Ab-i hayattan damlalar



Yüklə 0,67 Mb.
səhifə6/9
tarix30.11.2017
ölçüsü0,67 Mb.
#33407
1   2   3   4   5   6   7   8   9

BAKARA SURESİ ÂYET 1

“Elif Lâm Mîm.” (2-1)


Elif: Allah’ın zatını remzetmektedir. Mukayyet olan bu Âdem ve âlemde bütün varlıklarda, zatının zerreden kürreye kadar tecellîsinin ispatıdır. Bütün varlıklar O’nunla vardırlar, Allah’ın zatı bu varlıklarla var değildir.

Lâm: İki eliften meydana gelen bu harf, biri sıfat, biri de esmayı remzetmesi nedeniyle zatın sıfatlardan tecellîsiyle esma almasından ibarettir. Rububiyet mertebesine tecellîsiyle sıfatlara bürünen Cenab-ı Hak, her bir ismiyle latif sıfatlarıyla görünmeye ve anılmaya başlamıştır.

Mim: Hakikat-i Muhammediye elbisesiyle bütün varlıklarda fâilliğiyle zuhura gelmesidir.

Cenab-ı Hakk’ın, ‘elif’ olan zatının, ‘lâm’ olan sıfat ve esmalarıyla ‘mim’ olan tafsilât-ı Muhammediyeden zuhurunu tam olarak idrak ve zevk eden insan-ı kâmil, şüphe götürmeyen canlı bir kitaptır. Kim bu üç tecellî sırrını kendinde zevk ediyorsa işte o, okunması gereken canlı Kur’ân olan Furkan’dır. Bir hadîs-i şerifte “Kur’ân ve insan ikiz kardeştir.” buyurulmuştur. İster pozitif ilimle satırlarda yazılı Kur’ânı okuyunuz, isterse vehbi ilimle ‘insan’ı okuyunuz aynıdır. Âyette “Ikra kitâbek, kefâ binefsikel yevme aleyke hasîbâ.”


“ ‘Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’ …” (İsra Suresi 17-14) buyurulmuyor mu?
ARAF SURESİ ÂYET 1

“Elif Lâm Mîm Sâd.” (7-1)




Elif Lâm Mim: (izah edildi.)

Sâd: Zahirde ve bâtında bütün varlıkların suret-i Muhammediyesinden Hakk’ı görmek, bütün varlıkların O’na sıddıkiyetle teslimiyetini görmektir. İnsana “Allah nerededir?” diye sorsanız vücudunda elini göğsünün üzerine koyarak O’nun göğsünde olduğunu işaret eder. “Sadrımda hep O var.” ifadesi “Kalbimde yalnız Hakk’ın tefekkürü var.” demektir. Çünkü bedene ait yüzüne ‘sadır’, Hakk’a ait yüzüne ‘kalp’ veya ‘fuâd’ denir. Cenab-ı Hakk’ın üç tecellîsi ‘Elif’, ‘Lâm’ ve ‘Mîm’’, senin sadrına, yani kalbine indirilen bir kitaptır. Bir hadîs-i kudsîde “Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım. Müminin kalbi Allah’ın arşıdır,” buyurulmuştur. Müminin kalbine sığma bir tecellî-i ilâhiyedir. Yani kulun, idrakıyla, “zatının sıfatlarından esma alarak fiileriyle o mazharın istidat ve kabiliyeti nisbetinde zuhura gelişini görmesi” bu kitabı okuması demektir.
YUNUS SURESİ ÂYET 1

“Elif, Lâm, Râ. Bunlar hikmet dolu Kitab'ın âyetleridir.” (10-1)


Râ: Cenab-ı Allah’ın rahmet-i ilâhiyesini remzetmektedir. Malûmunuz Allah’ın iki rahmeti vardır. Bunların birisi umumî olan ‘Rahmaniyet rahmeti’, diğeri de özel olan ‘Rahimiyet rahmeti’dir. Zerreden kürreye kadar bütün yarattıkları yani hakikat-ı Muhammedîyenin sıfatları olan tafsilât-ı Muhammedîye, Allah’ın bu iki rahmetine muhtaçtırlar. Sâbit sıfatlarda zuhur eden tecellîler, hikmet sahibi olan kitabın âyetleridir. İşte bu harf hikmetleriyle dolu olan kitabın âyetlerini zahir ve bâtın yüzüyle okumak lâzımdır.
MERYEM SURESİ ÂYET 1

“Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd.” (19-1)


Kâf: Kâfi ismiyle, her varlıktaki kemalât tecellîlerinin zuhurudur. Her sıfatta zatının vechini sergilemesidir.

Hâ: Hadi esmasının karşılığı olan hidayet edici, irşad ve terbiyesini en üstün bir biçimde uygulayandır.

Yâ: Nida’dır.

Ayn: Âlim esmasının tecellîsi olan insan-ı kâmildeki idraktır.

Sâd: Sadık olan kişinin sadrında Hak’tan başkasının olmaması, dâima O’nunla olmasıdır. Bir kişi hâl lisaniyle istidadının gereği niyâzda bulunsa, onun duası kabul olur. Zira bu harflerin sahibi Cenab-ı Hak, hâcetleri, ihtiyaçları giderendir.
TAHA SURESİ ÂYET 1

“Tâ Hâ.” (20-1)


Tâ: Tahir, temiz ve pak olan Cenab-ı Hakk’ın Âdem’de ve âlemde tecellîlerinin en üstün bir biçimde zuhuru demektir.

Hâ: Hidayet edici olan Rabbimin, zatından sıfatına, sıfatından da esma alarak fiilleriyle her mazharın istidat ve kabiliyeti nisbetinde zuhurunu göstermesidir. İnsan, bu iki harfin sırrına mazhardır.
ŞUARA SURESİ ÂYET 1

“Tâ Sîn Mîm.” (26-1)



Tâ: Tahir pak ve temiz demektir.

Sîn: Selam isminin müsemması olarak selâmete çıkmış insan-ı kâmil anlamında olup “Sen Cenab-ı Hakk’ın pak ve temiz, canlı Kur’ân-ı mübînisin” demektir.

Mîm: Her şeyi ihata eden mevcudî Muhammedîyedir.

NEML SURESİ ÂYET 1

“Tâ-Sîn. Bunlar Kur'an'ın, apaçık bir kitabın âyetleridir.” (27-1)



Tâ: Tahir yani pak ve temiz olan, sin sahibi insan-ı kâmil, sıfatlar âleminde canlı Furkan olarak okunandır. Sen, harfleriyle gizli olan şeyin zahir olan apaçık bir kitabısın. Yani kitab-ı mübînsin.

YASİN SURESİ ÂYET 1

“Yâ Sîn.” (36-1)


Yâ: Nidâ’dır.

Sîn: Selâmete çıkmış insan-ı kâmil demektir. Ey sin sahibi olan insan-ı kâmil, sen hikmetlerle dolu bir Kur’ân’sın demektir.


MÜMİN SURESİ ÂYET 1

“Hâ Mîm.” (40-1)


Hâ: Hakikattir.

Mîm: Muhammed’dir.

Muhammed yüzünden görünen hakikatın ta kendisidir. Özde Hak olan, halk mertebesinde Muhammed adını almıştır. Aslında Muhammed’in özü Hak’tır. İşte, canlı Kur’ân olan Muhammed sıfat olarak halk mertebesinde göründüğü için, ona furkan kitabı denilir.


ŞURA SURESİ ÂYET 1-2

“Hâ Mîm.” “Ayn Sîn Kâf” (42-1,2)


Hâ: Hak,

Mîm: Muhammed,

Ayn: Kemalât ehlindeki hakikat idrakı,

Sîn: İnsan-ı kâmil,

Kâf: Kemalât tecellîsi. Zahir halk, bâtın Hak olan Muhammed’in zuhuruyla kalbinde selâmete çıkan demektir.
ZUHRUF SURESİ ÂYET 1-2

“Hâ Mîm” “Apaçık Kitab'a andolsun ki…” (43-1,2)


Vücudun evveli olan Hakk’a ve âhiri olan Muhammed’e yemin edilmektedir. Çünkü Allah’ın zatından sıfatlarına, sıfatlarından esma alarak halk mertebesinde Muhammed olarak zuhura gelmesi, Cenab-ı Hakk’ın zatından kulluğuna kadar tecellî boyutlarındaki zuhurudur. Yani kendisinin isbatına yemin etmektedir.
KAF SURESİ ÂYET 1

“Kâf. Şerefli Kur'ân'a andolsun ki…” (50-1)


Bütün kâinatin yekûnunu ihata edici arş-ı ilahîden ibaret olan kalb-i Muhammedîyeyi remzetmektedir.
KALEM SURESİ ÂYET 1

“Nûn. Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki...” (68-1)


Sıfatlardaki Hakk’ın nurunun, insan-ı kâmil olan Cenab-ı Hakk’ın kalemi ile bizlerin kalb sahifelerine satır satır yazılmasıdır. İnsan-ı kâmiller sohbetleriyle bizlerin kalb sahifelerine, Hak ve hakikati yazmaktadırlar.

MÜRŞİD-İ KÂMİL KİMDİR?

Mürşid-i Kâmil, irşâd eden, doğru yolu gösteren, terbiye eden, insanları gafletten kurtaran, “El ulemayı veresetül enbiya” hadîs-i şerifi gereğince peygamber vârisi olan, “Elif, Lâm, Mim” sırlarını kendinde toplayan canlı bir kitaptır. Allahü Teâlâ ilmi ezeliyette onları seçmiştir.

Onlar her insan gibi bu âleme gelinceye kadar Cenab-ı Hakk’ın altı nüzul mertebelerini tamamlamış, esfel-i sâfilîn dediğimiz dünyadan bir mürşid-i kâmil vasıtasıyla insan-ı asliyelerini bularak uruc etmişlerdir. Onlar, “Summe radednâhu esfele sâfilîn.” “Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.” (Tin Suresi 95-5) âyetinde ‘aşağıların aşağısı’ olarak tarif edilen bu âlemde insan-ı asliyesini bulmak isteyenler için gönderilmiştir.

Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.” (Tin Suresi 95-6) âyetinde buyrulduğu gibi bu insanlar nefs âleminden yolculuğa çıkarak bir mürşid-i kâmilin eteğine yapışarak nefs-i emmârelerinin tahakkümünden yani nisbiyet ve şirklerinden kurtularak insan-ı asliyelerini öğrenerek kemalâta erişmişlerdir.

Kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında ihtiyarî olarak yok edip, Cenab-ı Hakk’ın kemalâtıyla tecellîlerini kendi varlıklarında zuhura getirdikleri için, onların mazharlarından bizzat bizleri Rabbil âlemîn irşad ve terbiye etmektedir. Bizzat Rabbil âlemin diyoruz, çünkü Fetih Suresinin 10. âyetinde şöyle buyurulur : “Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir…” (48-10)

İlm-i ezeliyette kendisine Mevlâ tarafından lütfedilen irşâd ve terbiye görevini toplumun içine inerek gerçekleştirir. İrşad ve terbiye ile onları nefs âleminden rûh âlemine veya kesâfet âleminden letâfet âlemine vuslat buldururlar. Kendileri daha evvel insan-ı kâmillerinden hangi terbiye metodlarıyla irşad oldularsa aynı metodlarla irşad görevlerini sürdürürler.

Bir âyette “Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl Suresi16-78) buyrulmuştur.

Bizler de daha evvel hiçbir şey bilmiyorduk. Manevî anamız olan mürşid-i kâmilimiz bizleri butûnundan irfâniyet ve kemalâtıyla çıkardı. Bu iraniyet ve kemalâtla kulaklarımız Hak ve hakîkati duymaya, gözlerimiz Hak ve hakîkati görmeye başladı. Kalblerimiz tefekkür ederek cehâlet zincirlerini kıran bir kalb hâline dönüştü. Bizlerin istidadında bu kemalât olmamış olsaydı, bizler ne mürşid-i kâmil mazharından bu tevhîd yoluna çağrılır ne de nefs âleminden rûh âlemine vuslat bulabilirdik. Bunun için ne kadar şükretsek azdır.

Peki, biz mürşid-i kâmili nasıl tanıyacağız? Mürşid-i kâmillerin üç belirtisi vardır:

1- Onların yüzüne baktığınız zaman Allah’ı hatırlarsınız. Çünkü onlar Allah’ı hatırlatıcıdırlar.

2- Hâllerinde ve sohbetlerinde çekicilik vardır. Kişileri sanki bir mıknatıs gibi çekerler.

3- Onların yanında iken her türlü sıkıntı ve üzüntülerinizin yok olduğunu görürsünüz.

Sohbetlerini dinleyenler sohbetlerinden hoşlanırlar, sıkılmazlar, sohbetin hiç bitmemesini arzularlar. Soru sorulduğunda tatmin edici cevaplar verirler. Alçakgönüllüdürler. Cebrail (a.s)’in, Hz. İsâ (a.s.)’yı Meryem validemize müjdelemeye geldiği zamanki tavrı nasılsa aynı tavırla sâliklere yaklaşmayı düstur edinmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm ahkâmı ve sünnet-i seniyyeden kat’iyen ayrılmazlar. Zahirde de ve bâtında da, ellerini, dillerini, evlerini, gönüllerini, imkânları nisbetinde açan cömert kişilerdir.

Onlar sâlikleri kendilerine bağlamazlar, râbıta yaptırmazlar. Hakk’a bağlar, Allah’a râbıta yaptırırlar. Kendilerindeki Rabbil âlemînin zikrini, fikrini, müşâhede ve yaşamını öğretirler. Böylece dünyada âhiretin mutluluğunu ve cennetini yaşarlar. İnsan Benim sırrım, Ben de onun sırrıyım” hadîs-i kudsîsi onları tarif eder. Cenab-ı Allah mürşid-i kâmil resmiyle tecellî etmektedir. Herkese bunların siretini görmek nasîb olmadığı için bazıları onun resmini görür, maalesef siretini göremez. Mürşid-i kâmil resminden Hakk’ı ancak Allah’ın nasîb ettikleri görebilir
NAMAZ RİSALESİ

İlk defa sabah namazını Âdem (a.s.) kılmıştır. Âdem (a.s.) cennetten dünyaya çıkarılınca dünyayı karanlık buldu. Sabah olup ortalık aydınlığa kavuşunca şükranî olarak iki rekât namaz kıldı. Bu kıldığı namazın bir rekâtı karanlıktan kurtulduğu içindi. Bir rekâtı da aydınlığa kavuştuğu içindi. Bugün biz de nefsimiz dünya isteklerinden ve cehâlet karanlığından kurtulduğu için bir rekât, fiillerin fâilinin Allah olduğunu idrak etmek suretiyle gönlümüzün aydınlığına kavuşmasından dolayı bir rekât olmak üzere toplam iki rekât namaz kılarız.

İnsan nefsinin tahakkümündeyken adeta gece karanlığında yaşar. Cehalet içindedir. Dünyaya geliş sebebini, sonunun ne olacağını, nereye gideceği bilmez. Dünyaya yemek, içmek, nefsani istekleri için geldiğini zanneder. Ne kendisinden ne de Rabbinden haberi yoktur. Hak mürşidine tâbi olunca, onun hidayetiyle kendisine nisbet ettiği fiil karanlığından kurtulmuş olur. Fiil şirkinden kurtulduğu için bir rekât, fiil aydınlığı olan fiillerin fâilinin Allah olduğunun idrâkına varınca da ikinci rekâtı kılmış olur. Burada bir kişinin aydınlığa çıkması fiil şirkinden kurtulması demektir. Hasan Fehmi Hazretleri şöyle buyuruyor:

Sabah namazına hazır olanlar

Onlardır efâli Hakk’a verenler

Fâil Hak’tır diye huzur ederler

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Bir insan sabah namazını kılabilmek için hazırlık yapmalıdır. Evvelâ uykudan uyanmalıdır. Zira uyuyan kişinin uykuda iken yaptığı ibadet geçerli değildir. Bu uyanma yalnız bedenin uyanması değildir. Aynı zamanda gönlünün de gaflet uykusundan uyanması lâzımdır. Çünkü bir kişi daha evvel cehâlet devri geçirmekte idi. Bu cehâlet ona göre gece karanlığı gibidir. Cenab-ı Allah, “Ben kulumun suret ve ameline bakmam, kalp ve niyetine bakarım.” buyuruyor. Peki, bir kişinin kalbi nasıl uyanır? Bizlere evvelâ mürşidimiz tarafından her nefes daimî zikir telkin edildi. Sâlik, mürşid-i kâmilden aldığı daimî zikirle her nefes Hak’la beraber olma idrâkına sâhib olduğunda gaflet uykusundan uyanmış olacaktır. Fiillerin fâilliğini de Allah’a nisbet ederek, efâl-i ilahîye aydınlığına sahip olarak sabah namazını huzur ile kılmış olur. Fiillerin fâili Allah mıdır? Evet. Çünkü âyette "Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır." (Saffat Suresi 37-96) buyrulmaktadır.

İşte bizler de Âdem (a.s.) gibi bu gün cehâlet ve şirk karanlığından kurtulduğumuz için bir rekât, efâl-i ilâhiye aydınlığına çıktığımız için ikinci rekâtı kılarak sabah namazımızı kılmış oluruz.

Sabah namazının evvelinde iki rekât sünnet kılarız. Bu Peygamber efendimizin bizlere sabah namazını sohbetleriyle açıklamasından ibarettir. Onun için sabah namazının ilk iki rekâtı sünnet olmuş oluyor. Sünnet de iki, farz da iki rekâttır. Sünnette de farzda da Fatiha ve zammı sureler okunur. Dikkat edilirse sabah namazının sünneti ile sabah namazının farzı arasında hiçbir fark yoktur. Fark niyettedir. Sünnete sünnet, farza da farz diye ‘niyet’ edilir.

Sabah namazının sünneti olan bu sohbetlerle sabah namazının farzının idraki olmadan farz kılınmamalıdır denilmiştir. Bir kişi Hak mürşidinden bu ilmi tahsil etmeden nasıl aydınlığa çıkabilir? Günümüzde de Hak mürşidleri, sabah namazının iki rekât oluşunu, tadil-i erkâniyle içindeki bütün farz, vâcib ve sünnetlerin nasıl yapılacağını bizlere öğretmektedir. Namazdaki kıyamın, rükûnun ve secdenin farz oluşunun mânâlarını ve sabah namazının bütün namazlara şahid olmasının hikmetlerini anlatmaktadırlar.

Öğle namazını ilk defa İbrahim (a.s.) kılmıştır. O’nun dört türlü ibtilası mevcuttu. Bunlardan kurtulunca şükranî olarak dört rekât öğle namazı kıldı. Bu belâlar ne idi? Bir insanda sübutî sıfatlardan yedisi vardır. Bunların üçü bâtın, dördü zahirdir. Zahir olanlar işitme, görme, konuşma ve kuvvetimizdir.

Bizler bu güne kadar hep kendimizin duyduğunu, kendimizin gördüğünü, kendimizin konuştuğunu ve kuvvetin kendimize ait olduğunu zannederdik. Meğer bizden duyan, gören, konuşan ve kuvvet sahibi olan Hak’mış. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” demekle bunların bizim değil Hakk’ın olduğunu anlamış olduk. Bunları kendimize nisbet ettiğimizde bunlar bizim için belâ olmuştu. Çünkü bütün günahları bunlarla işleriz. İbrahim (a.s.) de dört rekât öğle namazını bu belâlardan öğle vaktinde kurtulduğu için şükrânî olarak kılmıştır. Bizler de bu dört belâdan kurtulduğumuz vakit öğle namazını kılmaya hak kazanmış oluruz. Hasan Fehmi Hazretleri öğle namazı için bakın ne diyor:

Öğle namazını kılan mü’minler

Her sıfatı Hakk’a nisbet ederler

Her nazar mevsufu şühud ederler

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde.

Demek ki öğle namazını kılabilmek için mümin olmak gereklidir. Mümin kimdir? Enfal Suresinin 2. âyeti müminin tanımını şöyle yapıyor: “Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal Suresi 8-2) Âyetten müminlerin Allah’ın zikriyle meşgul olup fiil ve sıfatların Hakk’a ait olduğuna inanan kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar her sıfatın mevsufunun yani bu sıfatları sıfatlananın Cenab-ı Hak olduğunu idrak ederek öğle namazını eda etmiş olurlar. Böyle bir bilgiye sahip olmadan ‘uzun yıllar kıldım’ demek zandan öteye geçemez.

Öğle namazından önce dört rekât sünnet, farzdan sonra da iki rekât sünnet kılmaktayız. Bunların mânâsı nedir? Sabah namazının sünnetinin izahında belirttiğim gibi “Öğle namazı hangi idrakle, nasıl ve kaç rekât kılınmalıdır? İbrahim (a.s.) bu belâlardan nasıl kurtuldu? Bizler de bu belâlardan nasıl kurtulabiliriz?” gibi soruların cevabını bulduğumuz mürşidimizin sohbetleri, telkinleri ve izahları sünnet olmaktadır. Allah’ın tecellîlerine farz, Peygamber efendimizin tarif ve icraatına sünnet demekteyiz. İşte öğle namazından evvel dört rekât sünnetin kılınmasının sebebinin, farzın kılınabilmesi için Resûlullah Efendimiz tarafından izahı olduğu anlaşılmaktadır.

Bütün namazların aslı iki rekâttır. Birinci rekâtı kulun Hakk’a vuslatı, ikinci rekâtı da Hakk’ın kulundan tecellîsinin idraki ve seyridir. Yani “fenâ” ve “bekâ” zevklerinden ibarettir.

Dikkat edilirse sünnetlerin dört rekâtında da zammı sureler okunmakta, farzların ilk iki rekâtında okunup son iki rekâtında okunmamaktadır. Çünkü okunan zammı sureler fiillerin tecellîsini remzetmektedir. Sünnette yalnız kulluk idrak ve zevki olduğu için okunmaktadır. Farzda ise yarısı kulun idrak ve zevki olduğu için okunur, ikinci yarısı Hakk’ın kulundaki tecellisi olduğu için okunmaz.

Öğle namazının sonundaki iki rekât sünnet de Cenab-ı Hakk’ın zahir ve bâtındaki tecellîlerinin şühud ve zevkine erdiğimiz için Rabbimize bir teşekkürdür.

İkindi namazını ise ilk defa Yunus (a.s.) kılmıştır. Yunus (a.s.), balığın karnında kırk gün kaldı. Bir ikindi vakti idi. Yunus (a.s.) günahlarını idrak ederek “Beni zalimlerden eyleme.” diye dua etti. Cenab-ı Hak da onun günahlarını affederek balığın karnında onu sahile çıkardı. Bu anlatılan hâl, bir kişinin yunus balığı olan mürşid-i kâmilinin tahsilinde kendi varlığının olmadığını, varlık sahibinin Hak olduğunu anladığı zaman tövbe ederek ‘Beni bundan sonra zalimlerden eyleme’ diye dua etmesidir.

Yunus (a.s.) kendi diye bildiği vücûd varlığının kendisinin olmadığını, bu varlığın Cenab-ı Hakk’a ait olduğunu anlayınca şükranî olarak dört rekât ikindi namazını kıldı. Yani Yunus (a.s.) “Bu vücud varlığımı bu güne kadar kendime nisbet ederek Senin varlığının yanında ‘ben de varlık sahibiyim’ diyerek şirk işliyordum. Şimdi anladım ki varlık benim değil, Seninmiş. Beni bu idraka vâkıf kılarak vücud şirkinden kurtardın. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır.” diyerek şükrânî olarak ikindi namazını kılmıştır. Hasan Fehmi Hazretleri bakın ikindi namazı için ne buyuruyor:



İkindi namazını cemaatle kıl

Vücud Vücûdullah gayri yoktur bil

Cümle âlem fâni Hak bakîdir bil

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Bir kişinin bütün namazlarını cemaatle camide kılması mümkün değildir. İnsan cemî-i esmâdır, âlem-i kübrâdır. Âlemde ne varsa Âdem’de o mevcuttur. Onun için camiyi kendimizde bulursak her zaman cemaatle namaz kılmış oluruz. Cenab-ı Hakk’ın vücudu nedir? Bizim diye bildiğimiz Allah’ın efâli, sıfatı ve bunları toplayan vücuda Hakk’ın vücudu diyoruz. İşte bütün âlemde görünen ve görünmeyen zahir ve bâtın bu âleme Vahdet-i Vücud diyoruz. Peki, bizim vücut ülkemizde cami nerededir? Gönlümüzü cami, ruhumuzu imam, aza ve sıfatlarımızı da cemaat yapar, kıblemizi de Allah’ın vâcib-ül-vücûdu olan bizdeki vücud yüzünü kıble yapabilirsek ikindi namazını cemaatle kılmış oluruz. Böylece “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü işte oradadır…” (Bakara Suresi 2-115) âyeti tecellî etmiş olur.

Bizler de efâlimizin, sıfâtımızın ve vücudumuzun olmadığını, bunların hepsinin Cenab-ı Hakk’ın olduğunu idrak ve zevk ettiğimizde ikindi namazını edâ etmiş oluruz. İkindi namazının farzından evvel dört rekât gayri müekked olarak kılınan sünnet, güneşin doğarkenki hâline benzer. Evvelâ tan yerinde bir kızarıklık olur, ondan sonra güneş doğar. Kişinin varlığının olmadığını idrak etmesi müekked sünnet değil gayri müekked sünnet hâlidir. Resulullah efendimiz de bu sünneti çok zaman yapmamış, zaman zaman yapmıştır. Öğle namazının sünnetinde kâmilimizin bizlere dört rekât farzın nasıl her yönüyle kılınacağını izah etmesi müekkedse, ikindi namazının dört rekâtlık farzının kılınmasının izahı olan sünnetine de gayri müekked sünnet diyoruz.

Dikkat edilirse cemaatle kılınan öğle ve ikindi namazlarının farzları sessiz ifâ edilir. Çünkü bir kişi kendine nisbet ettiği efâlini, sıfatını ve vücudunu Hakk’a verdiğinde onun sesi çıkmaz. Onun için bu iki vakit namazı sessiz kılınır. Akşam, yatsı ve sabah namazları ise sesli kılınır. Sabah namazında kelâm ve kudret sıfatlarını kişi henüz kendisine nisbet eder. Bu nedenle sesli okur. Meratib-i ilâhiyeyi tamamlayanlar çok iyi bilirler ki Cenab-ı Hakk’ın fiilleriyle açığa çıkması idrakinin bütün namazlara şahid olduğunun zevk edilmesidir.

Akşam namazını ilk defa İsa (a.s.) kılmıştır. Yahudiler, “Allah, kutsal ruh ve İsa” üçlemesiyle İsa’yı Allah’ın oğlu olarak görüyorlar ve Allah’a çocuk isnat ediyorlardı. Bu da şirk olduğu için, İsa (a.s.)’yı Cenab-ı Allah semaya ref’ etti. İşte İsa (a.s.) bunlardan bir akşam vaktinde kurtulduğu için üç rekât şükranî olarak akşam namazını kıldı.

Akşam namazını, ruhumuzu imam, aza ve sıfatlarımızı cemaat yaparak gönül mescidinde Cenab-ı Hakk’ın ulûhiyet tecellîsine dönerek kılmamız lâzımdır. Peki, ruhumuzu nasıl imam yaparız? Vücud ülkesinde ruhumuz, bütün sıfat ve azalarımızdan kendisini şerh etmektedir. Duymamız, görmemiz, konuşmamız hep ruhun kalp komutanına verdiği emirle hareket etmektedir. Hakk’ı duymak, Hakk’ı görmek, Hakk’ı konuşmak için bu sıfat ve azalarımız yaratılmıştır. Bir kişi Hakk’ı duymuyor, Hakk’ı görmüyor ve Hakk’ı konuşmuyorsa Cenab-ı Hak o kişiye “Ey insan! Sana Ben duymak, görmek ve konuşmak için azalar verdim. Neden bunları yerinde kullanmadın?” diye soracaktır. Bir kişi Hakk’ı duymuyorsa gıybetten, Hakk’ı görmüyorsa harama bakmaktan, Hakk’ı konuşmuyorsa yalan söylemekten kurtulamaz. O kişi bu sıfat ve azalarını yerinde kullandıysa Hakk’ı duyan, Hakk’ı gören ve Hakk’ı konuşan bir kişi olacağından zulmet perdeleri açılır. Her nereye bakarsa vech-i Rahman’ı görecek, her neyi duyarsa duyduklarının Hakk’ın sesi olduğunu idrak edecektir. Sıfatlarının görevlerini yapmasından duyduğu zevkle akşam namazını kılmış olacaktır.

Bizler de Cenab-ı Hakk’ın zatının sıfatlarından fiilleriyle zuhurunu zevk ederek üç rekât akşam namazı kılarız. Hakk’ın vahdaniyet tecellîsinin tekliğiyle, akşam namazında Hak zahir olduğu için, duyan da, gören de, söyleyen de, işleyen de, konuşan da hep Hak olur. Dolayısıyla insan burada yalan söylemekten, gıybet dinlemekten, harama bakmaktan vb. kurtulmuş olur. Bunları bilmek, görmek demektir.

Akşam namazını imamla kılan

Onlardır Allah’ı hem zahir gören

Hak söyler ene-l Hak kulun dilinden

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Akşam namazını imamla kılabilmemiz için gönül mescidinde ruhumuzu imam, sıfat ve azalarımızı cemaat, kıblemizi ‘semme vechullah’ yapmamız lâzımdır. Böyle yapanlar Hak zahir olduğu için Allah’ı apaçık zahir olarak görürler. Kulun kendi varlığı olmadığı, varlık sahibi Cenab-ı Hak olduğu için kulundan duyan, gören, konuşan hep Hak’tır. Bizler de bu zevkle akşam namazını üç rekât olarak kılarız. Farzdan sonra iki rekât sünnet de yine Cenab-ı Hakk’ın zahir ve bâtın, vahdet ve kesret tecellîlerine vâkıf kıldığı için O’na teşekkür etmek demektir.

Yatsı namazını da ilk defa Musa (a.s.) kılmıştır. Musa (a.s.) Firavunun zulmünden kurtulduğu için dört rekât yatsı namazını şükrânî olarak kıldı. Bizler de bu gün Musa (a.s.) gibi nefs firavunundan kurtulup mutmain nefs hâline kavuştuğumuz için dört rekât yatsı namazını kılarız.

Bir insan yatsı namazını kılabiliyorsa huzurlu olur. Zira hadîs-i kudsîde “Kulum bana nevâfillerle yaklaştığı zaman Ben o kulumu severim. Sevdiğim kulumun duymasına kulak, görmesine göz, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Hatta tüm aza ve cevahiri Ben olurum.” buyrulmuştur. Bir kişi bu idrak ve zevke erdiğinde huzur bulur. Bizlerin de ‘Nil nehri’ olan ilim ve irfâniyetle nefs firavunundan kurtulup nefs-i mutmainne olarak huzur bulmamız yatsı namazını kılmamız olacaktır. Bizlerdeki bütün icraat Hakk’ın olursa, O’nun tecellîlerini seyretmek elbette kişiye huzur ve mutluluk verir. İşte, yatsı namazının hakikati budur. “Bizler bu kadar yatsı namazı kılıyoruz ama neden huzur bulamıyoruz?” derseniz “Bu idrâklara sâhib olmadığınız için suret namazı kılıyorsunuz da ondandır.” derim. Suret namazıyla insan huzur bulamaz. Hasan Fehmi Hazretleri yatsı namazı için bakın ne diyor:



Yatsı namazında eyle sen huzur

Muhammed yüzünden Hak zahir olur

Hak bâtın ile halk zahir olur

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Şu hâlde namazlarımızda ve yaşantımızda huzur bulmak istiyorsak Muhammed olan mutmain kemalât sıfatlarımızdan Hakk’ı seyretmemiz gerekiyor. Siret olan Cenab-ı Hakk’ı suret olan bu kemalât sıfatlarından her an tecellîlerini seyretmek, O’nunla beraber olmak, namazın hakikati değil midir?

Yatsı namazının evvelinde dört, farzdan sonra da iki rekât sünnet kılmaktayız. İlk dört rekât sünnet yine ikindi namazının ilk sünneti gibi gayri müekked sünnettir. Buradaki gayri müekked sünnet güneşin batarkenki hâline benzer. Güneş battıktan sonra bile hâlâ bir kızarıklık vardır. Bu kızarıklık da tamamen kaybolunca her yer karanlığa bürünür. Artık vakit gecedir. Gece, Cenab-ı Hakk’ın vahdet tecellîsinin zuhurunu remzeder. Böylece yatsı namazının ilk dört sünnetinin gayri müekked sünnet olduğu anlaşılmış oluyor. Çoğu zaman kılınmaz, zaman zaman da kılınır. Her iki durum da Peygamber efendimizin sünnetidir.

Son iki rekât sünnet de akşam namazının sünneti gibi müekked sünnetten olup Cenab-ı Hakk’ın vahdet ve kesret tecellîsinin zevkinin kişiye ihsan edilmesinin teşekküründen ibarettir. Zaten farzlardan sonra kılınan sünnetler bu lütuflara nâil olduğumuz için hamd etmek, teşekkür etmek içindir.

Salât-ı Vitr yani vitir namazına gelince yine Hasan Fehmi hazretlerine kulak verelim. Şöyle buyuruyor:

Selati vitiri kılan muhakkak

Evvel, Ahir, Zahir, Bâtın olur Hak

Kalmaz şirkin abit mabut olur Hak

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Vitir namazını ilk defa Peygamber efendimiz kılmıştır. Peygamberimiz miraca çıkacağı zaman Ebubekir’e “Rabbim beni miraca davet ediyor. Rabbimle konuşacağım.” dediğinde Ebubekir “Ya Resulullah, Rabbinin huzurunda benim için de bir rekât namaz kılar mısın?” dedi. Peygamber Efendimiz de Rabbinin huzurunda bir rekât Allah için farz, bir rekât kendisi için sünnet, bir rekât da Ebubekir için olmak üzere üç rekât namaz kıldı. Buna vitir namazı dendi. Bu namaz da vâcib oldu. İşte bizler de bir rekâtı Allah’ın emri olduğu için farz, bir rekâtı Peygamber efendimizin sünneti olduğu için sünnet, bir rekâtı da kulluğumuzun idrakı olarak üç rekât vitir namazını kılarız. Vitir üçün tekliği demektir. Tecellî eden Hak, tecellî Hak, tecellî olunan Hak olunca ihlâs sahibi olunmuş olur. İhlâs, katkısız, saf, temiz, O’ndan başkası yok demektir. Artık burada hafî şirk dediğimiz gizli şirk de kalkmıştır. Aslında namazın özü de budur. Allah’ın zatının, Muhammed olan Rahman kemalât sıfatlarından, Âdem olarak zuhurundan ibaret olduğu anlaşılmış olur. Âdem ve âlemde bu tecellîleri seyretmek kemalâttır. Buraya kadar kâmiller 33 defa ruhanî miraç yapmış olurlar. Bu da, Cenab-ı Hakk’ın üç tecellîsinin, zatının sıfatlarından Âdem fiiliyle zuhurunun zevkinden ibarettir.



Teheccüd namazı farz değil sana

Yetim malıdır yakar baştanbaşa

Teberrüken kılar Fehmi yok hâşâ

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Hasan Fehmi hazretlerinin ilahîsinden teheccüd namazının sadece Peygamber efendimize ait bir ibadet olduğunu anlıyoruz. Bir âyette şöyle buyuruluyor:“Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a ulaştırsın.” (İsra Suresi 17-79) Görüldüğü gibi bu emir yalnız Peygamber efendimizedir. “Makam-ı Mahmud” un yalnız Peygamber efendimize ait olduğunu bütün enbiya evliya bilir ve oraya teberrüken girerler. İşte bu nedenle Fehmi hazretleri “Teberrüken kılar Fehmi yok hâşâ” diyor. Yani Hasan Fehmi hazretleri ‘Hasan Fehmi’ ismiyle “ben dahi bu namazı kılamam” diyor.

Mahmud makamında peygamberler ve veliler teheccüd namazını kılmak isterlerse kendi esmalarını dışarıda bırakmak zorundadırlar. Ancak Muhammed esması ile o makama girer ve tebrik ederek tekrar dışarıya çıkarlar. Çıktıktan sonra yine kendi esmalarını giyerler. Hiçbir peygamber ve evliya kendi esması ile oraya giremez. Onun için bütün peygamberler âhir zaman nebisi Hazreti Muhammed (s.a.v)’e “Bizleri de ümmet eyle” diye dua etmişlerdir. Makam-ı Mahmud’un şefaati yalnız Hazreti Muhammed’e aittir. İnsanların bu namazı kılmaları, bu makamı kendi gönül âlemlerinde de istemeleri demektir. Muhammed olabilenler Muhammed olarak bu namazı mutlaka kılmalıdır.

Bir âyet-i kerîmede “Siz yetim malına yaklaşmayınız.” buyrulmaktadır. Yetim kelimesinin mânâsı nedir? Babası ölmüş çocuğa yetim denir. Peygamber efendimiz doğmadan yetim kalmıştır. Ama sözünü ettiğimiz bu ‘yetimlik’ bu mânâsı ile değildir. Arap dilinde “yet’m” “tek başına, eşsiz” mânâsındadır. Peygamberimiz bu itibarla manen yetimdir. Çünkü Peygamber efendimizin ruhanîyeti bir anne, babadan gelmedi. O’nun ruhanîyeti “kün” yani “ol” emri ile oldu. İşte bu yönüyle teheccüd namazı sadece Peygamber efendimize mahsustur.

Günümüzde taklidî olarak mânâsını bilmeden bu namazı kılanlar sevap için kılıyorlar. Teheccüd namazı idraki olmadan sevap için gecenin bir saatinde nafile olarak kılınan bu taklidî namaz şeriat-ı evvel mertebesinde elbette çok faydalar sağlamaktadır. Hakikati idrak edemeyenler tarafından bu ifadelerimiz kerih görülebilir. Her ibadet, yerinde ve mertebesinde doğrudur. Bir âyette “Güneşin zevalinden (öğle vaktinde Batı'ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” (İsra Suresi 17- 78) buyrulmaktadır. İşte âyette sözü edilen namazların idrakinden sonra teheccüd namazının neden yalnız Resûlullah efendimize emredildiği anlaşılabilir.

Tevhidde beş mertebede namaz kılınır.



  1. Hafî mertebesinde cehâletten, nisbiyetten, şirk ve günahlardan soyunma namazı

  2. Ruh mertebesinde şühud namazı

  3. İtminan olmuş nefs mertebesindeki fiilullah namazı

  4. Kalp mertebesinde huzur namazı

  5. Sır mertebesinde münacaat namazı

1- Bir kişi tevhide girmesiyle, fenâ mertebelerinde nefs tezkiyesi sonunda cehâletinden, nisbîyetinden, şirkinden soyunarak kendi varlığını Hakk’ın varlığında ihtiyarî olarak yok etmesi hafî yani gizli olan soyunma namazıdır. “Men arefe nefsehu fakat arefe rabbehu” bu yer içindir.

2- Nisbiyetlerden kurtularak ruhullah mertebesine gelen bir kişi ruhunu imam, bütün sıfat ve azalarını cemaat yaparak gönül mescidinde kalp komutanı tarafından akıl nimetiyle gördüğü Cenab-ı Hakk’a şühud namazı kılmış olacaktır. Zira şühud görmek, şahit olmak demektir. Kendi vücudunda O’ndan başkası yok ki başkasını görsün. Ruhunun kalp komutanına nasıl tecellî ettiğini, kalp komutanın emrindeki sıfat ve azalara ruhun emrini nasıl ilettiğini, sıfat ve azaların da fiilleriyle nasıl zuhura geldiğini seyretmesidir. İşte kendisinin tecellîlerini seyretmesine şühud namazı diyoruz.

3- Ruhun, Muhammed elbisesi vücudunu giymesiyle, mutmain olmuş nefs tecellîlerinin zahir ve bâtın şeriat farkıyla zuhuru ve müşahedesi o kişinin fiilullah namazını kıldığını gösterir. Çünkü bütün mazharların istidad ve kabiliyetlerinin fiillerle açığa çıkması, onun fiillerini seyretmesidir. Mutmain olmuş Muhammed sıfatlarından elbette Hak ve hakikati duyma, görme ve kelâm gibi filler zuhur edeceği için buna da fiillerin küllî tesliminin namazı denilmektedir.

4- Bir kişi Cenab-ı Hakk’ın celâl ve cemâl tecellîlerini gönül evinde cem edebildiyse, Allah’ın kahrı ve lütfunu birlemesi nedeniyle ihlâsa ermiş demektir. Zira tecellî eden, tecellî ve tecellî olunan hep Hak’tır. Tafsilâtta her ne kadar çeşitli esmâ ve sıfatlarla zatını ilân etmişse de özdeki birliği ve mazharlardaki tecellîleri kişiyi yanıltmaz. Siretteki birlik idraki kesret ve tafsilâttaki adalet ve şeriat zevkini meydana getirir. Gayriyetin zahir ve bâtını yok olduğu için huzur namazını kılmıştır. Artık O’nda O olmuştur. Her türlü değişik tecellîler onu aldatmaz. Hep huzurdadır. Buna kalp namazı da denir.

5- Salât-ı vitir namazının üçüncü rekâtında rükûya eğilmeden tekrar tekbir getirerek Kunut dualarını okumakla son mertebenin kulluk mertebesi olduğunu anlıyorduk. Aynen onun gibi meratib-i ilâhiyenin sonundaki sır da kulluğun idrakidir ve bu idrak ile Cenab-ı Hakk’a kılınan namaz münacaat namazıdır.

Bütün tecellîler Hakk’ın zatındandır. Tecellî mazharları ise Hakk’ın muhtaç olduğu sıfatlarıdır. Bu sıfatlara biz kul diyoruz. Daima kulun muhtaçlığı böylece anlaşılmış oluyor. Onun için kul olanlar bu idrakle Cenab-ı Hakk’a münacaatla “Daima bu sıfatlarından her an ayrı şe’ndeki tecellîlerini ihsan et. Bu bizim mazharlarımızdan seyreyle” diye dua etmektedirler. Cenab-ı Allah bütün kardeşlerime bu idrak ve şuurla namaz kılmayı, daima O’nda O olmayı ve O’nunla daima konuşmayı nasip etsin. Âmin.



Yüklə 0,67 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin