CİHANGİR CAMİİ
Beyoğlu İlçesi, Pürtelaş Mahallesi'nde, adını verdiği semtte, Marmara ve Boğa-ziçine hâkim yüksek bir tepe üzerindedir. Güneyinde Fındıklı yokuşu, doğusunda Özoğlu Sokağı, batısında ise Cihangir Yokuşu yer alır.
Cami bugünkü haliyle, II. Abdülha-mid tarafından 1307/1889'da yaptırılmıştır. Mimarı hakkında kesin bir bilgi yoktur. H. Sezgin'e göre Sarkis Balyan tarafından yapılan yapının, P. Tuğlacı'nın, Balyan ailesine mensup mimarların çalışmalarına ilişkin incelemesinde yer almadığı görülmektedir.
Son cemaat yerine açılan kapının ü-zerinde bulunan Şair Senih'in (ö. 1900) kaleme aldığı, hattat Mısrîzade Ali Rıza Üsküdarî'nin mermer üzerine geçirdiği, yedi satırlık ta'lik kitabede caminin kısa tarihçesi verilmektedir. Buradan yapının ilk yapılışından itibaren geçirdiği beş yangından sonra, her seferinde yenilenerek, altıncı defa II. Abdülhamid tarafından imar edildiği öğrenilmektedir. Cihangir Camii, ilk olarak 967/1559'da I. Süleyman (Kanuni) tarafından, 960/1553' te 22 yaşında Halep'te ölen oğlu Şehzade Cihangir anısına Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Tezkiretü'l-Ebniye ve Tezkire-tü'l Bünyan'da caminin Mimar Sinan'ın eserleri arasında sayıldığı görülmektedir. Yapının bu dönemine ait bilgileri Sü-leymaniye vakfiyesinde bulmak mümkündür. Burada caminin yakınındaki, (günümüze ulaşmamış) sıbyan mekte-biyle birlikte yapıldığı belirtilmektedir. Yapının yine bu erken dönemiyle ilgili bilgi veren bir kaynak da Evliya Çelebi Seyahatname'sidir. Çelebi, bu yapının kare planlı, kubbe örtülü, tek minareli olduğunu, çevresinde tekke ve imaret binalarının da bulunduğunu belirtmektedir. Burada söz konusu olan tekke, Halveti tarikatının Cihangiri kolunu kuran Şeyh Hasan Burhaneddin Efendi (ö. 1663) tarafından 17. yy'ın birinci yarısında, camiye meşihat konulmasıyla tesis edilmiştir. Ayinlerin caminin hariminde yapıldığı, caminin doğu ve batı yönündeki avlulara -günümüze ulaşmamış olan-diğer tekke bölümlerinin inşa edildiği bilinmektedir.
İlk olarak 967/1559'da yapıldıktan sonra, sırasıyla 1719 Fındıklı, 1765 Cihangir, 1771 Çivici Limanı, 1823 Tophane ve en son olarak da 1874'te olmak üzere, geçirdiği beş yangından sonra, bugünkü şekliyle yaptırılan caminin, bu son halinden bir önceki durumunu gösteren bir fotoğraf vardır. Savaş muhabiri James Robertson'un Kırım Savaşı (1853-1856) yıllarında İstanbul'dayken çektiği
fotoğraflardan birinde Cihangir Camii görülmektedir. Bu fotoğraf caminin 1823 yangınından sonra, II. Mahmud'un sadrazamı Silahdar Ali Paşa tarafından onartıldıktan sonraki dönemine aittir. Burada görülen caminin en önemli özelliği, kubbesinin, geç dönem Bizans mimarisinde çok yaygın olan, Osmanlı döneminde i-se az sayıda camide (Rum Mehmed Paşa, Rüstem Paşa, Zeyneb Sultan) kullanılan dalgalı bir saçakla donatılmış olmasıdır. Yapının, 1823 teki yangından önceki ve sonraki durumu hakkında bilgi veren bir başka kaynak ise Hadîka'du. Eserde, yapının, yangından önce kare planlı, kagir duvarlı, kurşun örtülü sivri bir kubbesi olduğu, daha sonra ise yine ahşap, ancak bu defa yuvarlak kubbeyle örtüldüğü, hünkâr mahfili ve sıbyan mektebinin bulunduğu avlusunun bir tarafındayken sonradan açıklanmayan bir tarihte yandığı bilinen tekkesinin olduğu anlatılmaktadır.
Cami, dikdörtgen planlı, meyilli arazi üzerindeki avlunun ortasına inşa edilmiştir. Kuzey ve güneyden istinat duvarla-rıyla desteklenen avlunun, doğu ve batı duvarlarında birer kapı bulunmaktadır. Cami, 14,25x14,25 m ölçülerinde kare planlı, üzerinde 14 m çaplı kubbenin bulunduğu bir harim ile bunun kuzeyinde yer alan üç gözlü ve kapalı bir son cemaat yerinden oluşmaktadır. Son cemaat yerinin iki yan bölümü kubbe,
Cihangir
Camii'nin planı.
Sözen, Mimar
Sinan
orta bölümü ise dıştan belli olmayan çapraz tonozla örtülü olup, doğu ve batıya bakan birer, giriş cephesinde ise kapının iki yanındaki ikişer, yuvarlak kemerli pencere ile aydınlatılmıştır. Bu bölümün en uçtaki iki köşesinden, tek şerefeli, tamamen birbirlerinin eşi olan iki minare yükselmektedir. Bu minarelerden girişin sağ tarafındaki orijinal o-lup soldakinin, eski fotoğraflardan anlaşıldığı kadarıyla, gövde kısmının yaklaşık l m kadarı yapılıp yarım bırakılmış, 1981'de Vakıflar idaresi tarafından diğeri örnek alınarak tamamlanmıştır. Sadece hilal şeklindeki alemi madeni olan minare, düzgün kesme taştan örülmüştür. Üç dilimli kemerli kapıları, doğu ve batıya açılmakta, son cemaat yerinin saçak hizasına kadar devam eden kare planlı kaideler üzerinde yükselmektedir, ince gövdeli minarenin şerefesi sathi niş ve yumurta dizisi şeklindeki birkaç sıralı frizle taşınmakta, korkuluğunda ise de-liklenmemiş geometrik motiflerle oluşturulmuş şebeke görülmektedir.
Yapının plan tasarımında, son devir camilerinin hemen hepsinde olduğu gibi, Mimar Sinan'ın Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii'nde uyguladığı tasarım tekrarlanmıştır. Buna göre kubbe, dört büyük kemere oturmakta ve kubbenin a-ğırlığı köşelerdeki ağırlık kuleleriyle yere indirilmektedir. Bu nedenle de kemerlerin içlerindeki duvarların taşıyıcı özel-
CİHANGİR CAMÜ
432
433
CİHANOĞLU, SAİD
ligi kaldırıldığından, içleri istenildiği gibi boşaltılarak, yelpaze biçimi geniş pencerelerle hareketlendirildiği görülmektedir. Kubbe bu dört kemere oldukça dar bir kasnakla oturmakta, kubbeden kare mekâna geçişte ise pandantifler yardımcı olmaktadır. Kubbe, kasnak, pandantifler ve son cemaat yerinin üstü dıştan tamamen kurşun kaplıdır.
Mümkün olduğunca simetri uygulanan camide doğu ve batı duvarları birbirlerinin eşleridir. Kuzey duvarında ise son cemaat yerinin bitiminden itibaren üst bölüm, diğer üst bölümlerle aynıdır. Kıble cephesi de diğer cephelere benzemekle birlikte, arazinin eğiminden ötürü üç katlı bir görünüm ortaya koymaktadır. Bu alt bölüm demir parmaklıklı, yuvarlak kemerli beş pencere ile hareket-lendirilmiştir. Cami, aslında bu bodrum katı hariç, tek katlı olup, son cemaat yerinin üst hizasında başlayıp tüm yapıyı dolanan silmeler sayesinde iki katlı bir görünüm kazanmıştır. Harim kısmının alt hiza pencere sistemi beşli bir düzene sahiptir. Doğu ve batı duvarlarında yuvarlak kemerli beş pencere mevcuttur. Kıble ve kuzeye bakan duvarlarda ise yine beşli düzen görülmekle birlikte, bunlarda ortada mihrap ve kapı bulunmaktadır. Bu pencereler dönemin üslubunda, ince işçilik gösteren dökme demir şebekelerle kaplıdır. Yine dış cephede alt hizadaki pencerelerin aralarına, kesme taştan örülerek oluşturulmuş, gömme sütun ve payeler yerleştirilerek dikey hareketlilik sağlanmıştır. Caminin dört köşesinden yükselen ağırlık kuleleri birinci kat boyunca dışa taşkın masif birer kitle halindeyken, bu seviyeden itibaren iki katlı bir görünüm kazanmaktadır. Büyük kemeri destekleyen ağırlık kulelerinin üst bölümlerinin
Cihangir Camii'nin 19. yy sonlarında güneybatıdan görünümü. Eldem, Boğaziçi Anıları
her dört cephesinde de dilimli kemerli sathi birer niş bulunmaktadır. Taştan iki boğumlu tepeliğin üzerindeki madeni, hilal şeklinde bir alemle ağırlık kuleleri sonuçlanmaktadır.
Caminin içine girildiğinde, harim kapısının iki yanında, kuzey duvarına bitişik olarak, iki kat halinde düzenlenmiş olan mahfil bölümü yer alır. Tamamen ahşaptan oluşturulan mahfilin üst katı ahşap, silindirik dört sütuna oturmakta ve kapı üzerine gelen orta bölümü caminin içine doğru yarım daire şeklinde, kavisli bir çıkma yapmaktadır. Üst mahfile, kapının sol tarafındaki alt mahfilin köşesinden, merdivenlerle çıkılmaktadır. Alt ve üst kat mahfil korkulukları, dönemin anlayışına uygun, bitkisel formlu ahşap levhalardan oluşturulmuştur.
Yapının süslemesi de mimarisindeki sadeliği, yalınlığı devam ettirmektedir. Dışta sadece, kubbeyi taşıyan dört bü-
Günümüzde Cihangir Camii.
Elif Erim, 1992
yük kemerin yüzeylerinde süsleme mevcuttur. Israrla bütün dikkati üzerine çeken bu bitki motifli bezeme, friz halinde kemerin kavsine göre düzenlenmiş ve dönemin üslubuna uygun olarak, barok tarzda yapılmıştır. İç mekânda ise yegâne süsleme öğesi kalem işleridir. Çok ölçülü kullanılan bu kalem işlerinde barok karakterli, mat renklerin hâkim olduğu bitki motifleriyle bezemeler yapılmıştır. Mihrap duvar kalınlığını aşmayacak derinlikte, basit bir niş şeklinde olup, dıştan sadece kör pencere izlenimi vermekte ve her iki yanındaki pencereler kadar bir yer işgal etmektedir. Mihrabın bütün bezemesini, boya ile yapılmış, dilimli, kordonlarla tutturulmuş perde motifi oluşturmaktadır. Altta ise, bütün harim kısmında, pencere altlarında dolanan, boya ile yapılmış, kartuş şeklindeki, mermer taklidi süsleme öğesi görülmektedir. Minber ve vaaz kürsüsü ahşap olup oldukça kaliteli işçilik göstermektedir. Minberin yan bölümleri kartuşlar halinde düzenlenmiş, kabaralarla zenginleştirilmiş görünümüyle değişik bir uygulama olarak dikkati çekmektedir. Yapının doğu duvarında yer alan vaaz kürsüsü duvara monte edilmiş, yarım daire şeklinde olup, alttan yelpaze şeklinde açılan bir destekle taşınmaktadır. Tekkelerin kapatıldığı 1925' e kadar, aynı zamanda tevhidhane olarak da kullanılan harim bölümü duvarlarında, 19. yy'm hat ustalarına ait, ta'lik ve sülüs hatlı, büyük boyutlu, "zerendud" (siyah zemin üzerine yaldızla yazılmış) levhalar sıralanmaktadır. Bunlar arasında, Şeyh Hasan Burhaneddin Cihangirî'nin adını içeren levha dikkati çeker.
Caminin avlusu dışında, Cihangir yokuşuna bakan batı duvarının bitiminde, duvara bitişik olarak yapılan, küçük ölçülü sivri kemerli çeşmenin, bugün üzerinde kitabesi olmamasına rağmen, Ha-dîka'dan, IV. Murad'ın musahiplerinden Silahdar Bıyıklı Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir. Mecmuâ-i Tevâritite de çeşmenin 1048/1638 tarihli olduğu belirtilmektedir. Kesme taştan inşa edilen çeşmenin üzerinde, yine taştan bir sıra palmet dizisi uzanmakta olup, bugün suyu akmamaktadır.
Avluda, caminin doğusunda bulunan alan haziredir. Burada, değişik dönemlerden pek çok kabrin yanında, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde geçen ve daha sonra Hadîka'dan yandığı öğrenilen tekkenin kurucusu ve ilk şeyhi olan Hasan Burhaneddin Cihangirî'nin, 1951'e kadar ahşap bir yapıyken bu tarihten sonra yıkılarak betondan yeniden yapılan türbesi bulunmaktadır. Ayrıca hazire kapısından girince hemen solda, mermerden yapılmış bir şadırvan ve su ku-yusuyla, tulumba görülmektedir. Kartuşlar halinde düzenlenmiş şadırvanın üzerindeki beş satırlık kitabesinden, kuyunun 1312/1894'te Âdile Sultan tarafından açtırıldığını, 1318/1900'de de Gazi Osman Paşa'nın tulumba ve şadırvanı yaptırdığı öğrenilmektedir.
Avlunun kuzeyinde, doğu duvarına
yakın, köşede, dikdörtgen planlı, üzeri yuvarlak tonoz örtülüyken, günümüzde tek meyilli çimento çatılı hale getirilmiş, bir sıra taş, bir sıra tuğla örgülü bir sarnıç bulunmaktadır. Batıya bakan kapağın üzerindeki kitabede 1120/1708'de Hacı Hüseyin isimli kişi tarafından yaptırıldığı yazılıdır.
Avlunun kuzey duvarının ortasında, göz hizasında, mermer bir levha üzerinde, bugünkü caminin cephe görüntüsünü doğru oranlarla tasvir eden bir kabartma göze çarpar. Bir tür maket olarak değerlendirebileceğimiz bu levha, tasarıma ilişkin belgelerin çok sınırlı olduğu Türk mimarlık tarihinde önemli bir yer işgal eder.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 72-73; Ayvansa-rayî, Mecmuâ-i Tevârih, 152; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 34-35, no. 141; Raif, Mir'at, 347-349; Konyalı, Mimar Sinan, 53-56; K. E. Kürkçüoğlu, Süleymaniye Vakfiyesi, Ankara, 1962, 6, 48; İSTA, VII, 3564-3565; Evliya, Seyahatname, II, 115; Sözen, Mimar Sinan, 337, 371; Eldem, Boğaziçi Anıları, 10-11, 14-15; H. Sezgin, Türk ve İslam Ülkeleri Mimarisine Toplu Bakış, îst., 1979, 204; Kuran, Mimar Sinan, 302; M. Avunduk, "Cihangir Camii ve Çevresinin Değerlendirilmesi", (İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayımlanmamış yüksek lisans tezi), 1986; Öz, İstanbul Camileri, II, 16; A. Ahun, "Cihangir Camii", DİA, VII, 539-540.
HAKAN APJI
CİHANGİR TEKKESİ
Halvetîliğin Cihangiri kolunun kurucusu olan Şeyh Hasan Burhaneddin Cihangiri (ö. 1663) tarafından, Cihangir Camii'ne meşihat konulmak suretiyle tesis edilmiştir.
Kurucusunun türbesini de barındırdığı için Cihangiri kolunun âsitanesi ve pi-revi olarak kabul edilen bu tekkenin tesis tarihi tam olarak tespit edilememektedir. Bu meyanda Hadîka'da, Harput'ta doğan, buluğ çağında Bursa'ya göç eden, 1000/1592'de Halvetî-Ramazanî şeyhlerinden Yakub Efendi'den hilafet alan H. Burhaneddin Efendi'nin 1068/1657'de İstanbul'a gelerek Eyüp'teki Baba Haydar Tekkesi'nde bir müddet ikamet ettikten sonra Cihangir Camii'nde tekkesini kurduğu nakledilmektedir. Buna karşılık gerek caminin son cemaat yeri girişinde bulunan 1307/1889 tarihli ihya kitabesinde, gerekse de mihrabın sağındaki duvarda yer alan ve Cihangir Tekkesi' nin şeyhler silsilesini içeren ta'lik hatlı zerendud (siyah zemin üzerine altın yaldızla yazılmış) levhada H. Burhaneddin Efendi'nin 1020/l6ll'de bu tekkeye post-nişin olduğu, kitabede ayrıca buradaki şeyhliğinin 1663'teki ölümüne dek sürdüğü belirtilmektedir.
Her halükârda H. Burhaneddin Efendi'nin vefatından önce tesis edildiği kesin olan tekke, aynı zamanda tevhidhane olarak da kullanılan Cihangir Camii ile bunun çevresinde yer alan çeşitli bölümlerden, ayrıca adı geçen şeyhin türbesi ile.yanındaki küçük hazireden meydana gelmekteydi. İlk inşa edildiği 907/1559' dan sonra birçok yangın geçiren ve son olarak 1307/1889'da II. Abdülhamid ta-
rafından yeniden yaptırılan cami-tevhid-hanenin ihya kitabesinde, özellikle de "Mahall-i zikr u ibâdet iken bu cây-i la-tîf" mısraında söz konusu yapının çift fonksiyonlu olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Cami-tevhidhaneyi çevreleyen diğer tekke bölümlerinin (selamlık, harem, derviş hücreleri, mutfak vb) de yangınlardan hasar gördükleri ve tekkenin faaliye- c-, ti kesintiye uğramamış olduğuna göre, ( "her seferinde cami-tevhidhane ile birlikte ' (ya da ondan az sonra) ihya edildikleri tahmin edilebilir. Söz konusu bölümlerin, zaman içinde değişime uğramış olması gereken yerleşim düzenleri ve mimari özellikleri hakkında kesin şeyler söylemek imkânsızdır. Hadîka'da. 1238/ ı 1823'teki büyük Tophane yangınından/ önce cami-tevhidhanenin yanlarında (do-l ğu ve batı yönlerinde) avlu bulunmadığı/ yalnız arka tarafında (kuzey/giriş yönünf-de) bir miktar avlusunun olduğu, yanj-gından sonra yapı yeniden inşa ettirilir^-ken yan avluların meydana getirildiği yazılıdır. Arazinin aşırı eğimli olmasınf dan dolayı cami-tevhidhane, biri mihrap duvarının hemen önünde, diğeri de ku^ zey duvarının biraz ilerisinde doğu-batı doğrultusunda uzanan iki istinat duvarının arasında set üzerine oturtulmuştur. Bu durumda 1823'ten önce tekke bölümlerinin cami-tevhidhanenin batısındaki H. Burhaneddin Efendi Türbesi'nin başından beri yerini değiştirmemiş olduğu kesindir.
BOA'daki mimari çizimler arasında (no. 224) bulunan, cami-tevhidhanenin II. Abdülhamid tarafından ihyasından bir yıl sonraya ait (21 Cemaziyelevvel 13087 1890 tarihli) bir belgede, karton üzerine kurşunkalemle çizilmiş olarak "Cihangir Camii'nin iki tarafındaki meydanlara yapılacak türbe-i şerif, dedegân (şeyh) ile harem dairelerinin plan ve krokileri" görülmektedir. Söz konusu belgede "dedegân (şeyh) dairesi" olarak adlandırılan selamlık binası doğudaki avlunun sınırında, kıble doğrultusunda, cami-tevhidhanenin derinliğine devam eden ahşap bir yapıdır. İki ucunda hela-abdestlik birimleri ile donatılmış olan bir koridorun üzerinde altı adet oda sıralanmakta, uçlarda yer alan, şeyh odası ile meydan o-dası (veya taamhane) olması muhtemel, nispeten büyük boyutlu iki oda, avlu yönünde ileri çıkmaktadır. Aynı şekilde ahşap olarak tasarlanmış olan iki katlı harem dairesi de arsanın güneybatı köşesine yerleştirilmiş, "karnıyarık" tabir edilen sofalı plan tipinin uygulandığı bu yapıda, kıble doğrultusunda uzanan sofaların çevresine çeşitli yaşama birimleri kondu-rulmuştur. Aynı belgede H. Burhaneddin Efendi Türbesi'nin klasik dönem mezar yapılarından ilham alınarak tasarlandığı gözlenmektedir. Kagir olarak inşa edilmesi düşünülen türbenin planı birbirine bitişik, farklı boyutlarda iki sekizgenden meydana gelmektedir. Doğu yönündeki büyük sekizgen asıl türbe, batıdaki küçük sekizgen ise giriş bölümüdür.
Söz konusu belgede sunulan projenin hiçbir zaman tam olarak uygulanmamış olduğu anlaşılmaktadır. Yüzyılımızın başlarında güney yönünde çekilmiş bir fotoğrafta, arsanın doğu sınırında tek katlı ahşap bir yapı görülmekte, ancak bunun ne boyudan ne de cephe düzeni arşivdeki selamlık planına uymaktadır. Özellikle sekizgen planlı kagir türbenin inşa edilmediği kesindir. Nitekim söz konusu türbenin 1951'e kadar ahşap bir yapı olduğu bilinmektedir. Bu tarihte yıktırılarak betonarme olarak yeniden inşa ettirilen türbe, kare planlı, betonarme tavan döşemesi üzerine ahşap çatı örtülü, her cephesinde enine dikdörtgen bir pencerenin bulunduğu basit bir binadır. İçeride bulunan beş adet ahşap sandukanın biri Şeyh H. Burhaneddin Cihan-girî'ye, diğeri damadı ve halifesi olan Şeyh Fethullah Efendi'ye (ö. 1703) aittir. Daha sonraki şeyhlere ait olması gereken diğer üç sandukanın altında gömülü olanların kimliklerini belirten levhalar yok olmuştur. H. Burhaneddin Cihangiri' nin sandukasını kuşatan ahşap korkuluklar ajurlu levhalardan, Fethullah Efen-di'ninkiler ise torna işi dikmelerden oluşmaktadır.
Bazı kaynaklarda "Hasan Efendi", "Cihangiri Hasan Efendi", "Cihangir Baba" gibi isimlerle de anılan tekkenin 19- yy ı in ikinci yarısında Halvetîliğin Sünbülî j koluna intikal ettiği, burada pazartesi gün- l teri ayin icra edildiği tespit edilmektedir. Cihangir Tekkesi'nin İstanbul'un tasavvuf musikisi ve folklorunda önemli bir yeri olduğu, özellikle H. Burhaneddin Cihangirî'nin içtihadı olan, kuuden (diz üzerinde oturarak) icra edilen "Cihangir tevhidi" adlı zikir usulünün zamanla İstanbul'daki diğer Halvetî kolları, hattâ diğer tarikatlar arasında da kabul gördüğü bilinmektedir.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 306-307; Ayvansarayî, Hadîka, II, 72-73; Kut, Dergehnâ-me, 231,^no. 15; Aynur, Saliha Sultan, 35, no. 79; Âsitâne, 10; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 34-35, no. 64; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 9; BOA / Plan, Proje ve Kroki, no. 224 (21 Cemaziyelevvel 1308/2 Ocak 189D; Raif, Mir'at, 347-349; Hocazade, Ziyaret, 107-108; Vassaf, Sefine, V, 274; Ergun, Antoloji, I, 55, II, 663, 672; Konyalı, Mimar Sinan, 53-56; C. Orhonlu, "Tophane, Cihangir, Salıpa-zarı, Kabataş, Ayazağa Semtlerinin Tarihi", (ÎÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü basılmamış lisans tezi), 1951, s. 35; ISTA, VII, 3504-3565; Bayrı, İstanbul Folkloru, 175; İKSA, III, 1378-1379; M. Avunduk, "Cihangir Camii ve Çevresinin Değerlendirilmesi", (İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü basılmamış yüksek lisans tezi), 1986, 14-16; A. B. Turnalı, "Cihangir Tekkesi", DİA, VIII, 540
M. BAHA TANMAN
CİHANOĞLU, SAİD SALAHADDİN
(1895, İstanbul - 1975, istanbul) Sporcu, avcı, hakem ve yönetici.
Aydın'ın köklü ailesi Cihanzadelerden-dir. Spora, Kadıköy'deki St. Joseph Mek-tebi'nde öğrenciyken başladı. Küçük yaşta girdiği Fenerbahçe kulübünde yetişip parladı. 1911-1917 arasında Fener-
CİLTÇİLİK
434
435
CİVANYAN, MIGffiDIÇ
bahçe futbol takımında 114 maç oynadı, 90 gol attı. Türk futbolunda vole ve röveşata vuruşlarını ilk tatbik eden futbolcu oldu. Futbolculuğunun yanısıra ilk yüzme ve kürek yarışlarında birincilikler kazanan, ilk sutopu, kriket ve beyzbol takımlarına kaptanlık yapan, ayrıca yelken, hokey ve teniste şampiyonluklar kazanan komple bir sporcu olarak tanındı.
