“AZ İŞLEDİ ÇOK KAZANDI”
Bera (r.a.) anlatıyor;
Önceleri islama davet edilmesine rağmen müslüman olmamış olan Amr b. Ukayş, Uhud savaşına çıkıldığı gün Medine'ye gelmişti.
"Amcamın oğulları nerededirler? " diye sordu.
"Uhud'dadırlar" dediler.
"Filan kişi nerededir?" diye sordu.
"Uhud'dadır" dediler. Bunun üzerine Amr, zırhını giyip atına bindi. Uhud'da müslümanların yanına vardı.
"Ey Amr! Sana bizden ne erişti de yanımıza geldin?" dediler. Amr:
"İman etmek, müslüman olmak için" dedi.
Amr, zırhlı gömlek giymiş, yüzünü de örtmüş olarak Peygamberimizin yanına geldi.
"Ya Rasûlallah! Önce savaşayım mı, yoksa müslüman mı olayım?" diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v):
"Önce müslüman ol! Sonra savaş!" buyurdu.
Amr, Kelime-i şehadet getirip müslüman oldu. Sonra da savaşıp şehid düştü. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v):
"Az amel işledi, çok (Kazandı) ecre erdi, çok mukafatlandırıldı." buyurdu.
HEPSİ DOĞRU SÖYLÜYOR
Namazın farz olduğunda bütün mezhebler ittifak halindedirler. Namaz için abdest almanın farziyetinde de bütün mezhebler müttefiktirler.
Abdest esnasında başa meshedilmesinde de, keza bütün mezhebler görüş birliğindedirler. Ayrılık, sadece bu meshin şekli ve miktarı gibi temel olmayan hususlardadır, mesihte değildir. Mesela:
1. İmam Malik ve Ahmed bin Hanbel, başa meshedilirken tamamının meshedilmesini gerekli görmüşlerdir.
2. Ebü Hanîfe ise, tamamı değil dörtte biri de olsa yeterlidir, demiştir.
3. İmam Şafiî de birkaç kıla bile meshedilmesi kifayet eder kanaatına varmıştır. imamların bu ayrılığına bakan bazıları diyorlar ki:
“— Madem ki ayet bir, hadîs bir, teferruatta da olsa bu ayrılık olmamalıydı.”
Böyle diyenlerin kimisi, bilemediklerinden iyi niyetle böyle düşünmekteler. Kimi de İnançlarını iyice zayıflatıp şüphe kuyularına düştükleri için, tahrip ve yıkıntı meydana getirmek kasdıyla böyle konuşmaktalar.
Halbuki ne iyi niyetlilerin böyle bir vesveseye kapılmalarına sebeb var, ne de kötü niyetlilerin düştükleri vesvese kuyusundan böyle bir yıkıntı meydana getirmelerigerekir.
Şöyle ki:
Dillerin en zengin ve en olgunu Arapça’dır. Arab lisanında sadece (Ceale) kelimesi 15 manaya geldiği gibi, harfler de böyle şümullü ve zengin manalara gelir.
Mesela: Bizim dilimizde (B) harfinin kendi başına bir manası yoktur. Ama Arabça'da ise (B) harfinin de kendi başına manaları vardır. Hangi kelimenin başına (B) harfi gelirse kelimenin istikametine te'sir eder, manasına etki eder.
İsterseniz buyurun (B) harfinin geldiği manalara bir göz atalım:
1 — B, sadece kelimeyi güzelleştirmek için gelir, manası olmaz.
2 — B, "bazı" manasına gelir.
3 — B. "bitiştirmek" manasına gelir.
işte bu manalara şamil olan (B) harfini Rabbimiz "başınıza meshediniz" emrini verdiği ayetindeki "ruûsi" kelimesinin başına koyarak "Bi-ruûsikum" buyurmuştur.
Demek ki Rabbİmizin "başınıza meshediniz" emrinden muradı, (B) harfinin şamil olduğu manaları da içine almaktadır.
İşte bu şümul hikmetinden dolayıdır ki, İmam Ahmed'le İmam Malik:
— Başa meshederken başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki (B) harfi, kelimeyi güzelleştirmek için gelmiş olan zaid (B) dir. Kendi başına manası yoktur, der. Ebû Hanîfe ise:
— Bu (B) bazı manasına gelen B'dir. Başın bir kısmına meshedilse de kafi gelir, der. İmam-ı Şafiî de:
— Bu (B) bitiştirmek manasına gelen B'dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla bile değmesi kifayet eder, mesih tamam olur, der.
O halde gerçek böyle iken, kim hangi ictihad sahibini hata ile itham edebilir, mezheblerin teferruatları bu ayrılığın dinde ayrılık manasına geldiğini iddia edebilir. Kelimeyi gönderen Rabbimizdir. Başına (B) harfini koyarak telaffuz buyuran yine Rabbimizdir.
Huzûr-u İlâhî'de bu müctehidlerden her biri:
— Ya Rab, senin mukaddes kelamındaki harflerden anladığımız manaları tercih edip ortaya koyduk, deyince mes'ül mü olurlar? Rabbimizin:
— Benim muradım da bu idi, demeyeceği ne ile bellidir?
Bir anne oğullarına yazdığı mektubunda bana (MEYVE) getirin dese, oğullardan biri elma, diğeri portakal, bir başkası muz, dördüncüsü de şeftali alıp getirseler, bunların dördü de annenin isteğini yerine getirmiş olmaz mı? Çünkü (MEYVE) kelimesi bunların hepsini içine alır. Herkes kendine göre ictihad edip annesinin o meyveyi kasdettiğini tahmin etmiştir. Hepsi de annesine itaat etmiş evlat sevabını alacaklardır. Bunlar suçlanabilir mi?
YEŞİL ELBİSE
Yolda karşılaştığımızda, ezan okunuyordu.
-Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.
Daha önceki tekliflerimi dereddettiğin için:
-
Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi.
-
Biliyorum ama, dedim. Sebebini de merak ediyorum
-
Ne bileyim olmuyor işte, diye karşılık verdi. Belki çevrenin de tesiri var. Hem pantolonumun ütüsü bozulup dizleri aşınır diye endişe ediyorum.
İster istemez gülerek:
-Herhalde şaka yapıyorsun, dedim.Bunun için cami terkedilir mi hiç?
-Ciddi söylüyorum dedi. Giyimime ve özellikle “yeşil” e çok düşkün olduğumu bilirsin.
Gerçekten de öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
-
Peki, dedim. Hayatında hiç camiye gitmedin mi?
-
Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim, diye cevap verdi. Fakat artık gidebileceğimi zannetmiyorum.
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.
Onunla konuşmamızdan iki ay sonra kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve yine üzerinde yeşiller vardı.
Yavaşça yanına vardım ve kısık bir sesle:
-Hani, dedim. Camiye gelmiyecektin?
Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musallâ taşının üzerinde, yşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.
Dostları ilə paylaş: |