cılımçı , 1. tatsız; iştah uyandırmıyan: 2. sinsi , gizlice iş gören; cılımcı osuraktın cıktı caman ats. : avm. : yavaş atın çiftesi pek olur.
cılımık , ılığımsı; kün cılımık tarttı: gün bir parça ısındı.
cılın- , ısınmak , ılınmak.
cılınt- , ısınmıya zorlamak , ılıtmak.
cılınuu , işs. cılın- dan.
cılış , yerinden hareket etmek; ilgeri karay cılış casaaştı: ileriye doğru hareket ettiler.
cılışta- , yavaşça hareket etmek; oorusu kündön küngö cılıştap onğolup kele atat: hastalığı günden güne iyileşiyor , geçiyor.
cılıt- , ılıtmak , ısıtmak; suu cılıt- : su ısıtmak; boy cılıtçu kep gönüle hoş gelen söz , lâkırdı.
cılıtuu , işs. cılıt tan.
cılkı I , 1. at (bu hayvanın soy ismi olmak üzere ) ;cılan çakpay , cılkı teppey: yılan sokmadan , at tepmeden: sebepsiz; durup dururken; kırk cılkı: kırk at; mec. es. kız (babasının kızı) ; gelinlik kız; 2. hayvan devri takviminde yedinci yılın adıdır.
cılkı II , ötkön cılkı: geçen seneki.
cılkıçı , 1. hergele çobanı; 2. lâtince adı Motacilliadae olan bir kuştur: çoban aldatan ( ?) .
cılkıçılık , hergele çobanı mesleği.
cılkıluu , atları çok olan , at sürüsüne malik olan; san cılkıluu: hesapsız at sürüleri sahibi.
cılma , 1. pürüzsüz; ayak kaydıran; cılma taş: kaypak( pürüzsüz) taş; 2. yere sürünen; cılma toktum: sathi karar.
cılmakay , düz kaypak ( boyuna kayan; ayak kaydıran) .
cıloo , (daha çok at koşuları zamanında kullanılır) yular , dizdin; attardın cıloosun algıla! : atları dizginlerinden tutun!
cıloolo- , dizginden tutmak.
cılpılda- , hızlı bir hareket yapmak; çevik ve sokulgan olmak; tabasbus etmek , yaltaklanmak; suudan çıkkan balıktay kolgo karmalbay cılpıldayt : sudan çıkmış balık gibi kıvrılıyor ve kendisini yakalatmıyor.
cılpınğda- , ustalıkla , atiklikle hareket etmek , iş görmek.
cılpışta- yaranmak; yaranır gibi gözükmek; yaranarak telaş etmek.
cılt , göz yumup açınca ve ansızın yapılan hareketi ifade eden taklitlik sözdür; kün cılt koyup uyasına kirdi: güneş bir parça parladıktan sonra batıverdi; karanlığgıda ot cılt etti: karanlıkta ateş yıldıradı; cılt etip külüp koydu: ansızın gülüverdi; cıldızday cılt- cult etet: yıldız gibi parlıyor , yıldırıyor , yalabıyor; cılt ber yahut cılt et- : fırlamak , hızlıcza sıçramak; sıvışmak.
cıltılda- , yıldıramak , yalabımak.
cıltıldaş- , müş. cıltılda- dan.
cıltıldat- , et. cıltılda- dan; balalardın ot cıtıldatıp catkandarın kördü: çocukların ateş tutuşturduklarını gördü; cıltıldatıp at mindi: ata binerek kurulmuş.
cıltınğda- , işve yapmak , kırıtmak gözlerle , yüzle) .
cıltıra- , parlamak , yalabımak.
cıltırak , parlıyan; cıltırak metaldar: renkli mâdenler.
cımcırt , tam sukûnet , sessizce; kulak murunu kesilgendey cımcırt: kulağı burnu kesilmiş gibi , hiçbir hayat eseri göstermiyor; kulak kesgendey cımcırt: tam sukûnet , tam sözsüzlük ve sessizlik.
cımcırttık , tam sukunet , tam sözsüzlük ve sessizlik; cımcırttıkka kömüldü: sukunete , tam sessizliğe daldı.
cırtış , 1. yırtma , parçalama; 2. es , ölüyü hatırlama töreni sırasında verilen hediyeler; 3. es. kızın yakınlarının karılarına verilen düğün hediyesi.
cırtkıç , yırtıcı ( hayvan) .
cırtkıçtan- , yırtıcıya dönmek; cırtkıçtangan ak gvardeyester: yırtıcıya dönmüş beyaz gardçılar (kaytakçı unsurlar) .
cırtkıçtık , yırtıcılık , yırtıcılık temayülleri ve hareketleri.
cırttır- , et. cırt- II den.
cırtuu , yırtma , parçalama .
cış , sık , koyu( diyelim , orman) ; bütün , sağlam; baştan başa; cış urganday kalınğ tokoy : gayet koyu orman; cış urganday köp kişi: gayet çok insan , hesapsız halk; cışcış:begayet , son derece.
cıyırma , yirmi; cıyırma bir: yirmibir (bir nevi iskambil oyunu).
cıyış I , . 1. yığma; 2. vergi toplama.
cıyış- II = cıynaş.
cıyıştır- , 1. toplamak; 2. tavsiye etmek (diyelim , bir teşebbüsü; alışverişi).
cıyma , cık-cıyma : ağzına kadar dolu ; sandığı anı-munu menen cıkcıyma : sandığı öteberi ile ağzına kadar doludur , sandıkları her türlü eşya ile tıkabasa doldurulmuşyur.
cıyna- , toplamak , yığın halinde yığmak.
cıynak , 1. türlü mevat ve yazılarıiçine alan dergi; antologie (seçme eserler mecmuası) ; ırlar cıynağı : şiirler külliyatı;şiirler dergisi; 2. tutar yekûn; 3. derli toplu (mazbut) kimse.
cıynakta- , 1. toplamak; takım halinde toplamak; 2. tutarını göstermek.
cıynaktal- , 1. toplamak , takım yapılmak; 2. tutarı gösterilmek.
cıynaktık , derli topluluk , mazbutluk.
cıynaktoo , 1. takım haline koyma; 2.
tutarını gösterme.
cıynal- , toplanmak , yığılmak; el cıy-
naldı : halk toplandı.
cıynalış I , toplantı.
cıynalış - II , müş. cıynal-dan.
cıynanğkıra , butun cıynanğkırap o-turdu : bacaklarını bir parça toplayıp oturdu.
cilikte- , hayvanın bütün gövdesini parçalamak; ciliktep , maydalap kaynatkan et ; ufak parçalar halinde haşlanmış , kaynatılmış et; cilik-tep sura- : inceden inceye soyunu sopunusopımu soruşturmak (diyelim , hangi boydan , hangi kabileden , hangi oymaktan ve s. , olduğunu).
cilinçik , baldırın çift kemiklerinin büyüğü , incik kemiği; cilin-çigim kakşadı : incik kemiğim burkuldu; cilinçiginğdi cagamın : ben seni parça parça ederim (harfiyen : incik kemiğini kırarım).
cin I , a. cin , şeytan , ifrit; cimi karmadı : cin tuttu; cinime tiybe! : beni hırslandırmak ; cinime tiysenğ : eğer beni hırslandırırsan , kızdırır-san; baylatma cin : son derece taşkınlık etme; çin ooru : ruhî hastalık; bakşı cinin çakırdı folk. : şaman ruhlarını çağırdı; cinin kaktı: burnunu kırdı (kibrini giderdi); akıl aşsa , cin bolot ats. : insan fazla akıllı olursa , delice olur.
cin II , miydenin içinde bulunan şey; töö cinin bürküp iydi : deve yediğini çıkardı (tükürdü); bok cin : bağırsakların ve miydenin içinde bulunan nesne; kan tök dese , cin tökkön folk. : akılsızca gayret gösterdi (harfiyen : ona kan dök denildikte , miydesini boşaltıyor.)
cinçi = incu; cinçi körsönğ-tişin kör folk. : eğer inci görmüş isen , onun dişlerine bak (onlar da inci gibi bembeyazdırlar).
cinden- = cindilen.
cindi , delice , kaçık.
cindilen- , delirmek , kudurmak.
cindilenüü , işs. cindilen-den.
cindilik , cinnet , kaçıklık.
cinik- , (karş. cin- II) dolu karınla koştuktan sonra kötü durumda bulunmak.
ciniktir- , et. cinik-ten; toygon attı , çaap cürüp , ciniktirdinğ ; miydesi dolu olan atı koşturdun ve onu takatten düşürdün.
cinis = cınıs.
cip , iplik , kınnap , ip; kordon; çarık cip : makara ipliği; selde cip : yumak ipliği; ala cip atta- : alaca ip-lip üzerinden atlamak (şimdi unutulan eski bir âdetle ilgili olan bir tâbirdir); uşu küngö çeyin biröö-nün ala cibin attaganım cok ; «şimdiye kadar kimsenin alaca ipliği üzerinden atlamadım> ; kimse beni namussuzca hareket ettin diye tekdir edemez; kimseye bir kötülük yapmadım; ençi cip yahut ençilüü cip es. : hayattaki kısmet , insanın nasibi; cibin tartıp kör-ineç. : olta atmak , iskandil etmek.
cipkilen , ıslak karla kaplanan güz yahut ilkyaz otu (bu , en iyi ayak-altı yemi sayılmaktadır).
cipkir- , tadı fena olan bir nesneden bulantı yahut tiksinti hissetmek; daamı caman eken , çürögüm cipki-re tüştü : tadı fena imiş , bulantı verdi.
cipkirt- , et: cipkir-den.
cire- , sökmek; yüzmek (diyelim , hayvanın derisini); kesmek , yarmak (diyelim , gemi hareket ederken suyu); yırtmak , yırtıp parçalamak; kat'etmek , enine kesmek.
ciret- , et , cire-den; atı kürtükko batıp , üzöngüdön kar ciretti : ab kara battı ve o üzengilerine kadar çıkan kar üzerinden yürüdü.
cit- , yok olmak , yitmek , kaybolmak; mahvolmak; alda kayda citken , alda kayda cogolgon : mahvoldu , battı; citken oktu atkan ok tabat ats. : kaybolan oku (onun peşinden) atılan ok bulur.-
citir- , et. cit-ten; kazıktı cerge citire kak! : kazığı mümkün olduğu kadar toprağa derin çak!
citirt- , et. citir-den; corgonun tort tamanına taka citirtken folk. : yorga atının dört ayağının hepsini muhkemce nallatmış.
cogotol- , kaybedilmek , yitirilmek ,. yok edilmek.
cogotuluş , kaybetme , yok etme; co-gotuluşu kerek : imha edilmeli.
cogotun , imha etme; tasfiye etme; kaldırma (ilga etme).
cok , 1. yok; bulunmuyor; kayıp; hazır bulunmuyor; mende cok : bende yoktur; balası cok : çocuğu yok; coktun cogu : katiyen yok; saga emne cok? : nen yok , nen eksik?; cokko işenbe; : boşuna güvenme!; kelgen cok : o gelmedi; körgön cokmun : gördüğüm yoktur; algan cok : almadı; cokko çıgar- : yok derecesine indirmek; cok cerden : yok yerden , hiç yoktan; cok söz : yok , boş söz , yalan; koy cok sözdü! : bırak şu boş sözü!; coktu süy-löyt : manasız söz söylüyor; közü cokto bk. köz; cok kıluu ; yok etme , kaldırma; etke cokmun : etle başım hoş değil; eti çok yiyemiyorum; suukka cok ekenğsinğ : soğuğa dayanamıyormuşsun; cılında bir kelse — kelet , bolboso — cok; senede bir defa geliyor , yoksa o da yok; sözgö cok : çok söylemez; bargım cok : gitmek istemiyorum; cok bol- : batmak , kaybolmak , ortadan kalkmak; şok bolsonğ — cok bolorsunğ ats. : muzip olursan — mahvolursun; cok er : eşi bulun-mıyan yiğit; cokunğ! : yok , yok!; emne? — cogunğuz , cok , cön ele : ne? — bir şey yok , merak etmeyin , i boşuna 2. kayıp , yitik; coktu izdep cürömün folk. : kayıp , yitik arıyorum; 3. ihtiyaç; argımak moynun ok keset , azamet moynun cok ke-set ats. : argımağın (cins atın) boynunu dingil (?) kesiyor , yiğitin boynunu ise , ihtiyaç kesiyor; 4. fu-kara , züğürt; barlar coktu , coktor bardı körgüsü cok : zenginler fakiri , fakirler de zengini görmek istemezler; kolunda cok : elinde yok , fakir , züğürt , muhtaç; 5. yahut veya; ör. bk. kolduu münasebetiyle.
cokçoku , ince uzun (kimse). Cakçu , kayıp , yitik ariyan. Cakçuluk , fakirlik ve onun doğurduğu neticeler ve haller; ihtiyaç. Coksuz , yahut kolunda coksuz : fıka-ra , züğürt; kolunda coksuzraak : oldukça fakir. Cokşo- , çiğnemek , gevelemek; kapıp yutmak.
cokto- , 1. yoklamak; malûmat araştırmak; tetkik etmek; koydu cokto : koyunları yokla! (hepsi var mıdır); 2. sağu sağmak : ölü için ağlamak.
coktoo , sağu sağma (ölü için ağlama).
coktoş- , sağu sağmağı ortaklaşmak , hep beraber sagu sağmak.
coktot- , et. cokto-dan; atanğdı cok-totpoy , inilerinğdi cakşı bak! : babanın yokluğunu hissettirmeyip , küçük erkek kardeşlerine iyi bak!
coktuk , gaybubet; malik olmamak-lık; fakirlik.
col , 1. yol; col-kire bk. kire; calgız ayak col : patika , keçiyolu; kara col : ulu yol; kuş colu yahut kol colu : saman oğrusu; mec. ölüm; colu katkan söv. : bedbaht; ak col: aydın yol; ak colunğ açılsın! : yolun açık olsun! , sana iyi yolculuk dilerim; colunğ uzarsın! : sana başarı ve her türlü refah ve saadet dilerim; col bolsun! : iyi yolculuk! (karşı karşıya gelindikte daha fazla : nereye yahut nereden ? manasında kullanılmaktadır); colu boldu : yolculuğu muvaffak oldu; işleri yolunda; anğdan coldo-ru bolup , bir toodak atıp alıştı : avda muvaffak oldular ve bir toy kuşu attılar; colu bolboy kaldı : yolculuğu muvaffak olmadı , işleri yürümedi; mununğa col bolsun al-: bu da ne , neye?; daha ne yumurt-ladm ?; alanğdagan kabagınğa col bolsun? : al. : neden böyle surat astın ?; colunğ bolgur okş. : bahtın açılsın!; col başçı = colbaşçı; anın colunan yahut anın colunan - izı-nen : muvaffak olması , işlerinin yürümesi sayesinde; coldon kal- : yola çıkmak veya yolu devam ettirmek için bir mani çıkmak; coldon kaltır- : yoldan alıkomak; yola çıkmak yahut yolu idame ettirmek için bir engel teşkil etmek; coldu kata : bütün yol boyunca; col bar-bayt : vicdanım bırakmıyor; basa- yın desem , col barbayt folk. : bir baskın yapmak istiyorsam da , vicdanım bırakmıyor; col tart- yahut co'go tart- : yola çıkmak için hazırlanmak , yola çıkmaya karar vermek; col körsötküç : yol gösteren , kılavuz; col kat : yol kâğıdı (vesikası); bilgen colunğdu atanğa berbe! : bildiğin yolu babana bile terketme! (baban sana yolu şaşırdığını söylerse dahi , sen bildiğin yoldan bir yana sapma!); col koy-: müsade etmek , bırakmak; col ko-yoturgan iş emes : müsaade edilecek iş değildir; col koyboo : bırakmama (müsade etmeme); colgo sal- bk. sal IV 1; 2. hat , satır; yol; col-col çıt; yollu basma; S. tertip; adet; 4. defa; bir colu : bir kez; eçen colu : kaç defa; birkaç defa; çok defa; 5. müsade , ruhsat; süy-löögö col bolobu ? : söylemeye müsaade ediliyor mu ?; söylemeye müsaade edin!; 6. hediye; columdu kıl! : bana teşekkür et! (bana hediye ver!).
colbaşçı , rehber , yönetken; serdar.
colbaşçılık , rehberlik; serdarlık.
colbors , kaplan.
colbun , kimsesiz; colbun kişi ; soyu sopu belli olmıyan; kökünü hatır-lamıyan ; colbun mal : sahipsiz hayvan.
colçu , 1. kılavuz; 2. yol yapan , yol işlerinde çalışan; 3. es. posta yollarını temizlemek ve düzeltmekle meşgul; atı ile yolda kalan posta arabasına yardıma koşmıya mecbur olan kimse.
colçuluk , 1. yolculuğa , seyahate ait her şey; 2. colçu (bk.) nun vazifeleri ve vaziyeti.
coldo- , 1. yöneltmek; yollamak; 2. yola devam etmek; birisinin izinden yürümek.
coldoo , işs. coldo-dan.
coldooçu , rehber , kılavuz.
coldoş , 1. yoldaş; 2. arkadaş , dost; küyöö coldoş : sağdıç (nişanlısının yanına giderken güveye arkadaşlık eden delikanlı); caman coldoş coo-ga aldırat ats. : kötü yoldaş , arkadaş , insanı düşmana teslim eder.
coldoştoş- , 1. yoldaş olmak; 2. dost olmak , arkadaş olmak.
coldoştuk , dostulk , arkadaşlık münasebetleri; coldoştukka al- : yoldaşlığa almak , kabul etmek.
colduu , attan colduu : attan talihi var , ona her zaman iyi atlar düşüyor; at uurdatkandan colduumun-: sık sık benim atlarım çalınıyor.
colku , birinçi (ekinçi ve s.) colku : birinci (ikinci ve s.) defa olarak; ekinçi colku otto : ikinci ayıklama (zararlı otlardan).
colo- , yakın gelmek , yaklaşmak üyü-mö colobo! : evimin semtine uğrama!; evime ayak basma!; men ü-yünö cologondu koydum : ben o-nun evine gitmez oldum.
colooçu , yolcu.
colooçula- , yolcu olmak , yollanmak , yola çıkmak; memleketler dolaşmak.
colooçulat- , et. colooçula-dan.
colooçuluk , yolculuk; yolculuğa , seyahatle ilgisi oaln her şey.
coltoy , ak coltoy : talih getiren; muvaffakiyet taşıyan; ak coltoy ko-nok : talih getiren konuk , kutlu misafir; kara coltoy : felâket getiren.
coltoyluk , ak coltoyluk : talih getirme istidadı; kara coltoyluk; felâket getirme istidadı.
coluguş- , müş. coluk-tan.
coluk- karşılaşmak; raslamak; görüşmek; aga colukup ket : onunla görüşde öyle git!; ona uğra!; onunla karşılaş!; coldoşuna coluktu : arkadaşiyle karşılaştı.
coluktur- , et. coluk-tan; al kişini maga coluktur! : o adamı benimle görüştür!; seni kaydan coluktura-yın? : seni nerde rasgetirebilirim ?
colum , kerege (bk.) küçük bir keçe evdir , ki bunu at çobanlan kurarlar.
comok , kahraman destanı; bu kabilden bir eser; cöö comok : masal.
comokçu , masal anlatan , hikâye söyliyen.
comokto- , anlatmak , hikâye söylemek.
comoktol- , masal mevzuu olmak , masallarda tasvir edilmek. Comoktoo , masal şeklinde tasvir ve anlatma.
con I , 1. omurga kemiği (amudu fı-kari); con talaştıra çap- (yahut sal , yahut ur-) : sırta vurmak; con tüy- 1) kanburlaşmak; 2) mec. : ehemmiyet vermemek , kulak asmamak; conunan aytkanda : deni-lince , denildikte; 2. dağ sırtı.
conok , bugün konok , ertenğ conok ats. : bugün misafir , yarın defol!
conumduu , sağlam; iri yarı.
coo I , düşman , düşman durumunda bulunan; coogo tüştü : esir düştü; tilsiz coo mec. : su; coo çıgımı : harp tazminatı.
coo II , közdün coosun alganday tört tülügüm şay : hayvanlar güzel görünüşleriyle göz kamaştırıyorlar.
cooçu = çuucu.
coodura- , mülâyimetle ve rica ile bakmak; közdörü coodurap , bet - terine kızıl cügürdü : gözleri parladı , yanakları kızardı.
cooduraş- , müş. coodura-dan.
coogazın = cookazın.
cooka , kilükal , söz sav; çıkışma , başa kakma.
cookalat- , dikkatini başka tarafa çekmek , oyalamak (ilgilendirmek); anı azıraak cookalata tur! : onu bir parça oyala , dikkatini başka tarafa çek.
cookazın , 1. Sibirya zambağı; Eryth-ronium dens canis (bitki); 2. çifte renkli lâle.
cookerçilik , harp zamanı , harp za-maniyle ilgili olan bütün şartlar ve haller , gaileli zamanlar (harp yüzünden) ; cookerçilik bilimi : askerî bilgiler; askerlik işini bilme; fenni askerî.
cooko = cooka.
coola- , harp açarak yürümek; düşmanı koğalamak; düşmanca münasebette bulunmak; coolay : düşmanca , düşmanca niyetlerle; eldey kelgen el belenğ , coolay kelgen coo belenğ? folk. : barış getiren barış-lık kimse misin? yahut düşmanca niyetlerle gelen düşman mısın?
coolaş- , düşmanca münasebetlere başlamak , düşman olmak.
cooluk , mendil; başörtüsü; suu coo-luk : (yıkandıktan sonra el silmek için havlu); kol cooluk : burun mendili; şalı cooluk : kaşmir mendil; daki cooluk : muslin mendil; ak cooluk 1) evli kadınların örtündükleri başörtüsü; 2) mec. karı (zevce); başınğa cooluk salam : ben seni (yani erkeği) rezil ederim; cooluk taştamay : «jgut» oyununa benziyen bir oyundur (Rusların jgut dedikleri oyun ise , Ana-doludaki «tura» oyununa benzer : M.)
coomart , 1. cömert , eliaçık; bergerı coomart emes , algan coomart ats. : (hediye veren cömert değil , (karşılık vermek şartiyle) bk. kolko 2); 2. hediyeyi kabul eden cömerttir.
coor , deri tabakasının sıyrılması (başlıca , binek atın sırtında eğer vurmasından); coor eşek : arka derisi sıyrılmış olan (yağır) eşek; coor at : arka derisi sıyrılmış (ya-gır) at.
coorut- , yağırlaştırmak; kol coorut-: eli nasırlatmak.
cooş , sâkin , yavaş , halîm.
cooşu- , sâkin olmak; ele alışmak; yumuşamak (yavaşlık , sükûnet kes-betmek); at cooşudu ; at yumuşadı , sükûnet kesbetti.
cooşut- , teskin etmek , yavaştırmak.
cootkolot- = cootkot-.
cootkot- , baş ağrısı vermek (boş lâkırdı ve hareketlerle insanı rahatsız ve taciz etmek); doğru ve açık cevaptan kaçınmak , doğruyu söylememek; yanılmıya çalışmak.
corgolo- , yorga yürümek; baytalım , canınğ üçün corgolorsunğ ats : ihtiyaç çömlek yakmasını öğretir (harfiyen: kısrağım , kendi canın için yorga yürüyorsun!).
corgolot- , yorga yürütmek , ab yorga yürümeye bırakmak.
corgoluk , yorgalık , yorga yürümek istidadı.
coro , f. 1. bir takımdır , ki onun üyelerinden biri öteki üyelere boza içirmek suretiyle ikram eder ( bu ikramlar kışın yapılır; karş- şerne , ülüş , denğgene); 2. bu gibi takımın üyesi; 3. arkadaş; coldoşcoro-su menen keldi : yoldaşları ve arkadaşları ile geldi; 4. şayı (b.k.) demlen kumaştan bir parça.
coroo II , yorma; alâmet; caman co-roo : fena kehanet; kötü tâbir (yorma); caman coroo baştabay olturçu; : otur da , karga gibi ötme! (felâketten haber verme!); coroonğ buzuk : sözünü tutmuyorsun!
cort- , (av , düşman ardı uğrunda) yelmek , koşmak; karışkırça cor-tup cüröt : kurt gibi yeliyor , koşuyor; cele cortocür : yelerek , koşarak.
corktor , k-f. çok yelen yahut sık sık keşfe çıkan.
cortok , arık , kötü at.
corfokto- , yelmek , koşmak.
cortoktot- , et. cortokto-dan.
corttur- , et. cort-tan.
cortuul , yağma.
cortuulçu , yağmacı; sen colooçu bol-sonğ — ket , cortuulçu bolsonğ — ket (yakarış) : yolcu olsan da git , yağmacı isen de git!; cortuulçunun başı coldo kalat : su testisi su yolunda kırılır (harfiyen : yağmacının kafası yolda kalır).
coru I , bir cins akbaba kuşu; Vultu - ridae (bu kurşun bütün soyu sopu-nun adı olarak); kök coru yahut sakalduu coru : sakallı karakuş: con coru : iri , çüylüü (bk.)
coru- II , 1. tâbir etmek (yormak); tefsir eylemek; tüş corudum : rüyayı tâbir ettim , düşü yordum; 2. tasavvur etmek , tahminen söylemek; anıgın bilbey ele oy corup süylöp oturat : işin hakikatini bilmiyor; yalnız tahminen söylüyor.
coruk , 1. yürüme , yürüyüş; corugu tınç at : yürüyüşü rahat olan at; 2. hareket tarzı , gidişat; amel (iş); bul corugunğ koybosonğ , bir bala aga salasmğ folk. : bu gidişatından vazgeçmezsen , bir belâya çarparsın; kay coruk menen : ne tarzda , ne gibi yolla; kılık-coruk : bütün hareketlerin ve işlerin topu; gidişat , hareket tarzı; 3. zuhurat; fenomen; bu emine degen coruk? : bu nasıl bir tavır?; turmuştun tok-son coruguna moyun tozup : hayatın türlü değimlerine duçar olarak; coruk-cosun : eskiden kalma örf ve âdetlerin topu.
coruktuu , hafızada hoş timsaller (image'lar) uyandıran; corko min-gen kız beken , coruktuu Çürök özü beken ? folk : bu at üzerinde giden kız değil midir; bu. dilber Çürök'ün ta kendisi değil midir?
coruluu , corusu bol olan; aralarında coru da bulunan; coruluu cerde tarp turbas ats. : corulu yerde leş kalmaz.
corup , elerken kalburda hububatın üstüne toplanan iri çöp.
corupta- , hububatı elerken büyük çöpleri kaldırmak (bk. corup).
coruptaş- , müş. corupta-dan.
corut- , et. çoru - II den; oy corut -: etraflıca düşünmek; zihnen göz önüne getirmeye çalışmak; tüş corut- : düş yordurmak , tâbir ettirmek.
coruu , yorma , tâbir , kehanet , önceden bildirme , haber verme; özgünün işin özünö coruu ats. : kabullenme (harfiyen : başkaların işini kendi işi gibi gösterme); tüş coruu : düş yorma , tâbir etme.
coşolon- , 1. yuşa ile bovanmak; kırmızı boya ile boyanmak; 2. kızarmak.
coşolont- , yuşa ile yahut kızıl balcık ile boyanmaya zorlamak; kırmızıya boyamak: kan menen coşolont-: kana bulaştırmak.
coşolonuu , kendi kendini yusa ile yahut kızıl balçık ile bovamak.
cosoloo , yusa ile yahut kızıl balçık ile bovama.
coşor- , kızarın-coşorup : pek fazla kızararak. kızarın bozararak.
cosu-. sel gibi akmak: akıntı helinde dökülmek: betinen kan cosudu : yüzünde kan ceryeanı gözüktü.
coşul- , (manaca) = coşu-; sel gibi akmak; şiddetle dökülmek; aşağıya doğru dökülmek (hububat); kan coşuldu : kan sicim gibi aktı; colu coşuldu : yolu muvaffak oldu.
coşult , et. çoşul-dan; kan coşult- : kan dökmek; kök şiberdi çoşultup ketti : yeşil , taze otu çiğnedi ezdi.
coylo- , av aramak yolunda koşmak , yelmek; her köşe bucağı karıştırmak; araştırmak; köp coylogon kuu tülkü , kolgo tüşpöy , koyuucu emes ats. : su testisi su yolunda kırılır (harfiyen : çok yelen tilki bir gün elbette yakayı ele verir).
coyloş I , daima av arayıp koşan ve havayı koklayan.
coyuu , yok etme , imha eyleme , kaldırma (ilga etme); sabatsızdık co-yuu : okuyup yazmayı tasfiye; ku-laktardı tap katarında coyuu: «kulakları» bir sınıf sıfatiyle ortadan kaldırma , tasfiye etme.
coyuuçu , yok edici , tasfiye edici , imha edici; sabatsızdıktı coyuuçu : okuyup yazmazlığı ortadan kaldırıcı.
coyuuçul , sis. es. tasfiye edici.
coyuuçuluk , sis. es. tasfiyecilik.
cököös , f. 1. bıçakla bir arada kuşak üzerinde taşman , deriden yapılmış uzun ve dar para kesesi; 2. hançer.
cökör , 1. = çoro; 2. tar. padişah karısı veya kızının kadınlardan olan maiyeti; 3. yardakçı , dalkavuk.
cölö- , desteklemek; bir şeye yaslanmak; yardım etmek; tutmak; Manastın başın cölöp , bir suluu kız ol-turat folk. : Manastan başını dilber tutup oturuyor; berişteler kö-törsün , arbaktarınğ cölösün folk. (seni) melekler kaldırsın , yükseltsin , ervah desteklesin!
cölök , 1. dayangaç , destek , arka , yardım; 2. (Güney Kirgızlik'ta) = kantala I.
cölöktö- , desteklemek , dayangaç vazifesini görmek , tutmak , yardım etmek.
cölömcök , dayangaç , destek.
cölön- , dayanmak; şu veya bu nesneyi kendisi için dayangaç edinmek; meyilli yerde yukarıya doğru olan yönet , yokuş.
cömölö- , ince iymada bulunmak , kinaye ve telmihlerle konuşmak; sözü başka konuya çevirmek; ihtiyat kayıtlariyle söylemek.
cön , 1. sade , basit , ehemmiyetsiz , şöyle böyle; bu kanday suu? cön ele suu : bu nasıl sudur? bu , sadece sudur; cön ele : böylece , işsiz; sebepsiz; cönkaydı: ehemmiyetsiz , boş; bul cönkaydı aytılgan söz emes : bu , boş söz değildir; cön saldı : değersiz , ehemmiyetsiz , böylece , sadece; durup dururken; 2. yönet (istikamet); cön şilte- . yöneti göstermek; yol göstermek; cöngö sal- : yoluna koymak , düzeltmek ; cön ber- : nasihat vermek , doğru yolu göstermek , akıl vermek; kaysı cöndü? : hangi cihet- ten?; kaysı cöndö bolso dağı : ne cihetten olursa olsun , her cihetten; tömöndögü cöndördö kelişim tü-züşöt : aşağıdaki hususlarda muahedeye bağlıyorlar; 3. kaideye uygun , doğru; normal , cindisinğbi , cönsünğbü? folk.: aklın başında mı yoksa çıldırdın mı?; bul kılgan işinğ cön : bunu doğru yaptın , iyi hareket ettin; cöngö keltir- : yoluna koymak , doğru bir istikamet vermek , tanzim eylemek , cön bilgi kişi yahut cön bilgiç : bütün nizam , ve usulleri (halk âdetlerini , muamele edeplerini ve s. yi) bilen kimse; bir ayıldın cön bilgisi oşol : bu , bütün köyde en anlayışlı bir kimsedir; 4. halim , sâkin; cön otur : rahat otur!; cön cür! : gidişatında nezakete riayet et!; cön bol- : sükûnet bulmak , dinmek; susmak; 5. menşe , kök; atı- cönü belgisiz : adı sanı belirsiz; soyu sopu bellisiz; at-cönünğ kim eken cigit? folk. : delikanlı , adın sanın nedir?; cö-nünğördü bilgizgile! : kim olduğunu bildir!
cöndö- , işi yoluna koymak , istikamet vermek , tanzim eylemek; cöndöp süylö- : manâlıca söylemek; cöndöp kıl- : gereği gibi işlemek; te-gin tektep , cönün cöndöp ayt- : (birisi hakkında) inceden inceye , kim ve ne olduğunu anlatmak
cöndüü , muntazam; işe yanyan; bir cöndüü : bu daha bir şey değil; munu bir cöndüü kılalı : bunun bir çaresini bulmalı; bu işi bitirmeli.
cönğköl- , mahvolmak , batmak , kaybolmak.
cönöğkü- , l.dik inişte insanın veya hayvanın yürüyüşü gibi yürümek; 2. tepmek , çifte atmak.
cönğkül- , yerinden oynamak , harekete gelmek.
cönğküt- , et. cönğkü-den.
cönü- , hareket etmek , yönelmek.
cönököy , sade , basit , katmerli olmı-yan , bayağı , adî; şöyle böyle; böylece; boşuna; cönököy çındık : basit hakikat; cönököv cürgön kişide emnenğ bar? : yabancı (işe ilgisi olmıyan) adama da ne işin var?; cönököydö : mutat sartlar içinde; adî (şu veya bu cihetten istisnaî olmıyan) zamanda.
cönököylö- , basitleştirmek.
cönököylöö , basitleştirme.
cönöl- , yönelmek , hareket etmek; üvdü közdöp cönöldü : evine doğru yöneldi , doğruldu.
cönölt- , yöneltmek , yola koymak.
cönöş , hep beraber yönelmek , hareket etmek..
cönöt- , yöneltmek , yollamak; sözüm-dü cönötpödü : sözümü kesti , söylememe mani oldu.
cönöttü , işs. cönöt-ten.
cönsüz , maksada uygun olmıyan , yaramaz , yolsuz , işe yaramaz; cönsüz iş 1) yaramaz iş; 2) çözülme , düzensizlik.
cönsüzdük , 1. uygunsuzluk; 2. düzensizlik.
cönük I , oorusunan cönük albadı : henüz hastalığından iyileşmedi.
cööcülük , yaya kimsenin durumu , bütün vava seyahate ait ahval.
cöölcan , bk. cilan.
cöölö- I. sürtünmek (diyelim , oba yuvarma sürtünen at yahut inek hakkında): bir nesneye yaniyle dokunmak , değmek (divelim. yüklü bir atın yükiyle bir şeye dokunması hakkında).
cöölö- II, yaya türümek; at minbeyli, cöölöylü folk. : ata binmiyelim de yaya gidelim.
cöölöş I, 1. dayanma, itme, dürtme; yaniyle dokunma; ak üyüm cöölöş, kök üyüm cöölöş : <