Bunların yanısıra avcılığı da bir hobi olarak sürdürdü. 1925-1926'da Afrika ormanlarında ava çıktı; aslan, fil, zebra ve yaban mandası vurdu. Türkiye'nin ilk aslan avcısı olmak sıfatını da kazandı. Aktif futbol yaşamını kapattıktan sonra futbol hakemliği de yaptı, döneminin en iyi hakemlerinden biri olarak tanındı. Uzun yıllar Fenerbahçe Spor Kulübü yönetim kurullarında görev yaptı. 1950-1964 arasında Beden Terbiyesi İstanbul bölge müdürlüğü görevini başarıyla yürüttü. Bu arada istanbul'da atıcılık sporunun canlanmasında da önemli rol oynadı, istanbul'un ilk atış poligonu onun tarafından yaptırıldı. Ömrünün son yıllarına kadar avcılık ve tenis ile meşgul oldu. Avcılık ve Spor Hatıralarım adı altında bir de kitap yayımladı. Herkes tarafından sevilen ve sayılan bir kişi olarak tanındı. Hiç evlenmedi. Sporla yaşadı ve spor aşkıyla öldü. Karacaahmet Me-zarlığı'nda Fenerbahçe kulübünün eski ünlü isimlerinin bulunduğu bir köşede toprağa verildi.
CEM ATABEYOĞLU
CİLTÇİLİK
Türk cilt sanatının önemli merkezlerinden biri de istanbul'dur. 15. yy'da İstanbul'da gelişmeye başlayan klasik ciltçilik üslubu 17. yy'a kadar aynı çizgide sürmüştür. 17. yy'da şükûfe, lake (rugan) ve daha sonraki yüzyıllarda da barok-rokoko üslubu istanbul ciltçiliğini etkilemiştir.
Kullanılan malzemeye göre deri, kumaş, ebru, murassa ve lake; süsleme tekniklerine göre de şemseli, zilbahar, yek-şah, zerduz, çarkûşe gibi adlarla anılan Osmanlı ciltleri bu malzeme ve tekniklerin yaygın ya da moda olduğu dönemlerde ün kazanmıştır.
Tahta, deri, mukavva gibi malzemenin, suluboya ve altın yaldız ile süslenip üzerine vernik çekilerek yapılan lake de, Osmanlı ciltçiliğinde 17. yy'ın sonlarında çiçek desenleriyle süsleme esasına dayanan "şükûfe" üslubunun gelişmesiyle başlayıp 18. yy'm sonuna kadar başta Edirne olmak üzere İstanbul, Bursa ve Diyarbakır şehirlerinde yaygınlık kazanan bir tekniktir. 19. yy'ın başlarından itibaren mimaride olduğu gibi ciltçilikte de lake ve tezhip ustaları Batı' dan gelen süsleme tekniklerinin etkisiyle eserler ortaya koymuşlar, cilt kapaklarında barok-rokoko zevkine uygun süslemeler yapmışlardır.
15. yy, Osmanlı ciltçiliğinde başlangıç ve değişim yüzyılı olarak dikkati çeker. II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) kadar Anadolu Selçuklu üslubunun devamı niteliğini taşıyan Osmanlı ciltçiliği bu yüzyılın sonlarıyla 16. yy'ın başlarında kişiliğini bulmuştur. Fatih, ö-zel kütüphanesi için kitaplar yazdırmış ya da istinsah ettirmiştir. Bu kitaplar kâğıt, hat, tezhip ve cilt bakımından çığır açmış örnekler olarak değerlendirilmektedir. II. Bayezid döneminde (1481-1512) İstanbul çiftçilerinin saray içinde de örgütlendikleri görülüyor. "Cemaat-i Cildci-yân-ı Hassa" olarak anılan saray mücel-litleri "usta" ya da "hoca" ve "şakird" adı altında ikiye ayrılmışlardı. Ustalar da kendi aralarında kıdem ve becerilerine göre rütbe ve mevkiler almışlardı. Saray cilt-çilerinin yöneticisine "sermücellid", "mü-cellidbaşı" ya da "ciltçibaşı" denilirdi.
Topkapı Sarayı ehl-i hiref defterlerinden edinilen bilgilere göre saray dilcilerinin sayısı bir ara 50'ye kadar yükselmiştir. Saray dilcileri örgütüne altın dö-vücüler ve mürekkepçiler de dahil edilmişlerdi. 17. yy'dan kalma bir narh defterinde çiftçilerin yaptıkları cilde göre a-lacakları ücret kademeli olarak belirtilmiş; kırmızı sahtiyandan haşebî, zenci-rekli, şemseli, müzehheb, Üstad Mehmed işi cildin tanesinin 110; sade sahtiyandan yarı yarıya haşebî, Usta Mehmed işi cildin tanesinin 45; dörtte biri haşebî, kenarı zencirekli, ortası şemseli Usta Mehmed işi cildin tanesinin 86 akçeye yapılacağı açıkça kaydedilmiş; bunların dışındakilerin züyuf akçe zamanında al-
Mustafa Düzgünman tarafından klasik biçimde yapılmış 1356/1937 tarihli ve "Mustafa" imzalı cilt. Isa Çelik
dıkları ücretin yarısını alacakları da eklenmiştir.
Evliya Çelebi Seyahatnamede 17. yy' in ortalarında Bayezid Camii yanındaki 100 küçük ahşap dükkânda 300 ciltçi-nin çalıştığını söylemektedir. Bu dükkânlar 19. yy sonundaki büyük yangında yanıp kül olmuştur.
istanbul, her meslekte olduğu gibi ciltçilikte de konumu gereği en iyi ustaları kendine çekmişti, istanbul çiftçileri 16. yy'dan itibaren ortaya koydukları e-serlerle, Doğu ciltçiliğinin liderliğini ellerinde bulunduran İranlı ustaları geride bırakmışlardı.
Saray ciltçileri dışında kalanlar genellikle, meslek yakınlığı söz konusu olduğundan kâğıt, kitap, hat, tezhip piyasasına yakın yerlerde dükkân açarlardı. Ab-dülaziz dönemine (1861-1876) kadar Beyazıt'taki Kâğıtçılar Çarşısı'nda toplanan çiftçiler, günümüzde şehrin çeşitli yerlerine dağılmış küçük dükkânlarda işlerini sürdürmektedirler. Her işkolunda olduğu gibi ciltçilikte de makineleşme söz konusu olduğundan kısa sürede çok sayıda kitap ciltleyen modern işyerleri de a-çılmıştır. Ciltçilerin birçoğu da hazır cilt kapaklanyla kitap ya da ansiklopedi ciltlemektedir. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde, Güzel Sanatlar Akademisi döneminde başlayan ciltçilik dersleri bugün de verilmektedir. Sü-leymaniye Kütüphanesi'nde de klasik Osmanlı ciltçiliği sürdürülmektedir.
Kaynaklarda ünlü Osmanlı ciltçileri arasında Yedikuleli Alaeddin, Mehmed Çelebi (I. Süleyman [Kanuni] dönemi), Süleyman Çelebi, Kara Mehmed, Mehmed Abdî, Mehmed Yadigâr, Pîr Davud, Cafer Eyyubî, Ali Yusuf, Süleyman Emek-dâr, Mehmed Halife, Hatif Ali, Lazgrad-lızade Ahmed Efendi (II. Mahmud dönemi), Râşid Efendi (ö. 1868), Salih Efendi ve Şevki'nin Mehmed, Ali Üsküdarî (III. Ahmed dönemi), Hacı Lâtif Efendi, Yesârîzade Arif Efendi (ö. 1864), Hımhım Arif (ö. 1864), Şişman Aziz (ö. 1868), Basri Efendi (ö. 1868), Hacı Said Efendi (kitap tamirinde ve yapışmış yaprakları ayırmada da [vassallık] usta, ö. 1869), Âşık Osman (ö. 1873), Kasımpaşalı Hafız (ö. 1879) ve kardeşi Tosun (ö. 1865), Leb-beyk Hafız, Pepehî Hafız Efendi, Solak Sinan, Hasan Efendi'nin adları geçmektedir. Son dönemin ünlü ciltçileri arasında da Necmettin Okyay (1883-1976), Sacid Okyay ve Sami Okyay, Mustafa Düzgünman, Fethi Demir, Nurettin Uy-can, Nevzat Özbolsoy, Bilgin Danabaş, ibrahim Terzi, Mecdi Nevin Tanrıkorur, İslâm Çeçen, Rafet Güngör, ibrahim Kurnaz ve Yusuf Subaşı ilk akla gelenlerdir.
Dostları ilə paylaş: |