KUTSAL KİTABIMlZ KUR'AN-I KERİM
Kur'an'da, Allah, bize faydalı ve zararlı olan şeyleri bildirmiştir. Faydalı olanları yapmamızı, zararlı olanlardan sakınmamızı istemiştir. Kur'an'da dünya ve ahiret için pek çok öğütler, geçmiş milletlerin ahlak bozukluğu yüzünden uğradıkları kötü halleri bildirir hikayeler vardır.
Kur'an; her şeyden evvel, Allah'ın birliğini bildirir. Dünyadan sonra bir de ahiret olduğunu, öldükten sonra insanların yeniden dirileceklerini haber verir. İnsanlara burada yaptıkları iyiliğin ve fenalığın faydasını ve zararını asıl ahirette göreceklerini, hiçbir fenalığın cezasız kalmayacağını söyler.
Sonra Kur'an'da; "Her yönden temiz olun, namaz kılın, oruç tütün, malınızın zekatını verin. Allah'ın ve Peygamberin gösterdiği yoldan gidin. Muhtaçlara yardım edin, herkese elinizden geldiği kadar iyilik yapın, sakın kimseye fenalık düşünmeyin. Okuyun, annenize, babanıza saygılı olun, kalplerini kırmayın. Büyüklerinize saygılı, küçüklerinize şefkatli olun. Ahlakınızı daima güzelleştirmeye çalışın, kötü huylardan uzak durun" diye emredilmiştir.
Her Müslüman, Kur'an'a inanır ve ona karşı en yüksek saygıyı gösterir. Onu abdestsiz elimize almayız. Onun haber verdiklerine inanırız. "Yap" dediklerini yapar, "Yapma" dediklerini yapmayız. Kur’an-ı Kerim ne söylemişse, hepsi haktır, hepsi doğrudur. Kur'an'da yazılı her şey Allah'ın sözleridir. Biz Müslümanlar Kur'an'a böylece iman ederiz.
"Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size merhamet edilsin." (A'raf sûresi, 204. ayet)
Her kitabın, hatta her sözün, muhatapları tarafından çok iyi bir şekilde anlaşılması lazımdır ki, uygulanabilsin. Aksi halde hem anlatanı hem dinleyeni sıkar ve yorar. Anlaşıldığı ölçüde de huzur ve rahatlık getirir, sevinç ve sürür verir.
Günümüzün insanı, kültüründen koptuğu için, kendisine ait pekçok değerleri feda etmiş, geçmişi ile, günü ve geleceği arasındaki köprüleri uçurmuştur. Nehrin bir kıyısından öbür kıyısına bağırıp çağıran ve ne dedikleri anlaşılmayan iki kişi gibi, bağırıp çağırmakta ve ne söyleyen ne de dinleyen bir şey anlamamaktadır. Dinimize ve kitabımıza bakışımız da bundan farklı değildir. Bu konuda Hz. Mevlana'nın "Mesnevi" adlı eserinde anlattığı güzel bir hikaye vardır. Hikaye şöyledir:
Sağır bir adam, hasta komşusunu ziyarete gitmek ister. Fakat "hastalıktan sesi kısılmış bir adamın konuşmasını nasıl işitebilirim?" diye endişelenir ve gitmeden kendine göre bir plan yapar:
Ona, "Dertli komşum nasılsın?" derim, o da bana, "İyiyim" diyecektir. Ben "Çok şükür" dedikten sonra. "Ne yiyip ne içiyorsun?" diye sorarım. O da. "şerbet ve mercimek çorbası" der. Sonra, "Kim gelip gidiyor?" derim. O da, "Konu-komşu filan" der. Ben de uygun bir cevap veririm diye, hastanın evine gider.
Hastaya: "Nasılsın?" diye sorar. Hasta: "ölüyorum!" deyince, sağır: "Oh! Çok şükür." Diye karşılık verir. Sonra hastaya, "Ne yiyip içiyorsun?" diye sorar. Hasta: "Zehir, zakkum!" deyince, sağır: "Afiyetler olsun." der. Önceki cevabına sinirlenen hastayı, bu cevap kahreder. Sağır daha sonra, kimlerin gelip gittiğini sorunca hasta, iyice sinirlenmiş olarak: "Azrail" geliyor, defol be adam! diye bağırır. Sağır gayet sakin: "Ayağı uğurludur, sevin." cevabını verir ve hastayı deliye çevirir.
İşte, bizim halimiz de bundan farklı değildir. Kitabımıza karşı tamamen yabancı bir haldeyiz. Yüce Allah'ın, Kur'an'da bizden istediklerin'i anlamadan okuyoruz. Onu, kendi hislerimiz ve çıkarlarımız doğrultusunda okuyoruz. Halbuki O, hayatımızı düzene koymak, dünya ve ahiretimizi mutlu ve huzurlu geçirmemiz için indirilmiş bir kitaptır. Bütün ilim ve bilimlerin kaynağıdır. İnsanların ihtiyacı olan her konuya ışık tutmuştur. Ancak onu anlamak ve anlayarak okumak gerekir. Körler, sağırlar gibi anlamadan okumakla anlaşılmaz.
PEYGAMBER DAVETÇİDİR
Sevgili Peygamberimiz, onun karşısında biz ve Peygamberimizin getirdiği din... Bu üç şey neye benzer, biliyor musunuz? İsterseniz bu benzetmeyi meleklerin ağzından dinleyelim:
Birgün Peygamberimiz evinde otururken tatlı bir uykuya daldı.
Melekler etrafını aldı. Kimi başucuna, kimi ayakucuna oturdu, içlerinden biri:
— Hazreti Muhammed'in sallallâhü aleyhi ve sellem hali neye benzer? Sِöyleyin bakayım! dedi. Bir diğeri:
— İyi ama o şimdi uykuda. Bizi duymaz. Konuşmamızın ona bir faydası dokunmaz ki! dedi.
Peygamberimizi iyi tanıyan ve ötekilerden daha bilgin olan bir melek:
— Hayır, o diğer insanlara benzemez. Gözleri uyusa da kalbi uyanıktır, diye açıkladı.
O zaman meleklerden biri söz aldı ve şunları söyledi:
— Vaktiyle zenginin biri güzel bir saray yaptırmış. Sarayın şöhreti kısa zamanda o kadar yayılmış ki, adını duyanlar onu görmeye, içini gezmeye can atıyormuş. Fakat sarayın sahibi, bu güzel sarayı ziyarete açmadan önce büyük bir ziyafet vermeyi tasarlıyormuş. Bunun için ahçılara türlü türlü yemekler yaptırmış, sofralar donatmış. Sonra da çok güvendiği adamlarından birini çağırıp demiş ki:
"Gördüğün herkesi ziyafete davet edeceksin ve onlara diyeceksin ki, bu ziyafete gelenler, sarayı gezip içinde dolaşabilecek. Ziyafete gelmeyenler ise, daveti kabul etmedikleri için sarayı hiçbir zaman göremeyecekler!..."
Davetçi, söylenenleri yapmış.
Ziyafete gelenler, o güzel sarayı gezip dolaşmış; gelmeyenler de bu fırsatı kaçırmışlar.
Bu sırada meleklerden biri söze karıştı:
— Anlattığın bu benzetme ile Hazreti Muhammed arasında nasıl bir ilgi olduğunu açıklasan da bunu o da anlasak dedi.
Bir melek:
— İyi ama, uyuyan biri bundan ne anlar ki! diyecek oldu. Bilgin melek, sözünü kesti:
— Dedim ya! Onun gözleri uyusa da kalbi daima uyanıktır. Bizi duyar ve anlar... Bir başka melek:
— Bu benzetmeyi ben açıklamak istiyorum, dedi ve şunları söyledi: Bu misaldeki,
Sarayı yaptıran zengin, ALLAH'tır.
Saray, CENNET’tir.
Davetçi, HAZRETİ MUHAMMED’tir.
Verilen ziyafet, onun herkesi İSLÂM’a çağırmasıdır.
Ziyafete gelenler, İSLÂM dinini kabul edenlerdir.
Bu demektir ki, peygamberlerin getirdiği hak dine inananlar cennete girecek, kabul etmeyenler de hiçbir şekilde cennete giremeyecektir.
Daha sonra Peygamber efendimiz uykudan uyandı. Meleklerin konuşmasını, yanında bulunanlara böylece bir bir anlattı.
Dostları ilə paylaş: |