Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə10/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   52

ÇADIR YIRTAN Hızh, sert ve haşarı atM.Sertoğlu.

ÇAKALOZ Osmanlı ordusunda kullanılan toplardan olup Şahî zarbazen'den büyük ve Pırankı'dan küçüktü. Buna Şa-kaloz veya Şakloz da denirdiM.Sertoğlu.

ÇAKIR Doğan nevinden bir av kuşuM.Sertoğlu.

ÇAKIRCI Padişahın maiyetinde bulunan ve birlikte ava giden yakınlarından biri. Bunlar, Çakır denilen av kuşlarını taşırlar, kullanırlar ve terbiye ederlerdi. Başlarına Çakırcıbaşı derlerdi ki Şahincibaşı ve Atmacacıbaşı ile birlikte sarayın dış hizmetinde bulunan av-cıbaşılardı. Bunların bir adı da Şikar Ağaları idi. Dağlarda, çakır yuvalarına çıkıp yavruları alarak saray için av kuşu olarak yetiştiren tımar sahibi ve hiç vergi ödemeyen sınıfa da Çakırcı denirdi. (Bak. Avcılar)M.Sertoğlu.

ÇAKMAKLI Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biriM.Sertoğlu.

ÇAKŞIR Çuhadan yapılmış bir nevi dar şalvar. Aşağı uçlan ayağa giyilen meste bağlı olurduM.Sertoğlu.

ÇALIK Herhangi bir kabahatten dolayı yeri ana kütükten silinmiş ve bu suretle mensup olduğu ocaktan tardedil-miş Kapıkulu askeri. Böyleler! için yeri çalındı denirdiM.Sertoğlu.

ÇALMA ilmiye sınıfına mahsus beyaz renkte bir nevi sarık. Aynı zamanda kavuk cinslerinden biri de bu adı taşırdıM.Sertoğlu.

ÇAMAŞIRCI USTA Sarayda hizmet eden cariyelerden Usta denilen ve Şa-kirdden büyük, Gedikli cariyeden küçük olan sınıfdan biri. işi haremin ve Padişahın çamaşır işleriyle meşgul olmaktı. Yedi yamağı ve yedi acemisi bulunurdu. Harem dairesinin en itibarlı yedi ustasından biriydi, öbürleri Hazinedar, Ib-rikdar, Kilerci, Kahveci, Çaşnigir, Kutucu ustalardıM.Sertoğlu.

ÇAM GEMiSi (Bak. Çamlıca)M.Sertoğlu.

ÇAMLICA Tunada işleyen nakliye gemilerinden olup çekdiri cinsindendi. (Bak. Çekdiri). Celiyye'den büyük ve Kütük'ten küçüktü. Boyu yirmi sekiz, otuz arşın kadar ve altı düzdü, ince donanma gemilerindendiM.Sertoğlu.

ÇANAKKALE Marmara denizini Ege denizina bağlıyan boğazın Ege denizi tarafından ilk daralan noktasında, Anadolu sahilinde mevcut kale ve kasabanın adı. Karşısındaki Kilid'ü-lBahir ile birlikte boğazı gerektiğinde düşman geçimine karşı koruyan bir savunma noktasıdır. Boğaz Hisarı, Kal'a-i Sultaniye isimleriyle de anılırdı. Karşısındaki bahsi geçen Kilid'ül-Bahir kalesiyle birlikte İstanbul'un almışından sonra Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Çanakkale Hisarı, otuz topla teçhiz edilmiş olup boğazdan geçen gemilerin bunun önünde demirleyip müsaade almaları lâzımdı. Bu iki kalenin pek mükemmel yapılmış olduğu, birçok defalar düşman tarafından zorlandıkları halde gecikmedikleri isbat olunmuştur. Son defa Birinci Cihan Harbinde müttefik Ingiliz-Fransız filosu tarafından şiddetle zorlanmışsa da aşılamamış ve 18 Mart 1915 tarihinde müttefik düşman filosu ağır kayıplara uğrayarak bozulmuş ve çekilmek zorunda kalmıştırM.Sertoğlu.

ÇANDARLI Osmanlı hanedaniyle birlikte tarih sahnesine çıkan ve pek az ara ile aşağı yukarı yüz elli yıl en yüksek ilmiye makamiyle Veziriâzamlık mevkiini elinde tutmuş olan bir Türk sülâlesi. Bu isim, bazı kitabe, yazma ve basma eserlerde Cenderî, Cendereli, Candarlu şeklinde görülür. Sülâleyi kuran Kara Halil Hayrettin Paşa'dır. Ondan sonra bu soydan gelen Sadnâzam-lar şunlardır: Kara Halil Paşanın oğlu Ali Paşa, Ali Paşa'mn kardeşi İbrahim Paşa, onun oğlu Halil Paşa ki İstanbul'un fethinden, sonra Fâtih tarafından idam ettirilmiştir. Bunun oğlu ibrahim Paşa ü. Bayezid zamanında Veziriazam iken ölmüştür. Çandarhlar, bundan sonra orta halli makamlara bile geçemeden unutulup gitmişlerdir

ÇAP VURMAK (Bak. Balta Asmak)M.Sertoğlu.

ÇAR Rus imparatorlarının unvanı. Lâtince Caesar kelimesinden bozmadır. Balkan Slavları Osmanlı Padişahlarına da bu ismi verirlerdi. Slavca söylenişi Tsar şeklindedir. Kayser kelimesi ve Türklerin Avusturya imparatorlarına verdikleri Çasar ve Kayser adı aynı kökten gelmektedirM.Sertoğlu.

ÇARDAK Esnafa esnaf muhtesipleri-ne, kethüda ve naiplerine mahsus daire. Bir adı da Ehli hiref divanhanesi idi. İstanbul'da ilk defa Fâtih tarafından yaptırılmıştırM.Sertoğlu.

ÇAR ERKAN-I CUV ANİ Enderun teşkilâtında Has odada bulunan dört büyük ağa ki sıra ile Has odabaşı, Silâh-dar Ağa, Çukadar Ağa, Rikâbdar Ağa diye anılırlardı. Bunlar, Padişaha doğrudan doğruya maruzatta bulunmak salâhiyetini haiz olduklarından kendilerine Arz Ağaları da denirdiM.Sertoğlu.

ÇARHA CENGİ Osmanlı ordusunun öncü kuvvetini teşkil eden Çarhacıların yaptığı muharebe. Çarhacılar, en seçkin süvari askerlerinden olup dört beş. buE kişi kadardılarM.Sertoğlu.

ÇARHACI Öncü kuvveti, savaş baş larken düşmanla ilk temas edenlerM.Sertoğlu.

ÇARHI FELEK Kale muhasaralarında kullanılan ve çam ağacından yapılıp kale içindekilerin attığı o zamanki top tanelerine mukavemet edebilen bir cins seyyar siper. Kaleye mümkün mertebe yaklaştırılır, hem hücum edenleri korur, hem de yakın mesafeden kaleye taarruza yarardı. Etrafa ateşler ve kıvılcımlar saçarak dönen yuvarlak şenlik fişeğine de bu ad verilirM.Sertoğlu.

ÇARŞAF (Bak. Car)M.Sertoğlu.

ÇARŞAMBA DAİRESİ Ağa kapısı dairelerinden biri. Yeniçeri Ağasının hususi dairelerindendi. Kışlık ve yazlık kısmı vardı. (Bak. Ağakapısı)M.Sertoğlu.

ÇARŞAMBA DİVANI Her çarşamba günü Sadrıâzam konağında akdolunan ve İstanbul, Galata, Eyüp, Üsküdar kadılarının hazır bulunduğu divan. Burada halkın dâvaları dinlenir ve hükümler verilirdi. Sadrıâzamın bu divana Selimi kavuk ve erkân kürkü ile çıkması âdetti. Sadrıâzam İstanbul'da bulunmadığı zaman bu vazifeyi Sadaret kaymakamı görürdüM.Sertoğlu.

ÇARŞI AĞASI Çarşının zaptü rap-tından, asayişinden ve bilhassa geceleri muhafazasından mesul olan kimseM.Sertoğlu.

ÇARŞI ARŞINI (Bak. Arşın)M.Sertoğlu.

ÇASAR (Bak. Çar)M.Sertoğlu.

ÇASAR EFLÂKÎ (Bak. Küçük Ef lâk)M.Sertoğlu.

ÇAŞNİGİR Sofracı demektir. Sarayın dış hizmetlerindendi. Bir kısmı Padişahın şahsına mahsus pişen yemeklere nezaret eder, bir kısmı da saray mutfağında pişen yemeklerin tevzili ile meşgul olurdu. Bunlara Zevvakîni Hassa da denirdi. Divan günleri Sadrıâzamın ve Vezirlerin sofralarını kurmak ve yemeklerini vermek vazifelsrindendi. Enderun odalarından Has oda, Hazine ve Kiler odalarında hizmet eden iç oğlanları terfi ederek çaşnigir olurlardıM.Sertoğlu.

ÇAŞNİGlRBAŞI Çaşnigirlerin âmiri. Alay günleri Padişahlar ata binerken koltuğuna girip ata bindirmek onun vazi-fesiydi. Bir ismi de Serzevvakini hassa idiM.Sertoğlu.

ÇAŞNlGİR USTA Saray Harem dairesinin en muteber yedi ustasından biri olup Padişahın sofra hizmetine bakardı. (Bak. Çamaşırcı Usta)M.Sertoğlu.

ÇATAL BAYRAK Yeniçeri orta ve bölüklerinin yarısı kırmızı, yarısı sarı renkteki bayrağıM.Sertoğlu.

ÇATAL KALAFAT Yeniçeri Ağasının ve Topçubaşı ile Asesbaşısının giydikleri serpuş. Şekli kalafatın aynı olup üzerinde sarılan tülbendin ön tarafa gelen kısım çatal biçiminde idi. Yeniçeri Ağası-nınki kırmızı, Topçubaşı ile Asesbaşının-kiler yeşil renkte idi. Bak. Kalafat)M.Sertoğlu.

ÇATMA Vaktiyle yapılan bir cins döşemelik Türk kumaşı. Bunlar, Üsküdar'da, Bilecik'te, Bursa'da ve Aydos'da dokunan kabartma çiçekli bir nevi kadifeler olup çoğu lâle üslûbundadır. Çatmaların IH. Ahmed ve Damad ibrahim Paşa zamanında dokunanlarına Ahmedi-ye denir. Fakat umumiyetle dokundukları yere göre adlandırılırlar. Örtüler, yastık yüzleri ve perdeler için kullanılırdı. Sade ve klabdanlı olmak üzere muhtelif nevileri vardıM.Sertoğlu.

ÇAVUŞ Osmanlı Devletinde muhtelif hizmetlerde kullanılan bir cins memur. Çavuşlar, Yıldırım Bayazid zamanından beri mevcut idiler. Fâtih Kanunnamesinde teşrifatta Tımarlı müteferrikalardan sonra yer alırlardı. Bunlar Ulûfeli yani yevmiyeli ve Tımarlı olmak üzere iki kısımdılar. / Çavuşların gördükleri vazifelere göre muhtelif nevileri şunlardı: / 1 — Divanı hümayun çavuşları: Bun ların birinci vazifesi Divanı hümayunun toplantı günlerinde hizmet etmekti. Âmir leri Çavuşbaşı idi. Bak. Divanı hümayun çavuşları). / 2 — Kul çavuşları: Yeniçeri Ocağında bulunup bilhassa harb zamanlarında irtibat vazifesini gören, kumandanların emirlerini askerî rüesaya tebliğe memur olan çavuşlar. Bunların âmiri olan Başçavuş, aynı zamanda Ocağın en ileri ağalarından^ di. Yeniçeri Ağası ve Kul kethüdasından sonra gelirdi. Kendisine Serçavuş veya Çavuşu büzttrk de denirdi. Maiyetinde Orta Çavuş yahut Çavuşu miyane ve Küçük çavuş denilen iki yardımcısı daha vardı. / 3 — Acemi Ocağında, Kethüdadan sonra gelen âmirin adı çavuştu. Muavin veya vekiline ise Ariyeti çavuş denirdi. / 4 — Tersanenin Divanhane çavuşları: Bunlar tersanenin ileri hizmetlerinde kul lanılırdı. Ayrıca kalyonlarda ve deniz ümerasının maiyyetinde çavuşlar vardı. Tersane Başçavuşu ise tersanenin bütün inzibat işlerine bakardı. / 5 -- Enderunda bulunan Çavuşağalar. ü. Mahmud devrinde yapılan askeri / teşkilât esnasında astsubaylara ve kalyoncu subaylara Çavuş unvanı verilmiştirM.Sertoğlu.

ÇAVUŞÂN-I BÜZÜRK (Bak. Başçavuş)M.Sertoğlu.

ÇAVUŞBAŞI Divan-ı hümayun çavug-larının âmiri. Divanda reis muavini mevkiinde idi. Divandan çıkan hükümlerin icrası, sefirlerin kabulünde onlara refakat ona aitti. Yani adlî icra kuvvetinin başı ve teşrifat işlerinin en büyük âmiri idi. Bundan başka, merkezden çıkan emirleri vilâyet ve sancaklarına tebliğ işlerini de idare ve divanda halkın istidalarını sunmalarına delâlet eder. Divanın intizamını muhafaza ile mükellef bulunurlardı. Hariçten İstanbula gelenlerin hüviyetini tetkik etmek, Defterhaneyi mühürlemek, azlolunan Şeyhülislâmlara bunu tebliğ ile yeni tâyin olunana konağından alıp alayla saraya götürmek onun vazifelerinden-di. Bu makam, 1836 da kaldırılarak yerine Deavî Nezareti teşkil olunmuş, nihayet bu da zamanla Adliye Nezareti —Cumhuriyetten sonra— Adliye Vekâleti haline gelmiştir. Çavuşbaşılar, Başçavuşla karıştırılmamalıdır. Başçavuş için, (Bak. Çavuş, Başçavuş)M.Sertoğlu.

ÇAVUŞLAR BÖLÜKB AŞIL ARI (Bak. Divan-ı Hümayun Çavuşları)M.Sertoğlu.

ÇAVUŞU BÜZÜRK (Bak. Çavuş)M.Sertoğlu.

ÇAVUŞU MİYANE (Bak. Çavuş)

ÇAYIR VOYNUKLARI (Bak. Voynuk)M.Sertoğlu.

ÇAYKA (Bak. Şayka)M.Sertoğlu.

ÇEDİK Ekseriye san sahtiyandan yapılan kısa ve bol konçlu ayakkabıM.Sertoğlu.

ÇEKDİRİ Osmanlı donanmasında kürekle yürüyüp yelkeni yardımcı olarak kullanan bütün gemilere verilen isim. En küçüğünden en büyüğüne kadar 19 cins olup isimleri şöyle idi: Karamürsel, Aktarma, üstüaçık, Brolik, Celiyye, Çamlıca, Kütük, Kancabaş, İşkampaviye, Santur, Çekelve, Kırlangıç, Firkate, Kalite, Per-gendi, Mavna, Gırab, Kadırga, Baştarde.Yalnız kürekle hareket edenler ise şunlardı: Uçurma; Varna beş çiftesi. Çete kayığı. At kayığı, ŞaykaM.Sertoğlu.

ÇEKİ Odun, taş ve sairenin tartılması için kullanılan eski bir ölçü. (Bak. Dirhem)M.Sertoğlu.

ÇEKİRDEK 0.8775 grama tekabül eden Denk'in altıda biri, yani 0.14625 gram. (Bak. Dirhem)M.Sertoğlu.

ÇEKME (Bak. Edik)M.Sertoğlu.

ÇELEBİ Şehir terbiyesi almış, nazik, okur yazar adam. Çelebi Sultan Mehmed devrine kadar Padişah oğullarına, Mevlâ-na Celâleddin soyundan gelenlere ve bunlar arasından olan Mevlevi tarikatının başına da bu isim verilirdi. Bu kelime, 'eskiden Türkler tarafından Allah manasına kullanılmış olan Çalap kelimesinin i nis-bet ekiyle yumuşatılmış şeklidir ve Allah adamı, Dindar manasına gelirdi. Çalap kelimesi ise aslında Türkçe olmayıp Hıristiyanlığın sembolü olan ve Haç manasına gelen Salib'den bozmadır. Bu yüzden Hıristiyanlara hitap edilirken de Çelebi tabirinin kullanıldığı olmuşturM.Sertoğlu.

ÇELEBİ AKÇA II. Selim devrine kadar kullanılan bir akçe olup 2,5 tanesi bir Osmanlı akçesi tutarındaydı.M.Sertoğlu.

ÇELENK Muharebede yararlık gösteren gazilere eskiden nişan karşılığı verilen gümüş, altın ve mücevherli sorguç. (Bak. Sorguç)M.Sertoğlu.

ÇENGEL ÇİÇEĞİ Çengele vurulmuş insan. Beddua yerine Çengel çiçeği olası şeklinde kullanılırdıM.Sertoğlu.

ÇENGELE VURMAK Bir çeşit işkence. Buna uğrayan bileklerinden bağlandığı bir iple tepesinde makara bulunan bir direğe çekilir, sonra birdenbire bırakılırdı. Mahkûm düşerken direğin orta yerinde bulunan ucu yukarıya kıvrık sivri ve keskin bir çengele böğründen saplanır ve ölünceye kadar o vaziyette bırakılırdı. Bu işkence İstanbul'da ekseriya şimdi Çar-şıkapı diye anılan Parmakkapı'da icra olunurduM.Sertoğlu.

ÇERAĞ Eskiden kullanılan bir cins yağ kandili. Topraktan veya madenden yapılırdı. İçine yağ konup yan tarafında bulunan deliğe fitil takılarak yakılırdıM.Sertoğlu.

ÇERAĞ DEFTERİ Yeniçeri Ocağında her ağanın zamanında ayrı ayrı tutulup ve Ağa Çırağı adıyla ocağa alınanların kaydına mahsus olan defter. (Bak. Ağa Çırakları)M.Sertoğlu.

ÇERAĞIYAN-I HASSA Sarayın muhtelif yerlerinde bulunan kandilleri ve mumları hazırlayıp zamanı gelince yakmağa mamur kimseler. Bir isimleri de Şem'acı idiM.Sertoğlu.

ÇERAĞ OLMAK Bir kimseye hizmet ettikten sonra mükâfata nail olmak. Bu suretle mükâfat olarak bir mevki veya mansıp almak. Cariye iken evlendirilip bark sahibi edilmek. Bir kimsenin yanında yetişip terbiye alarak adam olmak. Çırak kelimesi bundan bozmadırM.Sertoğlu.

ÇERAKÎSE BÖLÜĞÜ Mıısr'a mahsus bir cins asker olup aslında Mısır çerkeslerinden teşkil edilmişse de içlerine sonradan Türkler ve Mühtediler de alınmıştırM.Sertoğlu.

ÇERGE Çadırın en küçük neviM.Sertoğlu.

ÇERİBAŞI (Bak. Alaybeyi, Evlâd-ı Fetihan)M.Sertoğlu.

ÇEŞM-İ BÜLBÜL Vaktiyle, İstanbul'da yapılan bir nevi cam mamulâtı. Bo-ğaziçinde, Çubukluda bir şişe imalâthanesi tesis edilmiş (1848) ve orada bir nevi tahrilli cam işleriyle, pek çok bardak ve sürahi gibi eşya yapılmıştır. Bu yer Çeşmi Bülbül adını taşıdığından mamulâtına da aynı isim verilmiştir. Bir deyişe göre de, bu cam eşya göze yaklaştırılıp ışığa tutulduğunda, içinde bülbül gözü şeklinde hâreler bulunduğundan bu ismi almıştır. Süt mavisi, düz, koyu kırmızı, zümrüt yeşili, çizgili, altınlı, kabartma çiçekli, tezhipli gibi renk ve nevide olanları vardı. Çeşmi bülbülden, bilhassa küçük testiler, vazolar, tepsiler, tabaklar, bardaklar, kâseler, avizeler yapılmıştır: Bir rivayete göre de ilk defa Mehmed Dede adlı bir Mevlevi italya'ya giderek bu sanatı öğrenmiş, lâkin kendisi daha tekâmül ettirmiş, nihayet İÜ. Selim zamanında Beykoz'da bir imalâthane kurarak bunların pek güzel nevilerini meydana getirmiştirM.Sertoğlu.

ÇEŞNİCİ Hazinehanede basılacak olan altın ve gümüş paraların ayarını tutturan ve kontrol eden kimse. (Bak Darb-hane)M.Sertoğlu.

ÇEŞNİGİR (Bak. Çeşnigir)M.Sertoğlu.

ÇETE Serhatlerde akıncıların yüzden az kimse ile düşman memleketlerine yaptıkları akın ve baskın. Buna Potera veya Potore de denirdi. (Bak. Akıncı)M.Sertoğlu.

ÇETE KAYIĞI Hafif donanma gemilerinden olup Çekdiri nevindendi. Üstü-açık'tan büyük, Brolik'ten küçüktü. Nehirlerde top çekme hizmetinde kullanılırdıM.Sertoğlu.

ÇEYREK Farsça ciharıyek kelimesinden bozma olup dörtte bir demektir. Mecidiye'nin dörtte birine bu isini verilmişti. (Bak. Mecidiye). Bundan maada, bir Osmanlı lirası yüz kuruş itibar olunduktan sonra beş kuruşa bir çeyrek denmiş ve bu hal Cumhuriyetten sonra da devam etmiştir. (Bak. Beşlik)M.Sertoğlu.

ÇEYREKÇİ Baraka dükkanlarda çalışan yarı seyyar kasapM.Sertoğlu.

ÇİFT KAPISI Vaktiyle Yenicami önünde bulunup sonradan yıktırılan eski bir sur kapısının adı. Bizans devrinde Evreyki Pili diye anılırdıM.Sertoğlu.

ÇIKMA Edirne, Galata ve Ibrahimpa-şa sarayı Acemi Oğlanlarının derecelerine göre Kapıkulu Süvari Bölükleriyle sarayın dış hizmetlerine veya devlet hizmetine çıkmaları hakkında kullanılan bir tâbir. Çıkma, kanunen yedi senede bir veya yeni bir cülus vukuunda olurdu. Cülus münasebetiyle olan Büyük Çıkma diye anılırdı. Acemi Ocakları efradının Yeniçeri Ocağına geçmesine ise Kapıya çıkma, Ocağa çıkmak veya kısacaBeder-gah denirdi. (Bak. Bedergâh)M.Sertoğlu.

ÇILDIR EYÂLETİ Bir adı da Ahıska olup üçü Yurtluk ve Ocaklık olmak üzere on üç sancaktan mürekkepti. (Bak. Yurtluk ve Ocaklık). Zeamet ve Tımar sahipleri beşyüz elli altı kılıç olup cebelileri ile birikte iki bin kişilik seferi bir kuvvet teşki ederlerdi. Sancakları şunlardı: Olti, Ardahan-ı buzürk, Hartus, Ardanuç (Erednevuc), Hacrek, Postuhu, Mah-cil, Ecare, Penek, Ahkelik (Ahaklık), Livana, Şavşad, PertegerekM.Sertoğlu.

ÇIPLAK Yeniçeri Ocağında herhangi bir vazife için sıra ile soyunan nefer. Tersanede Küçük Hüseyin Paşa'nın Kap-teopaşahğı zamanında teşkil olunarak onun adıyla Küçük Hüseyin Paşa Çıplakları diye anılan bir sınıf. Daima Kaptan-paşa hizmetinde bulunurlar, başlanna mavi püsküllü fes. sırtlarına kenarları sırma işlemeli kolsuz kısa salta, ayaklarına paçaları kırmızı şeritli kısa şalvar giyerer ve kırmızı kuşak sararlardı. Silâhları bir çift tabanca ile uzun bir bıçaktı. Baldırları, kol ve omuzları çıklap olurduM.Sertoğlu.

ÇIPLAKBAŞI Çıplaklara kumanda eden subayları. (Bak. Çıplak)M.Sertoğlu.

ÇIRAĞAN Eski devirlerde meş'ale-ve kandillerle yapılan bir nevi donanma. Gece bahçeler mumlar ve fenerlerle do-nandığı gibi sırtında yanar mumlar bulunan kaplumbağalar lâle tarhlarının arasında gezer, hattâ içine yağ ve fitil konup tutuşturulmuş binlerce midye kabuğu denizin sahtına yavaşça konur ve bunların akıntıyı takib ederek akışları fevkalâde bir manzara teşkil ederdiM.Sertoğlu.

ÇIRAĞAN SARAYI Sultan Abdülâziz-tarafından Beşiktaş'ın Ortaköy'e doğru olan sahilinde yaptırılan ve devrinde, dünyanın en güzel saraylarından olduğu halde, bir dikkatsizlik yüzünden yanan ve bu gün, harabesini gördüğümüz meşhur saray. / Bulunduğu yerde vaktiyle çırağan eğ-ienceleri yapılan bahçe ve bir köşk olmasından bu ismi aldığı söylenir. Sonraları aynı yerde muhtelif padişahlar tarafından saraylar inşa edilmiştir. Bilhassa III. Selim'in 1804 te yaptırdığı saray pek meşhur ve muazzamdı, II Mahmud'un Yeniçeri Ocağını ilgasından sonra bu sarayın ön cephesi kırk kadar sütunla süslenerek klâsik bir veçhe almıştır, II. Mahmud uzun zaman burada oturdu. Abdül-mecid saltanatının sonlarında bu sarayı yıktırarak yenisini yaptırma hazırlıklarına başladı. Ancak Abdülâziz tahta geçince, Ortaköye doğru daha bazı yerler de alarak gayet geniş bir saha üzerine, az evvel yukarıda bahsettiğimiz Çırağan sarayını inşa ettirdi. / Bu sarayın mimarı, Karabet kalfanın oğlu Serkis Beydir, inşaat dört sene sürmüş ve muhtelif rivayetlere göre de 1,5 ilâ 4 milyon altına mal olmuştur. Dahilî tezyinatı pek muhteşem ve kullanılan malzeme de pek kıymetli idi. Çırağan; Esas saray, Harem ve Ağalar dairesi olmak üzere üç binayı, büyük bahçeleri, birçok havuzlan, birkaç tane köşkü ve bir kayıkhaneyi ihtiva eder. Dört tane merasim kapısı vardır. Abdülâziz Çırağanda pek az oturmuştur. V. Murad da hallinden sonra ömrünü bu sarayda tamamlamıştı. / Çırağan, ikinci Meşrutiyette, 31 Mart aloyından sonra (1909), Meb'usan ve Ayan Meclislerine tahsis edilmiş ve bazı dahilî tadillerle tamirler yapılmıştır. Fakat 20 Ocak 1910 da çıkan bir yangında iki saat içinde, zengin ve kıymetli eşyası, fevkalâde olan dahilî tezyinatı ile tamamen yandı ve geriye bugün harabelerini gördüğümüz duvarlar kaldı. / Halen, yanan esas sarayın zemin katı ile diğer. binalarından Harem ve Ağalar dairesinden istifade edilmektedir. Kayıkhane sahasında ise Et ve Balık Kuruma deposu yapılmıştırM.Sertoğlu.

ÇiFT Osmanlı devrinde alınan vergilerden ve Rüsum-ı örfiye'nin Tekâlif cin-sindendir. (Bak. Rüsum-u örfiye, Tekâlif). Çift. arazi vergisidir. En az bir Çiftlik (Bak. Çiftlik) miktarındaki araziyi ziraat eden köylüden senede bir defa bulundukları eyâlete göre on akçeden elli akçeye kadar alınırdı. Köylü bundan başka mahsul üzerinden Öşür vermekle de ayrıca mükellefti. (Bak. Öşür). Hıristiyanlar da Müslümanlar gibi Çift vermekle mükellef iken I. Murad (1360-1389) zamanında, toprak tasarruf etsin veya etmesin, ziraatla meşgul ve Cizye ile mükellef Hıris-tiyanlardan Çift'e karşılık senede yirmi beş akçe Ispençe adlı bir vergi alınması kanununu vazetmiştir. Şu halde Hıristiyan-lardan Çift'e karşılık mükellef tutuldukları Ispençe vergisini, Harac-ı muvazzaf olmak dolayısıyla haraç cinsinden ve Rüsum-u şer'iyyeden addetmek icap eder. (Bak. Rüsum-u şer'iyye, Haraç). Ispençe kelimesinin aslı ise Spenza olup Romalılardan kalma bir vergi adıdır. Bir çiftlikten az yeri ziraat edenlere gelince, ektiği yer yarım çiftlik ise Nîm adıyla çift vergisinin yarısını, dörtte biri ise dörtte birini verirdi. Nitekim bir çiftlik yerden fazla ekenlerden de böylece aynı nisbet dahilinde daha çok vergi ahınrdı. Çift vergisiyle mükellef olan kimse ile aynı evde oturan bekâr oğullan Mücerred diye anılırlardı. Bunlardan eyâletleri kanunlarına göre bazı bölgelerde hiç vergi alınmaz, bazı yerlerde altışar akçe alınırdı. Eğer mücerret olan evlenirse, Bennâk adını alır ve bulunduğu eyâlete göre va-satî olarak 12 akçe Resm-i bennâk adh bir vergi verirdi. Keza, herhangi bir sebepten dolayı ziraatı terketmiş olanlardan Çift bozan vergisiyle mükellef olmayanlar da Bennâk addolunurlardı. (Bak. Çift Bozan). Bennâkler içinde bulundukları eyâlete göre dörtte bir veyahut yanm çiftlikten az bir miktar yeri ekip biçenlerden ziraat ettikleri arazinin iki dönümünden bir akçe olmak üzere Ekinli Bennâk adıyla ayrıca bir vergi alınırdı. Ba-zan bu iki vergi birleştirilerek maktuen tahsil olunurdu. Mücerred olanlar ise Ekinli şeklinde ziraatle veya başka bir kazançla meşgul olurlarsa mücerred vergisiyle mükellef olsalar bile ayrıca vasatı olarak altışar akçe Caba bennâk adıyla vergi verirlerdi. Bennâk vergisinin bir adı da Resm-î raiyyet idi. Osmanlı imparatorluğunda Çift, Bennâk, Kara, Ekinli Bennâk, Caba Bennâk gibi vergilerin miktarı her eyâlete göre değişir ve miktarları o eyâletin ayrı kanımnameleriyle tâyin ve tes-bit olunurdu. Bu kanunnameler ise arazi tahrir defterlerinin baş tarafında yazılı bulunurduM.Sertoğlu.

ÇÎFT BOZAN Çift vergisiyle mükellef olan köylüden sebepsiz yere ziraatı terkedenler çift vergisini vermeğe devam ederlerdi. Buna Çift bozan resmi denirdi. (Bak. Çift). Ancak bu toprak Sahib-i arz, yani her türlü vergisini almak salâhiyetinde bulunan tarafından ziraat olunursa, eski ziraat edenden artık Çift bozan resmi alınmaz, Bennâk vergisiyle mükellef tu-lurdu. Toprağı ve ziraatı tabii bir ' âfet yüzünden terketmek zorunda kalanlar da Çift bozan vermezler ve sadece Bennâk vergisiyle mükellf tutulurlardıM.Sertoğlu.

ÇİFTLİK Osmanlı İmparatorluğunda ziraat edilen muayyen bir toprak ünitesi olup en verimli ve iyi arazide yetmiş seksen dönüm, orta halli arazide yüz dönüm ve daha verimsiz yerlerde yüz ilâ yüz elli dönüm, bir Çiftlik addolunurdu. Dönüm, vasat adımla kırk adım kare idi. Bu Örfi dönümdür. Şer'i dönüm ise kırk arşın karedir. (Bak. Arşın). İstan-bulda otuz beş zira kare bir dönüm itibar olunmuş, son zamanlarda doksan bir metra kare bir dönüm olarak kabul edilmiştiM.Sertoğlu.

ÇİFT PARASI (Bak. Ağıl Resmi)M.Sertoğlu.

ÇİL AKÇE Ayarı tamam, yeni basılmış madenî paraM.Sertoğlu.

ÇİNGENE BEYİ (Bak. Çingene Sancağı)M.Sertoğlu.

ÇİNGENE SANCAĞI İstanbul'da ve Rumeli eyâleti dahilinde oturan Çingeneler bir sancak itibar olunmuşlardı. Bu sancağın beyine Çingene Beyi, Çingene sancağı beyi veya Mîr-i kıptiyan denirdi. Çingenelerin Müslümanları her hane başına yirmi iki akçe vergi verirlerdi. Bir evde oturan ve evli olmayan oğullar, yani Mücerred denilen sınıf da keza yılda yirmi ikişer akçe vermekle mükelleftiler. Müslüman olmayan Çingeneler içinse bu miktar yirmi beş akçe idi. Bundan maada, cürüm ve cinayet ve arusiye resimlerini öbür reaya gibi verirlerdi. Çingenelerden göçebe olanların hangi kazalar dahilinde dolaşacakları tesbit olunmuştu. Hiçbiri cemaatını terkedip gidemezdi. Terkederse yakalanır vs kabilesine teslim olunurdu. Kabilelerine Katuna ve reislerine da Katuna-başı denirdi. Müslüman Çingenelerle Müslüman olmıyan Çingenelerin karışmasına, birlikte konup göçmelerine ve kız alıp vermelerine müsaade olunmazdı. Bunlardan bir kısmı Müsellem cinsindendi. (Bak. Müsellem.) Ellerinde beratları olup diğer müsellemler gibi sefer zamanı hizmetle mükelleftiler. Buna mukabil Tekâlif ve Avânz'dan muaftılar. (Bak. Tekâlif, Avarız). Bunların yekûnu beşer kişilik üç yüz ocak olup sefer zamanında her ocaktan bir kişi hizmete giderdi. Çingene Beyi, sancak beyi rütbesinde olup sancağı dahilindeki Çingenelerden vergi ile mükellef olanların şer'i ve örfi bütün rüsumuna ta-asrruf ederdi. Aynı zamanda Müsellem olanların hizmet zamanı toplanıp hizmete gönderilmesiyle de meşgul olurduM.Sertoğlu.

ÇİNİ Topraktan yapılıp üzeri sırlanarak muhtelif şekil ve resimler nakşolun-duktan sonra pişirilmek suretiyle elde edilen sanat eseri. Bundan duvar süsleri, tabaklar ve kadehler, sürahiler ve saire yapılırdı. Çinicilik pek eski, tâ Asûrlar zamanına kadar çıkan bir Şark sanatıdır. Türkler, İranlılar, Çinliler tarafından çok kullanılmıştır. Cinde bu sanatın pek ileri numuneleri yapıldığı ve büyük üstadlar yetiştiği için bu isimle anılmıştır. Osmanlıların Kütahya, iznik ve İstanbulda kurdukları çini imalâthaneleri pek meşhurdur. Anadoluda, İstanbulda ve Rumelide gerek Selçuklu ve gerek Osmanlı Türklerinden kalmış pek çok ve eşsiz çini sanatı numuneleri vardır. Orta Asyada Turfan, Kaşgar, Koça havalilerinde nefis Türk çini ve resimleri ele geçmiş ve bunlar sayesinde Türklerin daha o zaman, yani VIII. Yüzyıldan evvel ne kadar yüksek bir medeniyet seviyesine erişmiş oldukları anlaşılmıştırM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin