A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


oozan-, 1. söylemek, demek; oozanzanğanıbızga köp boldu: konuştuğumuzdan beri çok zaman geçti; 2



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə67/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   90

oozan-, 1. söylemek, demek; oozanzanğanıbızga köp boldu: konuştuğumuzdan beri çok zaman geçti; 2. (rad.) ağza almak

oozandır-, ağzına vermek, ağzına sokmak, emdirmek.

oozdan-, ağız hususunda benzemek; açılğan kör oozdon: dişsiz ağza malik olmak (harfiyen: açılmış mezara benziyen ağza malik olmak); töö töö kuynuk çaynağan töö oozdonğon: ağzı kitre (astragalus)yemiş deve ağzına benziyor.

oozduk ı, gem; oozduk tişte-: gemi azıya almak; oozduğu cok attay: gemsiz at gibi.

oozduk ıı: açık oozduk, bk. açık.

oozdukta-, gem vurmak, yavaştırmak, zaptetmek, itaat altına almak.

oozeki, ağızdan, şifohen, şifahi.

oozku, methal deliği yanında, methalde bulunan; oozku üy: sofa, hol.

op ı,nefes, soluk; op tart-: nefes almak, solumak.

op ıı: obun tappay(yahut opsuz, yahut obu cok) kerilet: ölçüsüz kuruluyor, aşırı derecede kırınıyor, nazlanıyor; obu cok(yahut opsuz) çonğ: gayet büyük, kocaman; obu cok ele süylöy berbe: manasız sözler söyleme; obunğ menen iş kıl!: düşünerek iş yap! ,

opa=oopa.

opaa, a. sadakat, vefa, sadık;opaası cok=opaasız; ubadağa opası cok. vaadini tutmuyor,vefasızdır.

opaasız=oopasız.

opat, a. vefat, ölüm, helâk.

opera, r. opera.

operatsiya-, r. operasyon, cerrahi ameliyat, askeri harekât, ticari muamele.

opkok, 1, doymaz, obur; 2. az mugaddi: az besleyibi; carma opkok kelet: tirit az mugaddidir:

opkolçu-, opkoolçu-, meyus olmak, maneviyatı kırılmış bir durumda bulunmak, can sıkıntısı olmak.

opo = opaa.

opoldomoçun = poldomoçun.

opolonğ. opolonğ-topolonğu tüştü: arbede koptu.

oponğ: oponğ un: kepeği ayrılmış buğday unu.

oposuz = oopasız.

opot = opat.

opoyt-, kabarık, çıkık bir surette koymak (kocaman bir nesneyi); astıma çonğ tabak etti opoytup koydu: kocaman tabakla eti önüme koydu.

opportunisçil = opportunist.

opportunisçildik = oppotunizm.

opportunist, r. oportünist.

opportunistik, oportünizm’e ait.

oportunizm, r. ahval ve zamana göre, herkese anlaşma ve uzlaşma yolunu tutmaklık siyasi mesleği : opertünizm.

oppozitsiya, r. muhalefet,

oppozitsiyaçıl-, muhalif, muhalefetçi.

opsolonğ, cesur, mert.

opsuz, gayet, aşırı, ölçü dışı; opsuz köp: gayet çok;opsuz semiz:pek yağlı; çirkin bir surette semiz; opsuz küldü: yüksek sesle güldü (çok ve yersiz güldü).

opşu, (r. kon. =obşçiy) umumi, hep beraber, elbirliğiyle, cemiyet, topluluk, cemiyete ait; opşu ıraazı bolso: herkes muvafakat ederse; eğer umumi ittifak olursa.

obşustuba-,(r. kon. = obşçestvo=) topluluk; cemiyet.

opton-,muziplik etmek,serkeşlik etmek,kendini zapdedememek;optonboy otur!rahat otur!

optuu,mazbut,,itinalı

opur ı:opur-topur arbede,karışıklık.

opur ıı,alt üst etmek,tahrip eylemek,havaya uçurmak,patlamak.

opurma:koş ooz opurma:çift namlulu tüfek.

opurtalduu,1.korkunç;meş’um;opurtalduu tüş:korkunç rüya;2.çabuk kırılan,nadir

opurtmaluu=opurtalduu

opurul-,alt üst edilmek,tahrip olunmak,patlatılmak

opurult-,et.opurul-‘dan

opus ı=opuz ı

opusıı=opuzıı

opusala-,=bopuzala-

oput,(r.<>) tecrübe.

opuz ı.(r.kon.<>) 1:icra dairesi tarafından malü mülkün yazılması,haciz konması;opuz mal;icra tarafından yazılmış olan mülk;2.taharriyat,evde yapılan araştırma

opuzıı:ormon opuz yohut ormaon opuzu:gösterişli ihtişam,gösterişli muhariplik.

opuza=bopuza

opuzala-,korkutmak,göz dağı vermek.

or ı,çukur,hendek

orıı:or iyrek:cez tumşuk(bk.tumşuk) aksamından biridir.

or-ııı,ekini,otu biçmek

orçun=oorçun

orden,r.nişan

ordendüü,nişan sahibi,kendisine mükafat olarak nişan verilen kimse.

order r.1.ordino,2.tevkif müzekkeresi.

ordo,1. tar.hanın karargâhı belli-başlı bir adamın muhteşem obası;ak ordo:mükellef,beyaz oba;alaş ordo,bk.alaş;2.in;cılandın ordusu:yılan ini;3.kırgızların kumar mahiyetinde olan aşk oyunudur ki,bu oyun hanın karargâhını ele geçirmek için olan savaşı temsil eder;ordo atkanday:ordo oyunu gibi(zevkli ve safalı bir şey);4.ordo oynayanların daire teşkil ederek dizildikleri hat.

oordoluu, 1.saraya malik olan;2.çok çoluk-çocuk sahibi olan;3.taraftarları çok olan kimse;ordoluu cılan:büyük yılan yığnağı içinde yaşıyan yılan,yılan yılınağı;ordoluu bay,bk.bay.

ordu,bk.orun.

ordun,kon=orden,

ordur ı, kon.1.=order;2.=orden.

ordur-ıı, ekin, ot biçmeye zorlamak veya müsaade etmek.

organ, r. uzuv.

orğok = orok.

orğu-, 1. fışkırmak, galeyan etmek (su hakkında); cerden orğup çıkkan bulak: yerden fışkıran pınar; 2. şahlanmak, yükselmek, tümsekler teşkil etmek; orğup çıkkan şor: tümseklerle örtülmüş, çorak yer; 3. hoplamak; zıplamak; oynop-orğup: oynayıp sıçrayarak.

orğuçta = orğu-.

orğuçtan-, mut. orğuçta-‘dan; kıyırı orğuçtandı: küplere bindi.

orğuşta = orğuçta-

original, r: orijinal.

oskestr, r. orkestra.

orkıyal, k-a. kaba (tabiat hakkında).

orkoy- kanbur şeklinde çıkık durmak, sivrilip çıkı durmak; omurtkası orkoyup: amudu fıkarîsi kanburlaşmış.

orlo- , hendek, çukur açmak; ak bökön kelip çığılat, aldın kazıp orloso folk. : eğer önüne hendek kazılırsa, beyaz karaca gelir ve düşer.

ormok, turp kömürünün bir çeşidi.

ormokoy, kalın ve biçimsiz burunlu adam.

ormon, srk. orman.

ormonğdo- , 1. somutmak ve susmak; 2. öne doğru çıkık durmak (mse., burun hakkında).

ormoy- , 1. somurtkan ve az konuşur olmak; 2. öne doğru çıkık durmak (mes. burun hakkında).

orno-, yeride pekleşmek, sokulup kalmak; belçesinsn batkaka ornop kaldı: beline kadar bataklığa battı, saplandı.

ornoo, işs. orno- ‘dan.

ornoştur- , 1. yerleştirmek; 2. bir işe yerleştirmek.

ornot-, yerine pekitmek, koymak; mamı ornot-: at bağlama direğini çakmak, dikmek.

ornottur-, et. ornot’tan.

ornotuluu, dikilmiş; vazedilmiş.

ornotuu, işs. ornot’tan.

oro ı, = oroo ıı.

oro- ıı,dürek sarmak, dolamak.

oroçu = orooçu.

orok, 1. orak; bel orok: tırpan; orok baş (at hakkında): tırpan başlı; 2. hasat; orokton kiyin: hasatttan sonra; orok or-: ekin biçmek.

orokçu ,ekin biçen, orakçı.

orol-, dürülmek, sarsılmak, çile şekline konulmak, karma karış olmak.

orolmo, burmalı, helezonî; orolmo sızık: helozonî hat.

orolo ı, her yandan, etraflıca; orolo çaap cüröt: etrafte koşarak dönüyor.

orolo- ıı = oroolo-.

orolpok, (Rad) kadınların başörtüsü..

orolt-, et. orol-‘dan; belinen orolto karmadı: (kızı) belinden sardı, kucakladı.

orom, sargı, dolam, bir şeyin etrafını sarmak veye dolamak için yetişecek miktar; bir orom cip: bir miktar iplik; talaada tabıksa, bir orom cip olco ats.: sahrada bulunursa, bir parça iplik dahi ganimet sayılır; içki orom: kadın sının aksamından birinin adıdır (başta ufkî olarak uanarak şakaklar ve ense üzerinden geçen kumaş parçası) .

oromol, f. başörtüsü.

orompoy, tek ayak üzerinde zıplayarak yapılan kovalamaca oyunu; orompoy tep-: bu oyunu oynamak.

oron-, kendi üzerine sarmak, bürünmek; eleçek oron-: başına kadın sarmak; selde oron-: başına sarık sarmak.

oronçook, bürünmeyi seven.

orondu, sargı.

oronğdo- = onğuranğda-.

oroo ı, sargı, pazıbent.

oroo ıı ;es. hububat muhafaza etme için çukur, sarpun.

oroooçu, es. 1. sarpun kazıcı; 2. mec, çiftçi:

oroolo-, es. hububatı sarpuna gömmek (muhafaza etmek için)

oropara, f. karşı, karşıda bulunan, vis-â-vis.

oroso= orozo.

oroşon, baştan-başa, hep; oroşon on ay bolğunça: bütün on ay; oroşon buurul at: hepsi benekli boz (kır) olan atlar.

oroy-. ı, a. ruh; oroyum aktan caratılğan es.: ben nikâhlı rabıta neticesinde doğmuşum; benim doğuşumda hiçbir ayıplanacak şey yoltur.

oroy ıı, 1. çabuk sinirlenen, çabul kızan, söz dinlemiyen; oroyucaman: siniri tutmuş, hırslanmış; kündün oroyu caman: hava berbat olacak; 2. kaba; oroy til: kaba, yontulmamış dil; oroy kata: kaba hata; 3.oroy yahut oroy çoku: baş tepesi; oroy çokuma kamçı menen tartıp ciberdi: tepeme kamçı çaldı; 4. müsavi, ayni; oroy köz çaray oturğanda yahut oroy köz çaray turğanda: herkesin huzurunda.

oroy ııı, f. yüz, ruy.

oroypo, kiriş, yay kirişi.

oroypok = orolpok.

orozo, f. dn. oruç, ruze.

orsoğoy = orsok.

orsok, üst dişleri çıkı duran kimse.

orsonğdo, hareketlerinde üst dişleri çıkı duran kimseye benzemek.

orsoy-, öne doğru çıkık durmak (mes., üst dişler hakkında; kayalar hakkında).

orsoyt-, et. orsoy-‘dan.

orto, 1. orta; tün ortosu: gece yarısı; orto col: yarı yol; oktyabr ortolorunda: İlkteşrinin ortalarında; ortobuzda: müşterek istifademizde, hepimize aittir; orto ara yahut orto-aralık: mesafe; çüz sarcanday orto-arağa (yahut arlıkka) kelip; yüz sajen kadar mesafeye yaklaşarak; kap orto bk. kaporto; 2. orta halli.

ortoço, ortaca, orta (orta hacimde, orta büyüklükte, orta evsafta) ; ortoço döölöttüü: orta halli.

ortok, 1. dost, arkadaş; ölüm ortok: samimî dost,ölünciye kadar ahbap;2. mahsulün bir kısmını alan, ortakçı; tenğ ortok: mahsulün yarısını alan.

ortoktoş ı, ortak, şerik.

ortoktoş- ıı, hep beraber iştirak etmek, birleşmek.

orton, yahut orton kol: orta parmak.

orul-, pas. or-ııı’ten; buuday onuldu: buğday biçildi.

orum, hasat, kaldırma (hasat zamanında) ; baş orum bede: ilk kaldırma yoncası; orto orum: orta kaldırma; ayak orum: son kaldırış.

orun, 1. yer, mahal; ordu (bazan ordu) : onun yeri; boş orun: münhal (açık) yer; orduna: yerine; onun yerine; tar orundar: dar yerler; cüz somdun ordu cok: yüz rublenin yeri gözükmüyor (vesikalara, hesaplara göre, nereye sarfolunduğu belli değil) ; aytkanı orun çıktı: söylediği yerinde imiş, doğru çıktı; orun söz; işe yarayan, makul söz; orundan çık bk. çık- ııı; orun basar: vekil, birinin yerine kalan; 2. yatak; orun sal-: yatak sermek.

orunçu, yatak; töşönçü-orunçu yahut töşök-orunçu: yatak takımı.

orunda-, 1. yerleşmek; cürögü orundap kaldı: kalbi sükûnet kesbetti; 2. yerine getirmek, ifa etmek; aşığı menen orunda-: fazkasiyle yerine getirmek; 3. yerine getirilmek; tilek orundadı: arzu yerine getirildi.

orundal-, yoluna konulmak, yerine getirilmek, ifa edilmek; iş orundalğan cok: henüz iş (müsait bir surette) tamamlanmadı.

orundalış, yerine getirilme; başarılma.

orundaluu, yerine getirilme, başarılma; tapşırma orundaluuğa tiyiş: verilen vazife yerine getirilmelidir.

orundaş-, 1. yerleşmek; 2. ifa edilmek; yerine getirilmek.

orundaştır-, et. orunda-‘dan; cerğe orundaştır-; toprağa yerleştirmek, yerleşik (mütemekki) durumuna geçirmek.

orundaştıruu, yerli-yerine yerleştirmek.

orundat-, ifa etmek, yerine getirmek, yoluna koymak; plandı toluk cana arbın oruntabız: plânı yerine getireceğiz, belki de fazlasiyle ifa edeceğiz,; iş orundat-: işi yerine getirmek ve yola koymak.

orundatıl-, ifa edilmek.

orundatuu, yerine yerleştirme.

orundoo, 1. ifa etme, yerine getirme; aşıra (yahut aşığı menen) orundoo: fazlasiyle yerine getirme; 2.yerine yerleştirme.

orunduu, yerinde olan işe yarıyan, makul; orunduu söz: yerinde ve makul olan söz.

orunsuz, yerinde olmıyan.

oruntultuu, müsbet, sağlam, ciddî ( insan hakkında);ordo kütüp, han bolup, oruntuktuu can bolup folk.: saray edindi, han oldu ve ciddi adam oldu.

orusça. rusça.

orusçala-, rusça konuşmak, bir şeyi rus usuliyle yapmak.

oruş-, hep beraber ekin, ot biçmek.

oruu, hasat; oruu-cıyuu: (ekinleri) biçme ve toplama.

osmo, meşin.

osmok, ima, tellmih.

osmokto-, kinayeler, imalar ile iş görmek.

osol, kötü, fena zayıf; osol tart-: kötüleşmek; osol tartıp kaldı; hastalığı fenalaştı; sözü osol: lâfı kaba; osol bol-: kepaze olmak; osol kıl-: terzil etmek, kepaze etmek.

osur- = oosur.

osuyat, a. vaziyet.

okşur-, ışkırmak (at hakkında) ; atım oşkurup tura çaldı: atıp ışkırdı ( ürküp burnundan hırıltı çıkardı) ve birden bire durdu

oşo, (Datif: oşoğo; oşoğon, oşoo) öteki, şu oşonu menen katar: bumumla beraber; oşon üçün, o sebepten; oşo kündön uşu kün folk.: o zamandan beri, bu güne kadar.

oşoğon bk. oşo.

oşol = oşo.

oşon, bk. oşo.

oşonço, o kadar.

oşonçoluk, o kadar, şu kadar, o miktarda; el kançalık karanğgi bolso, dinçildin oşonçoluk tülküsü tüştö uluyt: halk ne kadar cahil olursa, dinciler o kadar istifade ederler.

oşondo, orad, o zaman.

oşondon, oradan, ondan

oşondoy, o gibi, bu gibi.

oşonduktan, budan dolayı, onun için, bunun için, o (bu) sebepten.

oşontüp, bu suretle.

oşoo, bk. oşo.

oşton-, 1. keyifli, neşeli olmak; sevinmek; enesi ( yahut katını) erkek tuuğanday oştonot: annesi (yahut karısı)erkek çocuk doğurmuş gibi aşırı seviniyor; 2. kırıtmak.

oşnot-, şen ve sevinçli kılık vermek; tezyin eylemek, süslemek.

oşur, a. tar. kin mahsulünün ruhaniler nefine ayrılan kısmı, âşar; ondalık.

ot I, ateş; anı menen otum küyüşpöyt: =onunla ateşim tutuşmuyor= ( onunla geçinemiyorum) ; otton alıp suuğa, suudan alıp, otko: takatın fevkinde işler yükleterek ve alay ederek; albarıst otu yahut şeytan otu: bazı bataklıklarda gözüken alevli buhar; otko kirüü es.: ateşe girme ( düğünden birkaç gün sonra gelinin akrabalarının evinde icra edilen merasimdir, ki bundan sonr güvyi karısının akrabasından kaçmamaya başlar; otkkkko may sal- es.: ateşe yağ dökmek (gelinin güveyi evine geldiği ilk günde yapılan merasimdir).

ot II, 1. ot; ot cer: iyi otlak, mer’a; otko koy-: yeme bırakmak, otlağa salıvermek; kızıl ot: grekçe Andropogo;2. bir ot çılkı: ayrı bir sürü at.

otkor- = otkoz-.

otkoz-, otlatmak, ayakaltındaki yemle; yani otla beslemek, otlağa bırakmak; attı otkozup al: atı bir parça otlat!

oto-, zararlı otlardan ayıklamak; ottor köböyüp, çancınğ mokusun!: otları ayıklamakla uğraşannlar için iyi dilektir.

otoğuç, 1. zaralı otları ayıklamaya yarıyan her hangi bir ayğıt; 2. = çancuu.

otoo II, yaylağa aldıkları küçük, sefer obası (çadırı) ; otoo başı tar.: yaylakta bir grup obaların başı.

otooç = toğuç.

otooçu, ekini zararlı otlardan ayıklayan.

otor, 1. köyden uzakta bulunan mer’a, otlak; 2. uzak ülkeler; 3. müstemleke.

otorçul, es. müstemlekeci.

otorçulduk, es. müstemlekeleştire; otorçulduk siyaseti müstemleke politikas.

otorlo-, 1. uzaktaki mer’aya göç etmek; 2. es. müstemlekeye muhaceret etmek: göçmek.

otorlot-, et. otorlo’dan.

otot-, zararlı otlardan ayıklatmak.

otryad, r. müfreze.

otto-, otlamak, ayakaltındaki yemle, yani otla beslenmek; oozunğa kelkenin ottoboy otur! : saçmalamaksızın otur!

ottot-, otlatmak, mer’aya bırakmak.

ottuk, çakmak; ottuk taş; çakmak taşı; somoordun ottuğu: semaver borusunun alt kısmı.

ottuu, 1. ateşli, ateşin, yakıcı; ottuu cel: yakıcı rüzgâr;2. cesûr.

otuk-, otla beslenmeye bbaşlamak ( sütten ota geçtiği zaman kuzu hakkında).

otun, odun, yakacak, mahrukat; otun al-: yakacak toplamak; otun-potun: ufak-tefek odunlar.

otur- = oltur-.

oturğuç = olturğuç.

oturğuz- = olturğuz-.

oturuk, 1. yerleşip oturulan yer, meskûn mahal; 2. yerleşi (göçebe olmıyan) .

oturuktaş-, yerleşip oturmak, yerleşik olmak (göçebeliği terketmek)

oturuktarış-, yerleik olmaya sebep olmak; göçebeden yerleşik yapmak.

oturuktaştıruu, göçebeden yerleşik yapma.

oturuktaşuu, yerleşme (göçebeliği bırakıp, yerleşik olma).

otururtuu, yerleşik, mütemekkin.

oturuu, oturma, yerleşme (göçebelikten vazgeçme).

otuz, otuz.

ovo = aba II.

oy I, 1. fikir, düşünce, meşgale, kaygı; oyuna emine kelse, oşunu kılat: aklına ne eserse, onu yapıyor; oyuma keldi: aklıma geldi; meninğ, oyumça: benim fikrime göre; oydoğuday: düşünüldüğü, arzu edildiği gibi; 2. karar, mahkeme kararı; biydin oyu tar.: =biy= in kararı.

oy II, alçak yer, çukur, kazan şeklindeki vad, hufre.

oy! III, nida: of!, vay!

oy- IV, oymak, kazmak, hakketmek; kaşık oy-: kaşık oymak; beçet oy-: mühür kazmak.

oyboy! nida; oy-oy; ay-vay!.

oyçon, düşünceli, içli.

oydolo-, sekerek koşmak, sabırsızlıkla yürümek, hoppalık etmek, rahat oturmak; at oydolup turat: at oynuyor (kızışıyor).

oydolot-, et. oydolo-‘dan; kolun oydolotup cazat: hızlı yazıyor; (kzışmaya başlayan) atını teskin ederek, duruverdi.

oydunğ, alçak yer, ovalık.

oydur-, et. oy- IV-‘ten; beçet oydur-: mühür kazıtmak; moyloo oydur-: bıyığın ortasını (iki kısmın birleştiği yeri) kazıtmak.

oyğon-, uyanmak.

oyğoo, uyumayan, uyanık bulunan.

oyğor-, tasavvur etme, tasarlamak.

oyğorundu, tasar, zihnen karar.

oyğoruu, tasavvur, tahmin, fikir, zihnen karar; oyğorumça: düşünceme göre, fikrimce.

oyğot-, uyandırmak.

oyğuz- = oydur-.

oyku: oyku-kaykı: dalgalı, menevişli:

oykuçta- = oydolo-.

oylo-, 1. düşünmek, tefekkür etmek, taakkul eylemek, tevehhüm etmek; iş kılsanğ, artınğ oylo!: iş yaparsan, sonunu düşün! ; oylop tap-: düşünerek bulmak; icat, ihtira etmek; ar kim özün er oyloyt ats. herkes kendini bahadır sanıyor; 2. karar çıkarmak; sot bütüm oylodu: mahkeme karar çıkardı; kun oylo-: tar,: kan pahasını, tazminatı tayin etmek.

oylomo, uydurma, mefhum; oylomo san mat. mevhum (imajiner) sayı.

oylon-, düşünceye dalmak, kendini düşünceye kaptırmak, yeniden düşünmek.

oylondur-, düşündürmek, düşünceler uyandırmak.

oylont- = oylondur-.

oylonul-, düşünülmüş olmak, düşünülmek ; muruntan oylonulğan pikir: önceden düşünülmüş fikir.

oylonuu, işs: oylo-‘dan.

oyloo, tefekkür, muhakeme.

oyloş-, müş. oylo-‘dan.

oyluu, düşünce le sarılmış; eki oyluu: tereddüt içinde bulunan, neyekarar vermesini bilmeen.

oymo, 1. oyulmuş, hakkedilmiş; 2. nakşedilmiş, süslenmiş; oymo-çiyme bolup cazılğan afişa: süslü, cicili-bicili olarak yazılmış afiş (duvar ilânı).

oymoçu, oymacı, hakkâk.

oymok, yüksük (yüzük şeklinde olur) ; tuyuk oymok: rus örneği yüksük ( ki bir tarafı kapalı olur); oozu oymoktoy: o kadının ağzı küçüktür (harf.: ağzı yüksük gibi) oymok baş sal-: çidik atmak (kıza).

oymoktuu, 1. yüksüklü; 2. mec. kadın.

oymolo-, kazımak suretiyle yapılan süslere benzemek.

oymolot-, et. oymolo-‘dan.

oymul, oymalı, oymalarla kaplanmış; oymul taz uyuz illetinden başında deri izler kalan kimse.

oyno-, 1. oynamak. eğlenmek, rahat durmamak, şaka etmek; at oynop ketti: at kendiiğinden (üzerinde kimse yokken) hızlıca koşup gitti; oynop ayt-: şakadan söylemek; oynop aytsa da, söylese de, düşündüğünü söylüyor; 2. aşk ve alâka münasebetlerinde bulunmak.

oyno, zıplama, şuhluk; oynok sal = oynokto-.

oynokto-, zıplamak, şuhluk etmek; közü oynoktoğon: çapkın gözlü.

oynotot- et. oynokto’dan; köz oynoktot-: 1) göz oynatmak, şen gözlerle bakmak; 2) gözlere neşe vermek; at oynoktot-: atı kızıştırmak.

oynol-, oynanmak; cüz som oynolot: yüz ruble oynanıyor (oyun masasına konuluyor).

oynokto- = oynokto-.

oynoloktot- = oynoktot-.

oynoo, 1. işs. oyno-‘dan; 2. oynak, şuh.

oynooçu, 1. oynayıcı, oyuncu; 2. sahnede) bir rol alarak oynıyan şahıs.

oynook, 1. sık-sık yerinden oynoyan (burkulmuş fakat tekrar yerine konmuş mafsal hakkında) ; barmağım oynook bolup kalıptır: çıkık ve düzeltilmiş parmağım yerinden oynuyor; 2. şuh; oynak.

oynoş I, maşukka, metres; dost, maşuk.

oynoş- II, 1. hep beraber oynamak; 2. aşk ve alâka münasebetlerinde bulunmak.

oynoşçul, aşk maceralarına temayülü olan, çapkınlık eden.

oynot-, et. oyno-‘dan; at oynot-: at üzerindehalkı çağırarak (elle) işaretler yapmak; baça oynot es.: baça oynatmak ( dansettirmak) (bk. baça).

oyon, (destanda) 1. bahadır; 2. asîl, efendi.

oyoz = üyöz.

oyron, f. 1. harap, yıkık, viran, yok edilmiş, helâk olmuş, helâk; oyron kıl-: tahrip etmek, imha eylemek; 2. kuvvetli, müthiş, korkunç; oyro mıktı: gayet kvvetli, kudretli; 3. kadın ölen kocası için ağlarken, adet olduğu üzere, kocasını böyle adlamaktadır ( bu manayla daha ziyade: kül oyron) :

oyrondo-, tahrip edilmek, imha edilmek, helâk olunmak, yıkılmak, mahvolmak.

oyrot, (oynat) : oyrotto cok: benzeri yok, dengi yok; oyrokto dünğü taradı: bütün cihanda maruf oldu; oyun, kızık, temaşa; oyrotto cok keb boldu folk,: oyunlar; eğlenceler şenlikler- bütün cihanda misli görülmemiş derecede oldu.

oysonğdo-, şuh olmak, oynak, canlı, çevik olmak (başlıca, genç kadın hakkında).

oysonğdot-, et. oysonğdo-‘dan.

oysul; oysul ata: 1. mit. develer hâmisi; çımın tiygen töögö Oysul ata ne payda? ats. : sinek dokunmakla hastalanan deveye Oysul ata ne faydası dokunsun? ; 2. mec. deve.

oysura-, kurumak, tükenmek, iflâs etmek, fakir düşmek.

oysurat-, perişan etmek, fakir düşmesine sebebiyet vermek; ouşmuştu oysuratıp salğan: pek çok çalıştı, çok iş bitirdi.

oyt: oyt dep çocuğan kişidey: pek fazla korkmuş adam gibi; oyt ber-: bir yana sapmak, kendini bir yana atmak.

oyu- = noyu.

oyuk, 1: oyuk, oyulmuş; 2. oyma, çukur.

oyul-, pas oy- IV’ten.

oyum, yahut oyum-çiyim: nakış, tezniyat, oymacılık; şırdaktın oyumu: şırddak’ın nakşı (bk. şırdak).

oyun, oyun, eğlence, şaka; oyundu koyup, çınınğdı ayt! : şakayı bırak da, ciddi söyle! ; at oyunu: cambazhane; 1) her iki cinsten gençliğin =tura= oyunu; 2) düğün oyunları; kız oynot-: kız oyunu tertip etmek; oyun- çından: yarı şaka olarak.

oyunçu, 1. oyuncu (rakkas), dans eden; 2. artist, aktör, canbaz.

oyunçuk, oyuncak.

oyunğkarak = oyunukarak.

oyunkarak, oynak, şakacı, lâtifeci,neşeli adam.

oyunpoz, k-f. şen, oyunlar ve eğlenceleri seven kimse.

oz-,öne geçmek, yetişerek geride bırakmak; kuup cetip ozup ket-: yetişmek ve geride bırakmak; üçtön on münöt ozuptur: üçü on geçiyor.

ozbur, haris, aç gözlü.

ozğun, öne geçen, öne geçmeye uğraşan; murun çıkkan kulaktan kiyin çıkkan müyüz ozğun ats. : önce çıkan boynuz geçer.

ozondo-, 1. dinmeden ağlamak; bağıra bağıra ağlamak; 2. uzatarak ve yüksek sesle bağırmak.

ozondot- , et. ozondo-‘dan.

ozun-, öne atılmak, öne geçmek, yetişip geride bırakmak; ozunup süylö-: heyecanla ve küstahça konuşmak; ozunğan taz börk alat ats. : = hırsızın kalpağı yanıyor ( yani kabahatli olan kendini belli eder).

Ö

öbök, menet, dayangaç, destek, yardım, müzarehet; öböğüm cok boldu: desteğim kayboldu (yardımına güvendiği bir yakınını kaybeden kimse böyle söyler) ;taş öbök sal-: (atlı hakkında) eyerin ön kaşına iğilmek.

öböktö-, 1. dayanmak; 2. başını iğmek; 3. asaya dayanarak, ölünün üzerine iğilmek; 4. mec. kanburlaşmak; pek fazla ihtiyarlamak.

öböktöö, işs. öböktö-‘den; öböktöökürüp folk. asaya dayanarak ve (ölü için) hıçkırıp ağlıyarak.

öbülgö, 1. tölgö (bk.) için ücret; 2. hediye; mükâfat; 3. mütekaddim sebep.

öbüş-, öpüşmek, birbirini öpmek.

öbüşüü, işs. öbüş-‘ten.

öcör, her şeye, herkese takılan, inatçı, intikamcı.

öçörlön-, inat etmek,aşırı aksilik eylemek.

öç I, kin, intikam, öç alma; öç al-: hıncını çıkarmak, intikam almak; öçümdü aldım: hıncımı çıkardım, intikam aldım; ekööbüz öçpüz: ikimiz kavgalıyız.

öç- II, 1. sönmek; otöçtü: ateş söndü; ömürü öçtü: öldü; ıy öçtü: ağlama dindi; 2. silinmek, yok edilmek; kat öçtü: yazı silindi; atım öçsün…: ismin yok olsun ( eğer.,)

öçküs, 1. sönmiyen, sönmez; 2. silinmiyen, yok edilmeyen.

öçmöndüü = öçtüü.

öçmöntöy, kinli, kindar, intikamcı.

öçöğdö-, atlıların, tembel atı, hızlı yürümeye zorladıkları sırada yaptıklarına benzer hareketler yapmak.

öçöş-, kin beslemek, hırslanmak, kızmak.

öçöştük, kin, kindarlık.

öçştür-, et. öçöş-‘ten.

öçtö-, öçölmak.

öçtüü, intikamcı, kindar; söök öçtüü: kabile düşmanlığı besliyen; düşmanca, husumetkâr.

öçüğüş-. müş. öçük-‘ten.

öçük-, intikam, kin beslemek.

öçül- = öç II; cakkan çırak öçülböyt folk.: yakılan çıra (kandil) sönmez

öçür-, 1. söndürmek; 2. (yazılanı) silmek; kaydını terkin etmek.

öçürgüç, . (semaverin) kapağı (baca kapağı); ört öçürgüç: 1) ateş söndürmek için kullanılan âlet; 2) itfayeci; 2. (yazıyı silmek için kullanılan) lâstik.

öçürgüs, 1. sönmez; 2. silinmez.

öçür-, et. öçür-‘den.

öçürüü işs. öçür-‘den.

öçürüüçü, söndürücü; ört öçrüüçü: itfayeci.

öğö-, (bir madeni) eğelemek, eğe ile bilemek

öğöl-, pas. ögö-‘den; bir birine öğölüpkalıptır: brbirine sürtünerek silinmiştir

öğöndü, eğe altından çıkan maden tozu, talaş.

öğöö, eğe.

öğöölö-, eğelemek, eğe ile bilemek.

öğöölöt-, et. öğöölö-‘den.

öğörök, ( destanlarda tek kanatlı bir kuşun adıdır.)

öğöt-, et. öğö-‘den.

ögöy, övey; öğöy ata: öyev baba; ögöy uul: övey oğul; ögöy ene: övey anne; ögöy kız: övey kız; ögöy bala: övey çocuk; öz atanğbı, ögöybü? folk.: öz baban mı? övey baba mı?

ögöylö-, övey muamelesi yapmak ( övey anne, övey baba, övey oğul, övey kız hakkında); tamak içimdi ögöylödü: yemek içimi öve gördü (bu yemek bana uygun gelmedi).

ögöylük, 1. öveylik; 2. yabancılık.

ögönçörök, çoktan değil, daha yakınlarda.

ögünkü, bir müddet önceki, son günlerde vukua gelen, o günkü.

ögüntön, bk. kün 2.

ögünü, o gün, evvelki gün.

ögüz, öküz, boğa; kunan ögüz: üç yaşına basmış öküz; bışkı öğüz: dört yaşına basmış olan öküz; asıy ögüz: beşinci yaşına basmış olan öküz; koş öğüz: Yedigir( Dübbüekber) in sağ tarfında bulunan yıldıztopu.

ökçö I, ökçe;: topuğun arkası.

ökçö-II, (aşık oynarken) vuracak aşığını alçı (bk.) üzerine düşecek tarzda atmak.

ökmöt, a. 1. hükûmet; 2. hâkmiyet.

ökmötçü, kon. 1. devlet memuru; 2. hükûmet başında bulunan, devlet mümessili

ökmötsüzdük, hükûmetsizlik, başsızlık

ökmöttöş-, dava açmak, şikâyetlerle hükûmet kapılarında dolaşmak.

ököö = eköö.

ököz, o zaman, o defa, o sefer, bir müddet önce.

öksö-, ac-acı ağlamak, yüksek sesle ağlamak, hıçkırarak ağlamak.

öksöt-. et. öksö-‘den.

öksü I, zayıf, kifayetsiz; tokoçtan öksü bolğon cok: ekmeğe muhtaç olduğu yoktur.

öksü- II, gevşemek, yetişmemek; alınğan ıkçamdık öksüböskö tiyiş: alınan tempo (hız) gevşememeli; ezeli kar öksüböğön biyik aşuu: ebedi karı eksilmeyen yüksek geçit.

öksük, eksiklik, bütçe açığı.

öksüt-, et. öksü- II –‘den; öksütkön eken balanı folk.:meğerse çocuğu cebretmiş imiş (onu muhtaç olduğu şeylerle temin etmemiş).

öktö, tatmin edilmemiş arzu, tatmin edilmeyiş, iddia; emine öktönğbar?: nen eksik? neyle tatmin edilmedin?; menin eç bir öktöm kalğan cok: benim hiçbir iddiam kalmadı, ben tamamiyle tatmin edilmişim, istihkakımı ve istediğim her şeyi almış bulunuyorum.

öktöbür kon. = oktyabr.

öktölüü, tamamile tatmin edilmemiş, iddiası kalan.

öktöm, kuvvetli, cesûr.

ökül, a. vekil, mümessil, delege; toluk ukuktuu ökül : tam salâhiyetli mümessil; ökül ata: (düğünde) peder yerini tutan kimse , ökül kız: 1) (düğünde) kız yerini tutan; 2) bir oyunun adıdır.

öküldük, vekillik, mümessillik, delegelik.

öküm I, a. hüküm, mahkeme kararı; mahkemede verilen hüküm; öküm süylö yahut öküm ayt: kararı ilân etmek; emretmek; ökümü cürüp turat: hükmü yürüyor, hüküm sürüyor; öküm sür: hâkimiyeti elinde tutmak, hüküm sürmek; öküm sürüü: hüküm sürme, hâkimiyet.

öküm II, kendini zaptedemiyen, çabuk kızan, acûl, ivegen, sabırsız; öküm at: hızlı giden, ateşin fakat dayanıksız at; öküm kişi: emrleriyle öne atılmayı seven kimse.

ökümdük, istical; ökümdük kılıp, işti buzup aldınğ: acele etmekle bütün işi bozdun.

ökümdüü, mahkûm, mahkemeye verilen, maznun

ökümöt= ökmöt.

ökümsü-, âmirlik taslamak; kendini emirler vermye muktedir saymak.

ökümsür- = öküm sürüü (bk. öküm I).

ökün-, pişman olmak, olup- biten hakkında esef etmek; ötköngö ökünüp, cetpesti kubba! at.: geçene pişman olma, el erimeyecek şeyin peşinde koşma!

ökünçü= ökünüç.

ökünüç, pişmnlık, teessüf; ötkön ışke ökünüç cok ats.: geçen iş için pişmanlık yoktur.

ökür-, yaygara koparmak acı-acı ağlamak; ölgöngö ökürüp kelet: (ölü bulunan obaya yaklaşırken) yüksek sesle ağlıyor.

ökürönğdö-, hızlı koşmak, sekmek (öküz, inek hakkında).

ökürönğdöt-, et. ökürönğdö-‘den; ögüzdü öpkögö tepkilep, ökürönğdötüp kelet atat: ayaklariyle mahmuzlayarak, öküz üzerinde seğirterek geliyor.

ökürt-, et. ökür-‘den.

ökürük, böğürme, şikâyet, bağırış, hıçkırma, acı-acı ağlama (başlıca ölü bulunan yahut ölü çıkan akrabanın evine yaklaşırken) ; ökürük sal-: hıçkırarak ağlamak.

öküt I, yerine getirilmeyen arzu, pişmanlık; öküttö kaldım: arzuma eremedim, bana pişman olmak düştü; öküttö kalba: sakın sonradan pişmanlığa düşme!

öküt- II, teşvik etmek, kuşkurtmak.

öl I, yaş,(nemli).

öl- Iı, ölmek; ölgüçö yahut ölgünçö yahut ölgüçüktü: 1) ölinciye kadar, adamakıllı; 2) ölüm yerine, ölmektense; ölgüçö karmaşamın: kıyasıya tutuşacağım; catıp ölgüçö atıp öl ats,: yatıp ölmektense, atıp öl! ; ölö-tala yahut ölgön-talğanda yahut öldüm-taldım değende: güç hal ile.

ölçö-, ölçmek, prova yapmak, tartmak; otuz ölçöp, bir kes ats.: otuz defa ölç, bir defa biç!

ölçögüç, ölçme aygıtı; burç ölçögüç: usturlap.

ölçöm, ölçü, ölçek, hacim, miktar.

ölcönüü, buut, boyut; üç ölçönüü; mat.: üç boyut.

ölçöö, ölçme, ölçü; uruk ölçüsü: hububat ölçüsü; salmak ölçüsü: ticarî ağırlık ölçüsü; bet ölçöösü yahut cayıktık ölçöösü: satıh, yüzey ölçüsü; uzunduk ölçöösü: uzunluk ölçüsü; ölçöösü kurusun!: ölçüsü batsın! onu bir daha gözüm görmesin!

ölçöölü, ölçülü, muayyen, göz önünde tutulmuş; ölçöölü cer: 1) önceden tayin edilmiş yer, mahal; ölçöölüü cerge cet-: önceden tayin edilmiş yere uluşmak; 2) ölümü mucip olacak yer (vücutta öyle bir noktadır, ki oraya vurmak olümü mucip olabilir); ok ölçöölü cerge tiydi: kurşun ölümü mucip olacak yere isabet etti.

ölçöt-, et. ölçö-‘den.

ölgüçöktü, bk. öl- II.

ölkö, ülke, memleket.

ölkölük, es. = kraylık.

ölkön: ölkönünğ össün! (başlıca, eski neslin dilinde): sana her iyiliği diliyorum, sana çok-çook teşekkürler, eksik olma!

ölmösök = ölümsök.

ölöl,, bk. öl- II.

ölönğ I, nemçe saparması (ot). ___

ölönğ II, şarkı ( daha ziyade Kırgız şarkısıdır).

ölönçö, ırcı, hanende, şarkı söyleyici.

ölönğdüü, nemçe saparnası veya otu bol olan (mahal); ölönğdüü cerdi ögüz ceyt, ölümdüü cerdi ögüzmoldo ceyt: ats. otun çok bulundğu yerde öküz beslenir, ölüm çok bulunan yerde ise hoca beslenir.

ölörman, azgın, pek kızgın.

ölörmandık, azgınlık, aşırı kızgınlık; ölürmandık kıl-: her şeyi gözü almak ( ya ölmek, ya gayeye ermek!)

ölösölüü, yarı diri, canlı cenaze, şimdi ölmek üzere bulunan.

ölöt, kırgın, hayvanlara düşen salgın hastalık; ölöt aydağır! yahut ölöt alğır! 1) (sığır hayvanı hakkında) : geberesi!; 2)canı çıksın! ölüme mahkûm.

öltür-, öldürmek.

öltürt-, öldürtmek.

öltürül-, öldürülmek.

öltürülüş, işs. öltürül-‘den.

öltürüş öldürüş, katil.

öltürüü, öldürme, katil.

öltürüüçü, öldürücü, kaatil.

ölük, ölü, naş; ölüğünğdü, (yahut ölük tiriginğdi) köröyün!: geberdiğini göreyim!.

ölüksüz, söv. geberesi.

ölüm, ölüm.

ölümsök, ölü gibi, dermansız, gevşek, gayertsiz; ölümsök söz: gevsek, ateşsiz söylev.

ölümsürö-, yarı ölü durumunda, zayıf, bitap olmak.

ölümtük, . ölü, meyyit; 2. leş, cife.

ölünğkü, cansız, zayıf; ölünğkü tooş: zayıf ses.

ölüsöök, çalışkan, işe haris.

ölüü, 1. ölü; ölüü buyum: cansız demirbaş; 2. sulanan yara, lâhmı zait.

ömöl-, çok olmak, kütle halinde yürümek; kalınğ kol artınan ömölüp cürüp kaldı: peşinden hesapsız asker yürüyüp gitti.

ömür, a. hayat, ömür; ömürü uzun barbağan: uzun yaşamadı; en ömürdö bolboğon: hiç görülmemiş, ömürde olmamış; ömür bayanı: hal tercemesi, biografya.

ömürdük= ömürlük.

ömürdüü: uzun ömürdüü: uzun ömürlü; uzun ömürdüü bol!: ömrün uzun olsun!

ömürlöş, hayat arkadaşı (karı, koca) ; hayat refikası.

ömürlük, kaydı hayat şartiyle, ebedî olarak; ömürlük coldoş: hayatının sonuna kadar arkadaş; ömürlük ayrılıştı: ebediyen ayrıldılar.

ön-, 1. bitmek, büyümek, neşvünema bulmak; önüpösüp: muvaffak olarak, gelşerek; uruk öndü: tohum filiz sürdü; 2. muvaffa olmak (mahkeme işi hakkında ) ; önbös (yahut önböy turgan) doo: kazanılmıyacak dava; 3. tediye edilmek ( borçlar hakkında).

öndürI, 1. dere, vadi, havza; 2. hepsi tamamen, baş aşağı; öndür boyum: tepeden tırnağa kadar (ben); bütün ben, bütün varlığım.

öndür- II, et. ön-‘den; tamırım öndürböy kurut: kökünden kurutmak; kökünden imha etmek.

öndürümdüü, verimli (emek hakkında).

örümdüülük, verimlilik; emgek öndürümdüüülügü: emeğin verimliliği.

öndürüş, üretim (istihsal), verimlilik, istihsal kuvveti; endüstri, sanayi; öndürüş kuralı: üretim âletleri; iri öndürüş: büyük istihsal (sanayi); emgek önödürüşü: emeğin verimliliği; öndürüş kötörüü: istihsali arttırma; koomdoşkon öndürüş: kollektifleştirilmiş istihsal; öndürüş köçtörü: istihsal kuvvetleri; aşıra öndürüş: lüzumundan fazla istihsal; öndürüş mamileleri: istihsal münasebetleri; öndürüş kenğeşmesi: istihsal müşaveresi; oor öndürüş: ağır sanayi; öndürüş önör cayları: sanayi müesseseleri.

öndürüştük, istiale ait;öndürüştük küçtör: istihsal kuvvetleri.

öndürüştüü, üretime ait, müsmir; öndürüştüü emgek: verimli emek.

öndürüü, üretim, icra; aşıra öndürüü: gereğinden artık üretim, fazla istihsal.

önğ I,uyanık durum, uykusuzluk zamanı; öngümbü; tüşümbül!: bunu rüyamda mı yahut uyanık durumda mı (görüyorum).

önğ II = önğköy I.

önğ III, yüz, çehre, beniz (yüz rengi), renk; önğü cıluu: çehresi sevimli; önğü buzuk: manzarası çirkin, görünüşü bir hayra delâlet etmiyor, bir fenalık saklıyor; önğünö kızıl cüğürüp kaldı: yüzünda allık peyda oldu; önğünön azğan cok: yüzünün rengini kaybetmedi; önğ ber-: renk vermek; koydu öngönön çığar: (kaybolan) koyunların renklerine göre ayırt etmek; önğünö karabastan: yüzlere bakmadan; önğ karamalık folk.: akraba kayırmaklık,tarafgirlik.

önğçöndö-, (külüstür atı) ağırça yermeğe bırakmak; (kötü at üzerinde kanburunu çıkararak) seğirderek gitmek.

önğçöy, önğçönğ = önğköy I.

önğdö-, deriye yapışan etten ve yağdan ayıklayıp (kürk yapmak için) koyun derisini sepilemek.

önğdön-, 1. benzemek; bir şeyin benzeri olmak; benzetilmek; bul öndönğön: buna benziyen; bu gibi, Kırgızistan önğdönğön caylar: Kırgızistana benziyen yerler; taarınğan önğdönüp: daralmış gibi gözükerek; 2. tazeleşmek (beniz hakkında).

önğdönğönsü-, bir parça benzemek; açılğan önğdöngönsüyt: açılmışa benziyor.

önğdöş I, renkçe (birbirine yahut bir şeye) benziyen, müşabih.

önğdöş- II, 1. yüz tarafiyle yatmek; 2. birbirine benzemek.

önğdöştür, birbirine yüz tarafıyla bir şeyi istif etmek, koymak.

önödöt-, şu ve ya bu türlü renk veremek.

önğdüü, 1. iyi görünüşte olan, iyi benize malik olan, sağlam, sıhhatli; mal kıştan önğdüü çıktı: hayvanlar kışı iyi (zayıflamaksızın) geçirdiler; 2. benziyen, misli olan; bul önğdüü: bu soyda, buna benzer, bunu gibi; cana başka uşul önğdüü: ve buna benzer başkaları.

önğgö, başka,özge,gayri, geriye kalan, ayrıca.

önğgöç, yahut kızıl önğgöç: yemek borusu; önğgöç tartıp ıyla-: hıçkıra hıçkıra ağlamak.

önğgöçö, bilhassa, hele.

önğgürö-, 1. yüksek sesle böğürmek; 2.feryat etmek.

önğkeldikey, örnek, mostra, model, kalıp.

önğköndö-, iğilerek, bükülerek, gizlenerek yürümek.

önğköy I, baştan-başa, istisnasız, münhasıran; bir önğköy: ayni, yeknesak.

önğköy- II, öne doğru iğilmek; atka önğköyüp min-: ata öne doğru iyilerek binmek; önğköyüp kara-: iğilerek bakmak( derinliğe, aşağıya).

önğör I, saba’ (bk. Saba) nın iç cidarında muhtî tortu; tildin önğörü: dildeki pas.

önğör II, birisini veye bir şeyi önde giden atın üzerinde götürmek; bir şeyi kendinin önüne eyere koyarak getirmek.

önğörlön-, pasla kaplanmak (mes., dil hakk.) .

önğörüü, işs. önğör-II’den.

önğü-, saklanarak; gizlenerek gitmek veye yanaşmak; mengençi elikti önğüp atat: avcı dağ tekesine saklanarak ateş ediyor.

önğür, 1. kaftanın yahut paltonun eteğinin yan kısmı; önğürün kuuşura kiydi: (kaftanu, paltoyu) eteklerini kavuşturarak giydi; 2. kadın entarisinin göğsündeki işleme, sırma; 3. göğüsü işlemeli olan kadın enterisi.

önğüt, 1. saklanarak yanaşma, izinden yürüme; 2. hücum etmek için elverişli yer; karışkırdın önğütü: kurdun, avını takip ederek, pusu kurduğu mahal.

önğüttüü: önğüttüü cer: saklanmak, gizlenmek için elverişli olan kuytu yer.

önmök, 1. mahsul; 2. netice; emgek azdan önmek az ats.: emek eksik olursa, netice de az olur.

önö: önö boyum ter boldu: kan-ter içindeyim.

önögölüü, nümune olabilecek, örnek teşkil eden.

önök, 1. oyun ortağı (çikit, ordo ve s. oyunlarından ayni takıma mensûp olan) ; 2. = önöktük; 3. sıra, nöbet (başlıca oyunlarda); önöğün canğa berbeğen folk.: = sırasını kimseye vermiyen= kolay-kolay boyun eğmiyen, mısır, kendi hakkından vazgeçmiyen.

önököt,âdet, alışkanlık; önököt ooru: hayatta olağan, içtimaî hastalık; önöököt al-: alışmak, âdet edinmek.

önöktük, faaliyet, kampanya; egin aydoo önöktüğü: ekim faaliyeti.

önör, f. Zanaat, hüner; kol onörü: el emeği, zanaat; mayda önör: elle görülen iş: zanaat; önörkana: imalâthane; önör-kesip: meslek; önörkesip maalımatı: meslekîtahsil, ihtisas; 2. bilgi, ustalık; önör aldı-kızıl til ats.: en yüksek marifet belâgattir; 3. sanayi, endüstri; önör cayı: sınaî müessese.

önörçü, yahut kol önörçü: el sanatkârı, esnaf.

önörçül, 1. zanaata temayülü olan; zanaat ve san’atlar heveskârı; 2. zanaatçı; kol önörçül: el işlerinde mahir olan.

önördüü, işini bilen, usta, mahir; önördüü örgö cürör ats.: hünerli yükselir.

önörman, f. = önörçü; kol önörmanı: el sanatkârı.

önörpoz, f. = önörçü; kol önörmanı: el sanatkârı.

önörpoz, f. el işleriyle meşgul olan, usta, uz, sanatkâr.

öntö, 1. hediye (delikanlıya kızdan); 2. kıymetli (makbule geçen) armağan; 3. bakım, ihtimam.

öntölö-, ihtimam etmek, bakmak.

önüğüü, intibah, canlanma, kalkınma, gelişim, inkişaf, ilerleme, terakki.

önüktür-, büyütmek.

önül-, tediye etdilmek (borçlar, vergiler hakkında); önülböy kalğan naloğ: toplanmamış vergi, tedahülde kalan vergi.

önüm, 1. büyüme, neşvünema olma: 2. tediyat (vergiler hakk.).

önümdüü, verimli.

önümdüülük, verimlilik; emgektın önümdüülüğü: emeğin verimliliği.

öödü = öydö; atakesi Eleman öödö bolboy, şal boldu: folk.: babası Eleman iyileşmeyip, takattan düştü.

öödösü-, 1. daha yüksek yahut daha iyi gözükmiye çalışmak; 2. mec. Kurulmak, caka satmak.

öödösün-, (manaca) = öödösü-.

öök, hayvan derisinin karın kısmı (karın derisi kesildiği zaman bıçağın geçtiği hat); (hayvanın) göğsü; kulan öök: azacık beliren (fecir); tanğ kulan öök saldı: şafak azacık sökmeye başladı.

ööktö-, karın derisinden kesilerek çıkarılan sırım.

ööktön-, mut. ööktö-‘den; tanğ kulan ööktönüp: şafak azacık sökmiye başladığında.

öön, 1. keçenin, derinin, kumaşın kesilmiş ufak (işe yaramıyan) parçaları, kesintileri; kiyizdin öönü: keçenin kırpıntıları; ar türdüü kurak cip,kiyimdin ööndörü: her türlü parçalar, iplikler, giyimin kırpıntıları: 2. eksiklik, kusur; öönü cok: kusursuz, mükemmel; eç bir öönü cok mında: bunda hiçbir fenalık yoktur; 3. cazip olmıyan, hoş olmıyan; 4. mutat olmayan, garip.

öönçül, alıngan.

öönö-, kenarlarını kırpmak.

öönöt-, et. öön-‘den.

ööp, öp – II’den gerundif.

öp I: öp-çap: şöyle-böyle, ortaca, kötüce; öp-çap ele cedim: hafif tertip yedim.

öp- II, öpmek; oozdon öp-: dudaklardan öpmek.

öpçap = öp-çap (bk. Öp I).

öpçö-: öpçöy-öpçöy (kuvvetsiz kimse hakkında) düşe-kalka, ileriye atılmaya çabalayıp.

öpkö, 1. akciğer; öpkösün kalbır kıldı: göz yaşlarile yalvardı yakardı; kalbır öpkö (at hakkında) yorulmaz; öpkö cüröğün çaap calbarat: yana yakıla yalvarıyor; öpkösü öpkösünö batpay ıylayt: acı acı ağlıyor; öpkösü köbör: kızacak ,ayranı kabarır, alınır; öpkö cürögümdü çabayın: sevgilim, görüp doymadığım; öpkö kak-bk. kak- V; cel öpkö: övüngen, farfara; coon öpkö: caka satan; öpkösü içke-sıybadı folk.: 1) hıçkırarak ağlıyor; 2) fena surette daraldı; kara öpkö: 1) keçi salgın hastalığı; 2) keçilere tevcih edilen ilenç; süt öpkö = olobo; 2. (binek hayvanın) böğürleri; atın öpkögö teminip (atlı hakkında): atın büğürlerine ayaklariyle vurarak; 3. küskünlük, öfke; öpke kıl: küsmek, darılmak.

öpkölö-, darılmak, küsmek.

öpkölük: cel öpkölük: övüngenlik, farfaralık.

öpköm = obkom.

öpkülö-, birkaç defa öpmek.

öpönğ: öpönğ-öpönğ: seğirtmeyi anlatmak için taklitlik sözdür.

öpttür-, öptürmek, öpmeye müsaade etmek.

ör I, 1. üst; örgö cür-: yukarıya çıkmak; 2. yüksek göğüslü (at hakkında); örgöçü biyik ör kula: ensesi, ön kısmı yüksek olan kula at; ör cürök: kibirli, kurumlu (insan hakkında).

ör-II, örnek; on ekiden örğön buldursun folk.: oniki sırımdan örülmüş olan kamçı, kırbaç.

ör, III = örü-.

örçü-, üremek; gelişmek, önüp-örçüp yahut ösüp-örçüp: büyüyüp gelişerek.

örçüş, büyüme, çoğalama, inkişaf, gelişim.

örçüt-, çoğaltmak, büyümek, inkişaf ettirmek.

örçütül-, pas. Örçüt-‘ten; mal çarbacılığı örçütülgön rayonodor: davarcılığın inkişaf etmiş bulunduğu bölgeler.

örçütüü, işs. örçüt-‘ten; mal örçütüü: davarcılığı geliştirme.

örçüü, çoğalma, büyüme, artma.

ördö I, yukarıya; ördö süyrö-: yukarıya sürüklemek.

ördö-II, yukarıya doğru gitmek (başlıca ırmağın, çayın, kaynağına,dağ dersinin başına doğru) ; koktunu ördö: dere boyunca yukarıya doğru yürümek; kordun cünü ördöp kaldı: koyunun yünü değişmeye başladı; cünü ördöy elek koy: yünü henüz değişmeye başlamıyan koyun.

ördök, ördek; aram ördök: (bahrî denilen deniz ördeği, Mergidae ailesinden); kızılbaş ördök: kırmızı başlı ördek; kırmızı gagalı karabatak(Fuligula).

ördöş, dağ ırmağının yatağı, dere.

ördöt-, yukarıya çıkarmak; cılkını adırğa ördötüp saldı: at sürüsünü (hergeleyi) dağ yamacına sürdü.

ördür-, et. ör- II’den.

örgö = örgöö.

örgöö, 1. es. düğün odası (evi); yeni evliler için tahsis edilen oba; örgö kötör es.:düğün obası dikmek; örgöösün böldüm es.: (oğlumu) ayrı çıkardım; 2. yeni oba (ev).

örgü I = örgüül:

örgü- II, mola etmek; konak etmek; (bir gün istirahat için); colğo bir örgüp alğıla: yolda bir defa mola verin.

örgüül, mola; konak.

örgüz-, et. ör- II’den.

örköç, 1. hörgüç (devede); ayrı örköç: çift hörgüçlü (deve); hayvan ensesi, yağır, cıdağı.

örköçtön-, 1. kanburlaşmak; hörgüç şeklinde gözükmek; 2. tümsekler, dalgalar şeklinde yükselmek; suu örköçtönüp ağat: su dalgalanarak akıyor.

örköçtüü, hörgüçlü,cıdağası olan; örköçtüü at: cıdağısı yüksek olan at; örköçtüü tolkun; şahlanan dalga, aşrı yüksek dalga.

örköndö-, inkişaf etmek, gelişmek, terakki etmek.

örköndöl-, gelişmek.

örköndöö, inkişaf, gelişim, tekâmül.

örköndöt-, geliştirmek, inkişaf ettirmek, büyütmek.

örköndötüü, işs. örköndöt-‘ten.

örköştön- = örköçtön-.

örmö, örme, örülmüş (mes. Kamçı).

örmöçü, örücü.

örmök, kırgız dokuma tezgâhı (ufkîdir); örmök kombinatı es.: mensucat kombinası (fabrikası); örmök önör cayları es.: mensucat imalâthaneleri.

örmökçü, 1. çulha; 2. örümcek.

örmölö-, tırmanmak, emeklemek.

örnök, nümune, misal.

örnöktüü, nümunelik, örneklik.

örö I: örö kiyiz: nakışsız düz keçe.

örö- II: öröp- cöröp: şöyle- böyle, üstünkörü yaparak.

örön = örön I.

öröö, 1. atın ön ayağını art ayağına bağlamak için olan kötek ( sağ ayak sağ ayağa, sol ayak sol ayağa bağlanır); 2. böyle bir köstekle bağlanmak.

öröölö-, ön ayağı arka ayağa bağlamak; kayçı öröölö-: çapraşık bağlamak; sağ art ayağı sol ön ayağa bağlamak.

öröölöt-,et. öröölö-‘den.

öröölüü, köstekle bağlanmış (art ayak ön ayağa bağlandığı zaman),

öröön I, 1: insan vucudunun (sağ ve sol olmak üzere) yarısı; önğ öröönüm büt boydun ooruyt: vucudunun bütün sağ yarısı ağrıyor; 2. eteğin yan kısmı;3. çoğ. dere.

öröön II = eröön.

öröpkü-, heyecana gelmek (kalp hakkında); öröpküy kalğan cüröğü emdiğiçe basılğan emes: oynamış yüreği (kalbi) henüz dinmedi; öröpküp turam: (yediğim, içtçğim) boğazıma geliyor; (mide aşırı dolu olduğunda) bulantı hissediyorum; öröpküp söylöy albay kaldı: tıkandı ve söyliyemedi.

öröpküt-, et. öröpkü-‘den.

ört, yangın.

örttö-, kundaklamak, yakmak,yangın çıkarmak, yangın tertip etmek; kamış örttö: saz yakmak; kazan örttö-: kazanı tavlamak.

örttöl-, yakılmak, kundaklanmış olmak.

örttön-, yanmak, tutuşmak.

örttönüü,işs. örttön-‘den.

örttöş-, karşılıklıca kızışmak.

örü-, emeklemek, (kütle halinde) yukarıya doğru çıkmak.

örük, erik.

örülük = örüülük.

örüm, 1. örme, örüş; örümgö çaçım cete elek folk.: saçım örgü yapılacak kadar büyümedi daha, mec. Ben henüz küçük kızım; 2. kamçının, kırbacın kayış olan kısmı.

örümçü, örme koşum takımları imal eden saraç.

örüş, avul yakınındaki otlak, mer’a; konuş alğıça örüş al ats.: konacak yer almaktansa, otlak seç: (daha doğrusu: konacak yer seçmeden önce otlağı seç! M.).

örüştöt, örüş ortağı (bk. örüş).

örüştüü, 1. geniş göğüslü, yüksek boylu ( at hakkında); 2. öyle (bir hayvandır) ki, onunla uğraşmak boşuna gitmez; 3. hayvan otlatmak için elverişli (yer); konuş örüştüü bolsun!: konulan yer otlaklı olsun (iyi dilek).

örüü, istirahat, konak, mola; tört kün örüü kıldık: dört gün mola verdik; örüü kalğan at: (bir-iki gün için) dinlenmiye bırakılan at.

örüülük, eskiden gelip konmuş olanlar tarfından yeni göçüp gelenlere getirilenikram (yemek v. s.).

örüün, 1. uzun (bir iki günlük) istirahat için inen (yolcu); 2. yolda dinlenme için duruş; mola; ceti kün örüün boldu ele: folk.: yedi günlük mola verdi.

ös-, büyümek.

öskör- = östür-.

ösköy =özgöy.

öskürüm = öspürüm.

ösök, dedi-kodu, yerme, çekiştirme; adam ukpas bir dalay mağa aytpadıbı ösöktü? folk. İnsanın dinlemek bile istemediği bir yığın dedikodular söylemedi mi?

ösöörü- = özöörü-.

öspürüm, yetişmiş genç (14-15 yaşında çocuk).

östön, doğrudan – doğruya nehirden ayrılmış olan sulama kanalı.

östür-, et. ös-‘ten, : çarbası eki ese ösüldü: ekonomisi iki misli büyüdü.

ösüm, büyüme, yetişme.

ösümdük, bitki, nebatat; tehnika ösümdüktörü yahut tehnikalık ösümdüktör: teknikte endüstride kullanılan bitkiler.

ösüş = ösüü.

ösüü, büyüme, yetişme, neşvünema olma.

öş! Sığır hayvanına haykırma.

öşönt-, öyle muamele, hareket etmek; öşöntüp: öyle, o suretle; öşöntö: öyle harakat ederek; öşöntsö da: buna rağmen, o takdirde dahi…

öşöşntüş, işs. öşönt-‘ten; öşöntüş kerek: öylr yapmalı, o suretle hareket etmeli.

öşör, a. yahut kara öşör: sağnak, birden dökülen yağmur; kara öşör kuyup turat: şiddetli yağmur yağıyor.

öşörlö-, ( daha ziyade kara sözü ile bir arada); sağnak şeklinde yağmak; öşörlöp tökkön kara camğır tıyıldı: sağnak dindi.

öşörlöt-, et. öşörlö’den; camğır köz açırbay öşörlötöt: öyle yağmur yağıyor, ki göz açmanın imkânı yok.

öştö- = öçtö-.

öştüü = öçtüü.

öt I 1. öt (safra) ;2. çevik, becerikli.

öt-II, 1. geçmek; uğramadan geçmek; köpüröödön öttü: köprüden geçti; beş cıl öttü: sene geçti; barıbızdın başıbızdan ötkön: hepimizin başından geçmiştir, bunu hepimiz yaşadık; aytıp öt-: söz arasında temas etmek; içi ötöt: içi sürüyor; ötkön çak gram. geçen zaman (mazi); 2. öne geçmek; 3. ölmek, göçmek; öttü yahut dünyödön öttü yahut aalamdan öttü: vefat etti, irtihal etti; 4. affetmek; 5. keskin olmak(keşen, delen nesneler hakkında); bul bıçak ötpöyt: bu bıçak kesmiyor; 6. sürümlü olmak (mal-meta hakkında)

ötkör-, geçirmek edemeye zorlamak yahut bırakmak; öttürüp al-: kabul etmek, teslim almak; öttürüp alauçu: teslim alan; öttürüp aluuçu: punktu: teslim alma yeri; merkezi; öttürüp bar-; teslim etmek; devretmek; kün ötkür-; gün geçirmek, yaşamak; ömür sürmek; baştan ötkür: baştan geçirmek;; bir hali yaşamak; cetimcilik kündörün başına ötkörgön; öksüzlük günlerini basından geçirmiş; iç ötkür-: içi sürmek; iç ötkörü turğan darı: mushil ilaç.

ötkörü, aşırı; daha iyi.

ötkörül-, mut. ötkör-‘den.

ötkörüş-, müş. Ötkör-‘den.

ötkörüü, geçirme, sürme(malı); devri teslim, nakil; kün ötkörüü: pamuk teslim etme; közden ötkörüü: gözden geçirme.

ötköz-= ötkür-.

ötkün, çabuk geçen yağmur.

ötkür, 1. keskin (kesen saçan); ötkür bıçak: keskin bıçak; 2. çevik, atılgan.

ötküs, ötküsüz, geçilmez.

ötmö, geçme, içinden geçilen; ötmö brigade: geçip giden brigad; ötmö katar yahut ötmö katardan: baştan başa; bir baştan o bir başa; ötmö katarıman suu öttü: sır-sıklam ıslandım.

ötmök, nehrin geçilecek yeri; geçit.

Ötmölük = ötmök; ötmülükten ötkördü, keçmelikten keçirdi: folk. geçitten geçirdi, su geçidinden öteye çıkardı.

ötö I, aşırı, son derecede; pek ziyade; ötö zarıl: son derece lâzım; ötö caman: geyat kötü; ötö arzan: pek ucuz; ötö cooptuu mildet: geyat mes’uliyetli vazife.

ötö- II, ödemek; yerıne getirmek.

ötök-, dağ eteğindeki çukur.

ötöktö-, şiddetli akışla akmak; ötöktöp kara kan fışkırmış; içi ötöktöp kalıptır: şiddlice içi sürüyor.

ötöl-,ödenmek; yerine getirmek.

ötölgö-: tazminat, tavizat.

ötölö-: ötölöp urdu: aşırı dercede dövdü,patakladı.

ötöö, ödeme; yerine getirme.

ötööl, iğteti köprü, muvakat köprü, geçecek yol, geçit; ötööl door: intikal devri.

ötpös, 1. kör (kesen yahut batan nesneler hakkında); 2.sürümsüz, geçmez (mal); 3. mütereddit, ödlek (adam).

ötük, çizme.

ötükçü, kunduracı.

ötükçülük. kunduracılık.

ötül-, pas. öt- II’den; aytılıp ötülgön: söylenmişti, adı anılmıştı; cetimden aytkan bir sözü söögümdön ötüldü folk. öksüzün söylediği bir söz iliğime işledi (büyük tesir yaptı).

ötüm: ötümü bar: cesur, atılgan.

ötümdüü, tesir yapmaya müstait; sözü ötümdüü mal: sürümlü mal.

ötün-, rica etmek.

ötünüç, ricak

ötünüü, işs. ötün-‘den.

ötürük, yalan (gerçek ve doğru almayan), yalan (asılsız söz ve iş: gerçeğin karşıtı).

ötüş, geçiş, geçme.



ötüü 1. geçme, yandan geçme; 2. ölme; ölüm; 3. af (geçirme).

öyüz, o cihet (yüz); öteki kıyı; köçönün öyüz-büyüzü: sokağın öteki ve biriki ciheti; suunun arkı öyüzü: nehrin öteki kıyısı; ayıl öyüz büyüz kondu: ırmağının hem beriki hem öteki kıyısına kondu; arkı öyüz: öteki taraf: öteki sahil; rakı öyüz menen berki övüzük: öteki taraf ile beriki taraf.

öyüzgü, öteki kıyıda. öte tarafta bulanan; öte yandaki.

öz. kendi; özüm: kendim: özünğ: kendin: özü: kendisi; özülörü yahut özdürü: kendileri; öz-özünö: kendi kendine; öz ubağında: tam zamanında; vakti zamanında; özdörünçö (yahut özülöörünçö) kelişip aldı: kendi aralarında kararlaştırdılar; özümdükü: kendiminki; özdü-özü: kendiliğinde, haddi zatında, kendi aralarında; öz biylik: öz hakimiyet; özü bütöttük= özübütöttükk.

özdöş-, özleşmek, benimsemek.

özdüştür-, özleştirmek; benimsemek, kendisininki saymak, zapetmek; tehnikanı özdöştür-: tekniği benimsemek gereği gibi öğrenmek.

özdöştürüü, özleştirme; benimseme; çarba cağınan özdöştürüü: iktisaden benimseme.

özdöşüü, işs. özdeş-‘ten.

özgö, başka, gayrı; başkalarından mümtaz.

özgör-, değişmek.

özgörmö, değişik, değişen; devamsız; kararsız; değişiklik, değişim.

özgört-, değiştirmek, tadil etmek.

özgörtküç: söz özgörtküç calkoo gram.: kelimeyi değiştiren ek; aftıxe.

özgörtül-, değiştirmek; değişime çarpmak.

özgörtülüü, işs. özgürtül-‘den.

özgürtüü, değiştirme.

özgürüş, 1. değişme; 2. inkilâp manasında kullanılıyordu.

özgörüş- II, müş. özgör-‘den.

özgörüşçül, inkilapçı manasında kullanılıyordu.

özgörüü, değişim; değişiklik.

özgöy: kara özgöy: 1) tezviratlı davaları ve nizaları seven; 2) dedikodu, yalandan itham, iftira; kara özgöy bolboy, doo bolboyt: ats. dedikodu olmadan dava olmaz.

özök, 1. öz, iç; sap; sâk; özök bayla-: sap uzatmak; 2. sidik yolu (benil macerası); 3. yemek borusu (onun boşluğu); özögüm oorup turat yahut özügüm karardı yahut özügüm karaydı: fena halde karnım acıktı; özök calğa-: birparça yemek: hafif tertip açliğı kessin eylemek; sarı özök: bir hastalığının adıdır.

özöktöş, en yakın akraba; özöktöşünğ bolboso, özöörüsönğ, düşman kayrılbayt: folk. yakın akrabanın bulunmazsa , acıktıtığın zaman düşman sana yardım etmez.

özöktüü, özlü, ilikli.

özölön-, feryat etmek; hıçkırarak ağlamak; ölüp ketsem kokustan, özölönör cok bolso folk: ölüverirsem, benim için ağlıyan kimse bulunmaz.

özölönüü, işs. özölön-‘ den.

özön, 1. nehrin yatağı, mecra; özön başı aşuu bolot; ats. ırmağın menbaında geçit bulunuyor; yarın başlangıcında ise, su geçidi bulunuyor; özön bulak (bk. özöndüü); 2. havza: ısık-köl özönündöğü rayondur: ıssıkköl havzasındaki bölgeler.

özöndö-, nehir boyunca yürümek, gitmek.

özöndüü: özöndüü bulak: bir çayın manbaını teşkil eden kaynak; özündüü suu: akar su, ırmak.

özöörü-, 1. tam bir gevşeklik durumunda bulunmak;(karna , böğüre vurmak yüzünden) nefes kesilmek) 2. şiddetli açlık hissetmek; özöörüp öl-: açlıktan ölmek

özöörüt-, et. özöörü-‘den.

özübütöttük, sis. iş yerinden gizlice sıvışmak; iş yerini değiştirmek.

özümcölük, istiklâl.

özümçül, hodbin, hodkâm.

özümçüldük, hodbinlik, hotkâmlık.

özümdük, benimseme, alışma; özümdük kıl-: alışmak, benimsemek, kendine mal etmek.

P

paal, saal I sözünün tekidir.

paan, saan sözünün tekidir.

paana = maana II.

paanala = maanala-.

pabrik = fabrika.

pacalista, r. kon. “pojaluysta”: lütfen, rice ederim.

paçke, r. “paçka”: paket, takım.

paçki = baçiki.

pada, f. 1. inek; 2: boynuzlu hayvan.

padağa, sadağa sözünün tekidir, sadağa – mekkâre tutmak; 2. mec. (alkollü içki dolu) büyük kâse.

padışa = badışa.

padışaçıl = badışaçıl.

pahot = pohod.

paket, r. paket.

pakta, f. pamuk.

paktaçı, pamuk yetiştiren, pamuk ekimi ile uğraşan .

paktaçılık, pamukçuluk.

pakti = fakti.

pakultet = fakultet.

palan = balança; palan - pustan yahut palan - tükün: filân - fıstan; filân - festekis.

palança = balançak.

palata, r. kamara.

palek, f. yaprak (kavun, hıyar yaprakları): palek ur-: yaprak açmak.

palet = balit.

paliysa = politsiya.

paloo, f. pilâv; paloo bas-: plâv pişirmek; paloo bastır-: plâv pişirtmek.

palto, r. palto.

pameşçik = pomeşçik.

pamiliya = familya.

pan, a. sırk. fen.

panar, r. fener.

panetika = fonetika.

panğsat, f. tar. beşyüz kişinin başında duran (hanlık zamanında ve basmaçılarda bir memuriyettir).

panıslamçıldık, panislâmizm: islâm birliği tarafdarlığı.

panke, r. (bank)’ kağıtla oynanan kumar oyunu.: panke oyno: kâğıtla kumar oynamak.

pankeçilik, kumarbazlık (iskambil oynamak suretiyle).

pantürkçüldük, pantürkizm: türk birliği taraftarlığı.

papik, f. saçakçık.

papiros, r. cigara.

papka, r. dosya gömleği.

par I, r. çift; eş, denk; al sağa parkelbeyt: o sana denk değildir.

par II, f. yelek, kuş tüyü; par cazdık: kuş tüyünden yastık.

para = bara I.

paraboy, r. “paravoy”: buharla işliyen, buhar kuvvetile işleyen motör.

paraboz, r. “paravoz”: lokomotif.

paraçı = barakor.

parad, r. resmi geçit.

paragraf, f. bent, paragraphe.

parakot = parahod.

parallel, r. muvazi.

parallelizm, r. muavazat, tevazi.

parançı = barançı.

paranda, f. kuş.

parasat, a. feraset, zihin uyanıklığı, çabuk kavrayış.

parasattuu, ferasetli, kavrayışlı, anlayışlı.

parda, f. perde, örtü.

parfümer, r. ıtrıyat, parmumerie.

parğa, arga sözünün tekidir.

parız = barız.

park, r. park, garaj, traktor parkı, traktör garajı.

parla- I, çift etmek, bir tekin eşini bulup çift yapmak: eki- ekinden parlap koy: ikişer ikişerden çift yaprak koy, çifte çifte koy.

parla- II, (gözyaşları hakkında): parlap parlap töktü caştı folk. bol bol göz yaşları döktü.

parlament, r. parlamento.

parlat-, et. parla-II’den; dalay caşın patlatkan bir hayli göz yaşını döktürmüş.

parmakçılık = formalizm.

parman, f. ferman, emir, buyrultu.

parahod, r. vapur.

parsı, f. farisî, farsça; parsça: fars dilinde.


Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin