Allah’i arayan genç



Yüklə 0,69 Mb.
səhifə22/37
tarix26.04.2018
ölçüsü0,69 Mb.
#49047
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   37

ÇATIDAKİ DEVE


İbrahim Edhem, 8. yüzyılda yaşamış bir İslam büyüğü­dür. Hanefi mezhebinin kurucusu olan imam-ı A'zam ile çağdaş olup onunla sık sık sohbet ederdi. Bir ara Belh şehrinin valiliğini de yaptı. Hayatı lüks, bolluk ve tantana içinde geçiyordu.

Allah (c.c.), kullarını zaman zaman rahmetiyle çeşitli şe­killerde uyarır, İbrahim Edhem de Allah'ın kendisine olan ikazına kulak veren akıllı kullardan birisidir.

İbrahim bir gün sarayında yatmış istirahat ediyor. Gece­nin sessizliği her yeri kaplamıştı. Bir anda sarayın damından gürültü ve ayak sesleri duyuldu, İbrahim:

— Kim o? Nedir bu sesler? diye camdan bağırdı. Çatıdan cevap geldi:

— Deve arıyorum deve!

— Be adam, damda deve ne gezer?

İbrahim'in bu sorusuna da damdaki, şu cevabı verdi:

— Sen, Allah'ı rahat, tantana, gösteriş içinde ve atlas yataklarda arıyorsun ya!... Böyle yaparak Allah’a yaklaşılabilir mi?

Bu sözler ve bu olay İbrahim'in kendini toparlaması için yeterli oldu. Hiçbir çile çekmeden, hiçbir çaba ve gayret gös­termeden, bilinçsiz, kaygısız, fikirsiz bir hayat sürdürmekle Allah'ın rızasına kavuşulamayacağını anladı.

İNSAN İBADETLE ALLAH'A YÜKSELİR


İbadet, ruhun Allah'a doğru yükselmesidir, insan için ibadet, hususiyle bunalma za­manlarında, en büyük bir teselli, ruhî istinad, huzur ve kuvvet kaynağıdır. İbadetten maksad, Allah'ı anmak ve kendini O'nun huzurunda görerek bu sayede hayvani heves ve ihtirasların şiddetini kırmak, insanlara merhamet, şefkat ve sevgi hisleriyle bak­mak ve bağlanmak, vücudu ve ruhu daimî bir temizlik içinde tutmaktır. Buna herke­sin ihtiyacı vardır, insan, zengin-fakir, kuvvetli-zayıf ne vaziyette bulunursa bulunsun, manevî bir desteğe ve bir enerji ihtiyatına daima muhtaçtır. Bunu herkes kendi hayatında ve kendisiyle başbaşa kaldığı zaman duyar ve tecrübeleriyle bilir.

Hiçbir eğlencenin bizi eğlendiremediği zamanlarımız, hiçbir devanın dindiremediği acılarımız oluyor. Hiç düşmeyeceğini sananlar günün birinde düşüyor, kimseye muhtaç olmayacağını umanlar günün birinde zaruret içinde kıvranıyor. Hastalık ve sağlık gibi haz ve keder de insan içindir. Öyle me'yus ve kederli anlanmız oluyor ki, bu anlarda en yakınlarımızı bile, kendimizden uzak hissediyor ve bunalıyoruz. işte o zaman, fakat maalesef çok kere sadece o zaman, maneviyat ihtiyacı duyuyoruz. Din ve maneviyat, tıpkı sağlıkta kıymeti bilinmeyen sıhhat gibidir.

İtalyan fikir ve devlet adamı Francesko Nitti'nin dediği gibi, "Allah'a îman- nasıl bir şekilde tecelli ederse etsin ve nasıl bir din formasına bürünürse bürünsün, hiç­bir ilmî ve felsefî doktrinin tatmin edemeyeceği bir ruh ve bir insan iç ihtiyacına cevab vermektedir.”

İnsanlar muhtaç oldukları iç huzurunu ve ruh sekînetini, daima dinde ve maneviyat sırrında arayacaklardır. Şuna inanmalıdır ki, ruhlarında îman etme istidadı taşıyan insan­lar için, Allah'a îmanın yerini hiçbir şey dolduramaz. Ve bir iç disiplini olarak, dînin kudret ve metanetine hiçbir siyasî veya içtimaî doktrin yetişemez. Fakat dînin bu disiplin kudreti ve insanda iç huzuru ve sekîneti meydana getirme sırrı, ibadette gizlidir. Ferd, bu sırrın derinliğine ancak, ibadet ile nüfuz edebilir."

Elhasıl ibadet, ferdi Hâlik'ına (Yaradan'ına) yaklaştırmak suretiyle, onda zengin bir maneviyat kuvveti yaratır. Ve insandaki (mukaddesat) duygusunu inkişaf ettirir, insan, ibadet ve dua ile Allah'a yükselir. Ferd, bu kuvvet ve bu duygu sayesinde, hayatın binbir güçlüğüne karşı kendinden kolayca mukavemet imkanı bulur.

Dikkat edersek, maneviyat kuvvetinden mahrum olanlar, bunalma anlarında selameti ya kendilerini sefahatle avutmakta veya kilimin dört uçunu bırakıp serseriliğe vurmakta, yahut da intihar etmekte arar. iyi günlerinde maneviyatı hiçe sayanlardır ki, uğ­radıkları bir felaket karşısında kederden hasta olup ölürler.

Hakikî dindarlardan ne sefih ve serseri olanı görülmüş, ne de kederinden hasta olup intihara kalkışanı işitilmiştir. Çünkü dindarın nazarında, fani bir dünyanın çok kısa bir ha­yatı ve çabuk geçici zevki, kederden kıvranmağa değmez.

Bunun içindir ki bir memlekette maneviyat bağları çözüldüğü zaman, sefahet ve her çeşit cinayet alıp yürür, intiharlar çoğalır ve insanlar birbirinin kudurmuş kurdu olur, kim­senin kimseye güveni kalmaz. Kardeşler birbirine göz koyar, evlat ana-babalarını, talebe hocalarını vurup öldürür. En yüce mevkilere yükselmiş devlet adamları, ellerini en adî ve iğrenç işlere sokup bulaştırır.

Fakat garibi şudur ki, bütün bu sefalet ve reziletlerin hakikî sebebleri aranmaz. Her­kes birbirini ayıplar ve itham eder. Fakat asıl ayıbın, nereden neş'et ettiği üzerinde durul­maz. Emin olunuz, hakikî sebeb, ruh boşluğudur; asıl ayıp, maneviyat ve mes'uliyet duygusu yokluğudur. Asıl sebeb insanların Allah’a kulluğu terketmesidir.

İşte bu sebeple bir doktorun hastasına bazı ilaçları ısrarla tavsiye etmesi, kendinin bir ihtiyacı ve menfaati olduğu için değil hastanın faydası ve lyileşmesi içindir Doktora "Ne ihtiyacın var ki bu ilaçta ısrar ediyorsun' demek ne kadar manasız ise. Cenab ı Hakkın ibadet emrine karşı da, 'Ne ihtiyacı var ki bize emrediyor diye düşünmek o kadar manasız ve mantıksız olur.


İBADETE MUHTACIZ


En güzel şey, karşılıksız kerem ve ihsanda bulunmaktır Bunu idrakten aciz kimse­ler, bazı hakikatları kendi bozuk akıl terazilerinde tartmakta ve hakikata zıd neticeler çı­karmaktadırlar

Bunlardan bir kısmı, Cenab-ı Hakk ın (haşa) ne ihtiyacı var ki kendisini tanıttırmak ve sevdirmek için bu kâinatı yaratsın ve bize namazı ve ibadeti emretsın? şeklınde ah­makça bir soru sormaktadırlar

Bu kimseler bu soruyu sorarken zahmet edip etraflarında bulunan varlıklara bir göz gezdırseler, sorularının cevabını alacaklardır. Mesela, güneş insanlara ışık vermekle be­raber, insanlardan karşılık olarak ne beklemektedir. Küre-i Arz, insanları sırtında gezdir­mekle onlardan nasıl bir yardım umid etmektedir. Veya limon ağacı, kendisinin hiç ihtiya­cı olmadığı halde C vitamınıyle yüklü limonları verirken, bir lütfün karşılığında insanlardan neyi istemektedir. Misaller çoğaltılabilir

işte insanlardan alt seviyede bulunan mahlukat dahi insanın hiçbir şeyine muhtaç değilken, bil'akıs insan onlara muhtaç iken, bir insan hangi akılla her şeyi yaratan Rabbi hakkın­da yukarıdaki soruyu sorabiliyor?

Bir doktor lütuf ve merhametıyle fakir kimseleri bedava tedavi etse, Bu doktorun ne ihtiyacı var ki böyle yapıyor? denilmez denilse divanece bir soru olur. Zira doktor, zaten ihtiyacı olmadığı için sırf merhametınden bu lütfü yapıyor

Veya bir doktorun, verdiği ilaçları içmesi hususunda yaptığı ısrarı gören bir hasta, "Doktorun ne ihtiyacı var ki bu ilacı bana zorla içiriyor? şeklınde bir soru soramaz

işte Allahu Teala da bu kainatı lutfuyla bize hizmetkar yaptığı gibi, itaat ve ibadeti de yine lutfuyla bizlere emrediyor, ta ki onlar île ebedî saadete mazhar olalım Bu hakikati bir misalle izah etmeye çalışalım

Ana rahmindeki bir çocuğu şuurlu farzedinız O çocuk gözüyle, o alemde bir şey göremediği için, Yahu şu gözler bana niçin takılmış? diye itirazda bulunacaktır. Ona Bu gözler sana başka bir alemde lazım olacak, o aleme gittiğin zaman bu gözler sayesinde yerlerde ve göklerdeki harika san'atları temaşa edeceksin denilse, Ben görmediğim şey'e inanmam' diye bu hakikatin karşısına çıkacaktır Daha sonra itirazlarına devamla, burnunun neye yaradığını ve ne için yüzünde kalabalık ettiğini soracak ve kendısine bu aletle başka bir alemde güzel kokular alacağı söylendiğinde bu hakikati de inkara gidecektir Aynı şekilde kollarının kalabalık ettığinden, ayaklarının lüzumsuzluğundan bahisle sadece göbeğinden beslenmesine nazar edecek, ağzını dahi lüzumsuz bulacaktır

işte Allahımız ana rahmınde rahmetıyle bizim elimizden tutmuş, bizi kendi fıkrimizle başbaşa bırakmamış ve bu dünyada lazım olacak bütün cihâzâtı takarak bizleri bu dünyaya göndermiştir

işte O Rabbimiz bu dünyada bizi bir imtihana tabı tutmuş ve bu alemden sonra gideceğimız ahıret aleminden hakkıyla istifade edebilmek için nasıl hareket etmemiz icabettiğini Peygambrimiz ve Kur'an-ı Kerîm’iyle bizlere bildirmiştir

Bu imtihanda ana rahmindeki bahsettğimiz çocuğun düştüğü aptallığa düşmeyip, namaz oruç hacc zekat gibı ibadetlerin ve diğer emir ve nehiylerin niçin yapıldığını sor­madan onlara harfiyyen riayet ettigimızde ahrette bu ibadetlenmizden ebediyyen istifade edeceğiz. Aksi halde bu dunyaya gözsüz elsiz, ayaksız ağızsız ve kulaksız gelen bir çocuk gibi ahırete gittiğimizde, Cennette bize hayat hakkı tanınmayacağı muhakkak­tır.

Kaldı ki her emrin terkiyle bir günah ve nehiy işlendigınden, bu dünyadan taatsız ve ibadetsız göçen kimse, ahırete eli boş gitmek yerine, torbasına nice isyanlar ve günahlar doldurarak gitmektedir Böyle bir yolculuk ise ancak Cehennem de son bulur.

Cenab-ı Hakk'ın, insanın ibadetine hiçbir ihtiyacı olmadığı gibi; onun isyanından da (haşa) bir zarar görmemektedir. Her iki halde de sadece insanın fayda ve za­rarı söz konusudur.


Yüklə 0,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin