Ali nar bey'E : hazirlamiş olduğU «akaid risaleleri» hakkmdaki 3



Yüklə 0,78 Mb.
səhifə19/24
tarix07.01.2019
ölçüsü0,78 Mb.
#90782
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24

Dokuzuncu Fasıl :

«Sen atmadm Allah attı»49, «Ona biz ruhumuzdan, üfledik»50 mealindeki kelâm-ı ilâhiye iman gerektir. Buna rağmen «Allah atıcı­dır, üfleyicidir» denemez. Çünkü böyle bir adlandırma görülmemiştir. Ama Sani' Halik ve benzeri şekilde isimlendirme vardır.

Diğer isimlerinin durumu da böyle anlaşılmalıdır.

Onuncu Fasıl :

Ebu Hanife'den şöyle nakledilir: «—Zihninde hayalinde tasarlayıp tahayyül ettiğine ibadet eden, bundan kurtulup, tahayyül edilemiyene tapmadıkça o kişi küfürdedir.» Biz de: «Zira, daha varlığı yaratmadan mekân ve mesafe fikri yokken Allah vardı. Ve birşeyin içinde veya bir şeyin bitişiğinde, ondan ayrı veya beraber, bir şeyin üstünde veya altında; birşeyin sağmda veya solunda olmaları imkâm yokken, o varlığınınm başlangıcı sonu olmayan var idi. Öyleyse ona smır ve son düşünü­lemez. Ezelde nasıldıysa yine öyledir. Hem de, olduğu keyfiyetin değiş­mesinden, değişme ve tebdilden münezzeh ve yücedir» diye ifade ede­riz. Nitekim İbrahim (a.s.) 'm ağzmdan Cenab-ı Hak «Ben durumu di-ğeşenleri sevmem» buyurmuştur 51. Âyetteki «Âfil», hali değişen an-lammadır, bu ise Allah’ın devamlı olarak bulunduğu gibi devam etti­ğinin delilidir.


Onbirînci Fasıl :

«Kâinatı yaratmadan önce Allah ne haldeydi?» diye Ebu Hanife'­den sorulunca; kudretiyle vardı, dedi. Kimin kudretiyle denilince de, kendi^kudretiyle, diye cevap verdi. Biz ise bunu şöyle deriz: Bu, Allah’ın kudretinin varlığınına ve zatının aynı veya gayrı de olmadığma de­lildir.

Yine, Allah’ın Sıfatlarının kendine nisbet edilebileceği ama kendi­sinin sıfatlarına nisbet edilemiyeceğine de. delildir. Esas ise, sıfatların Allah'a izafe olunacağıdır. Bu yüzden, Allah’ın ilmi ve Allah’ın kudreti denir ama Allah ilmi ile alim, kudretiyle kadirdir, denemez. Öyleyse, ilimle alim, kudretle kadir hiç denemez. Ancak «Kimin ilmi ile alim, kimin kudretiyle kadir?» diye sorulursa, o zaman, kendi ilmi, kendi kud­retiyle denir. Öbür sıfatları da böyledir.

Onîkinci Fasıl :

— Allah’ın sıfatları,vasıflandırıiamaz. Çünkü sıfatlara yeni sıfat­lar izafesi, o sıfatların zatından ayrı varlık olduğu şüphesini doğurur. Bu şu demektir: Allah’ın ilmi kadimdir, kudreti kadimdir, rahmeti ka­dimdir, tekvini kadimdir şeklinde belirtilemez sıfatları. Yani herhangi bir sıfatı için kadimdir, denemez. Keza, ezeli kudreti veya ezeli ilmi denemez. Ama Allah sıfatları ile kadimdir. Allah sıfatlarıyla ezelidir, denir. Sıfatlar, Allah'a nisbet edilir de Allah sıfatlarıyla kadimdir de­nir. Buna göre Allah’ın sıfatı mutlak olarak şeydir denemez. Çünkü o sıfatların ayrı şeyler olduğu vehmi uyanır. Ama zatının gayri olmak­sızm sabit olduğu anlamına «Şey» Allah’ın sıfatıdır denir. Allah’ın sı­fatı, şey değildir, denmez. Çünkü bu, yoktur, demek olur... Ne varki, teşbih ve ta'til etmeksizin şey Allah’ın hakiki sıfatıdır, denir. Sıfatlan ayrı nesneler gibi düşünmek ise Allah’ın birliği esasma ters olur.

Allah'a izafe edilebilecek sıfatlar ise, İlim, Kudret, Azamet ve Ce­lâl gibi ona yaraşır, Kemâl sıfatları ölçüsüne uygun olmalıdır. Ona yakışmayan, evlâd ve zevce edinme, zulmedicilik, şer işleyicilik gibi nok­san sıfatların ona izafesi caiz değildir. Yaraşır mı, yaraşmaz mı diye kesin bilinmeyen sıfatlarla onu nitelendirmekten de sakınmak en sa­lim yoldur. Meselâ, Allah durmadan yaratır, durmadan konuşur, dur­madan merhamet eder demek de yakışmaz. Öbür sıfat ve fillerininde de hüküm böyledir. Şüpheli durumlardan sakmılmalıdır. Yine, İslâm ümmeti arasında Allah'ı vasıflandırmak adet olmayanlardan da sakınmak lâzımdır. Hatta, ona saygıyı ihlâl edebilecek sıfatlarla Allah'ı an­maktan da sakmılmalıdır. Müteşabih olup, gerek akıl, gerekse nakille Anlaşılması mümkün olmayan sıfatlan da yorum yapmadan Allah'a havale etmeli, (Allah bilir) demelidir. Çünkü böyle sıfatları ancak Ce­nabı Hak bilir.

İhlâs kelimesi olan «Lâilâhe İllallah»ın tefsiri konusunda: Bu ke­limenin ilk kısmı Allah'tan başka herşeyden uluhiyyeti nefyeder. İkinci kısmı ise Allah'a tahsis ve isbat eder. Demek İhlâs kelimesi bütünüy­le tevhiddir.

Hz. Muhammed'in Risaletini tasdik, bütün geçmiş peygamberlerin getirdiğinin doğruluğunu da tasdik demektir. 52Ancak bu imandan sonra onu bozucu bir tavırdan sakınmak gerekir. Tevfik Allah'tandır. O'nun yardımıyla kitabımız tamamlandı..

Bu «Akaid Risalesi» Peygamber ve sahabelerinin yolunda dini aki­desini açıklayan (Ehl-i Sünnet Ve'1-Cemaat'm İmamı) Şeyh Ebu Man-sur Muhammed Maturidi'ye aittir. Allah onu rahmetine gark edip, Rehberimiz Muhammed Aleyhisselâma âl ve ashabma selâtü selâm etsin.



1- İlim meselesi

İmdi: İlmi meydana getiren şeyler üçtür: Selim hisler, Doğru akıl ve Sadık kullardan gelen haberler. Sofistler, «Hiçbir şekilde bilgi mey­dana gelmez» derler. Çünkü bilgi dediğimiz şeyler ve bilgi vasıtalarmm sonuçlan çelişkilidir. Meselâ duyu organları böyledir. Hani, şaşılar biri iki görür. Akıl da yanılmaktadır. Akıl yürütmeler bazen doğru bazen yanlış çıkar. Haberler de bazen doğru bazen de yanlıştır.

Cevabımız şöyledir: Biz hislerden, sağlam olanmı, akıldan doğru işleyeni, haberden ise sadık kişilerin şaşmaz ve mütevatır haberini kas-dediyoruz ki; bunlarla bilgi elde edilir.

2 - Âlem hâdis'tir. Sonradan yaratılmıştır. Çünkü âlem âyân ve arazlardan meydana gelir. Arazlar hadistir. Çünkü sonradan olana araz denir. Meselâ bulut sonradan ortaya çıktığı için bu ad verilir. Ayân'a gelince, o da hadistir. Çünkü sonradan meydana gelen «ârâz»a mahal teşkil edip varlıkta ortaktır. Bunların hadis olduğu kesinleşince, âlem de hadis olur. Âlem hadis olunca, başka birisinin ihdasma -yarat­masma- ihtiyaç duyar. Bunun da bir yaratıcı gerekince, onun da kadim olması gerekir. Çünkü kadim olmasa, hadis olması icabederdî ki: onu da bir yaratan bulunacaktır. İkinci üçüncü aynı tarz.. Bu teselsül olur. Teselsül ise batıldır.

Dehriler de eski bir çamurdan yaratıldı, diyor. Yani kadim bir asıldan. O da heyuladır. Çünkü ilk madde olmadan yaratma muhaldir... Bu görüş te batıldır tabii...



3 - Kainatın yaratıcısı tekdir. İki olsa yaratcılıkta anlaşırlardı.

Bu anlaşma ise, onların aczine, hiç değilse birinin aczine delâlet eder. Çünkü hür iradeli olan ancak mecburiyette anlaşılır.

Bunlar birbirine ters hareket etse, ikisinin isteğinin birlikte mey­dana gelmesi düşünülemez. Meydana gelmemesi ise acizliklerini ortaya koyar. Âcizin Rab olması ise düşünülemez. Bu ise şu kelâm-ı ilâhiden almdı:

«Eğer yer ve gökte birtakım ilâhlar bulunsa, o ikisi de fesada uğ­rardı53. Mecusiler ise, âlemin iki sanii vardır. Biri hayrı halk eden hayır tanrısı, öbürü de şerri yaratan şer tanrısı. Birincisi «Yezdan», ikincisi ise «Ehrimen» dir. Zira şerri yaratmak kötüdür. Böyle âdi işler «Yezdan» a izafe edilemez.

Biz deriz ki: şerri yaratmak bir gayeye hizmet olmasa o zaman adi iş olurdu. Oda büyüklüğüne halel getirebilirdi 54

4 - Yaratıcı ne ayandır, ne araz, ne de cevher... Çüncü cevher maddenin aslıdır. O ne zihinde ne de zihin dışında tecezzi kabul etmez. Şöyle ifâde edilebilir: Cevher, birtakım sıfatları kabullenen bir nesne­dir. Halik için ise, sonradan kazanılan bir sıfat ve arızi özellik, ya da başka şeyle özellik değiştirme düşünülemez. Onun cisim olması ise hiç düşünülemez. Çünkü cisim birden de fazla cevherin birleşmesiyle olur.

5 - İsimle müsemma birdir. Çünkü Kur'an-ı Kerîm'de: «Rabbi-nin ismini teşbih et, yücelt.» buyruîuyor. 55Allah’ın adı kendisinden başka bir şey olsa, âyette, onun dışında birşeyi tesbit etme emredilmiş olurdu. Öyleyse ad ile adlandırılan aynidir.

Bazıları, Allah’ın adı zatından ayrı bir şeydir, çünkü Kur'an-ı Ke­rîm'de: «Allah’ın bir çok güzel isimleri vardır.» 56buyrulur. İsim müsemmanm kendisi olsa, o zaman kendisi de birçok olurdu derler. Biz deriz ki; o adlandırma bakımmdandır. Bu yüzden adlardan birinin ö-bürüne üstünlüğü yoktur. Çünkü adlandırılan birdir. İsm-i A'zamdan maksat da «Allah» admm zikrinin sevabmm çokluğudur.



6 - Allah âhirette görülür. Çünkü o vardır. Ve her var olan ise görülebilir. Var olduğu halde görülmiyenler varsa, onları Allah’ın ya­rattığı görme vasıtalarma hamlederiz. Elverse görülürdü. Nitekim Re-sulullah, «Sız Rabbiniz -aym ondördünü Bedir gecesi seyrettiğiniz gibi-açık görürsünüz.» buyurmuştur. Mu'tezile ile hariciler ise; «Allah gö­rülmez. Çünkü Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerîm'de «Gözler onu idrak ede­mez.»57 buyurum derler. Biz ise, evet Allah idrak olunmaz. Çünkü idrak bir şeyi bütünüyle kavramaktır., Halbuki görülür derken, hisse­dilir diyoruz. (İhsas idraktan farklıdır.)

Yine, görmek için alet gerek. Bu da yüzyüze ve bir mesafe ile olur. Kısmen veya tamamen görmek var derler. Biz de onlara; Allah’ın «İlim ve Basar» sıfatlarını hatırlatarak, vasıtalı görme iddiasmm batıl oldu­ğunu söyleriz. Hani, Allah bizi, mesafe ve cihet'e muhtaç olmadan gö­rür, yüz yüze gelmeden bilir. Hz. Musa'nm (a.s.) Allah'ı görmek arzu­su da onun mümkün olduğunu ifade eder. Bu mezhep ehli, Allah’ın «Beni göremezsin.» 58âyetini, ebediyen onun görülemeyeceğine de­lil olarak ileri sürerse, «Len» kelimesi ebediyyen olmaz anlamınadır, diye iddia ederlerse; onlara deriz ki; «Len» evet ebedi nefiydir. Ama belli bir vakti de bildirdiği olur ki; o da bu âlemde biter. Nitekim kâ­firler hakkmda:

«Ebediyyen ölümü istemezler.»59 buyrulurken, onlar âhirette ölümü temenni edeceklerdir. Buradaki «Len» muvakkat nefiy ifade e-diyor... Bunlar, Allah’ın, «O gün bazı yüzler pırıldar ve Rablarma ba­kar.» 60âyetindeki «Nazar» kelimesini tevil edip, intizar manasma alırlar. Halbuki, intizar bir meşakkatken, Cennet ise safa yeridir. Yi­ne: «Rabbma bakıyorlar.» 61âyetindeki nazar kelimesi «İlâ» harfiyle kullanılmıştır. Bu kullanılışta ise, sadece gözle görme manasma ifade eder.

7 - Allah’ın sıfatlan,, zatının aynı da değildir, gayrı da. Bir şeyin rengi o şeyin kendisi veya başkası olmadığı gibi, bu sıfatlar, ister fiili sıfatları, isterse zati sıfatlardan olsun, hiçbiri sonradan olma (hadis) değildir. Kaderiye ve Eş'ariye mezheplerinde olanlar Allah’ın diriltmek ve öldürmek gibi fiili sıfatları hadisdir ve zatının gayrıdır, derler. Bun­lara göre fiili sıfat, yapmaktan ibarettir. Tekvin (yapmak) ise yapan­dan başkadır. Çünkü, mektup ancak yazmak île yazılmış olur. Bu pren­sipten hareket ederek, Allah halk ile Haliktır, derler. Biz ise, Allah, ezeli yaratıcı olarak Haliktır. Nasıl ki, sıfatlarında da âlimdir, ezeli olarak bilicidir. Çünkü yazan yazmazsa yine kâtiptir, deriz. Zati sıfat­ları, «Celâl», «Kibriya», «Kudret», «İlim», «Semi», «Basar» ve «Kelâm» dır. Bunlardan başkası ise fiil sıfatlarıdır.

8 - Kur'an ezelidir. Çünkü Allah kelâmıdır. Allah’ın kelâmı, za­tı ile kaim ezeli bir sıfattır. Harf ve ses cinsinden değildir. O birdir, bölünmez. Arapça da değildir, Süryanice de. Şu kadar ki; insanlar bir olan Kur'an'ı, değişik ibarelerle okurlar. Allah’ın zatı, türlü adlarla, hatta zat sıfatlarından olan, «Hayat», «İrade», «Beka» sıfatları türlü ibarelerle ifade edilmiştir. Mutezile diyor ki, Allah’ın kelâmı bu ibare­lerden başkadır. Ve hadistir. Eğer ezeli olsa, ezelde O kelâmiyle emir verici ve yasaklayıcı, haber verici ve haber alıcı olurdu. Bunları ya­ratılmamış olanlara yapmak sefeh olurdu.

Biz de; eğer verilen emir, derhal uyulması vacip olan bir emir olsa, haklı olabilirdiniz. Üstelik önce veya sonra yapmak zaman ve mekâna bağlı durumlardır. Allah kelâmmm ise, bunlarla alâkası yoktur, de­riz. Cenab-ı Hak Biz onu Arapça Kur'an yaptık.» 62buyurmuştur. Yapmak (ca'l) sözü Kur’an’ın sonradan yapıldığmı bildirir denirse; biz de yapmak halketmek değildir. Çünkü, Rabbimiz Kur'an-ı Kerîm'-de: «Allah’ın kulları olan meleklerini dişi yapıyorlar.» 63buyurmuş­tur. Buradaki yapmak yaratmak demek olamaz...

Eş'ariler, Mushafta olan Allah kelâmı değildir. Allah kelâmmm ibaresi tabir veya ifadesidir. Zira Allah’ın kelâmı bir sıfattır. Sıfat ise, mavsuftan ayrılmaz derler.

Biz, Mushaftakiler Allah’ın kelâmıdır, ama, harfler ve sesler mah­luktur, deriz. Ancak biz Allah’ın kelâmı Mushafa hulul etmiştir, demi­yoruz ki, sıfat mevsuftan ayrılmaz sözüne yer olsun. Hem Allah’ın ilmi ile malum olan bir şey için Allah’ın ilmi sıfatı Allah'tan ayrıldı da maluma girdi denilebilir mi?...



9 - Müşebbihe ile Kerramiye mezheplerinde olanlar. Allah yüksek bir yerde anlamına, arş üzerinde olup yer tutar. Bildiğimizin dışında bir cisimdir. Çünkü; «Rahman arşı istiva etti»64buyruluyor derler. Biz bu iddiayı; İstiva: istila demektir diye reddederiz. Cisim iddialarma gelince «Hiçbir şey ona benzemez. Onun gibi hiçbir şey yoktur.» 65âyetleriyle reddederiz. Çünkü orada (K) teşbih edatı olup, her cihetten benzerliği red manasmı ifade eder. Onun hiçbir benzeri yoktur demektir.

Onlar, Allah'a eşya gibi olmayan «Şey» deniyor da cisim gibi ol­mayan «Cisim »niçin denmesin gibi bir soru yöneltirlerse? Biz de, şey olmak var olma manasmadır. Cisim olma ise böyle değil, bazı arızı va­sıf alma durumunda kalır, deriz. Onun için mutezilenin tersine biz, yok olana şey demiyoruz.

Yine onlar, Allah «Ellerimle yarattım» diyor. 66Bu nedir der­lerse, biz de, Kur'an'daki el, yüz, göz, ayak sıfatları hep kudret anla-mmadır deriz. Mutezile ile Kerramiye, Allah her yerdedir. Zira, O, «Gökte ilâh odur, yerde ilâh odur» 67buyurmuştur derler. Cevabı­mız şu olur: Bu âyette Uluhiyetin her yerde işlediği vurgulanıyor. Aksi halde Allah’ın bir canavarm karnmda bile olacağı manasma kadar gi­der, deriz.

Bizim, Allah’ın arş üzerinde oluşunun manasmı izahta metodu­muz şöyle. Bu yüksek bir yerdedir demek olmaz. Azametiyle arşı kuşat­mıştır demektir. Nitekim Resulullah bir cariyeye «Sen mümin misin?» dedi. O da «Evet» dedi. «O halde Allah nerede?» dedi. O da semâyı gös­terdi. Buna karşı Resulullah; Bunu azad et, bu müminedir» buyurdu. Ebu Hanife de bu yolda: «Biz Allah'ı yüksekte düşünürüz, aşağıda de­ğil» buyurmuştur.



10 - İnsanın işlerini Allah halkeder

Beşerin kudreti irade ve hürriyeti tamamen kendi eline verilmiş değildir. Kaderiyye mezhebi buna ters görüş bildirir. Bu konuda şu âye­te dayanırlar: «Dileyen iman etsin, dileyen inkâr» 68cevabımız şudur: Bu âyet, korkutmak içindir. Her yetkinin kula verildiğini bildirmez. Çünkü Rabbimiz âyetin devammda; «Zalimelere ateşi biz hazırladık» buyuruyor. Saffat sûresinin 96. âyetinde ise, «Sizi de amellerinizi de Allah yarattı» buyuruyor. Görüşünüz bu bakımdan yanlıştır.

Denilse ki, mademki insanlarm yaptığı herşeyi Allah yaratır da, Allah neden kullarmı cezalandırıyor? Cevabımız şu olur: İnsanın ceza ve sevap görmesi, yaptığı işin oluş ve aslmdan değil, o işe irade sarfe-dip sebep olmasmdan ve kullanmasmdan ötürüdür. Çünkü meydana getirdiğinden değil, o gücü iyi veya kötüyü yapmaya yetkili olduğu halde, tercihan birinde kullanmasmdandır...

