Allah’i arayan genç


BAYRAMDA YETİM VE YOKSULLARI SEVİNDİRELİM!



Yüklə 0,69 Mb.
səhifə19/37
tarix26.04.2018
ölçüsü0,69 Mb.
#49047
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   37

BAYRAMDA YETİM VE YOKSULLARI SEVİNDİRELİM!


İmam Sakatî'nin öğrencilik günlerindeydi. Bir gün, hocasına gittiğinde, yanında küçük bir çocuk gördü. Çocuk oldukça üzüntülü görünüyordu. İmam Sakati çocuğun kim olduğunu merak etti. Hocasına sordu:

- Hocam, bu çocuk kim?

- Babası ölmüş, yoksul bir çocuk. Onu bayram yerinden geçerken gördüm. Bütün çocuklar birbirleriyle oynaşıyorlar, hoplayıp zıplıyorlardı. Bu yavrucak bir kenarda durmuş, sessiz ve neşesizdi. Kederli kederli onlara bakıyordu. Çocuğun bu hâli dikkatimi çekti. Dayanamadım, sevindirmek için buraya getirdim.

Hocasının bu sözlerini duyan Sakatî'nin içi sızladı. Zavallı yavruyu kendisi sevindirmek istedi:

Hocam, lütfen izin verin de, bu küçüğü ben sevindireyim.

Hocası, Sakatî'nin bu isteğini kırmadı. İmam Sakatî çocuğu aldı, çarşıya götürdü. Ona elbise ve oyuncaklar aldı. Yavrucak sevinmişti. Çocuğu bayram yerine götürdü. Büyük bir neşe içinde oynayan çocukların arasına salıverdi. Küçüğün neşesi iyice artmıştı. Öyle ki, ne diyeceğini bilemiyordu. O henüz, kendine iyilik yapan bu adamın adını bile bilmiyordu.

İmam Sakatî bayram yerinden ayrılmak üzere idi. Sevgi ve neşe dolu yetim yavru kendisine iyilik eden büyüğe döndü. Sadece şunları söyleyebildi:

« Allahım! Bu amca beni sevindirdi. Sen de onu sevindir. »

Söylendiğine göre, bu yetimin duasını aldıktan sonra İmam Sakatî ilim yolunda hızla yükseldi. Kısa zamanda adı tüm İslâm dünyasında tanındı.

Görüyorsunuz çocuklar, yapılan iyilik hiçbir zaman karşılıksız kalmıyor.


HZ. ÖMER'İN YARDIMSEVERLİĞİ


Karanlık ve soğuk bir gecede Hz. Abbas, halife Hz. Ömer’i görmek için evinden çıkmıştı. Sokaklar pek ıssızdı. Az ilerde birinin kendisine doğru gelmekte olduğunu fark etti. Az sonra karşılaşıp selâmlaştılar. O zaman bu gelenin Hz. Ömer olduğunu gördü. Ona "gecenin bu saatinde nereye gittiğini" sordu. Hz. Ömer, mahalleleri dolaşmaya çıkmıştı. Amacı, bir derdi olan, bir yardıma ihtiyacı olan çıkarsa, gerekeni yapmaktı. Kimsenin haberi olmadan şehrin sokaklarını dolaştılar.

Derken, kenarda bir çadır gördüler. Yaklaşınca, ocak başında ihtiyar bir kadının pişmekte olan yemeği karıştırdığına tanık oldular. Çevresinde ise, küçük çocuklar "Açız!, Açız!" diye bağırıp ağlıyorlardı. Kadın, hem yemeği karıştırıyor hem de "Durun yavrularım, işte şimdi pişecek" diye küçükleri susturmaya çalışıyordu. Yemek de bir türlü pişmek bilmiyordu. Hz. Ömer selâm vererek içeri girdi, "çocukların niçin ağladıklarını" sordu.

Kadın:

-Yavrular iki gündür aç.



Hz. Ömer:

-Onlara neden yemek vermedin?

Kadın:

- Yok ki, ne vereyim? Şu gördüğün tencereye su ve çakıl taşları koydum. Onları avutmaya çalışıyorum.



Çocuklar ihtiyar kadının torunları idi. Anne ve babaları ölmüş, küçükler yaşlı nineleri ile yalnız kalmışlardı. Hz. Ömer kadına, neden durumu halifeye haber verip yardım istemediğini sorunca, karşısındakinin halife Hz. Ömer olduğundan habersiz kadıncağız:

-Ömer bizleri düşünse kendisi gelir bizleri bulurdu, dedi.

Bu sözler Hz. Ömer'i çok şaşırttı. Önündeki acıklı manzaradan kendini sorumlu ve suçlu hisseden Hz. Ömer, kadına biraz beklemesini söyledi. Hz. Abbas'la birlikte çadırdan ayrıldılar. Doğruca yiyecek ambarına gittiler. Bir miktar yiyecek alarak tekrar çadıra döndüler. Hz. Ömer bizzat kendisinin pişirdiği yemeği birer birer çocuklara yedirdi. Sabah vakti yaklaşmıştı. Kadına ertesi gün Halifeyi görmesini söyleyerek çadırdan ayrıldılar.

İhtiyar kadın kendisine yardım edenin halife Hz. Ömer olduğundan hâlâ habersizdi. Ertesi gün Halifeyi görmek için gittiğinde, karşısında gece kendisine yardım eden kişiyi görünce çok şaşırdı. Hz. Ömer'in bundan böyle kendisi ve torunlarına geçiminin sağlanacağı müjdesi ise onu çok sevindirdi. Yaşlı kadın, Hz. Ömer'in sorumluluk duygusu ve yardımseverliği karşısında hayran kaldı.


CAMi- CEMAAT – İMAM

Mü'minleri toplayan ve birleştiren manasına gelen cami, müslümanları sadece maddeten ve bedenen değil, rûhen, kalben, zihnen, fikren ve hissen de birleştiren mekandır. Kabîle, aşîret, ırk, zengin, fakir ayrımı gözetmeksizin bütün insanları aynı davaya inanan, aynı davayı düşünen ve duyan bir topluluk haline getiren cami, insanlığı barıştıran ve kaynaştıran içtimaî bir müessesedir.

Cami, cemaatı ümmet denilen tüm müslümanların meydana getirdikleri topluluğun bir şubesi ve en küçük ünitesidir. Burada, dili, soyu, malî durumu, yaşı ve ren­gi farklı olan insanlar imtiyaz ve üstünlük iddiasını bir tara­fa bırakarak Allah'ın evinde ve huzurunda diğer kardeşleriyle eşit olduklarının şuuruna varırlar. Tıpkı cennette olduğu gibi. Ancak, cennette insanlar hem şeklen, hem rûhen birbiri­ne müsavi oldukları halde, camide şekil ve beden farkları de­vam eder, fakat ruh, zihniyet ve inanç farkları kalkar, cami, cemaatı yekvücut haline, bir ruh ve bir kalp haline gelir.

Eskiden musallâ, namazgah, mescid ve mesacid adı da verilen cami ve mescidler Allah'ın evi (beytullah) kabul edilir. Cemaat ise Allah'ın ziyaretçi ve ibadet eden kullarıdır. Din ada­mı ise, ziyaretçilerin Allah Teala'ya toplu ibadetlerinde önderlik yapan, onlara dinlerini öğreten ve bu hususta rehberlik eden kimsedir.

Cami bir hastahane, bir şifâhânedir. İmam ise ruh ve gönül doktorudur. Ahlâkî ve itikâdî hastalıklara karşı cemaatını korumaya çalışan mânevî bir önderdir.

Cami bir mahkemedir, îmam ise adil, insaflı ve basiretli bir hâkimdir.

Cami bir ailedir, imam ise şefkatli bir babadır.

Cami bir kışladır, imam ise nizam ve disiplin temin eden cihad (Allah’ın dinini yaymak ve insanlığın huzur ve selameti için çalışmayı) telkin eden bir subaydır.

Cami bir okuldur, îmam ise bilgili, kültürlü ve dikkatli bir öğretmendir.

Mü’minler camide sudaki balık gibi rahat ve huzurludurlar. Camiler, her türlü meselelerini çözüme kavuşturmak için istişarede bulundukları mekanlardır.

Cami, bir huzur ve istirahat yeridir, maddenin, dünyanın ve hayatın yorduğu, bîtap hale getirdiği insanlar orada zih­nen, kalben, rûhen ve bedenen dinlenirler. Maddenin ve hayatın problemlerinin gönlünü daralttığı insanları gerçek manasıyle bu mana evinden başkası dinlendiremez. Ölü ve bitkin olarak buraya girenler, yeni bir hayata kavuşarak zinde bir şekilde buradan çıkarlar. Mü'minin ruhu, camide genişler ve Allah'a yükselir, zihni açılır, kalbi parlar. Bu şekilde kuvve-i mâneviyyeleri güçlenen insanlar camiden çıktıkları zaman artık maddeye mahkum değil, hakim olurlar.

Cami, memleketin en güzel, en görkemli, en temiz, en bakımlı yeridir. Lüks, debdebe yapmacık ve zevksiz tezyi­nattan uzak, sade, fakat bediî ve lâhûtîdir. Her zerresinden rûhâniyyet fışkırır. Caminin bu lâhûtî ve rûhânî havasını yeteri derecede kalp temizliğine ve zihin parlaklığına sahip ol­mayanlar çabuk kavrayamazlar. Onun için camiye mimarî olarak da bir ihtişam ve azamet verilir. Onu görenler maddî azametinden lâhûtî azametine kolayca intikal ederler. Bun­dan dolayı caminin civarı ve etrafındaki yollar başka yerler­den daha temiz tutulur. Caminin etrafı bir ihata duvarıyla çevrilir. Bahçesine süs ağaçları, gül ve asmalar dikilir, çiçek­ler yetiştirilir. Güzel bir şadırvan ve fıskiyeli havuzlar vücuda getirilir, tuvaleti temiz tutulur. Avlusu, revakları, minaresi, kubbesi ve duvarları gözü rahatsız eden eksikler­den arındırılır. Buralara lüzumsuz eşya konmaz, kazara ca­miye girenler caminin ferah-feza tesirinde kalmalıdır.

Müftü, vaiz ve imam camiye bizzat bakar, kayyûm olsa bile bu insanlar eline bez, paspas ve süpürge alır, camları, kapıları, zemini, tavanı ve çevreyi bir hademe gibi, bir köle gibi çalışarak temizler, bu işi kutsal bir ibadet bilir. Rasûlullah Efendimiz Medine'deki Mescid inşa edilirken bir işçi gibi ça­lışmış, mübarek omuzlarında taş taşımışlardı.

Camide imamın ve cemaatın ihtiyacını karşılayacak kü­çük bir kütüphane bulunur, îlmihal, fıkıh, akaid ile ilgili kitaplar bulundurulur. Çocuklara hitabeden ve cemaate sohbet için istifade edilecek eserlerin bulunmasına da ihtiyaç vardır. Ayrıca küçük bir eczane dolabı bulundurulur. Cemaattan ve cami civarında ikamet edenler­den hasta olanların ilk ve basit tedavileri yapılır, îmam ve müezzinin iğne yapmayı bilmeleri bu bakımdan yararlıdır.

İmam, cami cemaatından her birinin maddî ve ruhî dert, ihtiyaç ve irşadları ile, en azından bir ilkokul öğretmeninin talebeleriyle ilgilenmesi kadar ilgilenir. Cemaatını; ailesi, ço­cukları, iş hayatı, kültür durumları, geçim vaziyetleri yönünden tek tek tanıdığı gibi ibadeti, itikadı, ameli, ilmi, irfaniyle de tanımaya çalışır. Cemaatının gördüğü rüyaya varıncaya kadar her nevî manevî ve ruhî yaşayışları hakkında bilgi sahibi olur. Gerekirse dinî ders ve kurslarla cemaatının dinî bilgi­lerini yükseltir. Özetle, din adamı cemaatının arasında ve onların hayatına girmiş bulunan zattır. Cemaatına dinini öğretmek için çalışmayan ve gayret etmeyen kimseden ise, din adamı, imam ve mürşid olamaz.


Yüklə 0,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin