Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə9/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   52

CEB-İ HÜMAYUN Padişahların şahsî parası. Osmanlı hükümdarlarının daimi gelirleri şunlardı: Mısır vilâyetinden gelen altı yüz bin altınlık varidat. Padişah Haslarının varidatı, Saraya ait bostanlardan elde edilen gelir, saraya ait orman ve çayırların geliri, Bursa kazasından gelen cebi hümayun akçası. Bundan başka, Erdel, Eflâk, Buğdan Beğliklerinin tevcihinden ve bazı diğer mansıplardan alınan caizeler, harb ganimetlerinden ayrılan hisseler, müsaderelerden hasıl olan para. Padişahların daimi olmayan geirleri arasında idi. Bütün bunlar Padişahın şahsî parasını teşkil eder ve Enderun hazinesinde saklanırdıM.Sertoğlu.

CEB-İ HÜMAYUN AKÇASI Padi şahların şahsına verilen bir nevi para ki yedi bin beş yüz kuruş, yani o zamanki rayice göre beş bin altından ibaret olup hususi bir vergi ile yalnız Bursa kazasından toplanırdı. Tazminatta ilga olunmuşturM.Sertoğlu.

CEBREN Uzun kollu, belden kıvrık gömlek üstüne giyilen bir cins elbise. Yeni-çsriler tarafından da kullanılırdıM.Sertoğlu.

CEDİD ZER-İ MAHBUB (Bak. Fındık altını)M.Sertoğlu.

CELÂLİ Yavuz Sultan Selim devrinde Tokad'a bağlı Turhal kasabasında Mehdî'lik iddiasiyle baş kaldırarak etrafına bir sürü adam toplayan ve devleti bir hayli uğraştıran Celâl adlı âsiye bağlı olanlara verilen isim. Sonraları devlete isyan edenlere ve eşkiyalara da Celâli denmiştir. Bundan başka Mevlevilere ilk zaman-arda tarikat başları olan Celâlüddini Rumi'ye nispetle Celâli denirdi. Nitekim bunlara ait vakıflar son zamanlara kadar Evkafı Celâliye diye anılmıştırM.Sertoğlu.

CELEB Edirne, Galata ve İbrahimpa-şa saraylarında hizmet eden Acemi Oğlanlara verilen isimM.Sertoğlu.

CELLAT İdam hükümlerini yerine getiren kimse. Eskiden hükümdarlar, cellâtlarını dâima yanlarında taşırlar ve icabında kullanırlardı. Osmanlı sarayında Bostancı Ocağı efradı çok zaman bu işi gördüklerinden Bostancıbaşı aynı zamanda gayrı resmî olarak Cellâtbaşı makamında idi. (Bak. Bostancı Ocağı). Bunun gibi Saray Kapıcıları ve Çadır mehterleri de aynı işi gördükleri gibi müstakil olarak cellâtlar da bulunurlardı. Bundan başka, Sadrıâzamın, eyâletlerde bulunan Vezir ve Beğlerbeğinin de cellâtları vardıM.Sertoğlu.

CELİ İsâm yazısının çeşitli nevilerinden çok kalın kalemle yazılan nev'i. Umumiyetle levha ve kitabelerde kullanılırdı. Talik denilen îran menşeli yazı tarzından başkaları, yani sülüs, nesih, divanî ilh... Celî tarzında yazıldıkları zaman yalnız kalınlık değil, stil bakımından da ayrı hususiyetler taşırlar. Bu tarz, Türkler tarafından inkişaf ettirilmiş ve yazı cinslerinin son merhalesi addolunmuştur, içlerinden yalnız Divanî Celisi (Celi Divanî) lehva ve kitabeler, dışında, fermanların yazılmasında da kullanılmıştırM.Sertoğlu.

CELLAT ÇEŞMESİ l'opkapı Sarayının Birinci kapısı olan Ayasofya camii yanındaki kapıdan girdikten sonra, sağ tarafta aşağıya inen yolun başında eskiden Çizme kapısı denilen bir kapı vardı. Bu kapı ile sarayın ikinci kapısı olan ve şimdi Topkapı Sarayı Müzesinin giriş kapısı vazifesini gören Ortakapı arasındaki duvarın tam ortasında bir su terazisi ve bununla Ortakapı arasında ve kapıya yakın yerde bulunan meşhur çeşme, idama mahkûm olanların kafası bu çeşme yalağında kesilir ve cellât, elleriyle satırını bu çeşmenin musluğunda yıkardı. Bir adı da Siyaset Çeşmesi idi. (Bak. Birinci yer)M.Sertoğlu.

CEMAAT ORTALARI Yeniçeri Ocağının en eski teşkilâtı olup bugünkü bölük karşılığı olan topluluğun adı idi. Birden yüz bire kadar sıra numarası alırdı. Başlarına Yayabaşı denirdi. Cemaat Ortalan Yayabaşıları ayaklarına san çizme giyerek öbürlerinden ayrılırlardı. 60, 61, 62, 63 üncü Ortalar Padişahın maiyetinde hizmet görürler ve Solak diye anılırlardı. Âmirleri Solakbaşı idi. Yeniçeri Ocağında Ortalardan başka Bölük veya Ağa Bölükleri diye anılan, sonradan II Bayazid devrinde ilâve edilmiş 61 oda daha vardı. Bunlann başlarına ise Bölükbaşı adı verilirdi. 65 inci Cemaat Ortasını teşkil eden H Sekban Ortasıyla beraber Yeniçeri Ocağı böylece üç zümreden ibaretti. (Bak. Ağa Bölükleri, Yeniçeri Ocağı)M.Sertoğlu.

CEMAZİYELÂHİR (Bak. Cumadel-âhire)M.Sertoğlu.

CEMAZlYELEVVEL (Bak. Cumade-lûlâ)M.Sertoğlu.

CEMRE Halk tarafından, kışın sona erip ortalığın yavaş yavaş ışıması hakkında kullanılan bir tabir. (Cemre) kelimesi buna bağlı efsane ile birlikte İbraniceden gelmişti. Birinci cemrenin 21 Şubatta havaya, ikinci cemrenin 28 şubatta suya ve üçüncüsünün 7 martta toprağa düşerek bunları ısıttğma inanılır. Eski bir halk ananesidirM.Sertoğlu.

CENBlYE Sapı demirden veya gümüş tel sarılı, kıvrıklığı pak fazla bir cins hançer. Araplar tarafından kullanılır. Suriye ve Irak cenbiyeleri daha az kıvrık ve Türk hançerlerine benzer şekilde olduğu halde Hicaz ve Yemen cenbiyeleri pek fazla ve tam ortalarından kıvrıktırM.Sertoğlu.

CENNETÂBAD KASRI 1654 yılında IV. Mehmed tarafından Küçük Camlıca'da ve ihtimal av köşkü olarak yaptırılan meşhur köşkM.Sertoğlu.

CER, CERRE ÇIKMAK Medrese talebelerinin, medreselerin tatil bulunduğu üç aylarda, yani Recep, Şaban ve Ramazan aylarında Kur'an okumak, vaaz etmek, namaz kıldırmak gibi dinî hizmetlere karşılık para, yiyecek ve başka şeyler almak maksadiyle memleketin dört tarafına, tâ köylere kadar dağılmaları. Bu suretle hem kışlık ihtiyaçlarını temin etmiş, hem de halkı türlü din konularında aydınlatmış olurlardıM.Sertoğlu.

CERAHOR Osman Gazi devrinden az sonra Osmanlı ordusunda bulunduğu anlaşılan ve daha ziyade geri hizmetlerde kullanılan ücretli ve muvakkat bir zümre. Sonraları askerlikle alâkaları kalmamış, yalnız muayyen işler için, kale tamiri, köprü kurulması veya maden işlerinde, yol yapılmasında kullanılmak üzere ücretle toplanır olmuşlardır. Böyece bu hizmet Avarız arasına girmiştir. (Bak. Avarız). Bunlar ağır işlerde kullanıldıklarından kendi arzularıyla gelmezler, fırsatım bulurlarsa hemen kaçarlardı. Cerahorluk zamanla az ücretli bir nevi ırgatlık an-.garyası haline gelmiştiM.Sertoğlu.

CERÂYE Alîk'in başka adı. (Bak. Alîk)M.Sertoğlu.

CERİB Altmış zira kare yer. (Bak. Arşın)M.Sertoğlu.

CERRAH Eski tıb tâbirlerindendir. Yaraları pansıman etmesini ve iyileştirme usullerini bilen ve gerektiğinde ameliyat yapan kimse. Operatör. Kırık, çıkık gibi şeylerle de meşgul olurlardı. Saray hizmetinde ve Yeniçeri Ocağında da Cerrahlar vardı. Bu sonuncular daha çok savaşta önemli vazifeler görürlerdiM.Sertoğlu.

