kama- II, dişi kamaştırmak; tonğ alma tişimdi kamadı: ham elma dişimi kamaştırdı.
kamaara, kamaarı- , (yalnız menfi şekilde) : kamaaraba: merak etme; keler onğunan, kamaaraba: yoluna konur, hiç üzülme; kamaarabağan kişidey: yabancı ve hiç aldırmayan kimse gibi; al kamaarap da koyboyt: hiç endişe etmiyor; aslâ aldırmıyor.
kamsızdandıruu, temin; sigorta; teminat verme; sotsiyaldık kansızdandıruu: sosyal sigorta; memleket kamsızdandıruusu: devlet sigortası; kamsızdandıruu kassası: sigorta sandığı.
kamsızdoo, temin etme.
kamsoo: gamsoosu cok cuka beşmant: ince ve eti ısıtmıyan kaftan; beşmantım etti cılıu alıp cürbösö da, ança- mınça kamsoosu bar: kaftanım pek o kadar ısıtmıyorsa da, şöyle böyle vücudumu kapatmıya yarıyor.
kamtı- , 1. birleştirmek; kamtıy karma- : iki şeyi birleştirerek kapmak (mes. iki eteği birden ele almak) ; 2. mec. bir iki lokma yemek (bir parça yemek) ; arı beri kamtıp, birdeme uurttamış bolduk da cata kettik: bir parça öteberi yedik ve yatıverdik.
kamuna, kon. = kommuna.
kamunus, kon. = kommunist.
kan I, kan; kan içen; kancığadan (yahut belden yahut tizden) kan keçir- mec. : kana garketmek; kan buu- : kanı durdurmak; kan buuğanday toktoldu yahut kan buuğanday tıyıldı: kan kesilmiş gibi, birdenbire durdu; kan kuu= kun (bk. kun 1) ; kanı içine tartkan: (hırstan, hiddetden) yüzü sarardı; korkunç çehresi var; Kan tögülgön soğuş: Kanlı muharebe; kan ıyla- : kanla ağlamak; kan cut- : şiddetli acıya duçar olmak (harf. : kan yutmak) ; içinen kan ötöt: içinden kan geliyor; kanı kas: düşmanlık besliyor, nefret ediyor; kan- canı menen kas: bütün varlığı ile nefret ediyor; aram kan: 1) veritteki kan; 2) mec. söv. leş; taza kan: sadık, namuslu; taza kan cılkı: halis kan at, kan aluuçu= kançı; ak bata, kızıl kan, bk. bata; kanı suyuk: çabuk kızan, kendini zaptedemiyen; kızgın; kanı suyuk caş bala folk. : ateşin; genç delikanlı; kanı suyuktuk: hırs; hırslılık; bittin içegisine kan kuyat: “bitin bağırsağına kan döküyor” on para için canını verir.
kan II, han: hükümdar; kan kötör tar. : han seçmek; kan takta: han tahtı; kan başı köpüröö bolso, attap öt ats. eğer hanın kafası köprü olursa (sen ona basıp geçme) üzerinden sıçrayıp geç (çünkü o gibi bir köprüye güven olmaz) .
kan- III, tatmin edilmek, kanmak; suusunum kandı: suya kandım; kana karadım: inceden inceye baktım; köz kandı: nazara hoş gelen; kepke kan- : bol bol konuşmak.
kana I, f. (müstakillen kullanılmıyor) ev, hane; işkana: iş evi, imalâthane; çaykana: çayhane; kana karap bk. karap.
kana II, 1. nerede? kitebim kana? : kitabım nerede? . 2. haniya; kana cürgülö! haydi, yürüyün!
kana III = ğana.
kana- IV, 1. kanamak; kan akıtmak; buyurbağan aşka murun kanayt ats. : mukadder olmıyan (sana ait olmıyan) yiyecek yüzünden burun kanar; 2. kan dökmek; kesmek- kırmak; kanap- butap cedi: silip süpürdü hiçbir şey bırakmadan yedi, soyup soğana çevirdi (rüşvet almak ve haraca kesmek suretiyle)
kanaat, a. tatmin edilme, azla iktifa etme: kanaat.
kanaattandırarlık, tatmin ederlik; tatmin etmeye müsait; tümönkü suroolordu kanaattandırarlık boluu kerek: aşağıdaki metalibi tatmin etmek lâzım.
kanaattanuu, tatmin edilme: kanaatlanma.
kanağat = kanaat.
kanakey = kana II.
kanat I, 1. kanat; temine kanat yahut temir kanat: vücudu henüz tüylerin kökleriyle kaplanmıya başlıyan kuş yavrusu; uzun kanat: Cypselidae soyundan bir nevi kırlangıç; 2. obanın kafesine (kereges’ine) gerilen bez; altı kanatak ordo folk. altı kanatlı (bezli) beyaz oba.
kanat- II, kan akıtmak: kan çıkarmak, kanatmak.
kanattaş- , biribirine yakın bulunmak.
kanattaştır- , et. kanattaş- ’tan.
kanatuu, 1. kanatlı; 2. kuş.
kanattu, işs. kanat- II’den.
kanca, çin. pipo; kanca tart- : pipo içmek.
kancar, f. hançer.
kancığa, eğerin terkisi; kancığağa bayla- : terkilere bağlamak; kol kancığa: eğerin ön kaşındaki terkiler; kancığa col: patika, keçi yolu.
kancığalan- , parçalanıp tel tel olmak.
kança, ne kadar; kaç; ar kança: ne kadar olursa.. bir kança: birkaç; çokça
kançalık, kaç; ne kadar, kançalık araket kılsak da: ne kadar çalışsak da, bütün çalışma ve çabalarımıza rağmen; alda kançlık coğoru: oldukça yüksek; bir kançalık ukabıt ötköndön kiyin: mühimce bir müddet geçince.
kanduu I, 1. kanlı; taza kanduu mal: halis kan hayvan; eski kanduu kişi: muhafazakâr, eski fikirli adam; 2. çok kan dökülmesine sebep olan çok kan döken; kana bulaşan.
kanduu II, hana malik olan; kanduu curt: hanı olan millet.
kanet, bk. kant II.
kanğ, bitiştirme, lehim yeri (tenekeden yapılan nesneler hakkında) ; çaka kanağınan çığıptır: kova lehim yerinden kopmuştur.
kanğda- , lehimlemek, perçinlemek (tenekeden saçtan yapılan eşya hakkında) .
kanğdat- , et. kanğda- ’dan.
kanğdoo, işs. kanğda- ’dan.
kanğğı I: kanğğı baş yahut başı kanğğı: yarı aklını kaybeden; yarı deliren; şaşalıyan.
kanğğı II= kanğkı.
kanğğıl, lagar at.
kanğğır- , yersiz- yurtsuz dolaşmak; durak ve sığınağa malik olmak.
kanğğırt- , et. kanğğır- ’dan; kanğğırtıp aram öltürbö; folk. onu sığınaksız bırakıp boşuna ölmesine sebep olma!
kanğılcaar = kenğilceer.
kanğıltak, sert, teyeltisiz (eyer hakkında)
kanğıltır, 1. saç safha halinde olan demir) ; teneke; 2. teneke kutu, saç parçası 3. bir balığın adıdır.
kanğıra- = kanğğıra; kanğırap başım manğ bolup, ne kılarım bilbedim: büsbütün şaşırdım, ne yapacağımı bilmedim.
kangırık, söylemesinde ve işitmesinde sakatlık, eksiklik olan (hımhım) kimse; kangırığı tütöp ketti: 1) burun içi kurudu; 2) mec. o şaşırdı.
kanğırış: kanğırış uk: gereği gibi duymamak; iyi işitememek; katın kalb aytpayt, kanğırış uğat ats. : kadın yalan söylemez, yalnız sonuna kadar dinleyemiyor (eski hayatta ev işleri ile meşgul olan kadın erkeklerin konuşmalarına kulak vererek, ancak bir kısmını duyardı) .
kanğkıy- , sivrilip, upuzun olup durmak (boyu uzun ve sıska hakkında) ; kanğkığan boz at: iri yarı (zayıf boz at; kanğkıyğan üy: boş ve gari meskûn ev.
kanğtarıl- , 1. içi dışına çevrilmek; tersine çevrilmek; 2. alt üst edilmek; rahatı kaçırılmak.
kanğtarılt- , et. kanğtarıl- dan.
kanğtarma, 1. içi dışına çevrilmiş; 2. alt üst edilmiş; kanğtarma aydoo: don yeri sürme; küzdük cana kanğtarma aydoo: güzün don toprağı sürme.
kanğtart- , et. kanğtar’dan.
kanık I, 1. tatmin edilmiş: kanmış; 2. alışık; işi kavramış; işten anlıyan; arkıberki işke kanık bolup kalğan: her türlü işlere alışmış artık; uuruğa kanık yahut kanık uuru: hırsızlığı kendine meslek edinen hırsız; sabıkalı.
kanık- II, alışmak; közü katka kanıkkan: gözü yazıya alışmış, çabuk okuyabiliyor.
kanık- III, kin beslemek; ateş püskürmek.
kanıkey; kanıkey balpıldak bk. çım I.
kanimet, a. ganimet, fırsat; ubaktı kanimet bilip: fırsatı ganimet bilerek; zamanı münasip sayarak.
kaniyek, r. konyak.
kaniyet = kanimet.
kankor, k- f 1. kan içen, hunhar; yırtıcı; 2. kırgız bahadırlarının sık sık tesadüf edilen müsbet sıfatıdır.
kansırat- , et. kansıra- ’dan; cazıksızdardı kansıratkan karakçılar: masumların kanını döken hırsızlar, soyguncular (müellif burada “karakçılar” ı “katiller” diye anlatmış ise de, bizzat kendisi bu kitapta “karakçı” sözünü yalnız “soyguncu” , “şaki” diye tercüme etmiştir; M.)
kansorğuç, kan içen; hunhar.
kansorğuçtuk, hunharlık.
kansup = kansurup.
kansurur, f. kaba bez (kalikot) .
kant I, a. şeker; maşine kant: kesme şeker.
kant- II, kanet (t sesi yumuşak telâffuz edilir) nasıl hareket etmek; ne yapmak; attı kantti? : atı ne yaptı? at hakkında nasıl hareket etti? atı nereye koydu? ; kanter eken? : nasıl hareket eder, acaba? ne yapar dersin? nereye koyar? kantem? : ne yapmalıyım? nasıl hareket etmeliyim? nereye koymalıyım? ; kantip yahut kanettip: nasıl, ne suretle?
kantala I, f. tahtakurusu.
kantala- II, kızarmak, morarma (mes. kamçı ile vurmaktan vücudun kızarması) .
kantıraban, kon. = kontrabanda.
kantirabançı, kon. = kontrabandist.
kantırak, kon. = kontrakt.
kanton, r. tar. bir idarî birliktir.
kantonduk, tar. “kanton”a mensûp; kantonduk komitet: “kanton komitesi.”
kap I, 1. kap hecesiyle başlıyan sözlere takviye için katılır; kapkara: simsiyah; kap kaydağı: Allah bilsin neredeki, Allah bilsin nasılr; kap karanğı: zifiri karanlık; kap kaçankı: çoktanki; çoktan geçen; 2. bazan kap hecesi başka türlü hecelerle başlıyan sözlerin önüne de katılır, bk. meselâ, kaporto.
kap II, f. esef, hayret, tekdir, tehdit ifade eden nidadır; kap seni: vay seni, ben sana gösteririm, nah sana, kap, ketkenin karaçı: baksana, aksi gibi gidivermiş; kap saa kılbasam: senin hakkından gelmezsem, ben, ben olmayayım. işte senin hakkından geliyorum; kap kap! : vay, vay! Allah mustahakkını versin!
kap III, 1. yanlarında iki tane kulağı olan geniş çuval (karş. zumbal) ; 2. kutu; zar; kın; kiteb kabı: kitap çantası; eyerdinğ kabı: eğer örtüsü; çaynek kap: çaydanlık torbası; kaşık kap: kaşık kesesi; piyala kap: fincan kesesi; tize kap: dizlik (kocakarıların kışın giydikleri diz örtüsü) ; cürögü ketti kabınan folk. : yüreği oynadı.
kap- IV (girundifi kaap’tır) kapmak, elle yakalamak, ağza almak, dişlemek; it kaptı: köpek ısırdı.
kapa, f. 1. sıkıntılı; boğucu; üydünğ içi kapa eken: evin içi sıkıntılı imiş; 2. keder, can sıkıntısı, kederli, müteesir; kapa aç yahut kapa caz- : eğlenmek; keder dağıtmak; kapası cok, könğülü şat: kederi yok, gönlü hoş.
kapak= kabak II.
kapal, keder; tasa; kapalınğ tartıp: senin hasretini çekerek, seni özliyerek.
kapar, suur; kabarımda cok: aklımda değil, düşünmedim, tasavvur bile etmedim, aklımdan bile geçmedi; tük kabar kılbayt: hiçbir şey hakkında düşünmüyor, meşgul olmuyor, ehemmiyet vermiyor; eçtemeden kabarı cok uktap catat: hiçbir şeyden haberi yok rahat rahat uyuyor.
kaparsız, gafil; gamsız; kaparsız catat: hiçbir şey hakkında düşünmüyor; aklına bile gelmiyor.
kapas, f. kafes (kuşlar için) .
kapçaç= kep çaç (bk. kep II) .
kapçığay, argidal, boğaz, dağ geçidi; dağ yolu; dar ve uzun dağ deresi.
kapçığayluu, dereli, boğazlı, geçitli (dağ) ; derelerle dolu olan.