
ösüş = ösüü.
ösüü, büyüme, yetişme, neşvünema olma.
öş! Sığır hayvanına haykırma.
öşönt-, öyle muamele, hareket etmek; öşöntüp: öyle, o suretle; öşöntö: öyle harakat ederek; öşöntsö da: buna rağmen, o takdirde dahi…
öşöşntüş, işs. öşönt-‘ten; öşöntüş kerek: öylr yapmalı, o suretle hareket etmeli.
öşör, a.yahut kara öşör: sağnak, birden dökülen yağmur; kara öşör kuyup turat: şiddetli yağmur yağıyor.
öşörlö-, ( daha ziyade kara sözü ile bir arada); sağnak şeklinde yağmak; öşörlöp tökkön kara camğır tıyıldı: sağnak dindi.
öşörlöt-, et. öşörlö’den; camğır köz açırbay öşörlötöt: öyle yağmur yağıyor, ki göz açmanın imkânı yok.
öştö- = öçtö-.
öştüü = öçtüü.
öt I 1. öt (safra) ;2. çevik, becerikli.
öt-II, 1. geçmek; uğramadan geçmek; köpüröödön öttü: köprüden geçti; beş cıl öttü: sene geçti; barıbızdın başıbızdan ötkön: hepimizin başından geçmiştir, bunu hepimiz yaşadık; aytıp öt-: söz arasında temas etmek; içi ötöt: içi sürüyor; ötkön çak gram. geçen zaman (mazi); 2. öne geçmek; 3. ölmek, göçmek; öttü yahut dünyödön öttü yahut aalamdan öttü: vefat etti, irtihal etti; 4. affetmek; 5. keskin olmak(keşen, delen nesneler hakkında); bul bıçak ötpöyt: bu bıçak kesmiyor; 6. sürümlü olmak (mal-meta hakkında)
ötkör-, geçirmek edemeye zorlamak yahut bırakmak; öttürüp al-: kabul etmek, teslim almak; öttürüp alauçu: teslim alan; öttürüp aluuçu: punktu: teslim alma yeri; merkezi; öttürüp bar-; teslim etmek; devretmek; kün ötkür-; gün geçirmek, yaşamak; ömür sürmek; baştan ötkür: baştan geçirmek;; bir hali yaşamak; cetimcilik kündörün başına ötkörgön; öksüzlük günlerini basından geçirmiş; iç ötkür-: içi sürmek; iç ötkörü turğan darı: mushil ilaç.
ötkür, 1. keskin (kesen saçan); ötkür bıçak: keskin bıçak; 2. çevik, atılgan.
ötküs, ötküsüz, geçilmez.
ötmö, geçme, içinden geçilen; ötmö brigade: geçip giden brigad; ötmö katar yahut ötmö katardan: baştan başa; bir baştan o bir başa; ötmö katarıman suu öttü: sır-sıklam ıslandım.
ötmök, nehrin geçilecek yeri; geçit.
Ötmölük = ötmök; ötmülükten ötkördü, keçmelikten keçirdi: folk. geçitten geçirdi, su geçidinden öteye çıkardı.
ötö I, aşırı, son derecede; pek ziyade; ötö zarıl: son derece lâzım; ötö caman: geyat kötü; ötö arzan: pek ucuz; ötö cooptuu mildet: geyat mes’uliyetli vazife.
ötö- II, ödemek; yerıne getirmek.
ötök-, dağ eteğindeki çukur.
ötöktö-, şiddetli akışla akmak; ötöktöp kara kan fışkırmış; içi ötöktöp kalıptır: şiddlice içi sürüyor.
ötöl-,ödenmek; yerine getirmek.
ötölgö-: tazminat, tavizat.
ötölö-: ötölöp urdu: aşırı dercede dövdü,patakladı.
ötpös, 1. kör (kesen yahut batan nesneler hakkında); 2.sürümsüz, geçmez (mal); 3. mütereddit, ödlek (adam).
ötük, çizme.
ötükçü, kunduracı.
ötükçülük. kunduracılık.
ötül-, pas. öt- II’den; aytılıp ötülgön: söylenmişti, adı anılmıştı; cetimden aytkan bir sözü söögümdön ötüldü folk. öksüzün söylediği bir söz iliğime işledi (büyük tesir yaptı).
ötüm: ötümü bar: cesur, atılgan.
ötümdüü, tesir yapmaya müstait; sözü ötümdüü mal: sürümlü mal.
ötün-, rica etmek.
ötünüç, ricak
ötünüü, işs. ötün-‘den.
ötürük, yalan (gerçek ve doğru almayan), yalan (asılsız söz ve iş: gerçeğin karşıtı).
ötüş, geçiş, geçme.
ötüü 1. geçme, yandan geçme; 2. ölme; ölüm; 3. af (geçirme).
öyüz, o cihet (yüz); öteki kıyı; köçönün öyüz-büyüzü: sokağın öteki ve biriki ciheti; suunun arkı öyüzü: nehrin öteki kıyısı; ayıl öyüz büyüz kondu: ırmağının hem beriki hem öteki kıyısına kondu; arkı öyüz: öteki taraf: öteki sahil; rakı öyüz menen berki övüzük: öteki taraf ile beriki taraf.
öyüzgü, öteki kıyıda. öte tarafta bulanan; öte yandaki.
öz. kendi; özüm: kendim: özünğ: kendin: özü: kendisi; özülörü yahut özdürü: kendileri; öz-özünö: kendi kendine; öz ubağında: tam zamanında; vakti zamanında; özdörünçö (yahut özülöörünçö) kelişip aldı: kendi aralarında kararlaştırdılar; özümdükü: kendiminki; özdü-özü: kendiliğinde, haddi zatında, kendi aralarında; öz biylik: öz hakimiyet; özü bütöttük= özübütöttükk.
özdöş-, özleşmek, benimsemek.
özdüştür-, özleştirmek; benimsemek, kendisininki saymak, zapetmek; tehnikanı özdöştür-: tekniği benimsemek gereği gibi öğrenmek.
özgöy: kara özgöy: 1) tezviratlı davaları ve nizaları seven; 2) dedikodu, yalandan itham, iftira; kara özgöy bolboy, doo bolboyt: ats. dedikodu olmadan dava olmaz.
özök, 1. öz, iç; sap; sâk; özök bayla-: sap uzatmak; 2. sidik yolu (benil macerası); 3. yemek borusu (onun boşluğu); özögüm oorup turat yahut özügüm karardı yahut özügüm karaydı: fena halde karnım acıktı; özök calğa-: birparça yemek: hafif tertip açliğı kessin eylemek; sarı özök: bir hastalığının adıdır.
özöktöş, en yakın akraba; özöktöşünğ bolboso, özöörüsönğ, düşman kayrılbayt: folk. yakın akrabanın bulunmazsa , acıktıtığın zaman düşman sana yardım etmez.
özöktüü, özlü, ilikli.
özölön-, feryat etmek; hıçkırarak ağlamak; ölüp ketsem kokustan, özölönör cok bolso folk: ölüverirsem, benim için ağlıyan kimse bulunmaz.