NAMAZDA HUŞÛ NASIL OLUR
Bir islam alimine sordular:
“-Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?”
O da cevaben:
“-Dört şeyle,buyurup şunları beyan etti:
1- Helal lokma,
2- Abdest sırasında gafletten uzak durmak,
3- İlk tekbiri alırken kendini Allah’ın huzurunda bilmek,
4- Namaz dışında da Allah’ı asla unutmamak,yani namazdaki huzur, sükun ve masiyetten uzakta durma halini namazdan sonra da devam ettirmek.”
İNFAK
Peygamberimiz (s.a.v.)’in âilesi bir koyun kesmişlerdi. Koyunun kürek kemiği hariç diğer etleri fakirlere dağıtılmıştı. Peygamberimiz bir ara:
“-Koyun etinden geriye ne kaldı? Diye sordu.
Hazreti Âişe:
“- Sadece bir kürek kemiği” cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):
“- Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi bizim oldu.!” Buyurdular.
VİRAN OLAN BAHÇE
Yemenli cömert bir Zâtın San’a yakınlarında üzüm, hurma ve ekin bahçesi vardı. Bu cömert kişi, mahsül toplama zamanında fakirlere, gariplere ve zayıflara öşür payını fazlasıyla, bolca ayırır idi. O adam vefât edinnce, çocukları dünya ihtirasına kapılarak
“– Ailemiz hayli kalabalık. Malımız çok az fakirlere bir şey vermeyelim! Onlar gelip istemeden mahsulleri toplayalım!...” diyerek anlaştılar.
Allah Teâlâ onların bu kötü niyetleri üzerine bahçelerini harabe haline getirip siyah kıldı. Koskoca bahçe tanınmaz hale gelmişti. Bu durumu gören cimri evlatlar şaşırdılar.
“- Acaba yanlış bir yere mi geldik? Dediler.
Oysa babalarının zekatı cömertçe dağıtıp muhtaçların duasını alması, bahçeye ziyadesiyle bereket veriyordu. Bütün fakirler ve garipler bahçeden istifade ediyordu. Fakat oğullarının gözlerinde babalarının fakirlere dağıttığı zekat büyüyor ve onu vermek istemiyorlardı. Onlar Allah’ın o bahçeye ve tarlaya verdiği bereketin nereden geldiğinin farkında değillerdi. Çünkü gaflet ve dünya hırsı onların kalplerini köreltmişti. Bunun içindir ki Allah Teâlâ:
“Gafillerden olma” buyurmuştur. (A’raf sûresi. 205. Ayet)
HACCIN HİKMETLERİ
Hac, iman cevherini gönüllerde kemale erdiren ve âlemde mahşerin bir benzerini yaşatarak;”Ölmeden evvel ölünüz!”sırrının hakiatine vesile olan bir ibadettir. Hac, Allah’ın rahmetinin tecelli ettiği dünya müslümanlarının kaynaştığı mübarek ve ihtişamlı bir iklimde cereyan eder. Hazreti İbrahim ve hazreti İsmail’in teslimiyyet ve tevekkülünden hisse alabilmek, içimizdeki nefs denilen düşmanı ve dışımızdaki şeytânî temayülleri taşlayabilmektir.
Hac, sırf maddî bir ibadet değildir. O Maddî tarafı kadar mânevî tarafı da mühim olan bir ibadettir.Peygamberimizin “Hacc-ı Mebrûr” ifadesini kullanarak, yani baştan başa iyilik ve güzellikten ibaret bir haccı dile getirmesi bunu ifade eder. Bu yönüyle hac, tevbe, Allah’a yönelme, dua ve istiğfar ile gönüllerin rahmet, bereket ve faziletlere nail olmasıdır. Hayatın s^âlih amellerle mamur edşlmesidir. Hacdan sonra da bu halin devamı için Allah Teâlâ’ya söz verilmesidir.
Mekke, vatan, renk, ırk, kılık kıyafet v.s. mefhumların ortadan kalkıp islam kardeşliği altında bütün mü’minlerin tek bir millet olduğu gerçeğinin zuhur ettiği mekandır.
Arafat, kabirlerden kıyâmet sabahına kalkışı ve fevc fevc mahşer meydanında toplanışı hatırlatır. Bütün kullar Allah’ın huzurunda âciz, muhtaç ve ümitvâr şekilde afv beklerler. Gönüller ve gözler tevbe yaşlarıyla ıslanır, Hakk’a nice samîmi dua ve niyazlar yükselir. Hayat defterlerinde tertemiz sayfalar açılır ve Cenâb-ı Allah’a ömrün bundan sonraki kısmında itaat üzere yaşanacağına dâir söz verilir.
Müzdelife, kalpleri, Rabbin azamet, kudret,muazzam saltanat ve ilâhî tecellîleri ile yoğurup dünya ve bütün maddî çıkarları arkaya atma yaridir.
Mina, Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail misali bir teslimiyyet ve tevekkül makamıdır.
Şeytan taşlama, İblisin lânetlenmesi ve gönlün her türlü gaflet ve vesveseden âzâde bir şekilde Allah’a yönelmesidir. Bu işe ilk önce içdeki şeytanı taşlamakla başlanır.
Safâ ve Merve tepeleri, Su arayan Hacer Validemizi hatırlayarak aciz bir varlık olduğumuz hissiyle Mevlâya komak ve O’na sığınmaktır.
Kurban, Hazreti İsmail’in teslimiyyetini yaşayarak maldan, candan ve nefsâni arzu ve isteklerden sıyrılarak Allah’a teslim olmayı hatırlatan bir rahmet ve hikmet esintisidir.
Kâbe, Allah’ımızın Kur’an’da “Secde et ve yaklaş!” buyruğu ile yerine getirilmesini emrettiği namaz ibadetinin istikâmet hedefidir. Aynı zamanda bütün müslümanların toptan yöneldiği nokta; yani İslam dünyasının nabzının attığı yerdir. İnsandaki teceli-i İlâhînin nazargâhı kalp; Kâinattakinin ise Kâbedir. Yâni Kabe bir manada insan vücûdundaki kalp mesabesindedir.
Haceru’l- esved, selamlanıp öpülen ve Allah’a kulluk ve Bey’at sözünün verildiği mübarek taştır. Onu selamlamak aynı zamanda bütün nefsânî isteklerden ve şeytânî yönelişlerden el çekmeye söz vermektir.
NASIRLI ELLER
Hicretin 9. yılı idi Peygamber Efendımız Bizans üzerine yaptığı Tebuk seferinden
dönmekteydi.
Medineli Müslümanlar islam ordusunu karşılamak için şehrin dışına kadar çıkmışlardı. Herkeste bir sevinç ve bayram havası vardı Peygamberimizi ve islam ordusunu karşılayanlar arasında büyük sahabe Muaz bin Cebel Hazretleri de bulunuyordu Hazret-i Muaz bir özrunden dolayı Tebuk gazasına katılamamıştı.
Rasûlullah Efendimiz kendisini karşılamaya gelen Müslümanlarla tek tek el sıkıştı, musafahada bulundu Onların tebriklerini kabul etti. Bu arada Hazret-i Muaz île de el sıkışmıştı Fakat Muaz’ın elleri herkesinden farklıydı sertleşmiş, nasırlaşmıştı Peygambermiz:
'Ya Muaz ellerinin sertliği nedendir? Bu puturluk ve nasırlar nasıl oldu?" diye sormaktan kendini alamadı.
Hz Muaz elinin sertliği île Peygamberimizi rahatsız ettiğini zannetmişti Özür dilercesine bu vaziyetinin sebebini açıklamaya başladı.
Ey Allah’ın Rasûlü! Ben çoluk çocugumun rızkını kazanmak ve nafakasını te'min etmek için uğraşıyorum. Ellerimden testere, keser, kazma, kürek, çekiç hiç düşmüyor. Bu yüzden ellerimin yumuşaklığı gitti. Bu şekilde sertleşip nasırlaştı "
Bu söz uzerine alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz, Muaz Hazretlerinin alnını (bir rivayette ellerini tutarak avuç içlerini) öptü ve
"Bu ellere ateş temas etmez. Ahirette Cehennem ateşi dokunmaz" buyurdu.
Bu hâdise helal rızık peşinde koşan ailesinin nafakasını te'mın için çabalayan Müslüman işçilere büyük bir müjdeyi ifade etmektedir.
Bu büyük mujdeye nail olmanın tek şartı Allah'ın emirlerini tutmak, farz ibadetleri yapmak ve yasakladığı şeylerden de kaçmaktır. Bu takdirde, yapılan dünyevî işler Allah'ın rızasına uygun olur ibadet sevabı kazandırır.
Helal rızık ve ailesinin geçimini temin için çalışmanın Allah yanında ne derece makbul bir ibadet olduğuna şu hadîs-i şerif de işaret eder:
"Günahlar içinde bazı günahlar vardır ki onlara ne namaz, ne oruç, ne hac, ne de umre keffaret olabilir. Onlara yalnızca maişetini te'min için çekilen sıkıntılar, katlanılan zorluklar keffaret olur."
Dostları ilə paylaş: |