CERRAKBAŞI Saray cerrahlarının â-miri. Şehzadelerin sünnetlerim bunlar yaptıkları gibi Hareme alınacak hadımların muayenesini de bunlar yaparlardı. Divan-ı Hümayunda Müslüman olanların sünnetlerini de onun nezaretinde saray cerrahları yapardı. Cerrahbaşı, Hekimbaşıya bağlı olup işe alınması ve çıkarılması emriyle olurduM.Sertoğlu.

CERRAHHANE-İ ÂMİRE II. Mahmud zamanında 1832 yılında, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi tarafından ilk defa Avrupa usulünde açılan ve cerrah yetiştiren müessese önce Tophane'de müstakil müessese iken 1838 de Tıbhane ile birleştirilerek bir mektep haline getirilmiştir. Tıbhanede okuyanlar, ayrıca üç sene cerrahlık sınıflarında okuyarak tabib cerrah olurlardıM.Sertoğlu.

CERRAHÎN-İ HASSA Saray cerrahlarının diğer adı. (Bak. Cerrah, Cerralıbaşı)M.Sertoğlu.

CERRAHPAŞA CAMİSİ III. Murad'-ın Cerrahbaşısı Mehmed Paşa'nın Mimar Sinan'a yaptırdığı meşhur cami ki, hâlâ (İstanbul'da) bulunduğu semt Cerrahpaşa diye anılırM.Sertoğlu.

CERİME Kelime olarak suç, kabahattir. Terim olarak bir suç karşılığında alınan para cezası mânasına gelirse de, zamanla suç karşılığı olmıyarak kanunsuz alınan para cezası mânasında kullanılmıştır. Halk buna Cereme derdiM.Sertoğlu.

CEVABİ Mısır'da bulunan kıptî kavminden görünüşte müslüman olup hattâ müslüman adı taşıyıp aslında müslüman olmayanlardan Kanunî Sultan Süleyman'ın emriyle Cezye'ye karşılık alınmaya başlanan vergi. Bu vergi hazineye alınmayıp Mısır, Mekke, Medine ve Şam fukarasına ve bazı hizmetlilere dağıtılırdı. Bu dağıtım, yılda yirmi bin filoriyi aşmazdıM.Sertoğlu.

CEVŞEN Farsça zırh demektir. Göğüs ve sırt tarafları ile kolların dirseğe kadar olan ve Kolçak denen kısımları tek parça çelik levhalardan ve diğer kısımları örme kafesli çelik telden yapılmış harb elbisesi. (Bak. Cebe)M.Sertoğlu.

CEYB-İ HÜMAYUN (Bak. Ceb-i H6-mayun)M.Sertoğlu.

CEYŞ Asker mânasında arapça bir kelimeM.Sertoğlu.

CEZAİR-İ BAHR-İ SEFİD EYÂLETİ XIX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Kaptan Paşahğa bağlı bir eyalet olup, Kaptan Paşa eyâletinin asıl kısmını teşkil etmekteydi. (Bak. Kaptan Paşa Eyâleti). XVII. Yüzyıl başında bu eyâlet, Gelibolu, Eğ-riboz, Inebahtı, Karlıeli, Mizistre, Rodos, Midilli, Kocaeli, Biga, Sığla ve Sığacık, Sakız, Nakşe, Mehdiye Sancaklarından ibaretti. Son üçü Saliyaneli (yıllıklı) idiler. Zeamet ve Tımar sahipleri mensu-hatı ile birlikte 2320 kılıçtı. Cebeliler dahil 7000 kişilik bir seferi kuvveti teşkil ederlerdi. (Bak. Mensuhat). Zamanla devletin toprak kaybetmesi ve bazı yeni tertiplere gidilmesinden dolayı Cezair-i Bahr-i Sefir Eyâleti bir çok değişmelere uğradı. XIX Yüzyılın ortalarına doğru Kıbrıs, Rodos, İstanköy, Sisam, Sakız, Midilli, Limni ve Bozcaada Sancaklarını içine aldığı görülür. Aynı yüzyılın ikinci yarısında (1867) yeni teşkilâta göre mülkî ve askerî idare ayrılınca, Bahriye ile hiçbir ilgisi kalmamak üzere; Biga, Midilli, Sakız, îstanköy, Rodos ve Kıbrıs Sancaklarından, Merkezi, Biga Sancağındaki Ka-le-i Sultaniye (Çanakkale) şehri olan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyâleti kuruldu. Bu durumun bir müddet devamından sonra, 1876 da Biga Sancağının Hüdavendigâr Eyâletine bağlanmasına karşılık, Linini, İmroz, Semaderek adaları ile Bozcaadadan mürekkep Limni Sancağının teşkil edildiği ve eyâlet merkezinin de Sakız'a geldiği görülür. Az sonra ingilizlerin işgali dola-yısiyle Kıbrıs Sancağı kaybedildi (1878). Bu arada İstanköy Sancağı kaldırılmış, aynı adı taşıyan ada kaza olarak Sakız Sancağı baklanmıştır. Değişmeler 1886-1892 yılları arasında da devam etti. İstanköy, Rodos Sancağına bağlanarak eyâlet merkezi de Rodos'a nakledildi. İtalyanların Trablusgarb savaşında (1911), Rodos ile diğer On iki Adaları, Balkan Harbinde (1912-1913) Yunanlıların Sakız, Limni, Midilli ve öteki adaları işgalleri üzerine bu eyâlet de büsbütün ortadan kalktıM.Sertoğlu.



CEZÂİR-İ SEB'Aİ MÜCTEMİA CUMHURİYETİ Yedi Ada Cumhuriyeti; Yunan denizi doğusundaki, yukardan aşağı; Korfo, Pakso, Ayamavra, Kefalonya, İtake, Zanta ile Mora yarımadası ucundaki Çuka adalar gurubundan müteşekkil olmak üzere, kurulmak istenilen ve Osmanlı Devleti himayesinde olacak bir devletin adı. Osmanlılar ilk defa Yunan adalarından; Ayamavra, Kefalonya ve Zantayı, Fâtih Mehmed zamanında, Gedik Ahmed Paşa'nın İtalya (Otranto) seferi esnasında almışlardı. (1749). II. Bayazid zamanında Kefalonya, kısa bir zaman için kaybedil-diyse de tekrar alındı. (1492). Yine II. Bayazid devrinde, Venedikle, 1449-1502 yıllarındaki savaşlarda, bu adalar kaybedildi. Sonunda, adı geçen devletle yapılan anlaşmada Ayamavra Osmanlılara iade edildi. (1502). Kanunî Sultan Süleyman devrinde Korfo adasına, Barbaros Hayrettin'in de iştirakiyle yapılan sefer (Körfez Seferi) bir netice vermedi. (1537). ü. Selim zamanında Kıbrıs'ın alınması ve Lepanto savaşından sonra yapılan barışta, Venedikliler, Zanta'nın evvelki yıllığının üç misline (1500 altın) çıkarılmasını kabul ettiler. (1573). XVII. Yüzyıl sonunda Viyana bozgunu ile başlıyan Savaşlarda, Ayamavra da, Venediklilere geçti. (1684). Karlofça barışında (1699) bu ilhak tanındığı gibi artık, Zanta için yıllık da isten-miyecekti. XVIII. Yüzyıl başlarında Vene-dik'e karşı açılan savaşta, önce Çuka ve scnra da Yunan adalarından Ayamavra Türkler tarafından alındı. (1715). Bu savaşa son veren Pasarofça barışında (1718), adı geçen adalar yine Venediklilerde kaldı. Nepoleon 1797 Campo-Fomio andlaşma-sı ile Venedik devletine son verince bu adalar da Fransa'ya geçti. Kısa bir zaman sonra Napoleon'un Mısır seferi üzerine (1798), Fransa'ya harb ilân eden Osmanlı Devleti anlaştığı Rus devleti donanma ile bu adaların hepsini aldı. İşte bundan sonra Cezaîr-i Seb'ai Müçtenra adı verilen cumhuriyetin kurulmasına ve Ra-güza (Dübrovnik) gibi Osmanlıların himayesinde bulunmasına karar verildi. Fakat, başka emeller peşinde koşan Ruslar bu işi savsakladıkları gibi, adalardaki işgal kuvvetlerini ve filolarını çekmediler. Nihayet, - Tilsitte (1807) Nepoleon ile yaptıkları gizli bir andlaşmada adaları yine Fransızlara bıraktılar. Sonradan, İngilizler buraları teker teker ele geçirdi. Viyana Kongresi (1815) karariyle adalar, yine, îngilterenin himayesinde kaldı. En sonunda 1864 de Yunanistana katıldılarM.Sertoğlu.

CEZAYİR-İ GARB OCAĞI Osmanlı ülkesine dahil Garb Ocakları adı verilen Trablusgarb, Tunus ve Çezayirden en batıda olan sonuncusuna verilen isim. :Bu bölge 1516 da Barbaros Kardeşlerden Oruç Bey tarafından îspanyollardan alınmışsa da, yine kaybedilmişti. Barba-roslardan Hızır Bey 1525 de kat'î olarak buraya hâkim oldu ve sonra Osmanlı Devleti himayesine girip Padişahtan yardım istedi. Merkezden gönderilen iki bin Yeniçeriyle bu Ocağın temeli atılmış oldu. Sonradan Batı Anadoludan gelen pek çok kimse bu kuvveti artırmıştır. / Barbaros Hayrettin (Hızır Bey), Kaptan Paşa olarak Osmanh Devleti hizmetine girince (1533), Cezayirde, Beğlerbeğ-lik olarak idaresi altında kaldı. Trablus-garb ve Tunus'un fethinden sonra, onlar da Cezayir'e bağlanarak bir Beğlerbeği-lik halinde idare edildiler. Ancak 1578'den sonra her biri istiklâllerini kazandılar. / Daha önce yazdığımız, merkezden gönderilen Yeniçeriler ve Batı Anadolu-dan gelenler, Cezayir'de, Kesriyye denilen kışlalarda oturur ve teşkilatları Yeniçeri-lerinkini andırırdı. Cezayir-i Garbda, bu Yeniçeri Ocağı ve ona asker veren Kul-oğlu denilen askerî sınıflarla Denizciler sınıfı hâkim tabakayı teşkil ederdi. Bunlardan başka Türklerden kurulu süvari bölükleri, yerlilerden de Mehazin ismiyle ayrı bit atlı sınıf vardı. / Ocağın idaresi, biri beğlerbeğine, öbürü Yeniçeri Ağa'sına ait olmak üzere Paşa Kerrase ve Ağa divanları tarafından yönetilirdi. Bunların arasındaki mücadele Cezayir-i Garb'da üç devre gösterir: / 1 — Merkezden gönderilen Beğlerbeği- lerin hâkim olduğu Paşalar devri. / 2 — Ağa Divanının, Beğlerbeğilerin işlerine karışması ve merkezden gönderi len Valilerin nüfuzlarını kırarak, Yeniçe rilerin hâkim olduğu Ağalar devri. (1618). / 3 — Denizciler sınıfının idareyi, ela almasıyla başlayan Dayılar devri. (1671). Dayılar divanına Divan-ı Guzat denir. / Salyaneli (yıllıklı) eyâletlerden olan Cezayir-i Garb'ın deniz kuvvetleri hatırı sayılır birliklerdendi. Bilhassa korsanları pek meşhurdu. Akdeniz dışında Atlas Okyanusunda hattâ ingiltere kıyılarında bile sanatlarını icra ederlerdi. Lâzım olunca Osmanh donanması ile beraber hareket etmek üzere çağırılırlar ve pek faydalı olurlardı. Fakat, merkezden pek uzak olan bu ocak aynı zamanda en iti-atsizi idi. Osmanlı Devleti çöktükçe Cezayir-i Garb ölçüsüz ve bağımsız hareketlerini artırıyordu. Türlü zamanlarda, ticareti tehlikeye sokan aşırı hareketleri, korsanlıkları yüzünden Fransızların, ingilizlerin ve Felemenklilerin bombardımanlarına uğradılar. Hattâ bir aralık XTV. Louis devrinde Fransızlar bu ülkeyi işgale bile teşebbüs ettiler. Bilhassa Dayıların fazla cür'etkâr hareketleri, müstemleke politikasının revaçta olduğu devirlerde pek tehlikeli oluyordu. Napoleon devrinde Fransa yeniden Cezayir-i Garb işini ele aldı. Kendisinden sonra bu yolda yüründü. Nihayet Yahudi tüccarlar aracılığı ile, yapılan bir zahire ticaretindeki anlaşmazlık son darbenin vurulmasına sebep oldu. Dayı, alacaklı durumda idi. Bu iş için Fransa hükümetine birçok mektup yazmış, bir türlü cevap alamıyordu. Dayı Hüseyin, Şeker bayramını tebrike gelen Fransız konsolosu Deval'e anlaşmazlık etrafında sorduğu suale: Fransa kiralı ve cumhuru sana kâğıt yazmaz, gönderdiğin kâğıtlara da karşıhk vermez cevabını alması üzerine konsolosun üzerine yürüyüp elindeki yelpaze ile üç defa vurdu. Bu hareket Fransa hükümetinin harekete geçmesine kâfi geldi ve önce Cezayir şehrini denizden kuşattılar. Daha sonra (1830) kara harekâtı başladı. Osmanh Devletinin bütün gayretlerine rağmen neticeyi değiştirmek mümkün olmadı. Padişah uzun zaman bu işgali tanımak istemediyse de 1847 de yayınlanan ilk Devlet Salnamesinde, Eyâletleri gösteren listeye Cezayir-i Garb yazılmadı. Böylece Padişah ülkedeki' hukukundan vazgeçmiş oluyorduM.Sertoğlu.

CEZAYİR TÜFEĞİ Namlusu gayet uzun bir cins ağızdan dolma tüfenk. Namlusunun uzunluğu dolayısiyle nişanı doğru ve mesafesi uzundu. Dipçik kısmı öbür tüfenkler gibi değildi, yarım ay şeklinde idiM.Sertoğlu.

CtBAYET Evkafa ait bir tâbirdir. ü. Bayazid devrinden beri kullanılmıştır. Büyüklüğünden dolayı vakfa ait ve bir elden idaresi imkânı kalmıyan evkaf gelirlerinin kısımlara ayrılarak ayrı ayn idaresi usulüne ad olunmuştur. Kasımpaşa cibâyeti, Galata cibâyeti gibi. Bu cibâ-yetlerin geliri Câbiler tarafından tahsil olunur ve bu câbilerle Cibayet hatipleri ekseriya vakıf müessisinin evlâdından olurdu. Evkaf Nezaretinin kurulmasından sonra bu usul ilga olunmuştur. (Bak. Câ-bi)M.Sertoğlu.

ClFR Aslı şef r olan arapça bir kelime. Kelimeleri teşkil eden harflerin ve bunlara karşılık addolunan sayıların belli bazı usullerle hesaplanması ve sıralanması vasıtasiyle olacak şeyleri evvelden keş-fetmiye yaradığı söylenen Şarkın gizli ilimlerinden biriM.Sertoğlu.

ClĞERDELEN Macaristanda, Tuna Euyunun sol kıyısında ve meşhur Ester-gon kalesinin karşı tarafında bulunan bir palanga ve palanganın bulunduğu sahra. Macarlar buna Adony = Parkany derlerdi. Bu palanga ilk defa Estergonla birlikte 1543 yılında Kanunî tarafından fet-holunmuş ve yine bu kale ile birlikte 1595 yılında kaybedilmişse de 1605 yılında Es-tergonu geri alan Lala Mehmed Paşa tarafından tekrar fetholunmuştu. Ciğerdelen, nihayet ikinci Viyana bozgunundan sonra 9 Ekim 1683 tarihinde kesin olarak elden çıkmıştır. Düşman, vire ile aldığı halde sözünde durmayarak içinde bulunan asker ve sivil halkı kadın ve çocuklar dahil olmak üzere baştanbaşa şehit etmiştir. Bugün Ciğerdelen Çekoslavakya'-nın sınırlan içindedirM.Sertoğlu.

CİHAD Din uğruna ve yalnız Müslümanlığı yaymak ve yüceltmek gayesiyle yapılan savaşM.Sertoğlu.

CİHADİYE Harb masraflanna karşı-hk olmak üzere II. Mahmud zamanında ve Padişahın tahta çıkışının üçüncü yılında (1811) bastırılan bir cins sikke. 730 ayarında ve sekiz dirhem ağırlığında idi. (Bak. Beşlik)M.Sertoğlu.

CİHET Ulema sınıfından olan.kimselerin devletten veya vakıftan alacakları maaş ve ücret. Aynı anlama gelmek üzere vazife tabiri de kullanılırdı. Ayrıca ücretin ait olduğu hizmet de bu isimle anılırdı. Bundan başka Evkafa ait bazı hizmet ve maaşlara da delalet ederdiM.Sertoğlu.

CİRDAVAL Uzunca mızrakM.Sertoğlu.

CİRİD Düşmana atılmak üzere yapılmış ucu demirli, sert tahtadan kısa mızrak. Kuru meşe dalından yapılırdı. Bu silah, yalnız süvariler tarafından kullanılırdı. Sulh zamanında talim tmek üzere yapılan karşılaşmalara cirit oyunu denirdi. Türklerin makbul bir sporu idiM.Sertoğlu.

CİVANKAŞI Kaşa benzeyen bir tür Türk işleme tarzı. Biri aşağı, biri yukarı doğru kaşa benzeyen iki küçük çizgiden ibaret şekillerin birbirini takip etmesi ile meydana gelen bezemeM.Sertoğlu.

CİVELEK Yeniçeri Ocağında bulunan ve Aşçıbaşı maiyetinde yaver gibi kullanılan gençler. Başlarına çapraz sarıklı külah korlar, kırmızı salta, mavi çakşır, kırmızı yemeni giyerler, yüzlerine saçak, peçe takarlardıM.Sertoğlu.

CİZYE Müslüman memleketlerinde eskiden Hıristiyan tebaadan korunmaları karşılığında alınan baş vergisi. Müslümanlar bir Hıristiyan memleketine vardıkları zaman üç şey teklif ederler ve bunlardan birisinin kabul edilmesini isterlerdi: l — Müslümanlığın kabulü, 2 — Harb, 3 — Cizye. Cizye'yi kabul eden Hıristiyanlar tebaa sayılır, devletin mutlak himayesine girerler; dinlerinde, âdetlerinde, günlük yaşayışlarında, sanat ve ticaretlerinde serbest kalırlardı. Hazreti Ömer zamanında Cizye şu şekilde tâyin olunmuştu: Yılda bir kere olmak üzere en zenginlerden 48 dirhem gümüş, orta hallilerden 24 dirhem gümüş, fakirlerden 12 dirhem gümüş. Osmanlılar da bu usulü kabul etmişler ve Cizye'yi âlâ (yüksek, evsat (orta) ve ednâ (küçük) olmak üzere üçe ayırmışlardı. Bu da l, 2, 4 altın veya 12, 24, 48 kuruş olarak alınırdı. Buna sıra ile âlâ, evsat ve ednâ denirdi. Bu miktarların para rayicine göre, değiştiği olurdu. Cizyeyi yalnız erkekler öderdi. Çocuk ve kadınlardan alınmazdı. Bu verginin tahsili maliye teşkilâtına bırakılmaz, hazine adına özel tahsildarlar veya mültezimler tarafından toplanırdı. (Bak. Haraç). 1855 tarihli Islahat Fermanı ile Cizye kaldırıldı. Hıristiyan tebaaya, askere gitmedikleri bahanesiyle «bedeli askeri adlı bir vergi kondu. Lâkin bu, Cizye'nin ad değiştirmesinden başka bir şey değildi. Nihayet 1908 Meşrutiyet inkılâbından sonra Hıristiyanlar da asker olduklarından bu da kaldırıldı. (Bak. Bedeli Askerî)M.Sertoğlu.

ClZYEDAR Cizye'yi tahsile memur olan kimsa. (Bak. Cizye, Haraççı)M.Sertoğlu.

CUHUD (Bak Çıfıt)M.Sertoğlu.

CUMA SELÂMLIĞI İslâm hükümdarlarının cuma namazını kılmak üzere merasimle camiye gitmeleri. Buna Cuma alayı veya Selâmlık resmi âiisi de denirdi. Cuma toplantıları İslâm dininin Sosyal faaliyetlerinden olduğu için halife ve hükümdarlar mutlaka buna riayet ederlerdi. Eyâletlerde valiler hükümdar adına Cuma selâmlığına çıkarlardı. Osmanlı Padişahları II. Abdülhamid'e kadar at üzerinde selâmlığa çıkmışlar, bu padişahtan itibaren araba kullanılmıştırM.Sertoğlu.

CÜBBE Eski ilmiyye elbiselerinden biniş altına giyilen darca elbise. Entariden kısa kollan dışarıya kadar olanına abdestlik denirdi. Sonradan hocaların da giydikleri geniş kollu, uzun ve bol yakasız elbiselere de bu ad verilmiştirM.Sertoğlu.

CÜCELER (Bak. Başcüce)M.Sertoğlu.

CÜLUS Mânası Oturmak olan arapça bir kelime. Istılah olarak hükümdarların hatha geçmeleri mânasına kullanılmıştırM.Sertoğlu.

CÜLUS BAHŞİŞİ Yeni hükümdarın tahta oturuşu münasebetiyle askerlere, ulsmaya ve diğer devlet memurlarına verilen bahşiş. Osmanlılarda yeni padişah bu makamı işgal eder etmez kullarımın cümle bahşiş ve terakkileri makbnlümdür, verilsin sözünü söylerlerdi. Bahşiş, maktu olarak verilen miktar, terakkiler ise ücretlere yapılan zam demekti. Kanuna göre her Yeniçeri üç bin, her sipahi bin, her cebeci ve topçu yine bin akça bahşiş alırdı Sadrıâzamdan itibaren diğer vezirler ve ulema da bahşiş alırlardı. Sad-rıâzama verilen miktar otuz bin akça idi. Cülus bahşişine daha Yıldırım Baye-zid zamanında tesadüf ediliyorsa da bunu kanun haline koyan Fâtih'tir. Padişahların sık değiştiği veya hazinede darlık bulunduğu zamanlarda cülus bahşişi devletin başına bir sürü dert açmış, zaman zaman askerî ayaklanmalara sebep olmuştur. (Bak. Terakki)M.Sertoğlu.

CÜLÜSİYYE Tahta yeni bir hükümdarın geçmesi dolayısıyla söylenen şiirler ve tebrik yollu yazılı şeylerM.Sertoğlu.

CUMADELÂHİRE Arabî ayların altıncısı. Buna yanlış olarak Cemaziyelâhir denmiş ve halk arasında böyle meşhur olmuşturM.Sertoğlu.

CUMADELÜLÂ Arabi ayların beşin çişidir. Yanlış olarak Cemaziyelevvel diye anılmıştırM.Sertoğlu.

CÜNDİ Ata binmekte ve ata ait her çeşit talimde, at üzerinde silâh kullanmakta usta kimse. Süvari askeri. ŞövalyeM.Sertoğlu.

CÜRÜM VE CİNAYET RESMİ Mîrî topraklara Dirlik veya Vakıf suretiyle tasarruf eden hakikî veya hük.hıî şahıslar da bu topraklar içindeki halktan işlenen suçlara, suçluların kovalanmasına ve cezalandırılmalarına karşılık olarak aldıkları bir tür vergi olup miktan her bölgeye göre değişikti. Bu vergi, Te-kâlif-i örfiye cinsindendi. Serbest Tımarlarla serbest Vakıflarda Zeamet ve Has'-larda cürüm ve cinayet resmi sipahiye veya vakıf sahibine, öbür toprak dirliklerinde ise Sancak Beyine veya Subaşıya aittiM.Sertoğlu.

CÜZÜ'HAN Belli bir ücret karşılığında camilerde namazdan önce veya türbelerde Kur'anı Kerim okuyan kimse. Cüzü Kur'anı Kerimin "30 cüzünden biri, han ise farsça okuyan demektirM.Sertoğlu.

ÇADIR Bilinen mânasından başka, Osmanlı harb gemilerinde kıç tarafta bulunan tente. Bunlar çuhadandı; senede bir kere değişirdi. Kaptan Paşa gemisinde ilk zamanlar bu tenteler serâser denilen kumaştandı. Sonraları yeşil ve nihayet kırmızı kadifeden yapılır olmuşturM.Sertoğlu.

ÇADIRCI Ağa kârhanesinde bulunan ve vazifeleri çadır yapmak olan acemi efrat. Bunların usta ve âmirleri olan zata Çadırcıbaşı denirdi. (Bak. Ağa Kâr-hanesi)M.Sertoğlu.

ÇADIR MEHTERLERİ Sefer veya göç ve gerektiğinde, İbrahimpaşa sarayı yanındaki mehterhanede muhafaza edilmekte olan padişah çadırlarının kuruluş ve bakımları ile görevli olan bir sınıftır. Sefer sırasında çadır mehterleri ikiye ayrılır, bunun bir bölümü asıl karargâhtan bir gün önce gidip konulacak yerde Otağı Hümayun (Padişah çadın) ve diğer çadırları kurup hazırlarlardı. Yeniçeri' ocağı 1826 da ilga edilince Çadır mehterleri dairesine Hiyamiyye nezareti denmeğe başlanmıştırM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin