65- İnsanların, devlet tarafından el konularak yola dönüştürülmüş şahsi emlak ve evlerinden geçen cadde ve kaldırımları kullanmak caizdir. Elbette biri bu yollardan herhangi birinin devlet tarafından zorla alındığını, sahibine ise herhangi bir zarar veya benzeri bir karşılık ödenmediğini, dolayısıyla onun rızası alınmadan mülkünün yola çevrildiğini bilirse, bu yol gasp edilmiş mal hükmündedir. Dolayısıyla orada her türlü tasarruf hatta oradan geçmez caiz olmaz. Ancak sahibi veya sahibinin velisi –baba, cet veya onun tarafında atanmış kayyum- razı edilirse kullanılabilir. Oranın sahibini tanınmazsa, sahibi bilinmeyen mal hükmünü taşır. Dolayısıyla onun hakkında müctehidin izni alınmalıdır. Bu konudan bu tür arsaların geriye kalan bölümlerinin hükmü de anlaşılmaktadır. Sahibinin izni olmaksızın onları kullanmak caiz değildir.
66- Camiler, hüseyniyeler, mezarlıklar ve diğer genel vakıf alanlarına ait yerlerde dolaşmak, oturmak ve benzeri tasarruflar caizdir. Lakin medreseler ve benzeri özel vakıf alanlarında, ancak kendileri için vakıf yapılmış olan kimdeler, bu tür tasarruflarda bulunabilir. Diğerlerinin tasarrufları sakıncalıdır.
67- Cadde ve yol üstündeki mescitlerin yeri vakıf olmaktan çıkmaz. Fakat cami ile ilgili hükümler onlar için geçerli değildir. Örneğin, onu necis etmek haram değildir; oradaki necaseti temizlemek vacip değildir; cünüplü kimse hayız ve nifas kanı gören kadın orada durabilir.
Fakat bu tür mescitlerin geri kalan bölümleri eğer cami unvanını kaybetmemişse, cami ile ilgili bütün hükümler onlar için de geçerli olur. Ama cami unvanından çıkmışsa -örneğin, zalim biri orasını dükkâna veya eve dönüştürmüşse- cami hükümleri onun için geçerli olmaz. Helal olması şartıyla ondan her şekilde faydalanılabilir. Ancak bu tür faydalanmalar, oranın gasp edilmesini onaylamak sayılırsa, bu caiz olmaz.
68- Cami yıkıldıktan sonra yerde kalan taş, ağaç demir aydınlatıcı, ısıtıcı, soğutucu vb. camiye vakfedilmişse başka bir camide kullanılmalıdır. Bu mümkün olmazsa, umumun yararına olan işlerde kullanılmalıdır. Onları ancak satarak yararlanmak mümkün olursa, oranın sorumlusu onları satar ve parasını başka bir caminin ihtiyaçlarında kullanır.
Caminin yerde kalan kalıntıları onun mülkü olursa, mesela camiye vakfedilmiş bir şeyin gelirlerinden satın alınmışsa, bu kalıntıların başka bir camiye masraf edilmesi vacip olmaz. Oranın sorumlusu -veya tasarruf hakkı olan kimseler- uygun gördüğünde onları satarak ücretini başka bir camiye kullanabilir. Zikredilen bu hüküm diğer umumi vakıflar, mesela yol üstündeki medrese ve kervansaraylar gibi yerler için de geçerlidir.
69- Yol üstünde buluna şahsi emlakten veya umumi vakıflardan olan Müslüman mezarlıklarının hükmü geçen meselelerden anlaşılmaktadır. Bu mesele, mezarlıktan gidip gelmenin Müslüman ölülerine saygısızlık olması durumundadır. Aksi durumda oradan gidip gelmek caizdir. Fakat mezarlık şahsın mülkü veya vakıf değilse, ölülere saygısızlık olmaması şartıyla orada her türlü tasarruf sakıncasızdır.
Bu meseleden mezarlıktan geri kalan ve yolun bir parçası olmayan bölümlerin hükmü de anlaşılmaktadır. Birinci faraziyeye göre ( şahsın mülkü ise ) onlarda sahibinin izni olmadan tasarrufta bulunmak ve satmak caiz olmaz. İkinci faraziyeye göre (umumi vakıf ise) ancak sorumlusunun veya tasarruf yetkisi bulunan kimsenin izni ile satılabilir. Onun ücreti ise başka Müslüman mezarlıklarında kullanılmalıdır. Farz ihtiyat gereği bu hususta en yakın mezarlığın önceliği vardır. Üçüncü faraziyeye göre, onda tasarrufta bulunmak için kimseden izin almaya gerek yoktur. Ancak bu, başkalarının mülkünde mesela, yıkılmış mezarların kalıntılarında tasarruf etmeye sebep olmamalıdır.
NAMAZ VE ORUÇ HAKKINDA BAZI HÜKÜMLER
70- Oruçlu biri gün batımından sonra kendi şehrinde iftar etmeden uçakla batıya yolculuk yapar ve henüz güneşin batmadığı bir yere varırsa, gün batımına kadar imsak etmesi farz değildir. Elbette ihtiyat gereği, orucunu bozmaması müstehaptır.
71- Eğer mükellef kendi şehrinde sabah namazını kıldıktan sonra batıya doğru yolculuk yapar, henüz sabah namazının vaktinin girmediği bir yere ulaşır ve vakit girinceye kadar orada kalırsa; ya da öğlen namazını kendi şehrinde kıldıktan sonra batıya doğru yolculuk yaparak henüz öğlen namazının vaktinin girmediği bir yere varır ve vakit girinceye kadar orada kalırsa; veyahut akşam namazını kendi şehrinde kıldıktan sonra yolculuk yaparak henüz akşam namazının vaktinin girmediği şehre ulaşırsa ve vakit girinceye kadar orada kalırsa -bütün bu faraziyelerde- namazını iade etmesi vacip olmamakla birlikte, ihtiyat gereği iade etmesi müstehaptır.
72- Eğer biri namazını kılmaz ve vakti geçtikten sonra uçakla yolculuk ederek, henüz namaz için vaktin baki olduğu bir yere varırsa, namazını eda ve kaza niyeti etmeksizin kılmalıdır.
73- Eğer mükellef uçakla yolculuk ettiği esnada namazın kılmak isterse, namaz anında gerekli olan şartlar mevcut olursa -kıbleye doğru kılmak, namaza durduğu yerin sabit olması ve benzeri şartlar- namazı sahihtir. Aksi halde vakit varsa uçaktan çıktığında şartlarına uygun bir şekilde namaz kılabilecekse, ihtiyat gereği uçaktaki namazı sahih olmaz. Lakin vakit dar olursa, namazı uçağın içinde kılmalıdır. Bu durumda kıble yönünü biliyorsa, kıbleye doğru namaz kılmalıdır. Zaruret hali dışında, kıbleyi riayet etmeden kılacağı namaz sahih olmaz. Bu durumda uçak ne zaman kıble yönünden saparsa, hemen kıbleye dönmeli ve kıbleden saptığı anda kıraat ve zikri bırakmalıdır. Eğer tam bir şekilde kıbleye yönelemezse, sağ tarafı ile sol tarafının arasında kalan kıble yönüne dönmelidir. Eğer kıblenin yönünü bilmezse onu bulmak için çaba sarf etmeli ve kendi zannına göre amel etmelidir. Bu hususta hiçbir zannı olmazsa, kıble yönü olarak ihtimal verdiği herhangi bir yöne doğru namazını kılabilir. Elbette bu durumda ihtiyat, dört tarafa namaz kılmaktır. Bu, kıbleyi tespit ederek, kıbleye yönelme imkânı olan yerde geçerlidir. Sadece tekbiretu’l İhram’da bunu yapabilirse, bununla yetinir. Kesinlikle yapamıyorsa bu durumda kıbleye yönelme şartı kalkar. Her ne kadar uçakta kıble şartından yoksun bir namaz kılacağını bilse bile, insanını namaz vaktinden önce uçakla yolculuğa çıkması caizdir.
74- Eğer biri uçağa biner ve onun hızı yer küresinin hareketiyle aynı olursa, doğudan batıya doğru hareket edip bir süre dünyanın etrafında dönecek olursa, farz ihtiyat gereği her 24 saatte bir beş vakit namazı mutlak kurbet kastıyla kılmalıdır. Fakat orucunu kaza etmelidir. Eğer uçağın hızı dünyanın hızının iki katı ise, doğal olarak 12 saatte bir defa dünyanın etrafını dönmüş olacaktır. 24 saat içinde iki defa sabah, öğlen ve akşam olacaktır. Bu durumda farz ihtiyat gereği her fecirden sonra sabah namazı, her öğlenden sonra öğlen ve ikindi namazı ve her gün batımından sonra akşam ve yatsı namazı kılmalıdır.
Çok yüksek bir hızla yer küresinin etrafında dönerse, örneğin her üç saatte bir -veya daha az bir müddette- bir defa dünyanın etrafında dönerse her sabah öğlen ve akşam vakitlerinde namaz farz olmaz. Bu durumda sabah namazı fecir ile güneşin doğuşu arasında olacak şekilde, öğlen ile ikindi namazı gün ortası ile gün batımı arasında kılınacak şekilde ve akşam ile yatsı namazı gün batımı ile gece yarısı arasında kılınacak şekilde ayarlamak suretiyle 24 saatte bir defa bu namazları mutlak kurbet kastı ile kılmalıdır.
Bu meseleden anlaşılacağı üzere, uçağın hızı yer küresinin hızı ile eş değer olursa ve batıdan doğuya doğru yolculuk yapıyorsa, namazları kendi vakitlerinde yerine getirmelidir. Aynı şekilde uçağın hızı yer küresinin hızından daha az olursa hüküm aynıdır. Fakat uçağın hızı dünyanın hızının çok üstünde olursa, öyle ki mesela, üç saatte veya daha az bir sürede dünyanın etrafına bir kez dönüyorsa, bu meselenin hükmü anlattıklarımızdan anlaşılmaktadır.
75- Yolculukta oruç tutması gereken biri, fecirden sonra oruçlu olduğu halde uçakla yolculuk ederek henüz sabah ezanının vaktinin girmediği bir şehre ulaşırsa yiyip içebilir.
76- Eğer biri ramazan ayında öğlenden sonra kendi şehrinden çıkar, yolculuk yaparak henüz öğlen vaktinin girmediği bir yere ulaşırsa, farz ihtiyat gereği, imsak etmeli ve orucunu tamamlamalıdır.
77- Yolculukta da oruç tutması gereken biri, ramazan hilalinin göründüğü kendi şehrinden başka bir yere yolculuk yapar, ufuk farkından dolayı henüz ramazan hilalinin görülmediği bir bölgeye ulaşırsa, o günün orucunu tutması vacip olmaz. Şevval ayının hilalinin görüldüğü bir şehirde bayram eder, daha sonra yolculuk ederek ufuk farkından dolayı henüz hilalin görülmediği bir yere ulaşırsa, farz ihtiyat gereği günün geri kalan kısmını imsak etmeli ve o günün orucunu daha sonra kaza etmelidir.
78- Mükellef, altı ay gündüz ve altı ay gecenin yaşandığı bir yerde ikamet ediyorsa, namaz konusunda farz ihtiyat gereği 24 saatte bir gece ve gündüzün oluştuğu en yakın mekânı ölçü alıp, oranın vakitlerine göre namaz saatlerini tanzim ederek, mutlak kurbet kastı ile namazlarını yerine getirmelidir. Oruç konusunda ise, ramazan ayında oruç tutabileceği veya ramazandan sonra oruçlarını kaza edeceği bir şehre gitmelidir. Eğer bunu da yapamazsa, oruç yerine fidye vermelidir.
Lakin 24 saatte, bir gece ve gündüzün olduğu bir şehirde -gündüz 23 saat ve gece bir saat veya tam tersi olsa birle- nazın hükmü özel vakitlerine tabidir.
Ama oruç konusuna gelince: Ramazan ayının orucunu tutmaya gücü yeterse tutması vaciptir. Oruç tutma gücü olmazsa oruç ondan kalkar. Kazasını yerine getirebilirse, kazasını ona farz olur. Aksi halde fidye vermelidir.