YER KATLARI (Nefs mertebeleri)
-
Nefs-i emmare
-
Nefs-i levvame
-
Nefs-i mülheme
-
Nefs-i mutmainne
-
Nefs-i raziye
-
Nefs-i merziye
-
Nefs-i safiye
1- Nefs-i emmare sahibi insanlar helâl-haram demeden yalnız kendi menfaatlerini düşünürler. İman sahibi değildirler. İblis’le kol kola yaşadıkları için dünyada mutlu görünseler bile, iç huzurları yoktur. En büyük istekleri dünya sevgisi ve muhabbetidir. Bunlar yırtıcı hayvan sıfatlıdırlar. Dünya muhabbetini gönülden çıkarmanın en önemli çaresi ‘sekerât-ül mevt’i yani ölüm sırasındaki can çekişmesi hâlini hatırlamaktır. Mezarları ziyaret etmek bu hâli hatırlamak için faydalı olur. Peygamber efendimiz, “Ya ebû Hureyre, ölmeden evvel, dünya muhabbetini gönlünden çıkar at, gönlünü arındır. Dünya seni terk etmeden, sen dünyayı terk eyle. Bunun ecri ve sevabı çok büyüktür.” buyurmuşlardır.
2- Nefs-i levvame sahipleri iman ehli oldukları için, kötü bir iş işlediklerinde, nefslerini levm ederler, yani kınarlar. Bunlar yaptıkları kötü işlerinde pişmanlık duymalarına rağmen, hata yapmaktan da geri kalmazlar. Böyleleri dinî konularda kürsüdeki hatibi dinlerken hüngür hüngür ağlarken, davulun önünde de şıkır şıkır oynarlar. İbadet ve zikirlerine devam ederlerse bu hâllerinden kısa zamanda kurtulabilirler. Bunlar eti yenmeyen hayvan sıfatlıdırlar. Âyette “(Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba çekileceksiniz.)” (Kıyamet Suresi 75-2) buyuruluyor.
3- Nefs-i mülheme sahipleri nefs-i levvame sahiplerine oranla daha üstündürler. Çünkü ilhamlara mazhar olmuşlardır. Fakat ilhamlar nefsten de gelebilir, ruhtan da gelebilir. Kişinin ilhamının hangi taraftan geldiğine dikkat etmesi gerekir. Gelen her türlü ilhamın mutlaka Kur’ân-ı Kerîm’le tasdik edilmesi gereklidir. Yoksa İblis süslü gösterdiği ilhamlarla bizleri saptırabilir. Aşk, şevk ve muhabbet bu mertebede sâlikte zuhur eder. Nefsten gelen ilhamlar kişide vesvese, kuruntu, vehim ve huzursuzluk yaratır. Ruhtan gelen ilhamlar ise kişinin kalbinde huzur, aşk yaratır, sohbetlere fazla istek duyar. Rahmanî ve melekî olan bu ilhamlar kişide zevk yaratır. Bunlar eti yenen hayvan sıfatlıdırlar.
4- Nefs-i mutmainne sahiplerinin ise içi ve dışı temizlenmiştir. Şüphelerinden eser kalmamış, tamamen itminan (tatmin olmuş) olmuş bir nefse sahiptirler. Ölmeden evvel ölüp melekleştiği için vahdet âlemine ayak basmıştır. Bu kişileri Cenab-ı Hak sâbikûn zümresine dâhil etmiştir. Bunlar dünyaya itibar etmedikleri gibi âhirete de itibar edip güvenmezler. Henüz hayatta iken nefsinin kötülüklerinden kendilerini temizlerler. Dünya ve âhiret muhabbetinden vaz geçip, Hak ve hakikat sohbetleriyle Hak’ta beka bulmuşlardır. Bir âyet-i kerimede “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” (Rad Suresi 13-28) buyurulmaktadır. Yine "Ey huzur içinde olan nefis!" "Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!" "(İyi) kullarımın arasına gir." "Cennetime gir." (Fecr Suresi 89-27.28.29.30) âyetiyle de mutmain olmuş nefs sahiplerine hitap edilmektedir. 89.28************* Âyetlerdeki hitaplara dikkat edilirse sadece “mutmain olmuş nefs” sahiplerinedir. Nefsanî haz duyduğu şeylerden fâni olan ariflerin, ‘gir cennetime’ ifadesinden Cenab-ı Hakk’ın zatına ve hakikatine vâkıf oldukları anlaşılır. Hak’la bâki olarak Cemâlullah’ı yani Allah’ın cemâlini seyrederler. Kaderin tecellîlerinden şikâyet etmezler, çünkü rıza göstermişlerdir.
5- Nefs-i raziye sahipleri Allah’tan gelen her türlü elem, keder, acı, ızdırap, musibet ve belalara razı olanlardır. Cenab-ı Hak kulundan razı olduğu için kulun sıfatlarından mutmain kemalât tecellîlerini zuhura getirmektedir. Muhammedî olarak Rahman sıfatlarını giymiştir. Maide Suresinin 119. âyetinde “…Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” (5-119) buyurulmaktadır.
6- Nefs-i merziyede Allahü Teâlâ kulundan razı olur. Nefs-i raziyede kul Allah’tan razı idi. Bu nefs makamında da daimî zikire geçmiş zatının, bütün mertebelerdeki tecellîlerini farkıyla görüp bu zevkle zevkiyâb olunur. Nefs-i merziye sahipleri ‘ârif-i billah’tırlar ve sırlara vâkıftırlar. Âyette “…Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır...” (Beyyine Suresi 98-8) buyrulur.
7- Nefs-i safiye mertebesine nefs-i kâmile de denir. Nefs, ikiliklerden kurtulmuş, saf ve temiz olarak birliğe ermiştir. Halk yüzünün Hak yüzüne tebdilinin yedinci ve son demidir.
Yer katları ikilik olan nefs mertebeleridir. Bu yüzden marifetullah yolunda mutlaka nefs terbiyesi yapılmalıdır. Sülûkta ancak nefsin ikiliklerinden kurtulan sâlikler gök katları olan ‘kavseyn’ mertebesine gelebilirler. Nefsin ikiliğinden kurtulamayanlar gök katlarına ayak basamazlar. Âyette “…ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems Suresi 91-9) buyuruluyor.
GÖK KATLARI (Ruh mertebeleri)
-
Tevhid-i efâl
-
Tevhid-i sıfât
-
Tevhid-i zât
-
Makam-ı cem
5- Hazretü’l-cem
6- Cem’ül-cem
7- Ahadiyetü’l-cem
1- Tevhid-i efâl: Bütün fiilerin yaratıcısının ve işleyicisinin, fâilinin Allah olduğunu bilmektir.
2- Tevhid-i sıfât: Sıfât-ı sübutînin (Hayat, ilim, irade, duymak, görmek, kelam, kudret ve tekvin) sahibinin Allah olduğunu bilmektir.
3- Tevhid-i zât: Allah “vâcib-ül vücud”dur. Allah’ın vücudu ile mevcud, sıfatlarıyla muhit, esmâsı ile malûm, fiilleriyle zahir, âsârıyla görünen olduğunu idrak etmektir.
4- Makam-ı cem: Hakk’ın zahir, halkın bâtın olduğunun idrakıdır.
5- Hazretü’l-cem: Hakk’ın bâtın, halkın zahir olduğunun idrakıdır. Hak Teâlâ Muhammedîliğini bütün varlıklardan zuhura getirmiştir.
6- Cem’ül-cem: Tenzih ve teşbihin tevhid edildiği, kalp sahiblerinin yeridir.
7- Ahadiyetü’l-cem: Makam-ı Mahmud da denilir. Yalnız ve yalnız Peygamber efendimize ait olan bir makamdır.
Anlaşıldığı gibi yer ve gök katları yeryüzünün altında ve üstündeki yedişer kat değildir. Dünyamız sonsuz bir uzay boşluğunda, küçücük bir gezegendir. Dünyamızın üstünde ve altında boşluk olduğu için yer ve gök katları ifadeleri izafidir. Zan ve hayalden ibarettir. Cenab-ı Hak bizleri Hak ve hakikati idrak eden kullarından eylesin. Âmin.
YİRMİSEKİZ PEYGAMBERİN HİKMETLERİ
ÂDEM (a.s.)
Safiyullah’tır. Allah’ın saf ve temiz kulu demektir. Cenab-ı Hakk’ın bütün âlemi ruhsuz bir ceset hâlinde yarattığında, buna varlığı olmayan ‘adem’ (sapkasız adem) ismi verildi. Hakk’ın zat tecellî âleminden gelen nur, bu ruhsuz varlıklardaki aynalarda fiilleriyle tecellî edince, aynaların cila ve ruhuna ‘âdem’ (şapkalı âdem) denildi. Cenab-ı Hakk’ın kendi aslını bu aynalarda kemalât fiilleriyle görmek ve sırrını açıklamak için, âdemde açığa çıkıp, “Âdem” adıyla insanları irşad etmeye başladı. Bir âyeti-kerimede “…alleme âdemel esmâe…” “Allah, Âdem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti…”(Bakara Suresi 2-31) buyrulmaktadır. Kendisine 10 suhuf (sayfalar, ilâhî risale) verilmiştir. Bir kişi de zahir ve bâtın beşerden on duygu sahifelerini lâyıkıyla okuyabilirse o kişi âdemiyyetini kazandığı için ona da on suhuf verilmiş olur.
ŞİT (a.s.)
Hibetullah’tır. Zatın sıfatlarından tecellîsi O’nun hediyesi olduğunu gösterir. Âdem’in oğlu Habil’in ölümünden sonra Cenab-ı Hak’tan Âdem (a.s.) bir ihsan diledi. Cenab-ı Hak da ona bir hediye olarak Şit (a.s.)’i ihsan etti. Kendine 50 suhuf verdi. Zatın sıfatlarından görünmesi, Hakk’ın vergisi ve lütfu değil midir? Kişi beş sıfatı olan iki kulak, iki göz bir dille, zahir ve bâtın beşerden on duygusu ile 50 tecellî sahifelerini zevk edebilirse o kişi mutmain olarak kemalât sıfatlarına sahip olmuş olur. Nitekim tevhidin beşinci mertebesinde tecellîlerin zevki Şit (a.s.) hâlidir.
İDRİS (a.s.)
Allah’ın ‘Kuddüs’ ismine aynadır. Allah’ın kusursuz ve temizlenmiş kulu anlamındadır. Nefsini terbiye ederek, ruhanî varlığını cismanî varlığına galip getiren, kusursuz biriydi. İlk yazıyı yazan ve nefs temizliğini ilk başarandı. Bir âyet-i kerimede “Kitap’ta İdris'i de an. Şüphesiz o, doğru sözlü bir kimse, bir nebî idi.” (Meryem Suresi 19-56) buyruluyor. Kendisine 30 suhuf verildi. İlk elbise dikendir. Hakk’ın bütün sıfatlarındaki tecellîleri zevk eden bir mazharın istidat ve kabiliyetine uygun elbise biçmesidir.
NUH (a.s.)
Necibullah’tır. Tevhid gemisi ile insanları kurtuluşa ve selâmete çıkaran demektir. Cenab-ı Hakk’ı çok zikretmesi nedeniyle, hidayet ve kurtuluşa erdiren ikinci atamız olan Nuh ismiyle adlandırılmıştır. Manevi nefsin afetlerinden tevhid gemisiyle inananları gayriyet tufanından kurtaran manevi atamız insan-ı kâmilimiz olmaktadır.
HUD (a.s.)
Ehadullah’tır. Allah’ın ‘tek’liğini idrak eden demektir. Araf Suresinin 65. âyetinde “Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u peygamber olarak gönderdik. Onlara, ‘Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’ dedi.” (Araf Suresi 7-65)
buyuruluyor. Her mazhardan Rabbini müşahede etmesi ve efâli ile tevhid etmesi bu isimle anılmasına vesile olmuştur. Allah’ın dostları Cenab-ı Hakk’ın zatından sıfatına, sıfatından esma alarak fiilleriyle zahirde görünmesini tevhid yaparak, Hakk’ın halk suretinden görünmesini zevk ederler.
SALİH (a.s.)
Fethullah’tır. Allah’ın fetheden kulu anlamındadır. Nefsini, kalbini ve ruhunu fethederek temize çıkmasından bu isimle anılmıştır. Araf suresi âyet 73 “Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur…’” (7-73) buyuruldu. Selâmete çıkanlar zaten saf ve temizdirler. Kul lekeli Hak ise temizdir.
İBRAHİM (a.s.)
Halilullah’tır. Allah’ın dostu demektir. Kemalât fiilleriyle açığa çıkması ve İbrahim (a.s.)’in Cenab-ı Hakk’a şiddet ve ifrat derecesinde heyman aşkıyla sevmesi, O’nun dostu olmasına vesile olmuştur. Bakara suresi âyet 124 “…Rabbi şöyle buyurmuştu: ‘Ben seni insanlara önder yapacağım.’…” (2-124) Kendisine 10 suhuf verilmiştir. Aynı zamanda “tevhid babası” olarak da ifade edilir. Zira âdemiyyetini bulanlar yeryüzünün halifeleridir. Kendi vücut ülkesinde beş zahir, beş bâtın duygusunu lâyıkıyle kullananlar hem 10 sahifeyi okuyanlar, hem de Cenab-ı Hakk’a dost olanlardır.
İSMAİL (a.s.)
Âlîyullah’tır. Allah’ın yüceliğine nâil olmuş demektir. Hazreti Muhammed’in ruhanîyetini taşımasından mütevellit O’nun yüceliği ile isimlendirilmiştir. İbrahim (a.s.)’in ikinci eşi Hacer validemizden doğduğu için, Hazreti Muhammed’in ruhanîyeti onda görülmüştür. Malûmunuz, İbrahim (a.s.)’ın birinci eşi Sare validemizdir. Bu zahir ilimlerin remzettiği bir mânâdır. Çocuğu olmamıştır. İlme’l-yakînlik bir kişide ilham zuhur ettirmez. İkinci eşi Hacer validemiz ise Mısır kralı tarafından verilen bir hediyedir. Yani kalbin tecellîsinin mahsulü, kemal sıfatların İsmail (a.s.) olarak zuhurudur. En’am suresi âyet 86 “İsmail'i, Elyasa'ı, Yûnus'u ve Lût'u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık.” (6-86) buyurulmuştur.
İSHAK (a.s.)
Hakkullah’tır. Fizik bedende her aza ve organının Allah’ın tecellîsi olduğunu bilmektir. Vücud-u unsurîyenin her bir tecellîsi Hakk’ın zuhuru olması nedeniyle bu ismi almıştır. İbrahim (a.s.)’in oğludur. Sare validemiz ikinci eşi Hacer validemizle evlenip İsmail (a.s.) doğmadan İshak (a.s.)’ı doğurmadı. Zira vücut ülkesinde ilme’l- yakînlîk ayne’l-yakînliğe dönüşmeden ilhamlar zuhur etmez. Süflî olan nefsin mutmain nefse dönüşmeden ilhamların zuhur etmeyeceği gibi.
LÛT (a.s.)
Melikullah’tır. Allah’ın idarecisi, padişahı demektir. Vücut ülkesindeki kavimlerin hayvanî arzularına şiddetli bağlı olmaları karşısında, Allah’ın ona yardım ederek nefsinin kötü istek ve arzularının helâk olmasıdır. Ölmeden evvel öldükten sonra Cenab-ı Hakk’ın kemalât sıfatlarını her varlıkta seyretmek, kendisinin her varlıktaki tecellîlerinin yaratıcısı olduğunu seyretmesidir.
YAKUB (a.s.)
Dinullah’tır. Allah’a boyun eğme ve teslimiyettir. Allah katında din İslâmiyettir. Allah’ın zatına inanır ve teslim olur. Zatını düşünmez. Sıfatlarıyla da, nebisinin emirleri doğrultusunda zatından sıfatlarına, sıfatlarından da fiilleriyle varlıkların yaşam biçimi olan İslâm dini Yakub esmasıyle zuhura gelmiştir. İnsan vücudunda kalp nasıl komutansa, insanın suret yönüyle “ten Yakub’u” , siret yönüyle “kalp Yakub’u” demekle onun taşıdığı mânâyı ifade ederiz.
YUSUF (a.s.)
Nurullah’tır. Allah’ın nuru demektir. Canı demektir. Melekût âlemi olan hayal âlemindeki hakikatlari keşfederek, rüya tabirini ilk yapan olduğu için bu isimle anılmıştır. Bir insanın özü Yusuf olduğu için, Yusuf suresindeki on bir yıldız ve ay ve güneşin yani sıfat yıdızlarının, ay kalbinin ve güneş olan ruhunun O’na secde ettiklerini görüyoruz.
EYYÜB (a.s.)
Gaybullah’tır. Allah’ın gayb âleminden gelen ibtilâlarına sabreden kul demektir. Kendine verilen illet ve marazlara uzun müddet sabretmesi ve Allah’ın lütfuna mazhar olarak sıhhat bulmasıdır. Bir kişi meratib-i ilâhiyede kâmil mazharından Cenab-ı Hakk’a nasıl söz verdiyse öylece meratibin sonuna kadar sabrederek bu yolda dâim olursa Cenab-ı Hak ona Eyyüb (a.s.)’ün mükâfatını ihsan eder.
ÜZEYİR (a.s.)
Kudretullah tır. Allah’ın kudreti demektir. Daha evvel kendine nisbet ettiği varlığın Cenab-ı Hakk’ın varlığı ile nasıl yıkıldığını, Hakk’ın dâimî varlığı ile bekalığında nasıl dirildiğini kader sırrı ile şahid olmasından bu ismi almıştır. Bakara Suresinin 259. âyetinde anlatılanlara şahid olan Üzeyir (a.s.)’dir. (2-259)
ŞUAYİB (a.s.)
Reşidullah’tır. Allah’ın irşadcısı demektir. Kalbini zahir ve bâtın yönüyle kemalâta getirmiş, bütün vücud ülkesindeki kavmini irşad eden insan-ı kâmil demektir.
DAVUD (a.s.)
Adillullah’tır. Allah’ın adaletli kulu demektir. Kur’ân-ı Kerîm’deki “…Allah, ona hükümdarlık ve hikmet verdi” (Bakara Suresi 2-251) ve “Biz Davud'un mülkünü güçlendirdik, ona hikmet ve hakla batılı ayıran söz (hüküm verme) yeteneği verdik.” (Sad Suresi 38-20) âyetleriyle kendisine hem peygamberlik, hem de hükümdarlık verilmiştir.
SÜLEYMAN (a.s.)
Ganiyullah’tır. Allah’ın zengin kulu demektir. Cenab-ı Hakk’ın zahir ve bâtın zenginliğine sahip olmuştur. Zat ve sıfatlarından umumî ve hususî rahmetine mazhar olduğu için bu isim verilmiştir. Bir sâlik de fenafillah olup bekabillah olduğunda kalb sahibi olmasıyla vücut ülkesinde ten ve kalp Süleymanlığını kazanmış olur. Zahir ve bâtın bütün tecellîlerin sahibini bilir ve zevk eder.
YUNUS (a.s.)
Naciyullah’tır. Allah’ın kurtuluşa erdirdiği demektir. Nefsi ile daima mücadele ederek kurtuluş yolunun simgesi olmuştur. Yunus(a.s)’un bu mücadelesi (Saffat Suresi 37/139-148) Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılır. “…Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.” (Kalem Suresi 68-48) Bir sâlik de mürşid-i kâmile gelerek Yunus (a.s.) gibi, balığın karnındaki tahsilinden sonra nisbiyetlerinden kurtulursa selâmete kavuşur, Yunus olur, kurtuluşa erer.
İLYAS (a.s.)
Bekabillah’tır. Allah’la bâki olma demektir. Beşeriyet suretiyle insanlara, ruhanîyet suretiyle meleklere dostluk ettiğinden bu hikmetli isim ile anılmıştır. İnsanlığını bulanlarda zahirde halk, bâtında Hak olarak, hem fiziksel bedene sahib hem de siret olan lâtif vücuda sahibidir.
LOKMAN (a.s.)
Şifaullah’tır. Allah’ın şifası demektir. Eşyanın hakikatini bildirerek, zahir ve bâtın bütün hastalıkların şifasını verme mazharı olarak Cenab-ı Hakk’ın bu ihsan hikmetine binaen bu isim verilmiştir. Kemalâta sahib olan insan-ı kâmiller hem zahir hem bâtın Lokman oldukları için şifa dağıtmaktadırlar.
HARUN (a.s.)
İmamullah’tır. Allah’ın imamı demektir. Hem Allah tarafından hem de kardeşi Musa tarafından zahir ve bâtın imam tayin edilerek, zahir ve bâtında imamlığı birleştirmiştir. Musa zahirimizi, Harun bâtınımızı remzettiği için bu vücudun imamı ruh olan siretimizi remzeder. Velayet sahibi irşad edemez, nübüvvet sahibi irşad eder. Onun için Musa’nın kavmine sahib olamadı. Harun velayet sahibiydi.
MUSA (a.s.)
Kelimetullah’tır. Allah’ın kelimesi demektir. Musa zahir ilminin temsilcisi, Hızır bâtın ledün ilminin temsilcisidir. Kesret âleminde bütün mevzular Musa ile anılır. İrşada talib olanlara Musa dendiği gibi, tasavvufta yücelen kalb sahiblerine de “kalb Musa’sı” denilir.
ZEKERİYYA (a.s.)
Vârisullah’tır. Allah’ın kudret ve tasarrufu demektir. Cenab-ı Hakk’ın kudret ve tasarrufuna sahib olduğu için bu isimle anılmaktadır. Hem rahmet hem de azab ile imtihan edilmiştir. Testere ile ağaç içinde şehid edilmek suretiyle belaya sabır ve tahammül göstermiştir. Zekeriyyanın testere ile ağaç içinde kesilmesi bu beden ağacının içinde fena ve beka zevkleriyle sabrederek yücelmesi demektir.
YAHYA (a.s.)
Celallullah’tır. Allah’ın celal yüzüne mazhar demektir. Cenab-ı Hakk’ın vahdaniyetindeki celal sıfatı galebe gelmesinden bu isim verilmiştir. Yahya (a.s.)ile İsa (a.s.) aynı zamanda yaşamışlardır. Bir gün karşılaştıklarında, Yahya (a.s.) İsa (a.s.)’ya “Sen ne kadar neşelisin. Allah’ın gadabından emin mi oldun?” demiş. İsa (a.s.) da, “Sen de ne kadar üzgünsün. Allah’ın rahmetinden ümidini mi kestin?” demiş. İşte Yahya canı remzettiği için, her varlıkta tecellî ettiği hâlde esması söylenmez. Onun için üzgündür. İsa (a.s.) ruhullah olduğu için tecellî ettiği yerde esma alır. Onun için o da esmasıyla anılmasından mutludur.
İSA (a.s.)
Ruhullah’tır. Allah’ın ruhu demektir. Cebrail vasıtasıyla Meryem’e üfürülen “nefahtu âyetinin” kemalât sırrının açığa çıkmasıdır.
MUHAMMED (s.a.v.)
Habibullah’tır. Allah’ın sevgilisi demektir. Hazreti Muhammed ayni zamanda ‘ferdiullah’tır. Bir hadîs-i kudsîde “Levlâke levlâke Lema halaktü’l eflâk” “Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben âlemi yaratmazdım” buyurulmuştur. İlk yaratılan nurun, ruhun, aklın ve kalemin Hazreti Muhammed’de başlaması ve yine nübüvvetin O’nda sona ermesinden bu isim verilmiştir. Zira Allah’ın ilk tecellîsi O’nda başlamış sonunda bütün kemalât O’nda zirvede görünmüştür. Anlaşıldığı gibi, cemadattaki, nebatâttaki, hayvanattaki ve insanlardaki nur, ruh, akıl ve kalemin Resulullahın tafsilat-ı Muhammedî aynasından görüldüğü anlaşılmış oluyor. Nuru, ruhu, aklı ve kalemiyle Muhammed, sonunda bütün kulluk mertebesinde tafsilat-ı Muhammedîyesiyle de Muhammed olduğu görülmektedir.
Cenab-ı Hak bu isimleri bizzat vermiş ve 28 meratib-i ilahîye mertebelerinde görevlendirilmiştir.
Cenab-ı Allah bu peygamberlere verilen isimlerle onların tevhid mertebelerindeki yerlerinde, gök katları olan ruh tecellîlerinin zevkine erdirsin.
DUA
Bismillahirrahmanirrahim.
İnsanları nurundan meydana getiren Allah’a hamd olsun.
Allah’ın nurlarını bizlere Rahmân sıfatıyla yansıtan, insanların ve kâinatın efendisi Hazreti Muhammed (s.a.v) ve ehl-i beytine salât u selam olsun.
Zatından sıfatlarına, sıfatlarından esma alarak fiilleriyle âsârını bütün varlıklarda gösteren Cenab-ı Allah’a ibadet ederim.
Bütün varlıklarda tecellînle zatının ilanını idrak ederek vücudumdan fâni olayım Allah’ım.
Bütün varlıklarda tecellînle zatının ilanını idrak ederek vücudunla mevcud olayım Allah’ım.
Bütün varlıklarda tecellîsiyle zatını ilanını idrakten sonra ne kendime, ne de varlıklara vücud vermekten sana sığınırım Allah’ım.
Varlıklardaki sübutî sıfatlarınla sıfatlanarak Sen’de Sen olmayı isterim Allah’ım.
İnsanların çoğu bu tecellî zuhurundan gafil, beni onlardan etme, seni her mertebede idrakle cemalini göreyim Allah’ım.
Mutlak zatın olan hüviyyetindeki zatına hayran olayım Allah’ım.
Daimî hayatın ayn’ı zatta Hayy makamında daimî hayat isterim Allah’ım.
Ayn’ı zatta zatının kemalât makamındaki hakikî saltanatından beni ayrı bırakma Allah’ım.
İhtiyaçtan münezzeh olan zatın gibi beni de ihtiyaçsız tecellînle donat Allah’ım.
Allah’ın güzel isimleri hürmetine ve Hazreti Muhammed hürmetine bu fakir, kemter kulunun dualarını da kabul eyle Allah’ım.
ÂMİN
Dostları ilə paylaş: |