kabak II, kabak; cucurbita lagenaria; aş kabak: balkabağı; suu kabak: su için balkabağı.
kabaltanğ, kabalteğn= = kabeltenğ.
kabar I, a. haber; sahk; tebliğ; kabar al- : haber almak: haberdar olmak; kabar ber- : haber vermek; haberdar etmek; kabarım cok: bilmiyorum, haberim yok, haberdar değilim; kabarına albadı: kulak asmadı,aldırış etmedi, ona vız gelir; bey kabar: habersiz, bihabaer; kabarın bildinğerbi? : ondan bi haber aldınız mı? kabarınğarda bardır: belki siz hatırlarsınız; kabar-atar: haber, habercik.
kabar- II, kabarmak; şişmek; kabarıp açuusu keldi: pek fazla hırslandı, ayranı kabardı.
kabarçı, 1. haberci; malûmat verici; 2.muhabir, reportaj yapan; gazete kabarçısı: gazete muhabiri; ayıl- kıştak kabarçısı: köy muhabiri: köyden gazetelere haber yazan muhabir.
kabardan- , haber almak; haberdar olmak.
kabardanış, işs. kabardan- dan; kabardanış kerek: haberdar olmak lâzım.
kabardant- , haber vermek; haberdar etmek.
kabardar, a- f. haberdar, kabardar bol: haberdar olmak; tetikte bulunmak.
kabardaş- , biri birini haberdar etmek; mektuplaşmak; haberleşmek.
kabarınğkı, bir parça kabarık; hafifçe şişkin; kalkık.
kabarış. I, kabarma; şişkinlik.
kabarış- II, müş. kabar- II’den.
kabarlan= = kabardan-.
kabart- , et. kabar- II’den.
kabat, sıra; tabaka; kat; defa; kabat üy: birkaç katlı ev; kabatı menen al- : (katları bozmadan biri biri üstüne koyarak) birkaç tabakayı almak; eki kabat: iki tabaka; iki defa; astığkı kabat: alt kat, alt tabaka; üstünğkü kabat: üst kat; üst tabaka.
kabatır, a. korku; endişe,merak, kaygı; balanğdan kabatır bolbol; çocuğun için merak etme!
kabatta- , tabaka- tabaka yapmak; kat kat istif etmek; eki kabatta- : iki tabaka yapmak; kabattap temir soot kiyip folk. :üzerine birkaç tane zırh giyerek:
kabık I. kabuk; ceviz, fındık ve s. kabuğu; ağaç kabuğu; kızıl kabık: yabanî soğan.
kabık- II: cel kabığıp ketpesin: rüzgâr dokunmasın.
kabıl I, a. kabûl; muvafakat; kabıl tuttunğbu? es. kabul ettin mi? (nikâh kıyan kimsenin nikahları kıyılmakta olan kimselere soracağı sual); men şartınğa kabılmın: ben senin şartlarına razıyım; kabıl kıl- yahut kabıl al-: 1) muvafakat etmek; 2) kabul etmek; kabıl emes: kabul edilemez; kabıl emes, Akbermet, uşu kılgan tileging folk. : bu arzun yerine kelsin.
kabıl- II, 1. rastgelmek; karşılaşmak; birleşmek, kişiye kabılğan coksunğarbı? : kimseye rastgeldiniz mi? kimse ile karşılaşmadınız mı? 2. düşmek, kapılmak; men balaketke kabıldım: ben felâkete düştüm, tutuldum; çıtırmanğa kabıldım: çıkralığa düştüm.
kabılan (bununla Kırgızlar muayyen bir yabanî hayvanı değil de, genelce iri ve kaplana benzer bütün hayvanları kasdederler) pars, kaplan, bebr; kabılan tuuğan (bahadırın Destanda sık sık karşılaştığımız sıfatıdır) kaplan doğmuş.
kablda- I, muvafakat etmek; tasvip etmek; kabul eylemek.
kabılda- II, katmerleşmek; kuvvetlenmek; şiddetlenmek; oorusu kabıldap ketti: hastalığı şiddetlendi; ihtilatlar yaptı.
kabıldaş- , müş. kabılda I, II’den.
kabıldır- . et. kabıl- II’den; kargaşağa kabıldır: kötü tatsız bir vaziyete düşürmek; caman işke kabıldır: fena işe sürüklemek.
kabırğaluu, kaburgaları iyi gelişmiş; kaburğaluu at: kaburgaları kuvvetli olan at.
kabırıl- , batmak, çukurlaşmak; içi kabırıldı yahut kursağı kabırıldı: karnı battı, çekildi.
kabırılt- , ezmek, çukurlatmak.
kabış I, birleştirme; bir nesneyi diğer bir nesnenin yanına koyma, dayama; kol kabış: yardım, tutma, müzaharet etme; kol kabış kıl- yahut kol kabış tiygiz- : yardım etmek, tutmak, desteklemek; buudayına kol kabış kılıp cüröm; buğdayını toplamak hususunda ona yardım ediyorum; kol kabış komissiya: yardım komisyonu; cel kabış: üşütme, nezle.
kabış- II, sövüşmek, küfretmek, dövüşmek.
kabış- III, müş. kabı- ’dan.
kabışçı: kol kabışçı: yardımcı, muavin.
kabışta= = kapşır- .
kabıştık: kol kabıştık: yardım, destekleme, muzaheret; kol kabıştık körsöt- : yardımda bulunmak.
karıştır- , et. kabış- II, III’ten.
kabiçke= = kaviçki.
kabilet= = kapilet.
kabinet, r. kabine.
kabinka, r. kabina, kamara.
kaca- , aşındırmak (mes. , biri birine sürüşen iki nesne hakkında) .
kacağay, dizgini çekildiği zaman başını yüksek kaldıran at; taydı kacağay kılıp üyröttü: tayını öyle alıştırdı ki şimdi o (dizgini çekildiğinde) başını kaldırıyor ve yürümüyor.
kacağayla- , 1. başını kaldırmak ve yürümek istememek (at hakkında) ; 2. mec. isteksizlik göstermek, kırın mırın etmek; mildettü işinğen kacağaylaba: yapmaya mecbur olduğun işi sallama!
kacal- , aşınmak (mes. iple) .
kacala- , kemirmek.
kacan- , kudurmak, taşkınlık etmek.
kacanğda- , yanına yaklaştırmayıp, kâh birisine, kâh ötekisine saldırmak (mes. , başka atları kendi yemine yaklaştırmıyan at hakkında) .
kacanğdoo, işs. kacanğda-’dan.
kacaş-, biri birini kemirmek; sürtüşmek; biri birine sürtünmek; eki aygır bir birin kacaşıp atat: iki aygır bir birini kemiriyor, ısırıyor.
kacıldaş- , biri birine karşı mırıldanmak; sövüşmek.
kacır I, bucur (bk.) ve kucur sözlerinin tekidir; kacır- kucur 1) çatırtı; kıtırtı; kabırğasın kacır- kucur söğünğör: folk. kaburgasını kıtır kıtır parçalayın; 2) gürültü ve neşeli konuşma.
kacır II, yahut ak kacır: bir nevi akbaba (Gybs fulvus) .
kacırluu, atılgan, cesûr (insan hakkında).
kacıt- , et. kacı- II’den.
kaç- , 1. kaçmak; sakınmak; kaçınmak; tiyip- kaçıp: fasıla ile, arada sırada; tiyip kaçıp işteyt: fasıla ile çalışıyor; eti kaçıp, söök kalğan dene: bir derisi bir de kemiği kalmış (harf. : eti kaçıp, yalnız kemiği kalmış olan bir vücut) ; alıp kaç- yahut ala kaçtı kıl- : kaçırmak; ala kaçtı kıldı: aldı kaçırdı; ala kaç- : 1) alabildiğini koşmak (kızgın at hakkında) ; 2) mec. mübalâğa ile konuşmak, atmak, heyecan uyandırıcı haberler söylemek; alıp kaçtı (yahut ala kaçtı) kabar: heyecan uyandırıcı, “ayaktan yıkıcı” haber; ala kaçma yahut alagaçma (at hakkında) : sert başlı; 2. (kuş hakkında): uçup gitmek; kaçıp ketken bürküt: (sahibinden) kaçmış kara kuş; ötkön ömür – kaçkan kuş, kayrılıp kelbeyt ündösö: folk. geçmiş ömür uçmuş kuş gibidir, çağırsan da dönmez; 3. kösnümek (dişi hayvanlar hakkında) ; 4. kaçınmak; orokton kaçkan ıraak çıçat: ats. ekin biçme işinden kaçınmak istiyen, aptes bozmak için uzağa gider.
kaçan, ne zaman; kaçan kelesinğ? : ne zaman geleceksin? alda kaçan: artık çoktan; alda kaçantan beri? : çok zamandan beri; kaçantan beri? : ne zamandan beri? ; kaçan da bolso: ne zaman olursa olsun; her zaman; daima; herhalde; ar kaçandan bir kaçan: her zaman ve daima.
kaçankı, kaçan’dan sıfat ismidir; kaçankıdan murun 1) ne zamandan beri? ; 2) çoktan; öteden beri
kaçantan, bk. kaçan.
kaçarman, kaçmayı düşünen; kaçmayı kendine gaye edinen.
kaçık, uzak; uzaktaki; ırak.
kaçıkta-, 1. kaçmak; 2. kaçınmak.
kaçır I, katır, ester.
kaçır- II, 1. kaçırmak,elden çıkarmak; attın kaçırtıp ciberdi: atını kaçırdı; tuyğunun kaçırdı: Falco candicans denilen doğanını kaçırdı; bu doğan uçup gitti; 2. (hayvanları) çiftleştirmek; 3. saldırmak; meni colbors kaçırdı: benim üzerime kaplan saldırdı; kaçırğanı kamanday: folk. yabanî domuz gibi (savletle, cesaretle) saldırıyor; bıçak menen kaçırdı: bıçakla hücum etti.
kaçıra- gıcırdamak; kıtırdamak; kaçırap sındı: çatırtı ile kırıldı.
kadırese (kadır ese) , mutat; sade; mutat olduğu üzere.
kadırkeç, a- f= = kadırman.
kadırla- = = kadırda- .
kadırlaş= = kadırdaş I, II.
kadırluuluk= = kadırduuluk.
kadırman, a- f 1. eski ahbap; 2. mahbup, mahbube.
kadırmanda- , ihtiram etmek; saymak.
kadik, f. şüphe; kuşkulanma; meninğ bir kedik kılıp cürgön cerim bar: benim bir şüphelendiğim nokta vardır; meninğ köönümdö kedik bar ele: folk. benim gönlümde bir şüphe vardır.
kadiktüü, şüpheli; kapilet uktap, tüş kördüm, kadiktüü caman iş kördüm: folk. derin uyurken bir düş gördüm, düşümde fena ve şüpheli bir iş gördüm.
kadim, a. eski kadîm atîk; çok eski.
kadimki 1. çoktanki; eski; eski zamanlara ait; 2. adî; mutat; kadimki özünğ körgöndöğüdöymün: eskiden gördüğün gibiyim; kadimkidey; 1) eskisi gibi; mutat olduğu gibi; 2) normal tabiî.
kadis= = adıs.
kadoo 1. at bağlanacak kazık; 2. çivi; kadoo baş: demiri delmek için kullanılan aygıt; 3. perçin çivisi kenet; eki cerinde kadoosu bar tabak: iki yerinde keneti bulunan tabak.
kadooluu, çivi ile tutturulmuş, perçinlenmiş.
kadr, r. 1. sahne (sinema filminde) 2. kadro; kadrlar barlığın çeçet: kadrolar her şeyi halleder.
kağıl, 1. çarpmak, çatışmak; çakılmak; kakılmak; eşik kağıldı: kapıya vuruldu; 2. kağılayın (= = aylanayın) : canım, sevgilim; görüp doyamadığım; 3. hayatta çok şeylere katlanmak; pişmek; kağılbağan: hayatta hiç bir şey görmemiş geçirmemiş, toy; caş, kağıla elek kız: genç ve toy kız; kağılğan bala: pişkin çocuk; görmüş geçirmiş delikanlı; feleğin çemberinden geçmiş.
kağılış I, çarpışma; çatışma, tutuşma; kağılışta kan ölöt: ats. çarpışırken kan bile ölüyor.
kağın- II, 1. sırtındaki yaraya burnu ile vurmak (sinekleri kovmak isteyen at hakkında) ; 2. silkinmek; etek cenğin kağınıp etek- yenini silkerek; 3. sürçmek 4. kabırğadan kağın: zaturriye ile hastalanmak; kabırğamdan kağındım: zaturriyeye tutuldum.
kağınçık, bir şeyi silkerken husule gelen kalıntılar; un elerken elekte kalan katılaşmış topaklar; un salğan kaptın kagınçığı: çuvalı silkerken içeriden çıkan un kalıntısı.
kağış I, kapışma; muharebe; çarpışma; kağışka miner Maaniker: folk. çarpışma zamanında binmeye yarayan Maaniker (denilen at.)
kağış- II, 1. bir nesneyi başka bir nesneye çarptırmak; kol kağış: (iki kişi alış- veriş zamanında) biri birinin ellerine vurmak; ım kağışat: karşılıklıca göz kırpıyorlar; tize kağış: (oturanlar hakkında) sıkışmak (harf. dizlerini vuruşmak) ; tize kağışa oturğala! : bir parça sıkışarak oturun! ; 2. çarpışmak; tokuşmak; çatışmak; kavga etmekç kağışa berse may tüşöt: ats. onlar kavga ederse, benim hisseme yağ düşüyor; eki döö kağışsa, orto certe kara çımın kırılat: ats. iki dev çarpışırsa, onların arasındaki kara sinek helâk olur; üzönğgü kağış bk. üzönğgü.
kağıştır- , bir şeyi başka bir şeye çarptırmak; ot kağıştır- : ateşi düzeltmek; birdi birge kağıştır- : birini diğerine karşı kışkırtmak: birdi birge kağıştırğan eme: işleri eviren- çeviren; Alinin külâhını Veliye, Velininkini Aliye giydirmek suretiyle geçinen; atik; çevik.
kak I, karga ötmesi; karğanınğ “kak” etkeni özünö kumbanıç ats. karga ötüyor ve kendisi seviniyor.
kak II, tam; noktası- noktasına; ne fazla, ne eksik; kak tüştö: tam öğleyin; kak ele özü: tam kendisi; köçönünğ kak ortosunda; sokağın tam ortasında; kak üstünön çıktı: tam üzerine geldi (bastırdı) .
kak III, kurutulmuş, sert, katı, kuru, çorak; kak baş: 1) kurumuş kafatası; 2) hilekâr, kurnaz; kak çeke (at hakkında) kuru alın kuru kafa (cins olma ve yürüklük beldeğidir)
kak VI, çorak yerde küçük bataklık; katuu cerge hak turat, kayrattuu erge mal turat: ats. katı zeminde bataklık kalır, gayretli yiğitte mal kalır.
kak- V, 1. vurmak, çarpmak, çırpmak; kakmak, çakmak; kazık kak- : kazık çakmak; kiyiz kak- : keçe çırpmak; alma kak- : (ağaçtan) elmayı vurup düşürmek; kirpik közün kakpay: gözünü kapamadan; eer kaktı bk. kaktı; düşmandı ak- : düşmanı defetmek; kozğolonğçulardın atakasın kâğıp salıştı: âsilerin hücumunu püskürttüler; 2. korku vermek için bağırmak; balasın kagıp koydu: çocuğuna bağırdı; 3. es. (bu manayla daha doğrusu öpkö kak-) ; hastayı, kefaret için kurban edilmiş hayvanın ciğerleriyle vurmak (karş. kağıl- 2) ;4. bağıp kak- : lâlâlık etmek; üzerine titremek; itina ile terbiye etmek; bağıp kakkan balam: üzerine titrediğim çocuğum; 5. can kak- : ısrarla rica etmek.
kakakta- , homurdatıcı, mızmız ve titiz olmak (başlıca ihtiyar kimseler hakkında) .
kakal- , tıkanmak (bir şey yerken boğazında kalmak) ; etke kakaldım: et boğazımda kaldı.
kakanak, zar; yeni doğan hayvan yavrusunun vücudunu örten ince zar; koy kakanağın cara elek: koyunların kakanak yarmak (kuzulamak) zamanı henüz gelmedi; koy kozusunun kakanağın calap koyuptur: koyun kuzusunun kakanağını yalamış.
kakanakta- , kabarmak, şişmek (yanmış deri hakkında) .