“Mehdi! Ey Mehdi! Âlem hazırdır. Aşk ve âşık olma kadehi dolmuştur. Ayağa kalk ve bütün dünyaya nur saç. Ta-Ha’nın izzet makamı aşkına gel Annen Zehra’nın canı aşkına gel Gel, gel de bütün âlemi temizle Zuhurunla gaybi tefsir et.”
Kur’an Açısından Saadet ve Şekavet
Ali Şems Nateri
(Ali Şemsi Nateri, felsefe ve kelam alanında bir yazar ve araştırmacıdır. Çeşitli makaleleri yayımlanmıştır. Şu anda da Meşhed Bünyad-ı Pejuheşhay-i İslami adlı kuruluşta, kelam ve felsefe gurubunda araştırmacı olarak görev yapmaktadır. )
“Sait” saadet maddesinden türemiş olup, nimet nedenlerinin temin edildiği anlamındadır.”Şaki” ise şekavet maddesinden türemiş olup, ceza, bela ve sıkıntı sebeplerinin temin olduğu anlamındadır. Rağib, “Müfredat” adlı eserinde şöyle yazmaktadır: “Şekavet, saadetin zıddıdır. Saadet ve şekavet iki türlüdür. Her ikisi de oran açısından birbirine benzerdir. Saadet, dünyevi ve uhrevi olarak ikiye ayrıldığı gibi şekavet de dünyevi ve uhrevi şekavet olarak ikiye ayrılmaktadır.
Dünyevi Saadet, üç kısımdır:
1- Nefsi saadet
2- Bedensel saadet
3- Dış saadet.
Dünyevi şekavet de üç kısımdır:
1- Nefsi şekavet
2- Bedensel şekavet
3- Dış şekavet
Bazen şekavet kelimesi zorluk, sıkıntı ve güçlük anlamlarında da kullanılmaktadır. Örneğin, “şekeytu fi keza” denildiği zaman, “bu işten bıktım” anlamındadır. Hakeza şöyle söylenmiştir: “Her şekavet, bir sıkıntıdır, ama her sıkıntı şekavet değildir. Dolayısıyla sıkıntı şekavetten daha genel bir anlam ifade etmektedir.” Aynı şekilde felah, fevz, necah, zafer ve saadet kelimeleri de birbirine yakın anlamlar ifade etmektedir. Bu yüzden Rağib felah kelimesini saadet anlamında olan arzusuna erişmek olarak yorumlamıştır ve Müfredat adlı eserinde şöyle demiştir: “Felah, yarmak anlamındadır. Örneğin şöyle denmektedir: “el-Hedidu bi’l hedidi yeflihu” (demir demirle yarılır) Ekincilere, “fellah” denmesinin sebebi de bu anlamdadır. Zira onlar da zemini yarmaktadır.”felah” ise hedefine ulaşmak demektir. Bu da dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki kısımdır. Dünyevi felah, maksadına erişmektir. Erişildiği takdirde insanın dünyevi hayatını hoş ve mutlu kılan saadetlere ulaşmaktan ibarettir. Tıpkı beka, güçlülük ve izzet gibi. Uhrevi felah da dört şeyi elde etmekledir:
1- Fena olmaksızın beka
2- Fakirlik olmaksızın zenginlik
3- Zillet olmaksızın izzet
4- Cehalet olmaksızın ilim
Kur’an Açısından Saadet ve Şekavet
Allah-u Teala, Kur’an-ı Kerim’de birkaç ayette şekavet ve saadet kelimelerinden söz etmiştir. Örneğin, “O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse konuşamaz. O gün kimi insanlar mutlu, kimisi ise bedbahttır.”1
Hakeza: “Bedbaht olan ondan kaçacaktır.”2
Hakeza: Allah dedi ki; Her ikiniz de cennetten yere ininiz. Sizler birbirinizin düşmanısınız. Benden size bir hidayet geldiğinde kim benim doğru yola çağıran mesajıma uyarsa o, ne sapıtır ve ne de sıkıntıya düşer3
Ahiret bir yana, dünya insanları da iki kısma ayrılmaktadır: Saadet sahibi kimse ile şekavet sahibi kimse. Saadet sahibi kimse, nispeten fazla bir lezzetten nasiplenen kimsedir. Şekavetli kimse ise dünyadaki sıkıntısı, lezzetinden daha fazla olan kimsedir. İlahi ve Kur’ani öğretiler esasınca, genel anlamda insanın dünyevi hayatı bir değer ifade etmemektedir. İslami ve insani bakış açısında şekavet ve saadet ölçüsü ebedi lezzet ve sıkıntıdır. Yani İslam, saadet ve şekavetin anlamına dokunmamıştır. Bu konuda yeni bir kavram ve anlam, ortaya sürmemiştir. İnsanların derk ve anlayışından uzak terimler, üretmemiştir. Sadece saadeti yaygın anlamıyla kalıcı lezzet ve şekaveti de örfi anlamda sıkıntı ve elem olarak kabul etmektedir. Ama bunların reel örnekleri hususunda bir değişikliğe gitmiştir. Dünyevi sıkıntılar ve lezzetlerin devamlılığı ve kalıcılığı olmadığı için ahiret âleminin ebedi sıkıntı ve lezzetlerini saadet ve şekavetin gerçek ve doğru reel örnekleri olarak söz konusu etmiştir. Bu esas üzere Kur’an’a göre saadet ve şekavet konusu, ahiret ile ilgilidir. Dünyevi saadet ve şekavetler, hakikatte saadet ve şekavet sayılmamaktadır.” 1
Etyeb’ul Beyan tefsir kitabında, Hud suresi 105. Ayetin tefsirinde şöyle yer almıştır: “Mahşer halkı iki kısma ayrılacaktır. Bir kısmı saadet sahipleri, ikinci kısmı ise şekavet sahipleridir. Bunlardan maksat ise mükellef olan kimselerdir. Dolayısıyla çocuklar, deliler ve kafirlerden geçerli bir özrü olan kimseler, bu grupların dışında kalmaktadır.
Saadet ve şekavet, akıl delili, Kur’an nasları, rivayet açıklamaları ve dini zaruretler esasınca da iman noktasında yoğunlaşmaktadır. Dolayısıyla eğer insan iman etmiş ise her ne kadar günah işlemiş olsa da sonuç olarak saadet sahibi olması ümit edilmektedir. Ama eğer iman sahibi değilse, cinler ve insanlar kadar iman etmiş olsa dahi şekavette kalacaktır.”2
el-Mizan tefsirinde ise yukarıdaki ayetin açıklamasında şöyle yer almıştır: “Şuurlu varlıkların şekavet ve saadeti onların şuur ve iradesine bağlıdır. Diğerlerinin görüşünde lezzetli olan bir şeyin lezzetini biz alamamaktayız ve kendi saadetimiz sayamamaktayız. Aynı şekilde başkalarına elem veren bir şeyi, bir şeyden dolayı biz elem duymamakta, rahatsız olmamakta ve şekavet saymamaktayız. Buradan da anlaşıldığı gibi Kur’an’ın saadet ve şekavet konusunda takip etmiş olduğu metot, materyalistlerin takip ettikleri metottan farklı bir özelliğe sahiptir. Maddiyata gömülmüş bir insan da tatlı bir hayata sahip olmak istiyorsa, hakiki saadeti saadet ve hakiki şekaveti de şekavet olarak değerlendiren bir mektebe uymalıdır. Kur’an ise bilindiği gibi sadece gerçekten saadet olan bir şeyi saadet ve gerçekten şekavet olan bir şeyi de şekavet olarak kabul etmektedir. Öte yandan kabul etmek gerekir ki hakiki saadet ve şekavet meselesi insanlarla ilgilidir. Bir teklif sahibi olmadıkları için, insan dışında kalan diğer varlıkları kapsamamaktadır. Elbette hayvanların da lezzet sahibi oldukları hususunda şek ve şüphe yoktur.
Dostları ilə paylaş: |