11 - İnsan, fiili için sarf edeceği gücü önceden kendinde mevcut değildir. Her cüzü meydana gelirken güç verilir. Mutezile, güç fiilden önce vardır der. Şahıs onu istediği gibi kullanır, der. Bu görüş, kulun Rabbinden müstağni olmasına götürür ki; bu Allah'a ihtiyaçsızlık fik­ri, küfre varır.

12 - Biz, İnsanın fiileri vardır derken, gerçek anlamı kasdediyo-ruz. Cebriye mezhebi ise, kulun hakiki fiili yoktur. Ona atfedilen fiil ve iş, mecazidir. Çünkü yapan Allah'tır, derler. Bu ise, Allah'tan ümit ve korkuyu, hatta sorumluluğu ortadan kaldırır. Ebu Hanife ise vasat yo­lu bulmuştur: Halk (yaratma) Allah’ın işidir. Yani, insan fiili için gerekli güç ve iradeyi o yaratır. Bunları kullanarak kul da gerçek anlam­da iş yapar, diye ifade etmiştir.

13 - Gücü kullanmaya gelince; Eş'ariye göre, şerre yarayan güç, hayra kullanmaya elverişli değildir. Bu ise düpedüz cebirdir. Tabiiki hayra elvermeyince mecburiyet olacak.

Eş'ariye, bu görüşlerin sonucu olarak, Allah’ın insana gücünün yetmediğini yüklemesini caiz görmüşlerdir. Onları; «Allah insana güç getiremeyeceği ile sorumlu tutmaz» 69mealindeki âyetle reddederiz. Onlar, peki aynı âyette Peygamber (a.s.)'m ağzmdan, «Yarabbi, bize gücümüzün yetmiyeceği taşryamıyacağımız yükü yükleme» şeklindeki dua edişi küfür mü olurdu?. Nitekim, bize zulmetme dese, küfür olur­du... diye itiraz ederlerse, cevabımız şu olur: Buradaki dua, tahfif için­dir. Temennidir. Yoksa gücün hiç olmadığmı iddia değildir. Ve «Yarab­bi bize ağır yük yükleme»,1 diye biten Bakara sûresinin son âyeti de bunu anlatır.



14 - İnsanın yaptığı 'bütün işler, Allah’ın takdiri dilemesi, irade ve kazası iledir. Rızası muhabbeti ve emriyle değildir. Çünkü Allah Teâ-lâ Kur'an-ı Kerîm'de, ((Allah bir kimseyi saptırmak diledi mi, onun göğsünü daraltır, güçleştirir.» 70Bir âyette de «Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.» 71buyurmuştur. Eğer yapılanlar kişinin serbest dileğiyle olsa, bu dilek Allah’ın dileğine galebe çalmış demek olurdu. Bu ise düşünülemez.

Mutezile ise, kulun yaptığmda Allah’ın meşiyyeti (dilemesi) yok­tur. Çünkü, «Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarat­tım)» buyuruyor72. Yâni, onları küfr ve isyan için yaratmadım, de­mektir. Cevaben deriz ki, bu âyet, ben onlara ibadeti emredeyim diye, anlamına gelir. Nitekim de emretmiştir. Meselâ, «Allah kullarma zulrne irade edici değildir.» 73âyeti delil olarak ileri sürülemez. Çünkü bu âyet. Allah kullarma zulmetmeyi istemez demektir. Buna ise hiç iti­raz edilemez.

Mutezilenin iddiasma göre, kişinin kendisine sövmesi de, büyük gü­nahlardandır. Bu da hafifliktir. Bunu Allah nasıl diler, demek de öyle... Biz bu soruya; eğer Allah’ın bundan beri olduğuna delil olmasa hafif­lik olurdu. Cevabmı veririz. Yine Mutezilenin, «Eğer Allah günah iş­lemeği dilemiş olsaydı, fiilinde mecbur olurdu.» demesi de uygun değil. Kişi Allah’ın iradesinden çıkmaya muktedir olmadığı, gibi ilminden çıkmaya da güç yetiremez. Öyleyse, bu mazeret yersizdir. Bu durumda, Kur'an-ı Kerîm'de: «Başma gelen kötülük kendindendir.» 74âyeti­nin ne ifade ettiği sorulur. Şöyle cevap verilir: Kötülük, edebe riayet bakımmdan Allah'a müstakilen izafe edilmez. Meseîâ; Domuzları ya­ratan denmez ama hayvanları yaratan şeklinde genel ifade kullanıla­bilir. Nitekim «De ki, herşey Allah t ar af md andır.» 75buyurulmuş-tur. Yukardaki âyetin manası böyle anlaşılmalıdır.

1 5 - Allah küfrü yaratır, diler fakat emretmez. Bunun için de deriz ki Allah, kâfire iman emretmiştir ama iman etmesini dilememiştir. «Allah her dilediği şeyden hoşnut olurmu, olmaz mı?» denirse deriz ki: Evet, Allah’ın meşiyyeti rızası iledir. Yani, Allah kendisinin razı olduğu bir işten dolayı azap etmesi nedendir?» denirse, cevap veririz: Hayır, Allah razı olduğu şeyden dolayı değil, razı olmadığı, şeyden ötürü azap verir. Çünkü, meşiyyet de kaza da bütün sıfatları da Allah’ın hoşnut olduğu şeylerdir. Ancak, şahsm meydana getirdiği işler bazan razı olduğu bazan da razı olmadığı şeylerdir. Bu yüzden de azap verir.

16 - Bir işin sonucunda doğan ikinci bir oluş da tevhid yoluyla yine Allah’ın mahluku olur. Çünkü bu bir şeyin içinde saklı olanm ortaya çıkmasıdır. Mahluk olan zarfm içindeki mazruf mahluk olmaz mı? Hani, insan oku attıktan sonra okun geçip gitmesine engel ola­maz. Kudret İnsanın elinde olsaydı, bunu başarması gerekirdi.

Mutezile, bütün bunları İnsanın öz eseri sayar ve insanlar bu se­bepleri ihdas ettikleri için bütün bu işler de onların mahlûkudur, der.



17 - Öldürülen kimse, kendi eceliyle ölür. Başka bir tarz olsa, Allah’ın bu kimsenin ecelini bilmiyor olması veya onun ecelini ifaden âciz olması gerekirdi. Bütün bunları Allah'a izafe ise küfürdür. Mute­zile, katledilenin, ecelinden başka bir ecelle öldüğünü iddia eder. Bu­nun için kısas ve diyet almır der... Biz kısas ve diyetin Allah’ın yasa­ğmı tanımamadan geldiğini söyleriz. Onlarla asıl ayrılış noktamız ise, İnsanın fiillerinin hakiki olup olmadığı noktasmdan başlar.

18 - Haram şey de rızıkiır. Çünkü rızık gıda demektir, mülk de­ğildir. Bazı insanlar ömür boyu haram yer. Böyleleri için, dünyadan Allah’ın rızkmdan birşey yemeden çıkıp gitti denemez. Mutezile rızkı mülk manasma alarak, haram olanı rızık saymıyor. Buna imkân yoktur. Çünkü hayvanlar bile hiçbir mülke sahip değilken rızıklarım almakta­dırlar. Nitekim: ((Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki Allah onlara rızkmı vermemiş olsun» 76buyurulur. Aksini iddia ise bu âyeti inkâra va­rır. Bu da kul fiilî hakiki midir? iddiasma bağlı. Çünkü onlar, İnsanın başkasma ait rızkı yemeğe muktedir olduğunu söylerler.

19 - Allah’ın, insanlara en uygun olanı yaratması kendisi üzeri­ne vacip değildir. Kur'an-ı Kerîm'de «Biz, onlar günahlarmı artırsm­lar diye mühlet veririz.»77 buyurulması bunun delilidir. Çünkü gü­nah artırmak için ömrü uzatmak o kimsenin hakkmda iyi değildir. Ak­sine mühlet olmasa daha büyük iyilik olur. Başka delil de şudur: Eğer Allah’ın, insan için en uygun olanı yaratması vacib olsaydı Kur'an-ı Kerîm'deki: «Allah pek büyük ikram sahibidir.» 78âyeti yersiz ölurdu. Mutezile: Allah’ın insanlara en uygun olanı yaratması vaciptir. Ve herkesin güç sarfederek kazandığı iman veya küfrün gereğini yapmış olur. Aksini yapsa zulüm ve cimrilik olurdu...

20 - Dinde fakih olmaya gelince bu aslmda tevhiddir. İlimlerin en üstünü odur. Ana esaslardır bunlar. İşte bunun için, ilim tahsil et­mek farzdır. Yani hal ilmi. Bu da İman ahkâmıdır.

21 - İman, dil ile ikrar kalb ile tasdikten ibarettir.

Dili ile ikrar edip te kalbi tasdik etmezse, mümin sayılmaz. İm­kân bulduğu halde, kalben tasdikini dille ikrar etmeyen de mümin ol­maz. Çünkü mecbur olmadığı halde dil ile ikrarı terketmek, iç tasdi­kin olmadığma delildir.

Kerramiye mezhebindekilere göre, iman sırf ikrardan ibarettir. Peygamberin (s.a.s.) «Ben, insanlar, Lâilahe İllallah deyinceye kadar mücadele etmeye memurum» buyurmasmı buna delil gösterirler. Biz bunu böyle yormayız. Çünkü Âyet-i Kerime: «Onlar ağızlarıyla iman ettik dediler ama kalplerine sirayet etmiş değildir iman» buyurur. 79Üstelik onların bu iddiasma göre münafıklar da mümin sayılmış olur. Bu da mümkün değil tabii..

İmam Şafiî ise «İman, ikrar, tasdik ve şartmca ameldir» der. «Si­zin imanmızı Allah zayi edecek değil.»80 âyeti namaz gibi ibadet­leri zayi etmiyecektir demek olur..

Biz ise, amelin imana dahil edilmesi caiz olmaz deriz. Çünkü: «Al­lah'a iman edip salih amel işleyenler» buyurur Cenabı Hak. 81Bura­da şahsa, amelinden müstakil «Mümin» sıfatı verilmiştir. Üstelik amel, iman üstüne atfedilmiştir. Matuf, matufun aleyhten ayrıdır.

Şu halde âyetteki «İman» sözü, kalbin tasdikini anlatır. Ayrıca amel imana dahil olsa, o zaman ameli konulardaki nesh'in, imanda da caiz olması gerekecekti ki, bu caiz olmaz. İman esasları hiç bir devirde değişmez ve tekamül etmez. Bu da amelin, imandan cüz olmadığmı gösterir.



22 - İman ve İslâm bazı ulemaya göre aynıdır.

Bunlar: «Kim İslâmdan gayn bir din ararsa, asla kabul edilmiye-cektir.» 82âyetini delil olarak almaktadırlar. Bir kısmma göre ise, iman ve İslâm başka başka şeylerdir. Bunlar da «Bedeviler iman ettik dediler. Deki, siz iman etmediniz belki İslâm olduk demeniz uygundur.» 83âyetinden yürürler. Bize göre ise en uygun yorum şudur:

İslâm, Allah'ı keyfiyetsin olarak bilmektir. Bunun yeri göğüstür. İman, Allah'ı uluhiyetiyle bilmektir. Bunun yeri de yürektir. Bu ise göğsün içindedir. Marifet ise Allah'ı sıfatlarıyla bilmektir. Bunun yeri de gönüldür. Bu da kalbin içindedir. Tevhid ise Allah'ı birliği ile bil­mektir. Bunun yeri de sırr olup o da gönül içindedir. Bu sıra, Cenab-ı Hakkm şu beyanma uyar: ((Allah’ın nurunun temsili, bir cam kafes içinde kandil, içinde mübarek zeytin ağacmdan bir yıldız gibi yanar» 84Demek bir gerdanlığm dört unsuru gibi birbirini bütünler bunlar. Ayrı gayn değildir ve hepsi birleşince din olur.

Bir kimse, ben benim halikım kimdir bilmem, namaz farz mıdır bi­lemiyorum. Ben kâfir diye bir şey tanımıyorum veya kâfirin gideceği yeri bilmiyorum... Gibi laf ederse kâfir olur.

Öte yandan, uzakdoğuda Türk ülkelerinde 85yaşayan bir kim­se, İslâmm bütün esaslarmı kabul etse de ibadetlerini yerine getirmese, o kimse yine mümindir. Bu da şunu ifade eder: Mukallidin imanı sahih­tir. Çünkü amel imandan cüz değildir. Mutezile ve Eş'ari bunun ter­sini iddia eder. Onlar delilini bilmeden inananm İmanı sahih değildir derler. Halbuki bu iddia Allah’ın Peygamber göndermedeki hikmetine ters düşer. Çünkü takiid sahih olmasa, Peygamberlikten beklenen ha­sıl olmaz. Elbette delil ve isbata dayanan, bilerek iman, derece bakı­mmdan üstündür. Bir cehdin sonucu olan iman aydmlatıcıdır. Ve sağ­lamlıkta üstündür. Hz. Resulün «Ebubekirin imanı bütün halkm imanı. ile tartılsa, üstün gelirdi» buyurması da üstünlüğün fazlalık veya nok­sanlık yerine metanet ve kavrayış bakımmdandır. Çünkü, ikrar ve tas­dik, azalan çoğalan şey değildir. İkrar ve tasdik, iman olunca da İnsanın eseri olur. Âlimlerin bir kısmı ise, iman kesbi değildir. Çünkü Allah’ın tevfiki ile oluşur. Allah’ın tevfiki ise, mahlûk değildir, derler. Biz deriz ki: Evet, iman O'nun tevfiki iledir ama, bu fiili hemen Allah’ın fiili telâkki edilemez. Yani iman da, namaz ve oruç gibi kulun işidir ve kesbidir.

23 - İman, kişinin belli bir yerinde değildir.

îman, kişinin belli bir yerinde değildir. Bütün azasma yayılmıştır. Ama azasmdan bin kesilince kalbe gider. Çünkü, iman tecezzi etmez. İnsan ölünce, iman nereye gider, ruh ile mi kalır cesedle mi, diye so­rulursa, biz: Ne ruhla ne cesedle kalır, kişinin imanı kazandığı ehiliye-tin manasıyla kalır, deriz. Bu ne demek, derseniz. Bu da, Allah’ın, şah­sı içinden aydmlatması veya ondaki gizli bir mahiyeti nurlandırması demek olur... Bir de şöyle sorulabilir: İnsanın diğer amelleri nereye gider? Allah’ın sevab veya ikabma ulaşır, deriz. Ve yine, Allah ne ile bilinir, denirse, cevabımız şu olur: Bazı âlimler, akıl ile bilinir demişse de, en emin cevap: Allah’ın bildirmesiyle bilinir, şeklindedir. Çünkü Kur'an'da; «Allah’ın gönlünü İslâm'a açtığı kimse Rabbinden bir nur içindedir.» 86buyrulur.



24 -Yeis halinde imana gelenin imanı makbul değildir. Çünkü gayba değil, müşahedesine inanmış olur.

25 - İman konusunda, «İnşallah» şöyledir, böyledir demek, şüp­hecilerle aramızdaki ihtilaflardandır. Şüpheciler, imanı Allah'a havale etmek caizdir, derler. Biz ise, Kur'an-ı Kerîm'de, sihirbazlarm inandık deyip, inşaallah dememelerini 87ve «Onlar gerçekten mü'mindirler.»88 âyetinde inşallah denmeyişini delil tutarız. Ayrıca, iman bir akid-dir. Allah dilerse sözü ise akdi bozar.

Bir soru sorulabilir: Resulullah, bir kabrin yanmdan geçerken, «İn­şallah biz de size kavuşacağız.» derken, ölüm için «İnşallah» tabirini kullamıştır. Ölüm ise kesindir. Cevap basittir: Resulullah, ölüm için de­ğil, ölülere kavuşmak hususunda inşallah demiştir.

Yine, birisi için, bu insandır inşallah denmez. Fakat, Mescid-i Ha­rama mü'minlerin ulaşacağı kesin olduğu halde, Kur'an-ı Kerîm'de ni­çin «oraya inşallah gireceksiniz» 89diyor? Bu, muhakkak olacaklar için inşallah demenin caiz olduğunu göstermez mi? Cevabimiz şudur; Buradaki inşallah, Allah dilediği zaman gireceksiniz, demektir. Hatta, inşallah emin olarak gireceksiniz şeklindedir. Yine sorulabilir: İnsan hüsn-ü hatimesi için inşallah demesi caiz midir? Evet caizdir. Hatta, bu dünyadan inşallah iman ile göçeriz demek ve Allah’ın iradesini dile­mek vacipdir. Ancak iman konusunda tartışılır bu. İbni Mes'ud (r.a.)'dan nakledilen «İnşallah ben Müslümanım demek caizdir.» ifadesi son nefeste iman için cevaz anlamınadır. Belki de, bir yanılgı eseri söyle­miş olabilir o zat ve sonradan vazgeçmiştir bile...

26 - Bize göre, dünyada bir İnsanın said veya şaki olma halleri tebeddül edebilir. Eş'ariler bunu kabul etmez. Bu yüzden de Ebubekir ile Ömer puta taptıkları zamanda bile mü'min idiler, derler. Bunu, şu âyetle reddederiz: «Söyle kâfirlere, eğer küfürlerinden dönerlerse, Al­lah onların geçmiş hatalarmı bağışlar.»90 buyruluyor. Bu durumda Allah’ın affmm manası ne olurdu?.. Yine; Cenab-ı Hak «Allah diledi­ğini imha, dilediğini tesbit eder» 91buyurur ki, günahı yok. Tevbeyi tesbit eder demektir...

Eğer: «Şekavetin saadete dönmesi, Allah’ın yarattığmdan vaz ge­çip bir ötekini yaratmayla başlaması demek olmaz mı» diye sorulursa

Levh-i Mahfuzda yazılmış olan, kulun sıfatıdır değişir. Allah’ın kazası ile değişmez, deriz.

27 - Her insan, emr-i bilma'ruf nehy-i anil münkerle mükelleftir. Ancak şartlar değişmiş ve bu farziyet düşmüştür. Çünkü hiç kimse, hasbi olarak bu işi yapmıyor. Öyleyse, zalim hükümdara karşı kan dök­meye sebep olmamak için, kılıç çekip kötülükleri önlemesi için isyan etmek caiz değildir.

28 - Bir kimse, büyük günah işlerse, kâfir olur mu?

Bize göre hayır! Hariciler ve Muteziler ise, tevbesiz ölürse kâfir olarak gider, diyor. Ve Cehennemde ebedi kalır. Bu «bir kimse taam­müden insan öldürürse, bunun cezası sonu gelmez cehennemdir.»92 âyeti ile sabittir, derler. Biz ise, Peygamber'den gelen sağlam habere göre, haramı helâl saymanm cezasıdır, ebedi cehennem, Âyetteki ise uzun müddet anlamına gelir, deriz. Yine Resûlullah'm, «Namazı kas­ten terkeden kâfir olur.» sözünde de, inkâr niyetiyle manası vardır. Eğer günahkâr kâfir olsaydı, Allah bize (Fasıkm getirdiği haberi araş­tırm (s.a.) diye emretmezdi. Yahut da, Muaz hazretlerine, imanmı ta­zeleyip yeniden İslama dönmesi emredilirdi.93 Mürcie mezhebindekiler, büyük günah işleminin imana asla zarar vermeyeceğini söyler. Bu­na da meşhur gencin (Muaz ibni Cebele) sorusu delil gösterilir. Halbu­ki o gencin sorusunda, imana büyük günâhm zarar vermemesi tezini biz, imanı yok etmediği şeklinde yorarız. Yoksa, Allah korkusunun ta­mamen kalkmasma varırdı.»



29 - Kabirde Azap vardır. Mutezile ve Cehmiye mezheplerine gö­re yok. Görüp müşahade ettiğimize göre, ölüye verilen ezadan Ölü mu­tazarrır oluyor. Bu burada nasıl ise gaibde de öyledir. Görünenden gö­rünmeyeni tanıma ve tanıtma metodunu güden bu mezhep ehli, can­sız varlıklarm teşbihini, mizanı, sıratı, iman ehlinin cehennemde mu­vakkat olmalarım ve miracı inkâr ederler. Biz deriz ki, bunlar haktır. Akıl onları idrak ve izahtan âcizdir. Nitekim Resulullah ta,«Allah’ın yarattıklarmı düşünün ama onun zatım düşünmeyin» buyurmuştur. Hesulullah'm bu vasiyeti de insan Aklınm zayıflığmı anlatır. Esasen Cenab-ı Hak: «Biz onları iki defa cezalandıracağız» buyuruyor.94 Bunun biri kabirde biri de âhirettedir. Yine, «Onlara büyük azaptan ayrı olarak yakın azap taddıracağız» buyurur95. Bu da kabir azabı-dır. Ve «Hiçbir şey yoktur, Allah'ı hamdile teşbih etmeyen'...»96 «Biz mizanları dosdoğru kuracağız» 97buyurmuştur Rabbimiz.

30 - Dine sonradan sokulan, müslümanlar arasında yayılan adet­lere «bîd'at» denir.

Bunları icad eden de uyan da cehennemliktir. Bu, hadiste geçmek­tedir. «Dikkat edin, bid'atlerden sakmm. Dikkat edin her sonradan olan bid'attır. Her bid'at dalalettir, her dalalet (sapıklık) ateştir.»



31 - Cennet ve Cehennem elan yaratılmış durumdadır.

Mutezile ve Cehmiye, şu an ihtiyaç olmadığmdan cennet ve cehen­nem mevcut değildir. Allah âciz değildir, gerektiğinde yaratır, derler. Halbuki Kur'an-ı Kerîm'de: «Arz ve semavat genişliğindeki cennet, müttetekiler için hazırlanmıştır.» buyruluyor.98 Bu ikisinin de hazır olduğunu bildirmeğe yeter. O mezheplerin fikri ise, Allah’ın bu haberini yalanlamaya varır. Buna bağlı olarak bir husus daha işaret ederiz: Cen­net ve cehennem hazır olduğu için ona «şey» denir. Ama kıyamet hazır olmadığı için şey denmez. Mutezile ise, kıyamet yaratılmıştır. Ama şu an görünmez. İnsan ölünce ona açılır. Çünkü, Resulullah, «Bir kişi ölünce kıyameti kopar.» buyuruyor, derler. Halbuki bu hadiste, öldük­ten sonra saadet ve şekavetin görüleceği bildirilmektedir.. Yine onlara göre cennet ve cehennem, ehli dahil olduktan sonra fanidir. Çünkü bunlar amellerin karşılığmı vermek içindir. Ameller ise biticidir... Bu da yanlıştır. Çünkü, Kur'an-ı Kerîm'de: «Onlara eksilmeyen mükafat vardır.»99 «Ne tükenir ne yasak edilir.» 100buyurulmaktadır. Bu apaçık ifade karşısmda" onlara fani denemez. Şayet, cennet ve cehen­nem sonsuz olunca beka sıfatmda Allah'a ortak olur denirse; onların sonsuz olması bu sonuca götürmez. Çünkü onlar sonradan yaratılmış­tır, deriz...



32 - Melekler masumdurlar, günah işlemezler.

Harut ve Marut adlı melekler hariç hepsi itaat için halkolundu. Şeytanlar ise şerr için yaratılmıştır ki, onun da bir tanesi Deyyim oğlu Hame (Hame bin Deyyim) müstesna. Bu müslüman olmuştur.



33 - İnsan ve cin kendi fıtratma göre yaratılmışlardır,

Eş'ari ve Mutezile'ye göre fıtrat, İslâm demektir. Onun için de kâ­firin küfrü kendi fiilidir, diyorlar. Ehl-i sünnete göre ise fıtrat, hilkat demek olup, Kur'an-ı Kerîm bunu «Allah’ın fıtratı»101 diye belirtir ki; Allah’ın hilkati demektir. Resulullahm hadisinde belirtilen de bu mealdedir: «Her çocuk fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu Ya­hudi, Hıristiyan veya mecusi yapar. Tâ içindekini dile getirene kadar.» Bu çocuk doğduğu fıtrat üzere bırakılsa, yaratıcmm varlığınını düşünün bulurdu. Ama ana ve babası, onun şu veya bu dine mensub olmasmı sağlıyorlar.

Buna bağlı olarak bazı meseleler; Allah’ın yerde mi, gökte mi bi­lemem, diyen kimse, ona mekân isnad ettiği için kâfir olur. Allah arz üzerindedir, demek te buna benzer. Yine Lokman ve Zülkarneyn Pey­gamber miydi bilimiyorum derse kâfir olmaz ama, Musa ve İsa gibiler hakkmda derse kâfir olur. Çünkü bunlar hakkmda açık nas vardır. Yine bir kimse, yarm kâfir olacağım diye niyet etse, o saatten kâfir­dir. Küfür kelimesini inanmadan bile, ama kendi isteği ile söylese kâ­fir olur.

34 - Yezide lanet etmek caiz değil. Çünkü o fasıktır, Fasıklarm affı caizdir.

35 - Peygamberler emreder ve nehyeder. Bu vazife ile Allah pey­gamber göndermiştir. Bazı kimseler, bunu lüzumsuz addeder. Ve Allah’ın emredilenden çıkarı, nehyedilenden zararı yoktur gibi bir gerekçe göstermeye kalkar. Ve bu işi hafiflik sayarlar. Halbuki, her emir ve nehiyde, kulun menfaati hikmeti yatar. İyilik ve kötülükleri anlamaya akıl yeter, Peygambere ihtiyaç yok diyenlere karşı deriz ki: İyiyi kötü­yü, eşyanm tabiatmı ve dinin ahkâmmı tesbitte akıl yetersizdir.

36 - Keramet haktır. Evliya keramete sahiptir. Mutezile yersiz itiraz eder. Onlara göre keramet caiz olsa, mucize ile kerameti ayırma­da âciz kalırdık. Halbuki, mucizeler, Peygamberlik davası anmda zu­hura gelir. Keramet ise o Peygamberin bağlılarının, onun mucizesinin devam ve eseri olarak elinde sonradan tecelli eder. Onu inkâr etmek, Meryem'in kerametine dair; «Her ne zaman, Zekeriyya Meryem'in ya­nma girdiyse o mihrapta yiyecek bulmuştur.»102 âyetini inkâra va­rır. Yine Belkıs'm tahtmm zikri geçen âyeti, ayrıca Hz. Ömer'in İran harbindeki kumandan olan Sariye'ye «Ya Sariye el-cebel, el-cebel» şek­lindeki nidasmı inkâra varır...

37 - İnsan ve cin masum değildir. Sadece resul ve nebiler, bü­yük günahtan korunmuşlardır. Şayet böyle olmasalardı, yalan söyleme­leri ihtimali tamamen ortadan kalkmış olmazdı. Fakat bunlar bile, kü­çük hatalardan korunmuş değildirler. Çünkü, bir kişi yanlışa düşme­den, yanılanlan bağışlama duygusuna ulaşamaz. Peygamberlerin şef­kat ve şefaatinin güçlenmesi için, onlarda beşerî olan yanılgılarla de­nenmişlerdir.

Mutezileye göre, Peygamberler her hatadan masumdur. Çünkü bunlar, Peygamberlerin şefaat yetkisine inanmaz...



38 - Resul, Cebrail aracılığı ile Allah’ın vahyine mazhar olmuş zevattır. Nebi ise, ya başka bir melek vasıtası ya da sadık rüya ile vahiy almış, ilhama ulaşmışlardır.

39 - Peygamberler, vahiyden önce hata ettiği olmuş ve selle sadır olmuştur. Fakat vahiy onu düzeltmiştir. Hz. Davud'un, vahiyden önce Oryan'm karısıyla evlenmesi gibi. Bir de en iyiyi bırakıp az iyiye yönel­me şeklinde olur: Adem'in Allah’ın adını teşbih etmek için yasak şeye yaklaşması gibi ki; Cenab-ı Hak, bu suçunu «Adem Rabbma isyan etti ve azdı.» 103diye açıklar.

Bu ise menetmek bakımmdandır... Yoksa büyük günahın ve az­gmlığm hakikaten mevcut olduğunu belirtmek için değil. Zaten baş­ka âyette; «Adem unuttu. Biz onda azim ve sebat bulamadık.» 104buyrulmuştur.



40 - En faziletli varlık için çeşitli görüşler vardır. En doğrusu şudur: Hz. Muhammedi (s.a.s.) Adem (a.s.)'dan efdaldir. Ondan sonra bütün yaratıklarm efdali, öbür Peygamberler gelir.

Ümmet-i Muhammed içinde ise birinci sıra Ebubekir'e ait. Sonra Ömer, Osman ve Ali gelir (r.a.) İnsanlar içinden Peygamberler tüm meleklerden üstündür. Meleklerin büyükleri Adem evlâdmm avamm­dan üstün, halk tabakası ile, meleklerin kalanmdan üstün...

Rafızî'ler Hz. Ali'yi, Ebubekir'e ve öbür sahabelere tafdil ederler.

Dayandıkları şu hadistir: Peygamber, «Ya Rab, kullarmdan en sev­gili olanı gönder, şu kuştan birlikte yesin» diye dua ettiği zaman ya­nma Ali gelmiştir. Aynı zamanda o sahabenin en âlimi, en kahramanı, küfürden de uzak kalmış olanıdır, derler.

Ehl-i sünnetin delili ise Resulullah’ın «Ebu Bekir size oruç ve na­mazdaki fazlasıyla üstünlük sağlamış değildir. Üstünlüğü, kalbini dol­duran manadan, muhabbet ve sadakat tandır» hadisidir. İbn-i Ömer'den de: «Biz daha Peygamber sağken; Muhammed ümmetinin en üstünü, Ebubekir sonra Ömer sonra Osman ve Ali derdik...» diye bir haber var­dır. Zikri geçen kuş hadisi ise, kullarmdan bana en sevgili olanı gön­der demektir. Yoksa Ali'nin diğer Peygamberlerden de üstün olması gerekirdi. Ali'nin en kahraman olduğu, en âlim olduğuna dair sözler ise aşırıdır. Ehl-i sünnetten bazıları da Hz. Ali'yi Hz. Osman'a tafdil ederler. Bazılarma göre de Hz. Aişe, Hz. Fatma'dan daha efdaldir. Çün­kü onun derecesi Resulle beraberdir, derler. Bazısı ise, Hz. Fatma ef­daldir. Çünkü Aişenin derecesi ittiba yoluyladır, derler.

41 - Peygamberden sonra, din ve dünya işlerini tedvir için imam ve başkan seçimi, halk için vazife ve haktır. Ulemadan bazısı, imam seçmenin farz değil, ona sadece fitne ve zulmü önlemede ihtiyaç olur. Bunlar olmaymca hükümdara lüzum kalmaz, derler. Bize göre İma­met zarurettir. Çünkü Resulullahm vefatmda, ashab bir reisin seçimini ittifakla vacip görmüştür. O günlerde ihtilaf sadece tayin hususunday-dı.

42 - İmamete gelecek kimselerin Kureyş kabilesine mensub ol­ması şarttır. Rafızîler, Haşimîlerden başkasmı ehil saymaz. Haşimi ola­rak ta Ali evladını tanırlar. Bize göre Hadis mutlaktır. Şu veya bu kabileye tahsis edilemez. İmamm masum olması da şart değildir, deriz. Zira Resul; «Mutun de asinin de ardmda namaz kılm» buyurmuştur. Ayrıca eşyanm mubah veya memnu olması kitab ile sabittir. İmamlık hakkmda bu şart yok. Peygamberlerin masum olması ise tamamen baş­ka bir şeydir. Rafıziler ise İmam masumdur, derler. Yine imamm müc-tehid olması da şart değildir. Fakat güçlü, harbi ve yönetimi, adaleti işletmeyi bilip becerir, dirayetli kişi olmalıdır.

43 - Peygamberden sonra hilâfet, otuz yıl sürmüştür. Zira Re-sulullah «Bundan sonra hilafet otuz senedir, sonra diktatörlüğe döner» buyurmuştur.

Resulullahtan sonra ilk halife, sahabenin ittifakiyle, Ebubekir'dir. Hz. Ömer de, «Allah Resulü, dini işlerimiz için sana rıza göstermişken, biz sana" dünya işlerimiz için rıza göstermezmiyiz,» demiştir. Rafızîler, Ebubekir, Ali'nin hakkmı gasbetti, derler. Bu batıldır. Çünkü sahabe­nin icmaıru, zulüm üzerine kurulmuş saymak olur. Âli'nin bir zaman Ebubekire biat etmeyip daha sonra kerhen biat ettiğine dair sözler de böyle.. Çünkü Ali Ebubekir'in hak üzre olduğunu bildiği halde biat et­mediyse, anormal olur. Ebubekirin haksız olduğunu bilip te biat et­mesi de düşünülemez. Çünkü kılıcıyla buna mani olmalıydı.

Hz. Ebubekir'in hilafeti böylece kesinleşince, Ömer'inki de kesinleşir. Hani ya onu yerine namzed gösteren Ebubekir'dir.

Ömer de kimseyi namzed göstermemiş ama Şûra'ya bırakmıştır. Altı kişilik Şûra, Osman'a biat etmişlerdi. Osman üzerinde de ittifak meydana gelmiştir. Onun vefatmdan sonra da ashab Ali'nin hilâfetine ittifak etmiştir. Ömer'in Şûra için yazdığı yazıda adı geçen altı kişi şunlardır :

Ali, Osman, Abdurrahman bin Avf, Saad bin Ebi Vakkas, Talha ve Zübeyr'dir. Allah hepsinden razı olsun.


Yüklə 0,78 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin