DERGÂH-I ÂLİ Osmanlı sarayı hakkında kullanılan bir tâbirM.Sertoğlu.
DERGÂH-I ÂLİ ÇAVUŞLARI Divana Hümayun Çavuşlarının diğer adı. (Bak. Divan-ı Hümayun Çavuşları)M.Sertoğlu.
DERGÂH-I MU ALLA Osmanlı sarayıM.Sertoğlu.
DERlNTİ Askerlik işinden anlamayan ve savaş ehli olmayan kimselerden ihtiyaç üzerine acele toplanan ve çok zaman savaşlarda faydasından çok zararı görülen ta.lim ve terbiye görmemiş asker. Daha çok yağma ve talanda ustaydılarM.Sertoğlu.
DERKENAR Eskiden dilekçelere resmî makamlar tarafından, altına veya kenarına yazılmak suretiyle verilen cevapM.Sertoğlu.
DERSAADET Osmanlı Türklerinin İstanbul'a verdikleri isimlerden biriM.Sertoğlu.
DERSİAM Bir medreseyi bitirdikten sonra tâbi tutulduğu hususi bir imtihan sonunda medrese talebesine ders okutmak salâhiyetini kazanan kimseM.Sertoğlu.
DERS NAZIRI Bir veya birkaç mektebin tedrisatını düzenlemiye ve kontrol etmiye yetkili kimse hakkında eskiden kullanılan bir tâbirM.Sertoğlu.
DERS VEKiLi Bugün Vakıflar hat müzesinin bulunduğu Bayezid medresesinde ders tedrisi Şeyhülislâmlara tahsis olunmuştur. Lâkin onlar ekseriya işlerinin çokluğundan veya başka sebeplerden dolayı bu işi vekâleten müderrislerin ileri gelenlerinden birisine gördürürlerdi. Bu zata ders vekili denirdiM.Sertoğlu.
DERVİŞ Herhangi bir tarikata mensup olan kimse. (Bak. Tarikat)M.Sertoğlu.
DERYABEYİ Kaptanpaşa eyâletine bağh Sancak beğlerine verilen unvan. Bunlar, kendi sancaklarındaki Tımar ve Zeamet sahipleriyle birlikte yıllık dirlik ve tahsisatlarına göre bir, iki veya üç kadırga ile deniz seferlerine katılırlar ve donanmanın yardımcı kuvvetlerini teşkil ederlerdi. (Bak. Kaptanpaşa Eyaleti)M.Sertoğlu.
DERYA KALEMİ Kaptanpaşa eyaletine bağh Sancakların Zeamet ve Tımar tevcihatına, Mensuhat efradına ait muamelelere ve bunların malî işlerine bakan kalem. (Bak. Mensuhat)M.Sertoğlu.
DERYA KAPTANI (Bak. Kaptanpa-5a)M.Sertoğlu.
DESPOT Ortodoks Rumların ruhani reislerine ait bir unvan. Rumca despotis kelimesinden kısaltılmış olup mertopolit karşılığı idiM.Sertoğlu.
DESTAR AĞASI Sadrıâzamın dış ağalarından olup sarık ve kavuklarını hazırlamaya, muhafaza ve giydirmeye memurdu. Ayrıca çamaşırların muhafazası da ona aitti. (Bak. Dış Ağaları)M.Sertoğlu.
DESTAR BAHASI Eskiden büyük memuriyetlere tâyin olunanların maiyetinde bulunanlara bir defaya mahsus olmak üzere verilen bir paraM.Sertoğlu.
DESTEVÂNE Eldiven. Eskiden ahu derisinden yapılırdıM.Sertoğlu.
DESİSE Mekke ve Medine imaretlerinde iri bulgurdan pişirilen bir nevi çorba. Gitgide o bulgurun yapıldığı buğdaya da bu ad verilmiştirM.Sertoğlu.
DEVECİ Deveci ortası kumandanı. (Bak. Deveci Ortalan). Bunların en kıdemlisine Başdeveci denir ve terfi ederse Hünkâr Hasekisi veya Acemi Ocağının Rumeli Ağası olurduM.Sertoğlu.
DEVECİLER (Bak. Deveciler Ortalan)M.Sertoğlu.
DEVECİLER ORTALARI Yeniçeri Ocağının daimi olarak birinci cemaat ortasından beşinci cemaat ortasına kadar olan kısmiyle zaman zaman değişmekle beraber 6, 8, 25, 29, 33, 39, 40, 42, 43, 45, 46, 47, 48, 56, 57, 75, 78, 86, 87, 91, 95 ve 98 inci ortalarım teşkil eden sınıf. Deveciler Ocakta en itibar sahibi olanlardı. Muharebelerde siper hizmetlerinde çalışırlar ve bundan başka sefere gidişte ve dö-nüşt Yeniçeri Ağasının develerini yükleyip ağırlıklarını naklederlerdiM.Sertoğlu.
DEVETTAR (Bak. Divittar)M.Sertoğlu.
DEVİR AKÇESİ (Bak. Çizmebaha)M.Sertoğlu.
DEVİR ATI İstanbul ağası denilen Acemi Ocağı Ağasiyle Yeniçeri Ağası, Sekbanbaşı ve Ocak Kethüdasına üç senede bir Istabl-ı âmireden verilen atM.Sertoğlu.
DEVİR KÜRKÜ Her ulufe tevzii mü-nasebeliyle Sadrıâzama Padişah tarafından verilen samur kürk. (Bak. Ulufe)M.Sertoğlu.
DEVLET ÂBÂDÎ Abâdî - kâğıdın diğer adı. (Bak. Âbâdî)M.Sertoğlu.
DEVLET KETHÜDASI Sadaret Kethüdalarına XIX. Yüzyılın ortalarına doğru verilen isim. (Bak. Sadaret Kethüdası)M.Sertoğlu.
DEVLETLÜ Osmanlı teşrifatında Vezirlere, Müşirlere, Şeyhülislâmlara, Mekke emirlerine, Dâr'üs-saade Ağalarına, hanedana doğrudan doğruya veya hısımlık suretiyle mensup olanlara verilen unvan. Kullanılış şekli şöyle idi: Sadrıâzamlara devletlû fehametlû, saltanat hanedanına hısımlık suretiyle mensup olanlara Seraskerlere devletlû ntufetlû, Dâr'üs-saade ağalarına devletlû inayetlû, hanedan mensuplarına devletlû necabetlû, Şeyhülislâmlara devletlû semahatlû, Mekke emirlerine devletlû siyadetlû denirdiM.Sertoğlu.
DEVRİYE MEVALİSİ Bağdad, Anteb, Bosna, Erzurum, Maraş, Trablusgarb, Beyrut, Kürdistan, Rusçuk, Sivas, Adana, Çankırı kadılarının unvanı. (Bak. Kadı, Mevalî)M.Sertoğlu.
DEVRİYE MEVLEVİYETİ (Bak. Paye)M.Sertoğlu.
DEVŞİRME Yıldırım Bayazid'in Ankara mağlûbiyetinden sonra fetihlerin duraklaması, hattâ muvakkaten gerilemesi sebebiyle yeniden esir elde edilememesi üzerine Acemi oğlan ihtiyacı için Hıristiyan tebaadan alınmaya başlanan genç çocuklar ve onların böylece alınması, ihtiyaca göre üç beş senede bir ve bazan daha uzun fasılalarla Hıristiyanlardan 8-20 yaş arasındaki çocukların gürbüz ve sağlam olanları alınırdı. Evvelâ, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan'dan, daha sonraları Sırbistan ve Bosna-Hersek'ten ve Macaristan'dan, XV. Yüzyılın sonlarından itibaren yavaş yavaş Anadoludaki Hıristiyan tebadan, XVII. Yüzyılda ise umumi olarak bütün Osmanlı memleketlerindeki Hıristiyan tebaadan devşirme alındı. Devşirmeye lüzum hâsıl olunca Yeniçeri Ağası Divana baş vurarak ihtiyaç miktarını bildirir ve devşirmeye gidecek olan Ocak Ağalarını seçerdi. Bunun üzerine devşirilecek mıntıkalara emirler gönderilerek Sancakbeği, Kadılar ve Topraklı süvarilerin yardımı temin olunur, ayrıca Ocaktan bir Devşirme emini ile bir Devşirme memuru tâyin edilirdi. Bunlar Sekbanbaşı, Solakbaşı, Zağarcıbaşı, Seksoncubaşı, Turnacıbaşı, Hasekiler, Zenberekçibaşı, Deveci veya Yayabaşılar-dan olurdu. Ağa bölükleri zabitlerine buvazifenin verilmesi kanun değildi. Bunun için Kejhüdabey, Başçavuş, Kethüdayeri, Muhzırbaşı ilh... devşirmeye gidemezlerdi. Devşirme Ağası da denilen Devşirme memurunun eline fermandan başka aynı şeyleri bildiren bir Yeniçeri Ağası mektubu verilirdi. Fermanda, her mıntıkadan alınacak oğlan adedi kazalara göre tesbit edilmişti. Devşirme memuru bu mıntıkaları bizat gezerek evsafı haiz çocuklardan kırk evden bir oğlan hesabiyle dev-şirirdi. 14 -18 yaş arasında olanlar tercih olunur ve evliler alınmazdı. Devşiri-len oğlanın köyü, kazası, sancağı, baba ve anasının Ve sipahisinin isimleri, yaşı, bütün eşkâli ve Sürücü denilen sevk memurunun adı bir deftere yazılır, bu defter iki nüsha olur, biri Devşirme memurunda, biri Sürücüde bulunurdu. Kanun mucibince çocukların en asilleri, papaz çocukları, iki çocuğu olanın biri, 'birkaç çocuğu olanın en güzeli ve sıhhatlisi seçilirdi. Bir oğlu olanın çocuğu alınmazdı. Alınacak olanların orta boylu olmasına dikkat edilirdi. Uzun boylulardan ise vücudu mütenasip olanlar saray için devşi-rilirdi. Yahudiler hiç alınmazdı. Devşirilen çocuklar Sürü denilen 100-200 kişilik kafileler halinde ve Sürücülerin muhafazası altında hükümet merkezine sevkolunurdu. Çocukların devşirildiği yerden sevk masrafı ve Kızıl aba ile Sivri külâh'dan ibaret elbise paralan için her oğlan başına Hil'atbaha veya Kul akçesi adıyla bir miktar para alınırdı. Bu para ilk zamanlar yüz akçe kadarken XVII. Yüzyılda 600 akçeye kadar çıkmıştı.Tek oğul, Yahudi ve evlilerden başka köy kethüdası oğlu, çoban ve sığırtmaç, köse, kel, doğuştan sünnetli, türk-ça bilen, sanat sahibi, İstanbul'a gelip gitmiş, çok uzun veya çok kısa boylu olanlar da devşirilmezdi. Yalnız Bosnalı olan ve Poturoğalları denilen Müslüman çocuklarının saray ve Bostancı Ocağı için devşirilmelerine müsaade edilmişti. (Bak. Poturoğulları). Trabzon Hıristiyanlanndan da oğlan devşirilmezdi. Yavuz Selim bu usulü kaldırmışsa da XVI. Yüzyılın sonlarında gene konmuştu. Rus, Çingene ve Acemlerden oğlan devşirmek katiyen yasak idi. Istabl-ı âmireye ait çayırlan biçtikleri, muhafaza ettikleri, atlara bakıp daha bazı hizmetler gördükleri için İstanbul civarında Kartal ve Kadıköy Hıristiyanları da devşirme vermekden muaf tutulmuşlardı. Sürü, devlet merkezine gelince iki üç gün istirahat eder, oğlanlar şehadet getirtilip Müslüman edilirdi. Sonra Yeniçeri Ağası tarafından teftiş olunur, içlerinde sünnetli bulunup bulunmadığına bakılır, uygun çıkanlar eşkâl defterine kaydolunup Acemi Ocağı cerrahı tarafından sünnet edilirlerdi. Bunu müteakip güzelleri saray için, gürbüzceleri Bostancı Ocağı için ayrılır, öbürleri Anadolu ve Rumeli ağalan vasıtasıyla Türk köylülerine dağıtılırdı. Buna Tfirke vermek denirdi. Orada muayyen bir müddet hizmet ettikten sonra eşkâli yoklanıp Acemi Oğlanı yazılırlardı. Bu yazılmaya Torba yazısı, yazılanlara da Torba oğlanı denirdi. (Bak. Acemi Ocağı)M.Sertoğlu.
DEVŞİRME AĞASI (Bak. Devşirme)M.Sertoğlu.
DEVŞİRME EMİNİ (Bak. Devşirme)M.Sertoğlu.
DEVŞİRME MEMURU (Bak. Devşirme)M.Sertoğlu.
DIŞ AĞALARI Sadrıâzamlann kapı halkının bir kısmı. Bunlar, Bıyıklı ağalar veya Gedikli ağalar diye de anılıp şunlardan ibaretti: Silâhdar ağa, Çuhadar ağa, Selâm ağası, Miftah veya Anahtar ağası, Mühürdar ağa, Kapıcılar kethüdası, Mirahor ağa, Kiler ağası, Buhurdan ağası. Delibaşı, Kavasbaşı, Kürkçübaşı, Sa-raçbaşı, Tüfekçibaşı, Başsilâhşor ağa, Kahvecibaşı, Çamaşırcıbaşı, Vekilharç. Aşçı, Pazarcı ve bunlann maiyetleri, çırakları ve yamakları. Bak. Kapı Halkı)M.Sertoğlu.
DIŞ HAZİNE (Bak. Hazine)M.Sertoğlu.
DİBA Kalın canfes cinsinden ipekli kumaş. Bunun altın veya gümüş ile çiçekler ve dallar işlenmiş olanına mfinak-kaş denirdiM.Sertoğlu.
DİDEBAN Ağakapısında bulunan ve Yangın köşkü veya Harik köşkü diye anılan yüksekçe binadan İstanbul'da çıkan yangınları haber vermek üzere ortalığı daimi surette gözetlemeye memur kimseler. Halk bunlara Köşklü de derdi. Ocağın ilgasından sonra, hatta Osmanlı devletinin sonuna kadar yangını ilân eden memurlara köşklü ve bundan bozma olarak Köşlü denmişti. Bundan maada kıyılarda düşman veya korsan gemilerini gözetlemeye memur kimselerle serhad kalelerinde düşmanı tarassut edenler ve diğer gözcülük hizmetini görenlere de Didebân denirdi. (Bak. Ağa Kapısı)M.Sertoğlu.
DİL Düşmandan alınan esir. Bunlardan ekseriya düşman ahvali hakkında bilgi alındığı için böyle anılmışlardırM.Sertoğlu.
DİL OĞLANI Yabancı elçiliklerde devlet erkânı ile görüşmek üzere tercüman olarak yetiştirilen gençler. Bunlar bir taraftan lisan öğrenirler, bir taraftan da tercümanlara yamaklık ederler ve bu suretle staj görürlerdi. Fransızlar bu tâ biri aynen tercüme ederek Jeunes de lan-gue diye kullanırlardıM.Sertoğlu.
DİLSİZ Enderun odalarından Hazine, Kiler ve Seferli koğuşlarında üçer, dörder tane bulunan sağır ve dilsiz. Kendilerine Bizeban da denir ve Başdilsiz veya Dilsizbaşı adlı eskilerine tâbi bulunurlardı. Dilsizler daima Padişahın kapısında nöbet tutarlar ve sırma işlemeli serpuş giyerlerdi. Gayet dikkatli ve zeki kimseler olup hükümdarların göz uciyle en basit bir işaretlerinden arzu ve emirlerini sezerek tatbik ederlerdi. (Bak. Enderun)M.Sertoğlu.
DİLSİ/BAŞI (Bak. Dilsiz)M.Sertoğlu.
DİMIŞKÎ Samda ipek ve ketenle karışık olarak dokunan bir cins kumag. Çiçek ve bezemeleri kabartma olur ve perdelik, döşemelik diye kullanılırdı. Sonra Venedik ve Cenova'da taklitleri dokunmuştur ki bunlann Dirmşkîden bozma olarak Damasko denmiştirM.Sertoğlu.
DİNAR ilk islâm devletlerinde altın sikke vahidi. Lâtin Denarîus kelimesinden bozmadır. Arapların bu tâbiri neden aldıklan tamamen belli değildir. Onların kullandıkarı altın dinar 4.25 gram ağırlığında idi. Şer'i dinar ise on dirhem yani 32.5 gram gümüşe mukabildiM.Sertoğlu.
DtREKLERARASI Şehzadebaşı caddesinin eski ismi. Vaktiyle Müslümanlar Beyoğluna fazla rağbet etmediğinden bilhassa Ramazanlarda İstanbul'un en parlak semti idi. Tiyatrolar, çayhaneler vesaire burada toplandığı gibi meşhur bir piyasa, yani gezinti yeri idi. Burasının daha eski adı da Kapamacılar'dır. Bu caddenin Bizans devrindeki adı Mesi olup Ayasofya meydanından başlı-yarak Saraçhane civarında ikiye ayrılıp biri Edirnekapı'ya ve öbürü Yaldızhkapı'-ya ulaşırdı. Bu caddenin iki tarafı sütunlara dayanan revaklarla örtülüydü. Bu sütunların en sonuncuları Şehzadebaşı caddesinde kaldığı için burası Direklerarası diye anılmıştırM.Sertoğlu.
DİRHEM Eski bir ağırlık ölçü ünitesi olup 3.207 grama karşılıktı. 400 dirheme bir okka denirdi. Bir buçuk dirhem bir mlskal itibar olunmuştur. Miskalin dörtte birine bir denk, denkin altında birine çekirdek, dörtte birine ise kırat denirdi. Kıratın dörtte biri buğday, buğdayın dörtte biri fitil, fitilin yansı nekir, onım yarısı kıtmir, onun yarısı zerre diye anılırdı. Kırk dört okka bir kantar, dört kantar bir çeki itibar olunmuştu. Mamafih sonraları 195 okkaya bir çeki adı verildi ki 250 kiloya bedeldir. Dirhem, aym zamanda bir dirhem gümüş ağırlığında olan para ünitesi karşılığında kullanılırdı. Yalnız- bunun ağırlığı 3.207 gram olmayıp örfi dirhem 16 kırat yani 2.30 gram, olarak kabul edilmiştirM.Sertoğlu.
DtRLİĞİ KESİLMEK Herhangi bir sebepten dolayı bir kimsenin devletten aldığı maaşın veya tahsisatın kesilmesiM.Sertoğlu.
DİRLİK Devlet tarafından gerek hizmet erbabına maaş olarak verilen ve gerekse bir yerin varidatı olarak tahsis olunan para. Ulufe, Müşahere, Salyane, nev'inden günlük, aylık ve yıllık maaş-îar, Tımar, Zeamet, Arpalık, Malikâne nev'inden tahsislerin hepsine dirlik denirdi. Mamafih, en ziyade Has Tımar va Zeamete ait gelirlere alem olmuşturM.Sertoğlu.
DİVAN (Bak. Divan-ı Hümayun, Kazasker Divanı, Sadrıâzam Divanı)M.Sertoğlu.
DİVANBAĞI Çavuşbaşıya halk tarafından verilen isim. (Bak. Çavuşbaşı)M.Sertoğlu.
DİVAN EFENDİSİ Vezir veya Beg-lerbeğilerin yazı işlerini gören memurların şefiM.Sertoğlu.
DİVANHANE Topkapı sarayında Or-takapıdan sonra gelen meydanda ve sol tarafta bulunan Divan-ı Hümayun Binası. Kanuni zamanında Sadrıâzam ibrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ondan evvel, sonradan Eski Divanhane denilen başka bir divan yeri mevcuttu. Divanhanenin önünde uzun ve geniş saçaklı ve tavam süslü, etrafı zarif demir parmaklıkla kapalı geniş bir gezinti yeri vardır. Buradaki kapıdan Divan-ı hümayunun kurulduğu odaya girilirdi. Bu salonun tavanı altın işlemeli ve fevkalâde sanatlıdır. Dört tarafta kerevetler bulunur ve kubbesinin ortasından bir avize asılı dururdu. Bu salona nezareti olan kafesli bir mahfilden Padişahlar divan müzakerelerini takip ederlerdi. Buna Kasr-ı adil veya Kafes derlerdi. Bu yere harem dairesinden bir yol vardı. Divanhanenin bitişiğinde Sad-rıâzamın Divit odası denen hususi kalem odası ile Kubbe Vezirlerine mahsus oturma ve dinlenme odaları, kahve ocağı bulunurdu. Gene burada, sekiz kubbenin örttüğü iç hazine bulunmaktaydı. Bu yerde, para koymaya mahsus küpler halâ durmaktadır. Bundan başka Sadrıâzamla-rın konaklarında ikindi divanlarının toplandığı yere de divanhane denirdi. Bunun gibi Ağakapısında kurulan Ağa Divanının toplantı yeri Ağa Divanhanesi, eyaletlerde bulunan valilerin kurdukları Paşa Di-vanı'mn içtima mahalli de Paşa Divanhanesi adını taşırdıM.Sertoğlu.
DİVAN-I HÜMAYUN Osmanlı devletinde bugünkü kabineye muadil olan teşkilât. Birinci ve ikinci derecedeki siyasî, idarî, askeri, ser'i ve malî işler, her çeşitten şikâyet ve dâvalar hep burada görüşülür ve karara bağlanırdı. Divan, hangi din ve milletten olursa olsun kadın, erkek ve her sınıftan halka açıktı. Memleketin herhangi bir yerinde haksızlığa uğrayan, zulüm gören veya mahalli adlî teşkilât tarafından aleyhine haksız karar verildiği iddiasında bulunan, idarî ve askeri sınıflardan şikâyeti olan herkes Di-van-ı Hümayuna bizzat başvurmak hakkına haizdi ve bütün bu dâvalar burada büyük bir titizlikle görülürdü. Divan-ı Hümayunun esas azalan: Sadrıâzam, Kubbe vezirleri, Kaptanpaşa, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, Şıkkı evvel, Şıkkı sâni ve Şıkkı salis defterdarları, Tevkii de denilen Nişancı, Vezir rütbesinde bulunursa Yeniçeri Ağası ve Derya kaptanı. Bundan başka. Reisülküttab, Çavuşbaşı ve Kapıcılar Kethüdası ile Büyük ve Küçük tezkereciler de bulunurlar, lâkin Divanda oturmayıp ayakta hizmet görürlerdi. Çavuşbaşı," maiyetindeki Divan-ı Hümayun çavuşlarıyla müracaat sahiplerine yol gösterir, girip çıkmaları tanzim ederdi. Kapıcılar Kethüdası Padişahla Sadrıâzam arasındaki temasa vasıta olur, büyük ve küçük tezkireciler Divana verilen istidaları yüksek sesle okur ve kararları not ederlerdi Zabıta hizmetini gören Muhzır ağa ile Bostancılar Odabaşısı, Subaşı ve Asesbaşı da hazır bulunup tevkif, hapis veya idam edilecekler hakkında verilecek emirleri beklerlerdi. Divanda işe en mühim meselelerden başlanırdı. Elçilerin teklifleri, eyâletlerin ihtiyacı, yabancı devletlerle olan münasebetler, serhad ahvali, nihayet halkın dâva ve şikâyetleri sırasıyla müzakere mevzuu olurdu. Hurkes dâvasını ve müdafaasını kendisi yapar, dil bilmiyenler için Divan-ı Hümayun tercümanı denilen birçok tercümanlar bulundurulurdu. Fâtih zamanında her gün toplanırken, divan içtimaları XVI. Yüzyıl başlarında cumartesi, pazar, pazartesi ve salı olmak fizere haftada dört güne inmişti. Bunların ikisinde, yani pazar ve salı günleri toplantıdan sonra Sadnâzam ve Vezirler Padişahın huzuruna girdikleri için bunlara Arz günleri denirdi. Yeniçeri Ağası Vezir rütbesinde değilse, onlarla beraber arza girmez, daha evvel hükümdarın huzuruna kabul olunarak Yeniçeri Ocağına dair söyleyecekleri varsa arzeder, sonra Ağa kapısına dönerdi. Mûtad divanlardan başka bir de Galebe divanı ve Ayak divanı vardı. Galebe divanı elçilerin kabulü ve Kapıkulu Ocaklarına ulufe dağıtılması münasebetiyle toplanırdı. Ayak divanı ise fevkalâde vakalar dolayısiyle Padişahın Bâb'üs-saa-de önünde kurulan tahta çıkmasıyla olur ve hükümdar burada halkla veya askerle doğrudan doğruya temas eder, dertlerini dinlerlerdi. Ayak divanları ekseriya, ihtilâl ve karışıklık zamanlarında olurdu. Divan içtimai sona erdikten sonra yemek yenir, Sadrıâzamı ve Vezirleri Selâmlık için gelen Yeniçerilere çorba verirlerdi. Galebe divanlarında ise askere pilâv, zerde ikram olunurdu. Yeniçeriler çorbayı içmezlerse, itaatsizlik alâmeti sayılır ve arzuları sorulurdu. Onlar da bunu söyler, istedikleri yerine getirilince çorbalarını içerlerdi. Bazan da inat ederler, iş büyür ve bu hal bir ihtilâl başlangıcı haline gelebilirdi. Divanda bitmeyen işler, öğleden sonra Sadrıâzamların konaklarında toplanan ikindi divamn'nda tamamlanırdı. (Bak. ikindi Divanı). Divan toplantısını müteakip, Hazine ile Darphane, Defterdarın huzurunda Sadrıâzamın mühriyle Çavuşbaşı tarafından mühürlenir ve sonra herkes yerli yerine giderdi. Divan içtimaları XVIII. Yüzyılın ortalarına doğru tavsamış, nihayet yalnız Galebe divanına inhisar etmiş ve ü. Mahmud devrinde modern kabine sistemi kabul edilip bu da terk olunmuşturM.Sertoğlu.
DİVAN-I HÜMAYUN ÇAVUŞLARI Asıl vazifeleri divan günleri hizmet, mübaşirlik ve icra kuvvetlerine yardımcılık etmek olan bir sınıf. Bir kısmı Ulûfeli, bir kısmı Tımarlı veya Zeametli olurdu. Bu ikinci sınıfa Gedikli çavuş d* denirdi. Gedikli çavuşlar, bazan mühim bir fermam eyâletlere götürmek, büyük bir devlet memurunu kati veya nefyetmek gibi vazifeler de alabilirlerdi. Bundan başka elçilikle yabancı devletlere gönderildikleri de olurdu.Padişahlar şehirde alayla gezerken veya camiye giderken Divan-ı Hümayun Çavuşları önde yürürler ve savulun diye bağırarak yol açarlardı. Sefer zamanı gene hükümdarla beraber harbe giderlerdi. Cüluslarda ve bayram tebriklerinde alkış yapmak da bunların vazifesiydi. (Bak. Alkış). Mevcutları Fâtih devrinde iki yüz iken XVIII. Yüzyılda bine yaklaşmıştı. Hepsi on beş bölük itibar olunup Çavuş-başımn emri altmda bulunurlardı. Divan-ı Hümayun Çavuşlarına Dergâhı Âli Çavuşları dendiği gibi, Çavuşbaşılığın Deavi nezaretine tahvilinden sonra Deavi Çavuşları adı verilmiştirM.Sertoğlu.
DlVAN-I HÜMAYUN KALEMLERİ (Bak. Divan kalemi, Rüus kalemi, Tahvil kalemi)M.Sertoğlu.
DİVAN-I HÜMAYUN KÂTİPLERİ Divan-ı Hümayunun muhtelif kalemlerinde hizmet eden kâtipler olup bir kısmı Ulûfeli ve bir kısmı Tımar ve Zeamet idiler. Ulûfeliler daha muteber addolunurdu. Bunlar arasında münhal olursa Zea-metlilerden biri yerine geçerdi. Yeni intisap edenler ise Tımarlı olur ve zamanla zeamete yükselirlerdi. Zeametleri Gedik idi; yani belli sayıda olup değişmezdi. Sefer zamanı hükümdar veya Sadnâzam sefere giderse Timar ve Zeametli kâtipler mutlaka giderlerdi. Ulûfeliler ise, emre göre ya gider veya kalırlardı. Bundan maada, Divan-ı hümayunda Şagird ve Mülâzımlar vardı. Bunlar, ekseriya kâtip evlâtlarından olup divana uzun müddet devam ettikten sonra münhal vukuunda kâtip sınıfına geçerlerdi. Şagirdlik ve Mü-lâzımlık da keza gedikti. Şagirdlerin bir adı da Ahkâm kâtipleri idi. Sâdır olan hükümlerin hülasalarım deftere kaydettiklerinden böyle anılmışlardır. Divan-ı hümayun kâtipleri terfi ederek zamanla Halife ve Hacegân olurlar, yani bir kalemin amirliğine yükselirlerdi, ihtiyarları 50-60 akçe gibi yüksek yevmiye ile, Zeametlüeri ise zeamstleriyle tekaüt edilirlerdi. Sayıları XVI. Yüzyılda on beş kadarken yüzyıl içinde otuza çıkmış, XVIII. Yüzyılda ise yetmişi aşmıştıM.Sertoğlu.
DİVAN-I HÜMAYUN SİCİLLERİ Divan-ı hümayunda hazırlanan ve sadır olan fermanların ve beratların hülâsa kayıtlarını tarih sırasiyle ihtiva eden defterdir. 1619 yılına kadar bütün bu fermanlar ve hükümler, Mühimme defterleri denilen defterlere kaydolunurken bu tarihten sonra yalnız devlete ait işler Mühimme defterlerine yazılıp şahsî dâvalara ait ferman kayıtları için Şikâyet defterleri ismi verilen ayrı siciller tutulmuştur. 1742 tarihinden itibaren ise bu şikâyetler de eyâlet eyâlet ayrı defterlere yazılmış ve bunlara Ahkâmı şikâyet veya kısaca Ahkâm defterleri adı verilmiştir. Bundan başka verilen memuriyetlerin ve vakfa ait vazifelerin yazıldığı Rfius defterleri ile tımar ve zeamet tevcihatımn kaydolunduğu Tahvil defterleri yabancı devletlerle olan anlaşmalara ve her çeşit elçilik muamelelerine ait yabancı devlet reisleri arasında cereyan eden muhabereleri ve sulh muahedelerini ihtiva eden Name defterleri, de Divan sicillerinden addolunmuştur. Tanzimatm ilânından sonra çıkan nizamlar için Nizamat defterleri, devletin hakiki ve hükmi şahıslarla yaptığı mukaveleler için Mukavelat defterleri verilen imtiyazlar için İmtiyaz defterleri, hukukî meselelere ait Mukteza defterleri ilh.. Bu sicillere ilâve olunmuşturM.Sertoğlu.
DİVANI HÜMAYUN TERCÜMANLARI Gerek divan toplantısı sırasında türkçe bilmeyenler için ve gerekse yabancı devletler elçileriyle olan mükâlemeler için kullanılan tercümanlar, ilk zamanlarda gl-çiler kendi tercümanlarını kullanırlar idiyse de sonra bu usûl mahzurlu görülerek terk ve devlet tarafından resmî tercüman tâyin olunmuştur. Bunlar, Fenerli eski Rum beyleri ailelerinden seçilirler ve dereceleri Reisülküttaptan sonra gelirdi. Bâb-ı âli tercümanları da denen Divan-ı hümayun tercümanları 1716-1821 yılları arasındaki dönemde terfi ederlerse, Eflâk veya Boğdan Voyvodası, yâni prensi olurlardıM.Sertoğlu.
DİVANİ Arap harflerinin Türkler tarafından icat edilip kullanılan güzel bir yazı nev'i. Daha ziyade ferman, berat gibi şeylerin yazılmasında ve bir kısım divan kayıtlarının tutulmasında kullanılırdıM.Sertoğlu.
DİVANİ CELİSİ (Bak. Celi)M.Sertoğlu.
DİVANİ KIRMASI Divanî yazının basitleştirilmiş ve yazılması süratlendirilmiş bir şekli. Divan kayıt ve sicilleri en çok bu yazı ile tutulur ve malî işler müstesna omak üzere her türlü muameleler için en fazla kullanılırdı. Bu yazı gitgide nihayet Arap harfleri terkolunmadan evvel kullanılan ve Rik'a diye anılan basit ve süratli el yazısına inkılâp etmiştiM.Sertoğlu.
DİVAN KALEMİ Divan-ı hümayunda müzakere olunan bir karara bağlanan evrakı icabeden mahallere havale eden kalem. Bir vazifesi de Divan-ı hümayun sicillerini tutmaktı. (Bak. Divan-ı Hümayun Sicilleri). Bu kalemin öbür adı Beğlikçi veya Beğlik kalemi idi. (Bak. Beğlikçi). re mahsus iki üç hokkası da olurduM.Sertoğlu.
DİVİDDARİYE Bir padişah tahta çıkınca timar ve zeamet gibi toprak dirliği sahiplerinden beratlarının yenilenmesi veya yeniden berat verilmesi karşılığında yıllık gelirlerinin miktarına göre binde on ikiden binde yirmi üçe kadar alınan harçM.Sertoğlu.
DİVİT Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada ihtiva eden mahfaza, icabında ayrı renk mürekkeple-
DİVİT ODASI (Bak. Divanhane)M.Sertoğlu.
DİVİTTAR Vezirlerin ve ileri gelen devlet erkânının hokka ve kalemini ve her türlü yazı vasıtalarını muhafaza eden ve dikte ettirilen müsvetleri yazan kimseM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |