oktos-, âni bir dönüş yapmak, birden bire bir yana sıçramak (mes. , ürkmüş at hakkında) .
oktot-, et. okto- II-‘den.
oktuk, ok, kurşun, gülle malzemesi; bir şeyin, ok, kurşun, gülle için zarurî olan miktarı.
oktyabr, r. ekim ayı.
oku-, 1. okumak; kitep oku-: kitap okumak; namaz oku-: namaz kılmak; 2. öğrenmek (okumayı, yazmayı, ilimleri) ; mektepte okup cürgön: (o zaman) mektepte tahsilde idi.
okus, tesadüf, beklenilmedik vakıa; ihtiyatsızlık, tedbirsizlik; okusunan öltürüp ketti: ihtiyatsızlıktan öldürdü; okus kılıp sala cazdadım: az kaldı bir aptallık yapacaktım, az kaldı işi bozacaktım; sen bir okus kılğanı oturasınğ: dikkat et, bir pot kırmaya hazırlanıyorsun; okus bolğon ekenmin: hata yapmışmışım, ihtiyatsız hareket etmişim; kabırğam okus bolup kalğan! kaburgam sakatlanmış.
okustat-: butumdu okustatıp aldım: (onulmaya başlıyan) ayağımı yeniden sakatlandım.
okuş I, 1. okuma; 2. tahsil, öğrenme.
okuş- II, 1. hep birlikte okumak; 2. hep beraber tahsil etmek, öğrenmek (okumayı, yazmayı, ilimleri) .
okut-, 1. okutmak; 2. öğretmek; atası okutpay koydu: babası okutmadı, okumaya müsaade etmedi.
okuttur-, et. okut-‘dan.
okutuu, öğretme (okumayı, yazmayı, ilimleri) .
okutuuçu, öğretmen, muallim.
okutuuçuluk, öğretmenlik. muallimlki.
okuu, 1. okuma; okuu kitebi: okuma kitabı; 2. öğrenme; özünçö okuu: kendi kendine tahsil, hopcasız tahsil; okuu curtu: tahsil yurdu, mektep.
okuuçu, 1. okuyan, okuyucu; 2. öğrenici, talebe.
okuya, a. vakıa, âdise, olay; bolğon iştin okuyasın söylöp ber: olup bitenleri anlat.
olobo, süy ve yağla doldurulan koyun ciğerinden suda haşlanmak suretiyle yapılan yemek.
oloğoy, tek gözlü görünüşünde bulunmak.
olok, kad, tek gözlü.
olonğ I, arka kolan (ki eğer başına takılır) ; olonğ baş: bu kolanın tokası; olonğ-cırım: her nevi koşum.
olonğ II : olonğ arpa bk. arpa.
olonğdo- I, arka kolanı sıkıştırmak.
olonğdo- II, 1. tek gözlü şeklinde bulunmak; tek gözle yan bakmak; 2. mec. : hırslanmak (hiddetlenmek) .
olonğdo, arka kolanlı.
oloy-, 1. yek gözlü olmak; oloyup kara-: tek gözlü kimsenin bakişiyle bakmak; 2. = oluray.
olpok, 1. şilte, beşiğine serilen ve koyun yünü ile doldurulmuş olan küçük şilte (bu mânayla daha ziyade: balanın olpoğu denir) ; töşöğüm olpok bolup kalıptır: şiltem kalın ve yumuşaktır; 2. eski kötü kaftan; 3. sık ipekten yapılan ve savaş gömleği yerini tutan bir nevi giyimdir; ak olpoğun kiydi folk. : beyaz olpoğunu giydi; baranğdınğ oğu batpağan üstümdöğü ak olpok folk. : üzerimde, okun delemediği beyaz olpok vardır.
olponğ, tar. vergi, resi, baç.
olpu, onğoy sözünün tekidir; onğoyolpu iş emes folk. : bu, kolay yapılabilen iş değildir.
oltonğ, onğoy sözünün tekidir; onğoy-oltonğ: uygun, münasip, kolay başarılabilen.
oltur-, 1. oturmak, yerleşmek; atka oltur: at üzerinde bulunmak (ata binmek değil) ; 2. bulunmak, ikamet etmek; 3. evde kalmak (gelinlik kız hakkında) ; olturğan kız orunalat ats. : “dayan kazak ataman olursun!” (harf. evde uzun kalan kız, yer bulur) ; 4. tardımcı fiil sıfatiyle işin sürekliliğini ifade eder; bir ğana ay kalıp oturat; yalnız bir ay kalmış; yubileyğe enğ sonun körsötküçtör menen kelip olturat: yıl dönümüne o, en mükemmel endekslerle yanaşıyor; erçilip olturup: kendi arkasından sürükliyerek; cürüp olturup, bir ayılğa kelip toktodu: yürüye-yürüye nihayet bir köye gelip durdu.
olturğuç, iskemle, sandelye.
olturğuz-, oturtmak, dikmek, oturmaya zorlamak.
olturt-, =olturğuz-.
olturul-, mut. oltur-‘dan; karacak berilip olturulat: boyuna masraflık para verilmektedir.
olturuş-, müş. oltur-‘dan; artta kalıp olturuşat: geri kalıyorlar.
oltuş, (rad. ) =otuz.
olu-, çekip almak, kapıp almak; közün olup aldı: gözünü çıkardı, oydu.
olurakay, 1. tek gözlü; bir gözü kör olan; 2. mec. yan bakan, kızan.
oluranğda-, = oluray.
oluray-, boynunu uzatarak, gözlerini geniş açarak, yan bakmak (meselâ, insan bir şeyi dikkatle dinlerken) , yan bakmak; hiddetle bakmak, göz belirtmek; sen meni karap emine olurayasınğ! : sen bana neden yan bakıyorsun!
olurayuu, işs. oluray-‘dan.
olut, 1. yer, mahal, oturulacak yer, sandalya; menin olutuma catasınğbı! : sen benim yerime yatacak mısın! : olutu caman: rahat oturmayan; 2. (rad.) dağ yamacı, yar.
olutuu, 1. çabuk kızan; her şeye takılan, dırlanan (kadınlar hakkında) ; 2. oluttuu caş: olgunluk çağı, orta yaş; oluttuu çaşka banğıca, barğan sayın calındayt folk. : orta yaşına gelmiş, hâlbuki o, (kadın) gittikçe güzelleşiyor; 3. ciddî, mühim; oluttuu mesele: ciddî mesele.
omur- III, alüst etmek, yıkmak; tübönön omur-: kökün den koparmak.
omuroo, hayvan göğsü; omurooğo sal- 1) kuvvet kullanmak, 2) kesin bir ifede ile söz söylemek, gözdağı vermek; omuroo kaktı söz: gözdağı verme, tehdit etme.
omuroolo-, 1. üzerine yürümek, göğüsle itmek, sıkıştırmak; 2. aşırı hiddetle üzeri ne atılmak.
omurooloş-, müş. omuruulo-‘dan.
omuroolot-, 1. bindiği hayvanın göğsüyle dayamak; atı menen omuroolotup aldı: atnın göğsüyle dayadı; 2. söverek üzerine saldırmak (binek hayvan üstünde iken) .
on, on (sayı) ; on başı: on kişinin başında duran.
onçoğoy, biçimsiz bir surette uzun; onçoğoy kuyruk kürönğ at folk. : uzun kuyruklu konur (koyu al) at.
onduk, 1. onluk; 2. onluk (iskambil kâğıdında) .
onğ I, 1. sağ; onğ kol: sağ el; onğ araan: sağ cenah; onğ tüştük, bk. tüştük; ayı onğdon tuuğan yahut onğ közü tartat: onunu talihi var, muvaffak oluyor; atım onçğdon tuuğan: ahval bana müsait gidiyor, işlerim muvaffakiyetle yürüyor; tündö onğ kırınğan (yahut onğ canbaşınğan) catkansınğ 2) gece uyurken sağ yanın üzerine uyumuşsun; 2) mec. senin işlerin muvaffakiyetle yürüyor; onğdon-doldon: sağdan ve soldan; her yandan; onğdu-sol-: sağa-sola: her yerde; oylonup keler-keter onğdu-soldu: her şeyi düşünüyor, her hususu etraflıca düşünüyor; 2. münasip, uygun; iş onğ: işler iyi; işinğ onğbul: işler iyi gidiyor mu! ; onğ bolor ele: iyi olurdu (eğer.. ) ; zamandın onğuna tuş kelip: müsait ahvale rastgelerek; onğbu? : (doğum) normal gidiyor mu? ; barbağanıbız onğ boluptur: gitmediğimiz iyi olmuş.
onğ- II, muvaffak olmak, muvaffakiyetli olmak, yoluna konulmak; kolğotüşkön koyondu koyo bergen onğbor bu? ats. : ele geçen tavşanı kaçıran kimseden hayır olur mu? : astı onğbo! : asla iyilik yüzü görme! ; onğo turğan iş emes: hayırlı olacak bir iş değil; onğboğon: hiçbir işe yaramaz, beceriksiz, hayırsız adam; onğboğondoy: gayet, pek; onğboğondoy çonğ: gayet büyük, kocaman.
onğ- III, solmak, renk atmak.
onğçul, sis. sağcı (sağceneh mensubu) .
onğçulduk, sis. sağcılık (sağ cenaha intisap) .
onğdo-, 1. bir işi sağ taraftan, sağ elle ve s. yapmak; kamçını kötörüp, onğdop-soldop saldı: kamçıyı kaldırarak hem sağ yandan, hem sol yandan çaldı; 2. düzeltmek, yoluna koymak; arıktı onğdodo: arkı (kanalı) tamir etti: k3. ders vermek (terbiye etmek) ; seni onğdoybuz: seni yola koyarız.
onğdol-, 1. = onğdon-: 2. sâkin kalmak, rahat oturmak.
onğdon-, düzelmek, kendine çekidüzen vermek, kendi üzerine olan şeyi düzeltmek; cooluğun onğdonup: başörtüsünü düzelterek.
onğdonğ, tahkik edilmeyen şayia; tahkik edilmemiş olan haberler.
onğdur-, muvaffakiyetle, işlerin iyi gitmesine sebep olmak; yoluna komak, muayyen bir istikamet vermek; onğo turğan iş emes, onğdura turğan coo emes folk. : muvaffak olacak iş değil, hakkından gelinebilecek düşman değil.
onğkogoy, uzun ve ince; onğkoğoy murun: büyük, ince burun.
onğkorok, (rad. ) öne çıkık duran.
onğo- =onğdo-.
onğol-, düzelmek, yoluna konulmak, onulmak; oorysunan cakşı onğolup kaldı: hastalıktan büsbütün iyileşti; cerinen ooğan cük onğolboyt ats. : yerinden oynamış olan yük (denk) artık düzelmez; ıntımak bolboy, iş onğolbos ats. : ittifak olmadan iş yürümez.
onğoy, kolay kolay başarılabilen; aytuuğa onğoy, kıluuğa kıyın: söylemesi kolay, yapması güç; onğoyolpu bk. olpu.
onğoylo-, kolaylaşmak.
onğoylot- et. onğoylo- ‘dan.
onğoyluk, kolaylık yapması kolay olmaklık; onğoyluk menen beryent: kolaylıkla vermiyor.
onğoysut- , basit, sade, kolay saymak.
onğtoy, fırsat, müsait ahval, onğtoyu kelse: münasip fırsatta;rast geldikte; sözdün onğtoyu kele salğanda: sözün sırası geldiği zaman, söz açıldığında.
onğtoylo- , kolaylaştırmak, kolay yapılabilir hale koymak.
onğtoylon- : onğoylonup oltur: rahatça oturmak.
onğtoylon - , et. onğtoyla- ‘danü onğtoyloyup koy! : bir yana topla! yerli- yerine koy ( taki bulunması alması kolay olsu devrilmesin ve s. ) .
onğtoyluu, rahat, kullanışlı, uygun. yapılması kolay.
onğura- , kendi- kendine konuşmak; özünön özü onğurayt:kendi kendile konuşuyor.
onğuranğdoo işs. onğuranğda- ‘dan.
onğuray- , ap- açık durmak; onğurayıp ele közünün ordu kalğan: gözleri batmış bir çukur şeklinde duruyor.
onğurayt-, et. onğuray- ‘dan.
onğuş müs. onğ- ıı,ııı- ten; ten; işi onğuştu: işleri yürüyor.
onto- , ıkınmak inlemek; oorubağan ontoboyt ats. : bir yeri ağrımayan inlemez.
onuktuu: onuktuu orun al- : sağlam bir mevki alamk.
onunçu, onuncu
oo- ı, ağmak, bir yana sarkmak, bir tarafa yatmak, eğik bir şekel girmek; ayrı betten oop kelgen mal: ( dağın ) öte yandan gelen sürü; beşim oop, kün batarğa cakındağanda: öğle zamanı geçerek, güneş batmaya yaklaştığında; tön oodu: gece yarısı geçti; tün carım ooğan kez: gece yarısından sonra; iş onğ cağına ooy turğan körnöt: iş iyileşeceğe benziyor; cığılğan ooğanğa külöt ats. :düşen sarsılana gülüyor ; esi oodu: bayıldı, hissini kaybetti, şaşaladı aklını oynatmış; baş ooğan cakka: gözün baktığı tarafa.
oo- ıı: keçke cel ooysunğ bu? : bu akşama kadar aç mı kalacaksın?
oodarıl-, 1. çevirilmek, devrilmek; attan oodarıl-: attan düşmek; 2. çevirilmek, tercüme edilmek (bir lisandan başka bir lisana).
oodarış ı, 1. devirme 2. atlıların birbirini attan devirmek için yaptıkları müsabaka; cöö oodarış. aynı devirme müsabakasıdır, ancak atların yerini yaya insanlar tutarlar.
oodarış-ıı, hep beraber devirmek; attan oodarışıp oynodu: birbirini attan devirmekle eğlendiler.
oodarıştır- , et. oodarış ıı- den; kazanda et oodarıştır: kazandaki eti çevirmek; cılanğaç etke cepken kygizip oodarıştırat: oodarış ( bk. odarış 1, 2. ) müsabakası tertip edilirken ) buna iştirak edenlerin ) çıplak vucuduna ceoken giydiriyorlar.
oodarışuu,işs. oodarış ıı- ‘den.
oodart- , et. oodar- ‘dan.
oodartuu, işs oodar-‘tan.
oodaruu, 1. devirme; 2.terceme, çevirme ( bir lisandan diğer bir lisana. )
ooduk, yamık , yamık mail, yana sarkmış, br yana iğrilen; könğülü bir capına ooduk boldu: gönlü taraflardan birine yattı, meyletti ( taraflardan birini tercih etti ) ; akçabız bir- biribizdikinden. ooduk- kıydığı köp emes: birbirimizin paralarının miktarında büyük fark yoktur.
oodur- , et. oo- ı-‘den; oodura tartıp saldı: öyle çekti, ki bir yana meylettirdi.
ooğan tar. yüksek makam sahibinin uşağı.
ookam, zaman, ân; bir ookamda: bir müddet sonra.
ookas, hasta.
ookastan- , hastalanmak.
ookat, a. 1. gıda, rızk, erzak; ookatı caşkı: bolluk içinde yaşıyor; ookatı naçar: fakir yaşıyor; ookat cok:fakirdir; ookat kıl- : yaşayış vasıtaları kazanmak; ookatka bışık cigit: ( işlerini çevirmek ve yaşama vasıtaları kazanmak huusunda) beerikli delikanlı; ookat cayı: maddi vaziyet;2. iyelik ( tarlalar, hayvanlar, av-bark ve s: ) ; ördüştön cakadapı ookatıma tüşüp keldim: yayladaki mer’adan dağ eteğindeki iğeliğime gidip geldim; 3 . münasebetler; ookatınğ ötpöyt biz menen: folk: bizimel geçinemiyorsun.
ookattan- , bolluk içinde yaşamaya başlamak; kiçinekey ookattana kalıptır: bir parça iyi yaşamağa başlamıştır.
ookattuu zengin ; hali- vakti yerinde olan, bardık kolhozdordu bolşeviktik, bardık kolhozçulardı ookattuu kılalı: bütün kolhozcuları zengin yapalım; ookattuu turmuş: mreffeh hayat.
ookattuuluk, refâh, zenginlik.
ookun = ookam; bir ookundan kiyin: bir müddet sonra.
oola- = oo ı; bu toodan tiği tooğa oonlap ketti: bu dağdan öteki dağa geçtiler.
oolak, uzaktaki, uzak, uzakta; oolak otur!; oolak bol- : bir parça ötede bulunmak, uzak durmak; oolak co: yan yol, dolaşık yol.
oolakta- , uzaklaşmak bir yana çekilmek; oolaktap tur- : uzakta durmak.
oolat- , et- . oola- ‘dan; bul caktan bizde dağı bir cakka oolatat: buradan bizi daha bir tarafa göçürecekler.
oolcu- , dalgalanmak, yavaşça sallanmak, ağır ve kurumlu hareketler yapmak, kurulmak, caka satmak; on beşteği kız bolup, oolcuy basıp bardı ele folk. : ( o kadın) , onbeş yaşında olan kız gibi, süzülerek, sallanarak yürüyüp gitti.