Atatürk İlkeleri ve İnklap Tarihi



Yüklə 2,15 Mb.
səhifə31/40
tarix29.10.2017
ölçüsü2,15 Mb.
#19570
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   40

İdeoloji Kavramı

Günlük konuşma dilinde ve özellikle siyasal konularda çokça kullandığımız “ideoloji” sözcüğü, bütün sözlük ve ansiklopedilerde özet olarak “düşünceler bütünü” biçiminde tanımlanıyor. Bu “bütün”nün ideoloji sayılabilmesi için kendi içinde tutarlı olan ve birbirine bağlı düşüncelerden oluşması gerektir. Başka bir deyişle bir ideoloji içindeki düşünceler birbirlerine neden-sonuç ilişkisi ile bağlı olmalıdır. Böyle bir özellik taşıyan “düşünceler bütünü” gerçekte bir “sistem” oluşturur. Çünkü “sistem” bir amaca ulaşmak için kullanılan yöntem demektir. Bir amaca ise ancak “tutarlı” düşüncelerin oluşturduğu bir bütün ile ulaşılır. Şimdi ideolojiyi biraz daha yakından tanımlayabiliriz:Kurucusu veya kurucuları tarafından belirlenip ortaya konulan ve uzun sayılabilecek bir bir gelişme sonucu beliren, belli bir amaca yönelik, kendi içinde tutarı bir sistem oluşturan düşünceler bütününe ideoloji diyoruz. Bir ideoloji, karşıtlarınca “yanlış” olarak nitelendirilebilir. Böyle bir niteleme geçerli, yani “doğru”da olabilir. Ama bu olgu, ideolojinin varlığı için önemli değildir. Yanlış da sayılsa, düşünceler birbirine uyum sağlarsa, bir mantıksal bütün oluşturursa, ideoloji ortaya çıkmıştır.


İdeolojilerle tarih boyunca hemen her konuda karşılaşabiliriz. Ama siyasal yaşamda ideolojinin yeri ve önemi biraz değişiktir. Bu alanda ideoloji, bir devlet, hukuk ve ekonomi sistemi kuran veya kurmayı amaçlayan kişilerin kullandığı düşünceler bütünü anlamına gelmektedir.
Eğer “devlet” denilen olguyu akılcı ve gerçekçi bir biçimde değerlendirmek gerekirse onun belli bir ideolojiye yaslandığını kabul etmek gerekecektir. Gerçekten, tarih sahnesine çıkan her devletin belli ve kendi içinde tutarlı düşüncelere yaslandığını, meşruluğunu ve inandırıcılığını bu kaynaktan aldığını görüyoruz. Avrupa Yakınçağı’nın başına kadar devletlerin temel edindiği ideolojiler dinsel kökenli idi. Yakınçağ’dan itibaren bazı devletlere demokratik ideolojiler egemen olmaya başladı. “Hukuk Devleti”nin anlatıldığı ünitemizi anımsayınız: Demokratik ideolojilerin esasını bireyin özgürlüğü ve parlamentolu, çoğulcu, hukukun üstünlüğüne dayanan düşünceler oluşturur. Bu tür ideolojiler, uygulandıkları toplumların yapısına göre değişik biçimler almışlarsa da özlerinde çok büyük değişiklikler olmadan bugüne değin gelişerek gelmişlerdir. 19. Yüzyılda beliren ve 20. yüzyılda uygulama alanına giren sosyalist ideolojiler de son zamanlara kadar modern devletlerde göze çarpmışlardır.
İdeolojileri pek çok bakımdan tasnif etmek mümkündür. İdeoloji bir kişi tarafından kurulup uygulamaya sokulabilir. Özellikle dinsel sistemler bu tür ideolojilere en güzel örnektir. Yine, sosyalist ideolojilerin temeli bir kişi tarafından atılmıştır (Karl Marx,1818-1883). Faşizmi bir ideoloji haline getiren ise Mussolini’dir (1883-1945). Ama bu tür ideolojileri köken bakımından değerlendirirken bir önemli noktayı gözden uzak tutmamak gerektir: İdeoloji kurucuları, kendilerinden önceki düşünce akımlarından ve eylemlerinden mutlaka etkilenirler. Örneğin, sosyalizmin geçmişi İlkçağ’a kadar iner. Gerek Alman, gerek İtalyan Faşizminin kökleri19. yüzyılda doğan aşırı ulusçuluk akımlarında bulunur. Dinler için de aynı olgu geçerlidir. Fakat bütün bu birikimi değerlendirip ideolojiyi kuran kişi kendi düşüncelerini ön plana çıkartarak sistemi ortaya koyar. Bu tür ideolojiler elbette, bir süre sonra değişik biçimlere bürünebilirler: Sosyalizmin egemen olduğu ülkelerde Sovyet, Çin, Yugoslav modellerinin ayrı birer türü temsil etmeleri gibi. Ama sonuçta bu türü kurup geliştirenlerin hepsi kökenlerini Marx’a dayandırmışlardır. Böyle değişiklikler zaman, yer ve toplum koşullarına veya bir başka kişinin çabalarına bağlıdır. Başka bir ideoloji çeşidi ise, belli bir kurucusunun bulunmadığı sistemlerdir. Bu tür ideolojiler uzun bir düşünce birikimi sonucunda uygulama alanına girerler. Hiç kuşkusuz bu tür ideolojiler de zamana, yere ve toplum yapısına göre değişik biçimler alabilir. Yine bu tür ideolojiler, belli kişilerce ayrıca işlenip geliştirilebilir. Demokratik rejimler için geçerli olan ideolojiler bu türe örnek sayılabilir.
İdeolojileri “sert” ve “yumuşak” olarak da sınıflandırabiliriz. Sert ideolojiler katı ve değişmesi çok zor, çoğu kez olanaksız kurallardan oluşurlar. Bu kural arı uygulamak ve gerekirse yorumlamak hep bu katı kuralların çizdiği çerçeve içinde mümkündür. Bu tür ideolojilerin uygulanmaları başlangıçta başarılı olsalar bile sonraları bir donma geçirirler ve istenilen gelişme durur. Son yıllarda sosyalist ideolojilerin uygulama alanından çekilmeleri ve çözülmeleri bu açıklamalara en iyi örnek sayılabilir.

Yumuşak, esnek ideolojiler ise gerek uygulanmaları, gerek yorumlanmaları açısından çok daha elverişli yapılara sahiptirler. Bu tür ideolojiler Genellikle belli bir kurucusunun bulunmadığı sistemlerdir. Demokratik ideolojiler bu türe güzel birer örnek sayılabilirler.


Demokrasiyi Genellikle bir ideoloji saymama eğilimi ağır basar. Zira bir ideoloji için gerekli bir düşünceler bütünü ve bunların oluşturduğu bir sistemin demokraside bulunmadığı ileri sürülür. Bu düşüncede olanlar demokrasiyi bir “rejim” olarak nitelerler. Başka bir deyişle bir devletin yönetiminde uyguladığı esasları içeren bir yol, yöntem.

Eğer demokrasi sadece bir rejim olarak değerlendirilse bile o zaman şu iki soruyu yöneltmek gerektir: “Demokratik” olmayan rejimlerin dayandıkları ideolojiler vardır: Faşizm, komünizm, teokrasi gibi. Peki o devletlerin “rejimi” nedir? Demokrasiyi bir ideoloji saymayanların verdiği yanıt o ideolojilere dayanan rejimlerin “diktatörlük” olduğu merkezindedir. Kurallar vardır. Hem de çok esaslı kurallar: Demokraside bütün ulus yönetime katılacaktır.


Bunun da sağlanma yolu ulusun temsilciler seçip bir parlamento oluşturmasıdır. Parlamentonun oluşturulmasında eşitlik, adalet gibi ölçülere uyulmalıdır. Ama sadece parlamento yetişmez. Demokratik bir “rejim”de bütün insanların eşitliği, onlara doğuştan gelen ve dokunulmaz hakların bulunduğu, sabit ve kesin bir ilkedir. Ardından parlamento ile onun koyduğu yasaları yürütecek gücün oluşturulması, insan haklarının güvencesi olacak yargı gücünün özel durumu dikkate alınır. Bu konuda demokrasi üzerinde çalışan düşünürler bildiğiniz hükümet sistemlerini önermişler ve bunların bilimsel olarak açıklanmasını yapmışlardır. Öyle ise, bir rejim düşününüz ki onda bütün insanlar eşit olup dokunulmaz temel haklara sahip bulunacak, onları temsil eden bir parlamento oluşturulacak, parlamento ile yürütme ve yargı arasındaki ilişkiler düzenlenecek. Şimdi , bu ögelerden biri olmazsa demokrasi de yoktur. Parlamentosuz, özgürlüksüz, yargı bağımsızlığının bulunmadığı bir demokrasi düşünülemez.
Demokrasiyi sadece bir yöntem olarak düşünürseniz, böylesine kapsamlı ve sistemli bir yöntemin ardında saklı büyük bir düşünce birikimini bulmamız gerekir. Bu yöntem “gökten zembille inmez”. Yöntem, demokrasinin kuramları ve ilkeleri üzerinde düşünen bilim adamlarının yüzlerce yıllık birikimlerinden doğmuştur. Öyle ise, insan haklarına, ulus egemenliğine, temsil esasına dayanan bir rejim aslında mükemmel bir ideolojik tabana oturmaktadır. Anayasa hukukçusu meslektaşlarımızı incitmemek için belki şöyle bir öneride bulunabiliriz: Demokrasi, özgürlük ve eşitlik için kurulması düşünülmüş sisteme -yani ideolojiye- dayanan bir rejimdir. Nitekim Giovanni SARTORİ gibi büyük hukukçular “Demokrasi teorisini” kurmaktadırlar. (Bu yazarın ünlü yapıtı için ünite sonundaki kaynakçaya bakınız) Artık çekinmeden söyleyelim: Demokrasi esnek, yumuşak, toplumların yapılarına göre değişebilen ama birbirine nedensel ik ile bağlanmış temel ve ana düşüncelerden oluşan bir sistemdir, yani çok çeşitli yönleri olan bir ideolojidir.
ATATÜRKÇÜLÜK BİR İDEOLOJİ (DÜŞÜNCE SİSTEMİ) MİDİR?

Bugün devlet, hukuk ve toplum yapımızın temelinde Atatürkçülük” yatmaktadır. Bu gerçek en somut bir biçimde Anayasamızın “başlangıç” Bölümü ile 2 ve 174.cü maddeleri hükümlerinde dile getirilmektedir. 2.Madde değiştirilemez. 174.cü Maddede yer alan devrim yasaları da “anayasaya aykırılık savı ile” iptal davasına konu edilemezler. Öyle ise kim ne derse desin “Atatürkçülük” Türk toplumuna ışık tutmaktadır. Peki o zaman, böylesine önemli bir kavramı gerçek bir ideoloji, yani düşünce sistemi olarak niteleyebilir miyiz? Zira, hemen yukarıda söylediğimiz gibi, bu kavram devletin temelini oluşturuyor. Konunun tartışılmasında yarar vardır.


Atatürkçülük” sözcüğü yeni kul anılmaya başlanmıştır. Atatürk’ün sağlığında 1930’lu yılların içinde bu kavrama “Kemalizm”_i_“kemalcilik”'>“Kemalizm”adı verilmişti. Son zamanlarda Atatürkçülük sözcüğü, Kemalizm’den fazla kullanılıyor. Bazı ansiklopediler her iki deyimi de içlerine alıyorlar. Bize göre her iki deyimden de aynı kavram anlaşılmalıdır. Atatürkçülük sözcüğü Türkçe kural arına daha uygun olduğu için herhalde daha fazla kullanılacak ve yaygınlaşacaktır. Devletin resmi yayınlarında da Atatürkçülük sözcüğü daha fazla tercih edilmeye başladı. Bu anlattıklarımıza kadar bir önemli sorun yoktur. Ama asıl konu, Atatürkçülük veya Kemalizm denilen kavramın nasıl tanımlanacağı ve onun bir ideoloji olup olmadığının saptanmasıdır. Birkaç tanımı örnek olarak verdikten sonra konumuzun önemi daha iyi anlaşılacaktır:

Bir bilimadamımız (İbrahim Alaaddin GÖVSA, Resimli Yeni Lügat ve Ansiklopedik Sözlük, İstanbul 1948, S 1420.) “Kemalizm”i “kemalcilik” olarak Türkçeleştirmiş ve şöyle tanımlamıştır: ”...Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetini kurmakta ve inkılapları hazırlamakta gösterdiği temel prensiplerin topuna birden verilen isim... Kemalciliği, Türkiye istiklal ve hürriyetinin bir şiarı (simgesi) halinde ve daha geniş bir çapta anlamak ve hiçbir partiye mal etmeyerek daima yükselmeye ve ilerlemeye müteveccih (yönelmiş) fikir ve hareketlerin umumi adı olarak da kabul etmek mümkündür. Elverir ki Mustafa Kemal’in adı bir bayrak ve onun ideallerine uyabilecek fikirler bir ekol (okul, çığır, sistem) olarak kabul edilsin”.

Bütün maddeleri bilim adamları tarafından yazılan Türk Hukuk Lügati Kemalizm’i şöyle tanımlar (Türk Hukuk Lügatı, Ankara 1943, S 197.): “Milli Şef”in (İsmet İnönü) Türk Milletine hitabeden birinci beyannamesi ile ilan ettiği gibi cumhuriyetin milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimci vasıfları olup bize Atatürk’ün en kıymetli emanetidir. Kemalizm milletin hayatından doğan realitelere istinat eden (dayanan) idaredir. Bu idare ana hukukun (anayasanın) bütün prensiplerine riayet eder (uyar)”.

Günümüzün kaynak kitaplarından Meydan Larousse’ye göz atalım: Bu ansiklopedi Kemalizm’i şöyle tanımlıyor: “Türkiye’de siyasi ve ideolojik bir bağımsızlık anlayışından hareketle bilimin ve aklın ağır bastığı bir toplum yaratmak ve bu yoldan Türk milletine batı medeniyeti içinde sosyal ve tarihi kişiliğini kaybetmeden hak ettiği yeri kazandırmak ülküsü, felsefesi ve çabası - Atatürkçülük de denir-”. (Meydan-Larousse VII, İstanbul 1972, S 159 ve I, İstanbul 1969, S 159.) Aynı Ansiklopedide “Atatürkçülük” maddesi de var. Bakınız oradaki tanım nasıl: “Türkiye’nin çağdaş medeniyet seviyesine erişmesini, Atatürk’ün başlattığı devrimlerin yürütülmesine bağlayan ve şart gören yol” Bu ünlü Ansiklopedi Kemalizm ile Atatürkçülüğü aynı kavram saymakla birlikte her ikisini değişik biçimde tanımlıyor. Bu tür çelişkilerin nedenleri üzerinde biraz aşağıda kısaca duracağız. Şimdi birkaç tanım daha görelim. Dünyanın en ünlü ansiklopedilerinden olan MEYER, Kemalizm’i değil, “Kemalistleri” tanımlıyor ve şöyle diyor (MEYERS Enzyklopdisches Lexion, XIII. Mannheim 1975, S 587): “Türkiye’yi politik ve kültürel açılardan Avrupa’ya dayamak hedefi ile Kemal Atatürk tarafından kurulan siyasal bir hareketin yandaşları”. Yeni bir başka sözlükte Atatürkçülük (Pars TUĞLACI, Okyanus. 20. Yüzyıl Türkçe Sözlük I, İstanbul 1971, S 162), “Atatürk’ün açtığı devrim ve kalkınma yolu; bu yolda yürümenin gerektiğine inanış” biçiminde tanımlanıyor. Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanan “Türkçe Sözlük”ün 1983 baskısında “Atatürk” sözcüğü karşısında şu açıklamalar var: “1. Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine gelebilmesi için Atatürk’ün toplumsal, siyasal, ekonomik ve ekinsel (kültürel) yönlerden ileri sürdüğü ve devrimlerin gerçekleşmesinde uyguladığı ilkeler. Kemalizm. 2. Bu ilkeye bağlılık”. Sözlük son baskısında “Kemalizm”i kısaca “Atatürkçülük” sözcüğü ile açıklamıştır.

Büyük bilimadamı Tarık Zafer Tunaya’ya göre Atatürkçülük “Atatürk’ten çıkan ve onunla gelişen fikirler ve olaylar bütünüdür” (Tarık Zafer TUNAYA, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük (Genişletilmiş 2. Bası), İstanbul 1981, S 132) Hamza Eroğlu Atatürkçülüğü şöyle tanımlıyor (Hamza EROĞLU, Atatürkçülük, Ankara 1981, S 7): “Türk devriminin yapıcı gücü ile dayandığı temel fikirler bir sistem haline gelerek geleceğin de değer ifade eden ve toplum hayatımıza yön veren prensipleri olmuştur. Atatürkçülük, Türkiye’nin gerçeklerinden doğmuş, sistemleştirilmiş fikirlerdir. Bir taraftan bütünü ile Milli Mücadeleyi içine almakta, diğer taraftan toplumda yapılan kökten değişiklikleri kapsamaktadır. Kısaca Atatürkçülük, Türk Devrim’inin sistemleştirilmiş fikir gücü ve geleceğe bakan yönüyle de ülküsüdür”.
Bu konuda daha pek çok örnek vermek mümkündür. Ama verilecek diğer örnekler de yukarıda gösterilenlerden daha değişik değildir. Bu nedenle şimdi, sizlere seçerek verdiğimiz bu tipik tanımları değerlendirmeye çalışalım: Bütün bu tanımların ortak noktası, “Atatürkçülük” denilen kavramın doğrudan doğruya o büyük insandan çıkmış olmasıdır. İfadeler değişik olsa bile tanımlardaki diğer ortak nokta, Atatürkçülük kavramının Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine eriştirmek için konulan ilkelerden oluştuğudur. Ama bu ilkelerin bilimsel açıdan nasıl nitelendirilmesi gerektiğine sıra gelince görüşler farklılaşmaktadır. İlk tanıma göre Kemalizm çeşitli ilkelerden oluşur ama bu ilkelerden çıkan fikirler bir okul, sistem haline getirilmelidir. İkinci tanıma göre Kemalizm devletin bazı nitelikleri ve bunlara dayanan bir yönetim tarzıdır. Üçüncü tanımda ise Kemalizm bir “ülkü, çaba ve felsefe” dördüncüsünde de Atatürkçülük bir “yol” olarak gösteriliyor. Beşinci örneğe göre Kemalizm “siyasal bir harekettir”. Altıncısında kavramımız “yol ve inanış” olarak nitelendiriliyor. Yedinci tanım Atatürkçülüğü sadece ilkelerin bütününden oluşturuyor. Sekizinci tanımda Atatürkçülük “fikirler ve olaylar bütünüdür”. Son örneğimizde ise bu kavram “sistemleştirilmiş fikir gücü ve ülkü” olarak değerlendirilmektedir.
Bütün bu tanımlarda Atatürkçülüğün önemi vurgulanmakta ama niteliği üzerinde kesin ve açık, ortak bir yargıya varılamamaktadır. Bunun nedeni üzerinde düşünelim:

Bildiğimiz gibi Atatürk, Türkler için yepyeni esaslara dayanan bir devlet kurmuş ve çürümüş toplumsal kurumları büyük bir devrim yoluyla değiştirmiştir. Bütün bunları yaparken belli bir hedefe erişmeyi düşünmüştür.


Bu hedef, çağdaş uygarlık düzenin esası olan insan haklarına dayalı, demokratik bir hukuk devletini gerçekleştirmekti. Öyle ise Atatürk, sizlere bu kitabın başında ayrıntılı olarak gösterdiğimiz “demokratik hukuk devleti” hedefine erişmeyi düşünüyordu. Bu hedefe ulaşmak için de son derece hesaplı bir biçimde hazırlanmış plana göre davranmıştır. Gençliğinden beri öğrenip benimsediği ve hedefi için gerekli temel düşünceleri bu plan içine oturtmuştur. Ama yapmak istediklerini daha önce bir ideoloji biçimine döküp duyurmamıştır. Neden? Bu nokta üzerinde biraz duralım: Yukarıda da belirtildiği gibi ideoloji bir düşünceler bütünüdür. Bu bütün içindeki düşünceler anlattıklarımıza uygun olarak siyasal veya toplumsal bazı zorunlulukların doğurduğu inançlardan, görüşlerden yahut bilimsel verilerden çıkabilirler. Devletin yönetim kadroları belli ideolojileri amaç olarak benimserlerse, o ideolojide yer alan esasları uygulama alanına dökerler -veya dökmek isterler-. Şimdi, ideolojiler bazı toplumlarda devrimler için de kullanılırlar. Devrimciler gerçekleştirecekleri amaçları benimsedikleri ideolojilerden çıkarırlar. Pek çok ideoloji de yandaşı olan bilim ve siyaset adamlarınca, daha eylem alanına geçirilmeden işlenmiş ve sağlam esaslara bağlanmıştır. İşte Atatürk, gerçi Batıdaki ideolojilerin akılcı, demokratik ve insancıl olanlarından yararlanmış ve kafasında belli bir sentez oluşturmuştu ama, bunu açıklayamamıştı. Bunun nedeni bilinir. Bakınız Büyük Nutuk’ta bu gerçeği nasıl belirtiyor: “...kararın bütün gerek ve zorunluluklarını daha ilk gününde açığa vurup ifade etmek elbette yerinde değildi. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak,olaylardan ve olayların akışından yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak yürüyerek hedefe ulaşmak gerekiyordu... Ulusun gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu. Ben de bu yoldan yürüdüm. Ancak bu pratik ve güvenilir başarı yolu yakın çalışma arkadaşlarım olarak tanınmış kimselerden bazıları ile zaman zaman görüşler,davranışlar ve yapılan çalışmalardaki uygulamalar bakımından temel veya ikinci derecede birtakım anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve hatta ayrılmaların da sebebi ve açıklayıcısı olmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşı’na birlikte başlayan yolcuların bazıları ulusal yaşamın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarına kadar uzanan gelişmelerinde kendi düşünce ve ruh yeteneklerinin kavrayış sınırları bittikçe bana karşı direniş ve muhalefete geçmişlerdir”.
Görüldüğü gibi Atatürk, yukarıda belirttiğimiz noktayı açıklıyor. Şöyle demek istiyor: “Eğer yapmak istediklerimi baştan ilan etseydim, yani ideolojimi açığa vursaydım, inkılap başarı kazanamayacaktı” .Atatürk’ün çizdiği bu strateji son derece doğru ve toplumumuzun o günkü yapısına da çok uygundu. Atatürk kafasında bir ideoloji oluşturmuştur. İdeoloji neydi? Uyum içindeki düşüncelerin oluşturduğu bir sistem. O. böyle bir “sistemi” kafasında çoktan kurmuştu ve onun dayandığı ideolojiyi hiç sapmadan uyguladı. Şimdi Nutkun aynı yerinden -ki o yeri bulduğunuzu kabul ediyoruz- aktarmayı sürdürelim: “Eğer dokuz yıllık etkinliklerimiz ve yaptıklarımız bir mantık dizisi ile gözden geçirilirse ilk günden bugüne kadar izlediğimiz Genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği yoldan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır”. Bütün büyük ideoloji devrimlerinde olduğu gibi, Türk Devrimi’nde de uyumlu, düzenli hedefler ve uygulamalar yer almıştır. Öyle ise Türk Devrimi’nin getirdiği ve dayandığı ilkelerden oluşan Atatürkçülüğe bir düşünce sistemi -yani ideoloji- adını vermek kadar doğru bir tutum yoktur. Eğer Atatürkçülük sadece bir görüş, bir yol, bir yöntem olsa idi başarıya ulaşamazdı.

Atatürkçüğün İdeoloji Olmadığı Hakkında Görüşler ve Yanıtları

Atatürk ideolojisini sağlığında eylemleri, sözleri ve yazıları ile güçlü bir biçimde kurmuştur. Ama Türk aydınları, Atatürkçülüğü, durmadan gelişen bir düşünce sistemi haline getirmekte gecikmişlerdir. Son zamanlarda bu eksik giderilmeye başlandı. Atatürkçülük ayrıca, belki klasik ideolojiler kadar ince bir biçimde işlenmemiştir ama etkileri özelikle kalkınmak isteyen Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinde her an görülmektedir; değişik biçimlerde de olsa.

Atatürkçülüğün bir ideoloji olarak özelliği katı, donmuş dogmalara dayanmamasıdır. Yani yumuşak, esnek ideolojilerdendir. Atatürkçülük bütün toplumlarda uygulanabilecek esasları içerir. Akla, bilime, insan sevgisine dayanması onu işlenmeye uygun ve gelişmelere açık bir durumda tutmaktadır. Ama belki bu esneklik Atatürkçüğü klasik, sert ideolojilerden ayırdığı için de bazı bilim adamları onu sadece bir “yöntem” olarak nitelemektedir. -Kaldı ki, sistem, yöntem ve ideoloji arasındaki ince benzerliklere Ünitemizin başında değinmiştik-. Diğer yandan Atatürkçülüğü artık bir ideoloji olarak tanıyan bilim adamlarımızın sayısı artıyor. Ama aksi düşüncede olanlar da var. İlginç bir örnek verelim: Bir önemli başvuru eserinin “Atatürkçülük” bölümünde bir bilim adamı, Atatürkçülüğü bir “görüş” olarak nitelemektedir. Yazar, ayrıca bu görüşü doktrin (öğreti) dahi kabul etmeyenlere katıldığını belirtecek ifadeler kullanır. İdeolojinin öğretilerden veya bir öğretiden çıkması gerektiğine göre, bu yazar için Atatürkçülük “esnek” bir görüşten başka birşey değildir. Eserin aynı bölümünde ünlü bir başka bilim adamımız ise araştırmasını şu kesin yargı ile bitiriyor: “Atatürkçülük kesin olarak yeniliğe açık bir ideolojidir”. Bu kanıda olan başka bilim adamlarımız da vardır . (Örneğin İsmet GİRİTLİ'nin Kaynakça bölümündeki eserlerine bakınız) Artık resmi yayınlarda da Atatürkçülüğe “düşünce sistemi” yani ideoloji denilmeye başlanmıştır.

ATATÜRKÇÜLÜK İDEOLOJİSİNİN ÖZELLİKLERİ

Atatürk ideolojisine can veren ilkeler sağlam, tutarlı ve kalıcı niteliktedirler. Özellikle demokratik hukuk devletinin dayandığı ana düşünceler son derece evrensel boyutlu ve insanlığın uzun bir tarih süreci boyunca işleyip olgunlaştırdığı esaslı kavramlara dayanmaktadır. Atatürk, zorunlu alanlardaki kültür değişikliklerini bu ilkelerin ışığı altında yapmış ve böylece Türk Devrimi olgusu doğmuştur. İnsanlık tarihinde bütün toplum kurumları, uzun ve sürekli gelişmeler ve karşılıklı kültür etkileşimleri altında berraklaşmışlardır. Elbette her toplum, kendi anlayış ve davranış modellerine uyan kurumlar oluşturmuşsa da, hepimizin bildiği gibi diğer kültür çevrelerinden gelen çeşitli etkilerin altında da kalmıştır. İnsanlık tarihi düşüncelerin ve kurumların kültür etkileşimi altında gidip gelmelerinin ve kaynaşmalarının bir öyküsüdür de denilebilir. Belki insanoğlunun tarih öncesi dönemlerdeki “ilk” buluşlarıyla oluşan kültür ürünleri kendilerine özgü niteliklere sahipti; gerçekten “özgün” idiler. Kültürler arası alış-veriş doğduktan sonra toplumsal kurumların gelişmeleri de ayrı bir yola girdi.
Atatürk ilkelerinin temelinde yatan düşünceler de özellikle 16. yüzyıldan sonra, Aydınlanma Çağı tam olarak açılınca bazı toplumlarda işlenmeye başlanmıştır. Antik çağdan ve oradan kaynaklanan İslam akılcılığının Batıya geçmesi... Aydınlanma, Batı’nın kendine özgü toplumsal, ekonomik ve düşünsel yapısı içinde iyice olgunlaşma sürecine girince, bu coğrafya biriminin çevresinde hatta uzağında bulunan toplumlar da bu yeni bilimsel, siyasal ve hukuksal akımlardan etkilendiler; bazı toplumlar Aydınlanma Çağı’nın getirdiği yenilikleri kendi bünyelerine uydurup gelişme modeli biçimine soktular: Japonların 19. yüzyıl ikinci yarısında yaptıkları ve başarıya ulaşan denemeleri bu konuda gösterilecek en önemli örnektir.
Batı aydınlanmasına esas olan düşüncelerin Osmanlı Devleti’ne girmesi 19. yüzyılda başlamış, ama bu son derece yavaş ve eksik bir biçimde olmuştur. Hele egemenliğin kökeni, hukukun yapısı, insanların temel hakları gibi üzerlerinde çok acı bir süreç içinde tartışmalar ve hatta kavgalar yapılarak erişilen sağlam düşünceler Osmanlı toplumuna hemen hiç girememiştir.
Kısaca özetlemek gerekirse: Eğitim alanındaki yetersizlik; Batıdaki gelişmelerin hiç bir tepki uyandırmaması; geleneksel devlet düzeninin değişmez olduğu ve tanrısal nitelikte bulunduğu üzerinde kesinleşmiş yargı; ekonomik durgunluğun aşırı dereceye varması; ardı kesilmeyen savaşlar...

Eski toplum yapımızda kültürün özellikle “devlet ve hukuk” ögesi üzerinde çok az ve yetersiz durulmasının bir nedeni de mevcut düzenin dışına taşacak bir yeniliğe bütün Osmanlı aydınlarının kapalı olmalarıydı. Herşeyden önce Türklerin gelenekselleşmiş devlet biçimi olan monarşinin gerekli veya gereksiz olduğu gibi Batı’da çoktan başlamış olan türden tartışmaların yapılması imkansızdı. Osmanlı aydını başka türlü bir devlet biçimi kabul edemez durumdaydı. Yine dinsel hukukun belli kalıplarını hiç olmazsa yumuşatmak gibi bir cesareti gösterebilecek bir kişi de yoktu. Sadece İslam hukukunun düzenlemediği alanlarda Batı’dan alınan yasalar dışında “hukukun özü ve kaynağı” üzerinde düşünmek mümkün değildi. Sadece halkın padişahın yetkilerine bir ölçüde ortak olması, yani meşruti monarşi düşüncesi ileri sürülüyordu. Ama egemenliğin kaynağı elbette Osmanlı Ailesi idi ve o aile adına sadece padişah bu hakkı kullanırdı. İleride cumhuriyet kurulduğu zaman en iyi yetişmiş aydınların bile bu büyük devrim adımına karşı gelmelerinde yatan neden, yüzlerce yıllık “devlet ve hukuk kültürü”nün değişmez biçimde zihinlere kazınmış olmasıydı.

İşte Atatürk’ün bir büyük devrimci olarak en büyük özelliği bu alanda kendini gösterir. O, Batı’daki “devlet ve hukuk” aydınlanmasını anlamış ve özümleyip benimsemişti. Bir büyük kültür değişikliği için de devlet ve hukuk sisteminin değiştirilmesinin baş koşul olduğunu anlamıştı. Atatürk, Aydınlanma’nın diğer alanlardaki köklü kültür dayanaklarını da çok iyi kavramıştı. O bütün bu saptamalarına kendi ulusçuluk anlayışından doğan yeni boyutlar kazandırmış ve devrim kalıbına dökerek istediğini gerçekleştirmiştir.


Yüklə 2,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin