Bibi. Haririzade, Tibyân, vr 212a-2l6b; Vicdanî, Tomar-Halvetiye, 96-98; Vassaf, Sefine, V, 37-54; K. Nomer, "Erenden, ibrahim Fahreddin", ISTA, K, 51-58; "Cerrahi Tekkeleri",
CERRAHÎLİK
416
417
CERRAHPAŞA
Cerrahî tacı. Sefer Dal koleksiyonu
İSTA, VII, 3501-3502; J. S. Trimingham, The Sufî Orders in islam, Oxford, 1971, s. 76; R. Serin, islâm Tasavvufunda Halvetîlik ve Hal-vetîler, İst., 1984, s. 136-138; S. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, ist., 1981, s. 247-249; Ş. Yola, Schejch Nureddin Mehmed Cerrahi una sein Orden, Berlin, 1982, s. 38-44; ay, "Cerra-hiyye", DİA, VII, 416-420; F. Atacan, Sosyal Değişme ve Tarikat: Cerrahiler, İst., 1990.
ÖMER TUĞRUL İNANÇER-M. BAHA TANMAN Zikir Usulü ve Musiki Cerrahîlik temelde Halvetîliğin bir kolu olduğundan, Cerrahî ayini bütün Halve-tîlerde olduğu gibi "devranı" hareketle, yani dönerek icra edilir. Karagümrük'te-ki âsitanede pazartesi günü öğleden sonra ayin düzenlenirdi.
Namaz kılındıktan sonra, zikre katılacak olanlar, ağzı makam postuna karşı açık olacak biçimde zikir halkasını oluştururlar. Hilalin yıldızını andıran mavi makam postunun sağında ve solundaki iki kırmızı post sertabbah (aşçıbaşı) ve ser-tarik postlarıdır.
Postnişin selam vererek girdiği semahanede makam postuna geçtiğinde herkes oturur. Özel bestesiyle topluca yüksek sesle okunan salavattan sonra Fatiha okunur. Sonra gene topluca, özel bestesiyle "Salat-ı Kemaliye" ve "Salat-ı Kutbi-ye" okunur. Şeyhin belirlediği, çeşitli tevhit açma usul ve makamlarından birine göre "kelime-i tevhid" okunur. "Lailahe" denirken başlar sağa, "İllallah" denirken sola, kalbe doğru çevrilerek bir hareket ahengi sağlanır. Bu sırada zâkirler zikre uygun ilahiler okurlar. İlahi bittiğinde tevhit makamh olarak değil, konuşma sesiyle devam ettirilir. Bu şekilde süren tevhit sırasında, zâkirbaşı veya bir zâkir kaside okumaya başlar. Kasidede belli aralıklarla beş veya yedi defa perde kaldırılıp indirilir. Perde her tizleştirildiğin-de zikrin temposu biraz hızlandırılır, pes-leştirildiğinde ise biraz ağırlaştırılır. Okunan kasideyi yazanın adı geçince tevhide "kalbî" (harfler belli edilmeden) olarak devam edilir. Kalbî tevhit daha ağır
tempoda, darbeli seda ile okunur. Şeyhin "İllallah" sesiyle tevhit bitirilir.
Tevhitten sonra ya bir "aşr-ı şerif' ile kısa bir dua okunur ya da "İsmi-i celal" (Allah) zikrine başlanır. Belli sayıda Allah adı zikrinden sonra gene belli sayıda "Hû" adı tekrarlanır. Şeyhin "İllâ hû" sesiyle oturtularak sürdürülen bu zikir sona erer.
Bazen İsm-i celalden önce zâkirlerden biri bir "durak" okur. Dua, ism-i Hû ve Fatiha'nın ardından şeyh ellerini yere vurarak ayağa kalktığında herkes kalkar, hilal şeklindeki halkanın ağzı kapatılarak kapalı çember oluşturulur. Bu sırada, zikre geçmeden, herkesin katılmasıyla "Cumhur İlahi" okunur. İlahi okunurken ritme uygun olarak iki tarafa doğru hafifçe sallanılır. İlahinin sonunda şeyhin üç defa "İsm-i pak, cism-i pak, nesl-i pak Hz Muhammed Mustafa râ salavat" demesiyle okunan üç salavattan sonra gene şeyhin "Ya Allah hû" demesiyle dönerek zikre başlanır. Dervişler sağ elleri yukarıya, sol elleri aşağıya bakacak biçimde el ele tutuşarak -tutuşurken de birbirlerinin ellerini öperek- sola (yani kalbe) doğru yan adımlar atarlar, sol ayağı sol yana atıp sağı yanına çekerek çok ağır adımlarla dönerek yürümeye başlarlar. Bu sırada başlarını da adımlarına uygun olarak sağa, sola çevirirler. Her adımda bir kere olmak üzere "Hû" adı tekrarlanır. Zâkirler üçüncü "Hû" ile birlikte zikrin perde ve ritmine uygun bir ilahi okumaya başlarlar. İlahi şairinin adı okunduğunda şeyh ayağını yere vurarak "Haay" diye seslenir. Bu işaretle dervişler "Hû" yerine "Hay" zikrine geçerler. Daha sonra sesli "Hay" zikri, kalbî "Hay" zikrine dönüşür. "Hay" adına geçildiğinde zâkirlerden kullanmasını bilenler bendir, mazhar, kudüm, harfle gibi vurma sazları çalmaya başlarlar. Muharrem ayındaki ayinlerde, Hz Hüseyin ile Kerbela şehitlerine saygı ifadesi olarak, vurma saz kullanılmaz. "Hay" zikri başladığında, âsitanede sertarîk, şeyhin tacını ve hırkasını alarak makam postunun üstüne koyar. Bütün halifeler taç ve hırkalarını çıkarır, dallı arakıyelerini giyerler. Sadece zâkirbaşı, eğer halife ise, tacını, hırkasını çıkarmaz, ama dev^ ram yönetme görevi kendisine verilirse o da çıkarır. "Hû" zikri sırasında el ele tutuşmuş olan dervişler "Hay" adına geçildiğinde sol kollarını yanmdakinin omzuna, sağ ellerini de sağındakinin beline koyarlar. Buna "kol atmak" denir. Kol atıldığında zâkirbaşı halkaya girmişse, ayrılıp devrandan çıkar, zâkir maksuresine gider. Şeyh de isterse, halkadan ayrılıp yüzü kıbleye veya tarikatın kurucusu Nureddin Cerrahî'nin sandukasına dönük olarak "kütüphane" denen meydanın ortasında durarak ayini yönetebilir.
Zikir sürerken zâkirler de ilahi okumayı sürdürürler. Devranın ritmi gitgide hızlanır. Hızlandığında adım atma biçimi de değiştirilir ve sol ayağın yanına çekilen sağ ayak artık sol ayağın arkasına
atılır. Böylece sol ayak halkanın içinde, sağ ayak dışında bulunmuş olur. Okunmakta olan ilahilerin arasında bir zâkir kısa kasideler okuyarak "taksim" eder. Taksimle makam da değiştirilebilir. Taksimler, kalbî "Hay" zikrinde ney ile de icra edilebilir. "Hay" zikri sonunda bazen "Bedevî topu" (bak. Bedevîlik) oluşturulur. Ayinin bu safhası şeyhin "İllallah" demesiyle biter. "Hay" adı ile devam eden devran sırasında, sertarîk zikir halkasının dışına çıkarak makam postunun önünde Fatiha okuduktan sonra, sola doğru dönen devranın aksi yönde yürüyerek bazı esmalar okur, adeta zikir halkasını tavaf edermişçesine üç defa devreder ve gene makam postu önünde bir Fatiha okuyup tekrar halkaya girer. Sadece âsitaneye özgü bu zikre "Top Zikri" denir.
Bu "Hay" devranından sonra, ayini yönetenin "Ya Mevlâm hay hay hû" demesiyle ayinin "Vefa Devri" başlar. Sağ el öne, sol el arkay^HIzlîtılârak el eleTu-tuşulup kütüphane solda bırakılacak biçimde, halka halinde yürünülen Vefa Devri sırasında da zâkirler ilahi okurlar. Birkaç devirden sonra Vefa Devri biter. Sonra ya ayakta durarak ya da devranın başında olduğu gibi sola doğru yürünerek "Hû" zikrine başlanır. Belli sayıdaki "Hû"dan sonra zâkirler özel besteli tevhit ve salavat okurlar, sonunda bir zâkir yüksek sesle özel bir dua okur ve "Hû" zikri "İlla hû" sesiyle bitirilir. Herkes yerine oturur, okunan aşr-ı şerifi dinler. Kısa bir duadan sonra Fatiha edilir. Sonra topluca tekbir okunur, daha sonra da sıra özel olarak düzenlenmiş dua demek olan "gülbank" okumaya gelir. Bir kişinin okuduğu gülbank sırasında hazır bulunanların hepsi çok yüksek olmayan bir sesle "Allah Allah" diyerek gülbankı dinlerler. Gülbank sonunda "Ya Allah hû" denildiğinde yer öpülerek ayağa kalkılır. Topluca tarikatın kurucusunun türbesine doğru dönülerek Fatiha okunur. Selam alınıp verilmesiyle ayin tamamlanır.
Cerrahîlikte ayrıca "Kuûd tevhidi" "tavaf tevhidi" ve "usul" adıyla bilinen ve yalnızca bu tarikata mahsus zikir türleri de vardır.
Cerrahîliğin yayıldığı yıllar Türk tasavvuf musikisinin en gelişmiş dönemleridir. Musiki açısından asıl görevi ayin sırasında zikrin perde ve ritmine, genel ortam ile içinde bulunulan duruma uygun ilahiler okuyarak ve okutarak ayine ayrı bir coşkunluk ve heyecan katmak olan zâkirbaşılık çok geniş bir repertu-var, iyi bir musiki bilgisi ve icra yeteneği, özellikle de zikir ayini düzenini iyi bilmeyi gerektiriyordu. Cerrahî Âsitane-si'nde bütün bu özellikleri taşıyan birçok değerli zâkirbaşı yetişmiştir. Şeyh İsmail Efendi (ö. 1822), Şeyh Mustafa Efendi (ö. 1827), Şeyh İsmail Efendi (Kambur Hafız) (ö. 1839), Şeyh Salih Efendi (ö. 1852), Yağlıkçılar kâhyası Şeyh Salih E-fendi (ö. 1869), Yorgancı Şeyh Ömer E-fendi (ö. 1872), Tahta Minare şeyhi Şeyh Hafız Mehmed Efendi (ö. 1873), Şeyh
Hafız Hüseyin Efendi (ö. 1901), Şeyh Mustafa Efendi (ö. 1915) bunlardan bazılarıdır. Öteki Cerrahî tekkelerinde de değerli zâkirbaşılar yetişmiştir. Örneğin, Dede Efendi'nin öğrencisi, Zekâi Dede ile Hacı Arif Bey'in hocası, tanınmış besteci Eyyübî Mehmed Bey, Eyüp Otakçı-lar Yokuşu'ndaki Cerrahî tekkesinin zâ-kirbaşıydı. Sertarikzade, Eyüp Hatuniye tekkeleri ile Nureddin Âsitanesi'nde zâkirbaşılık eden Eğrikapılı Şeyh Mehmed Efendi de (1846-1916) ilahiler bestelemiş bilgili bir musikiciydi.
Tekkelerin kapatıldığı 1925'te âsita-nenin postnişini olan Şeyh İbrahim Fah-reddin (Erenden) Cerrahî tarikatı kültürünün özellikle de musikilerinin günümüze ulaşmasına katkıda bulunmuştur. Fahreddin Efendi'nin öğrencisi Muzaffer Ozak (1916-1985) çeşitli makamlardan birçok ilahi bestelemiştir. Zikir ayininde-ki özel musiki tarzlarını iyi bilen Ozak, Itrîye ait olduğu söylenen, makamlı teravih namazı kıldırma fikrinin de uygu-layıcılarındandi; yirmi üç yıl Süleymani-ye Camii'nde bu usule göre fahri olarak teravih namazı kıldırmıştı. Gene Fahreddin Efendi'nin öğrencilerinden Kemal Evren de (ö. 1986) geleneksel tekke tavrını iyi icra eden bir musikiciydi. Fahreddin Efendi'nin öğrencilerinden biri olan Sefer Dal da tasavvuf musikisinin inceliklerini bilen, repertuvarı çok geniş olan ve birçok ilahi bestelemiş bir musi-kicidir. Şeyh Fahreddin Efendi'nin bu öğrencilerinin öğrencisi olan Ahmet Öz-han günümüzde geleneksel tekke tavrıyla tasavvuf musikisi eserleri okuyan bir sanatçıdır.
ÖMER TUĞRUL İNANÇER
Cerrahpaşa
İstanbul Ansiklopedisi
CERRAHPAŞA
Aksaray, Samatya ve Millet caddeleri a-rasında Kocamustafapaşa semtine çıkan anayol üzerinde günümüzde hastanesi ile bilinen semt.
Aksaray, Haseki, Davutpaşa, Esekapı, Langa, İnebey gibi bir kısmı bugün kaybolmuş semtler arasında bulunan Cerrahpaşa, II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) Hobyar, Keyci Hatun, Hacı Timur, İsa Kapısı mahallelerinden oluşmakta idi. 15-16. yy kaynaklarında semtin adına Hobyar ve Avratpazarı olarak rastlanılmaktadır. 1930'larda bir kısım yaşlıların Cerrahpaşalıyım yerine Hobyarlı-yım dedikleri de bilinmektedir. Avratpazarı adının Bizans döneminden beri devam edegelen ve bu civarda esir ticareti yapan dükkânlardan kaynaklandığı bilinmektedir. 19öO'lı yıllara kadar Davutpaşa Lisesi karşısında ayakta kalan Esir-cibaşı Konağı ve halen bir kısım mimari izlerine rastlanan arasta bu civarda yapılan esir ticaretini doğrulamaktadır.
Cerrahpaşa, Aksaray'ı Kocamustafapa-şa'ya bağlayan anacadde üzerinde bir sıra paşa konakları ve camileri arasında yer almış bir semttir. Bu yol üzerinde sırasıyla Murad Paşa, Yusuf Paşa, Cerrah Paşa, Davud Paşa, Hekimoğlu Ali Paşa, Koca Mustafa Paşa gibi ünlü devlet a-damlarının yaptırdığı camilerin bulunduğu gözlenmektedir. I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) Aksaray' dan Cerrahpaşa'ya ulaşan hafif yokuş yolun adı bu sokak üzerindeki Fatih dönemi camilerinden Ahmed Kethüda (Semi Molla) Mescidi haziresinde gömülü olan Tozkoparan Ahmed Ağa'ya(-+) izafetle "Tozkoparan Yolu" olarak da anı-
lagelmiştir. Semtin günümüzde kullanılan adına kavuşması ise III. Mehmed dönemi (1595-1603) sadrazamlarından Cerrah Mehmed Paşa'mn bir külliye inşa ettirmesiyle olur (bak. Cerrah Mehmed Paşa Külliyesi). Bu tarihten sonra semtin adı Cerrahpaşa olarak anılmaya başlar. Cerrahpaşa Hobyar, Kürkçübaşı, Ahmed Kethüda, Canbaziye mahallelerinin tamamı ve Keyci Hatun, Başçı Hacı Mahmud mahallelerinin bir kısmından oluşan bir semt-i meşhurdur. Bugün bu mahallelerin bir kısmı unutulmuş ve Cerrahpaşa Hastanesi'nin genişlemesi nedeniyle yok olmuştur.
Semtin adını yaşatan en önemli kurum Cerrahpaşa Hastanesi'dir(->) Hastane, semtin adım- unu Kurmamakla birlikte kurulduğundan beri sürekli artan hasta ve yatak ihtiyacını karşılamak için yavaş yavaş gelişerek etrafındaki binaları, arsaları, eski eserleri yutarak semtin dokusunu kaybetmesine, bazı sokak ve mahallelerin yok olmasına neden olmuştur. Bu büyük kuruluşun kapsadığı alan içinde eskiden çevrelerinde küçük mahallelerin bulunduğu beş mescit, pek çok çeşme yer almaktaydı. Birçok eski eser bu büyüme içerisinde yok olmuştur.
Yusufpaşa'dan Langa İnebey Caddesi ve Davutpaşa'dan Haseki Külliyesi Caddesi ile Davutpaşa İskelesi-Samatya Cad-desi'nin sınırladığı Cerrahpaşa semtindeki ahşap konaklardan günümüze birkaç tanesi kalmıştır. Bunların en önemlilerinden biri Yağcızade Konağı adıyla da bilinen Cerrahi Konağı'.dır. Bugün kısmen harap ve çökmüş olarak anacadde üzerinde bulunan bu konakta l678'de Cerrahîliğin kurucusu Nureddin Cerra-
CERRAHPAŞA HASTANESİ
418
419
CEVAD PAŞA TÜRBESİ
İSÜ
Cerrahpaşa Hastanesi'nin bugün dekanlık olarak kullanılan binası. Erkin Emiroğlu
hî(-0 doğmuştur. Bir başka önemli yapı da Abdülkadir Töre'nin konağıdır. Cerrah Mehmed Paşa Camii'nin sırasında bulunan bu konak halen sağlamdır ve mesken olarak kullanılmaktadır. Gül-şen-i Musiki Mektebi adı ile müzik eğitimi faaliyetine de sahne olan bu konak, cami gibi Marmara Denizi'ne bakan bir yerdedir. Cerrahpaşa semtinin isimleri bilinen fakat günümüzde mevcut olmayan başka konakları da vardır. Bunlardan Aksaray-Cerrahpaşa sınırındaki Akif Paşa Konağı, Mirkelam Konağı, Aksaray Mahmudiye İlköğretim Okulu karşısındaki Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi Konağı, yerine Cerrahpaşa Hastanesi inşa edilen Takiyeddin Paşa Konağı, hastanenin biraz gerisinde ve karşısında Şeyhülislam Çelebizade Hüseyin Hüsnü E-fendi Konağı, Cerrahpaşa Hastanesi gelişim sahasında kalarak yıkılan Gazi Osman Paşa'nın mühürdarı Naim Bey'in konağı, günümüze kadar ulaşamayan ahşap sivil mimari örnekleri idiler.
Semtin günümüzde ayakta duran ve başta sahil yolu olmak üzere Marmara Denizi kıyısındaki bütün mevkilerden görülebilen büyük kagir bir binası vardır ki, semt halkı tarafından bulgur alım sa-ttmındaki suiistimal sonucu kazanılan paralar ile yapıldığına inanılarak "Bulgur Palas" adı verilmiştir. Bugün Osmanlı Ban-kası'nın malı olan bu bina Bolu Mebusu Habib Bey'in konağıdır.
Cerrahpaşa semtindeki çeşmeler genellikle hazire duvarlarına bitişik ve sokak köşelerindedir. Cerrah Mehmed Paşa Camii'nin duvarına bitişik çeşme klasik üsluptadır. Yine Canbaziye Mescidi Haziresi'nin duvarına bitişik Keçecizade sülalesinden Kâzım Bey Çeşmesi çok zariftir. Cerrahpaşa'da bugün var olmayan iki hamam bulunmaktaydı. Bunlar semte adım veren külliyenin bir parçası olan Cerrah Mehmed Paşa Çiftehamamı ve şimdiki Davutpaşa Lisesi karşısında hastane gelişim sahasının içinde yok olan Çardaklı Hamam'dır. Cerrah Paşa Hamamı 1934'te 500 lira vergi borcundan dolayı yıktırılmıştır. Bu eserin kurtarılması hakkında Süheyl Ünver o günlerde pek çok yayın yapmıştır. Çardaklı Hamam'ın yıkanmalık kısmı 1940'lı yıllara kadar durduğunu ve mesken olarak kullanıldığını yapıyı gören Şinasi Akbatu'dan öğrenmekteyiz. Cerrahpaşa'da Bayram Paşa Medresesi ile Cerrah Mehmed Paşa Camii'nin karşısındaki Gevherhan Sultan Medresesi bugün de durmaktadırlar.
Cerrahpaşa'da tasavvuf kültürünün temsilcileri olarak Bayrampaşa Tekkesi (Nakşî-Kadirî), Taştekneler Dergâhı (Ka-dirî), Bekâr Bey Tekkesi (Rıfaî), Kubbe Tekkesi (Rıfaî) bulunmaktaydı. Bunlardan Bekâr Bey Tekkesi günümüzde mevcut değildir. Şerefeddin Yaltkaya, Şeyh Arif Efendi (Yaltkaya), Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Reşat Mimaroğlu, istanbul Üniversitesi Kütüphanesi Müdürü Nurettin Kalkandelen, Takvimci Y. Ziya Gökçe, Naşit Özcan, Kavuklu Hamdi, Kavuklu Ali Bey, Prof. Dr. Sarım Çelebioğlu,
Hattat Şevki Efendi Cerrahpaşa'dan yetişmiş ünlü şahsiyetlerdendir.
Semtte 1930'lu yıllarda pek çok musikişinas oturmuştur. Cerrahpaşa'da bulunan Gülşen-i Musiki Mektebi başlıbaşına bir ekol olmuş ve bu ekolden ünlü musikişinas ve sahaf Ekrem Karadeniz yetişmiştir. Hemen bu binanın yanında udi ve rebabi bestekâr Cahit Gözkan'ın evi vardır. Bu evde Yekta Akıncı, Süleyman Erguner, Ulvi Erguner, Özbekler Tekkesi son şeyhi Necmeddin Efendi, naathân Hulusi Bey, Kanî Karaca gibi ünlü besteci ve yorumcuların katılımıyla fasıllar yapılır, yeni eserler tartışılırdı. Tanburi Cemil Bey'in evi de Aksaray ile Cerrahpaşa semtleri arasındaki sınırdaydı. 1968' de yıkılarak yerine apartman yapılmıştır.
Cerrahpaşa büyük istanbul yangınlarından pek fazla etkilenmemiş bir semttir. l693'te ve 1782'de yangın geçirdiği tespit olunan semtin 1918'deki Cibali-Fa-tih-Altımermer yangını denilen büyük yangından çok az etkilendiği, bu yangının adeta semti yalayarak Fmdıkzade ve civarını yakıp Samatya tarafına yöneldiği kayıtlardan anlaşılmaktadır.
19. yy sonu mimari yapılarından günümüze ulaşan binalar bütün İstanbul gibi bu semtte de çok azdır. Günümüze gelebilen örneklerini Küçük Mühendis ve Seyyid Yakup Han sokaklarında görmek mümkündür. Cerrahpaşa Marmara' ya ve Langa bostanlarına bakan bir tepelikte oluştuğundan semtin güneye bakan kısmı manzaralıdır. Bu tepelik Langa bostanlarına doğru kademeli olarak inen setler üzerine inşa edilmiş bahçeli ahşap evler ve köşkler ile kaplanmış i-di. Semtin havası da ünlüydü. Cerrahpaşa Hastanesi'nin havasının temizliği yüzünden bu semtte kurulduğu eski hatıralarda kayıtlıdır.
Bugün Haseki, İstanbul Sosyal Sigortalar, Cerrahpaşa hastanelerinin genişleyerek bir kısım mahalle ve sokakları yok etmeleri ve çirkin yapılaşma nedeniyle semt eski önemini yitirmiştir. Bugün Cerrahpaşa'da oturan, doğma büyüme bu semdi olan kişi ve aileler çok azdır. Semtin ahalisi 1960'lı yıllardan itibaren Kadıköy, Levent, Nişantaşı, Moda gibi yerlere taşınmışlar, yerlerine Karadeniz ve. Balkan kökenli insanlar yerleşmiştir. 1950'lerdeki "imar faaliyetleri" sırasında Haseki Hastanesi önünden Aksaray-Cerrahpaşa yolunu dikleme kesen ve bu yolu Millet Caddesi'ne bağlayan geniş bir cadde açılmıştır. Birçok ahşap ev ve konağın yıkıldığı bu yol genişletme faaliyeti sonucunda Aksaray ile Cerrah Mehmed Paşa Camii arasındaki yol körleş-miş az kullanılan bir sokak şeklini almıştır. Trafik akışını sağlamak için, Adnan Adıvar Caddesi adı verilen bu geniş yol yapılmaya başlanmıştır.
Bibi. Ayverdi, Mahalleler, 27; Öz, İstanbul Camileri, I, 39, 96; Müessesat-ı Hayriye-i Sıhhiye Müdiriyeti, ist., 1327, s. 53-56; K. I. Gür-kan, Cerrahpaşa Hastanesi Tarihi, İst., 1967; A. Süheyl (Ünver), Cerrah Mehmet Paşa Hamamı Hakkında, ist., 1934 (istanbul Belediye Mecmuası'ndan ayrı baskı); ay, 400'üncü Yıl
Dönümü Dolayısile Haseki Hastanesi Tarihçesi, İst., 1939, s. 4; ay, "istanbul Yedinci Tepe Hamamları'na Dair Bazı Notlar", VD, S. 2, 245-251; "Cerrahpaşa", İSTA, VII, 3503-3504; Ayvansarayî, Hadîka, I, 71, 103; İşbu 1294 Senesi Saferinin 22'sinde ve Mart İhtidasında Mebusların Suret-i İntihabına Dair Beyannamedir, îst., 1293, s. 6; Mahallât Esâmisi, 24-26; Sualname, Bi-Tarik-i Hazret-i Pir Sultan Nureddinü l-Cerrahî Kaddesesırrahü'l-ali, İst., 1330, s. 4-5; Ziya, istanbul ve Boğaziçi, I, 419; Ş. Akbatu, İstanbul Hamamları Tarihi (basılmamış eser); N. San-M. B. Zülfi-kar, "Tarihle İçice Bir Eğitim Kurumu: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi", Tıp Tarihi Araştırmaları, S. 4 (1990), s. 41-60; Cezar, Yangınlar; Hacıbeyzade Ahmed Muhtar Bey, Salık Veren Muhibban, İst., 1337/1339 (1921), s. 20; Eyice, İstanbul, 88; (Ülgen), İstanbul, 109-110; M. Sertoğlu, Paşalar Şehri istanbul, İst, 1991, s. 20; Müller-Wiener, Bildlexikon, 392-393, 360; M. Koçgündüz, İstanbul'da Bizans Devrine Ait Anıt ve Yapılar, İst., 1951, s. 91; (Konyalı), Abideler, 26; Bedi N. Şehsuvaroğ-lu, İstanbul'da 500 Yıllık Sağlık Hayatımız, İst., 1953, s. 82; M. Belge, istanbul Gezi Rehberi, İst., 1993, s. 99.
EMİN NEDRET İŞLİ
CERRAHPAŞA HASTANESİ
Cerrahpaşa semtinde bugün İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne bağlı hastane.
Kuruluşu 19. yy'm sonlarına uzanır. 1893'te İstanbul'da görülen kolera salgınında Cerrahpaşa'daki Takiyeddin Paşa Konağı şehremanetince satın alınarak salgın süresince hastane olarak kullanılmıştı. Daha sonra Dördüncü Daire-i Beledi-ye'nin yerleştirildiği konağın bahçesine 1909'da bir de pavyon yapılmıştı. O civarda oturan kadınlar Haseki Nisa Hasta-nesi'nde tedavi edilmekteydiler. Ancak erkeklerin kabul edileceği bir hastane yoktu. Bu nedenle 1910'da şehremaneti-ne bağlı olarak kurulan Müessesat-ı Hayriye-i Sıhhiye İdaresi Takiyeddin Paşa Konağı'nı erkeklere mahsus bir hastane olarak işletmeyi kararlaştırdı. Bina boşaltılıp onarımdan geçirilerek 23 Temmuz 1910'da Cerrahpaşa Zükûr Hastanesi adıyla faaliyete geçirildi. Son sistemle donatılmış bir belediye hastanesi olarak 10p yatakla hasta kabul etmeye başlayan hastanenin açılışından bir süre sonra İstanbul'da tekrar bir kolera salgını çıkması üzerine bahçeye 24 yataklı bir pavyon inşa edilerek koleralılara ayrılmıştı. Bir süre sonra koleralı hastalar Serviburnu Tahaffuzhanesi'ne nakledilerek salgın boyunca bu pavyon erkeklere ait bir tecrithane olarak kullanılmıştır. Kadınlar ise Avrupa'dan getirtilen 12 yataklı bir pavyona yerleştirilmiştir. Salgın bittikten sonra bu barakalara bulaşıcı hastalıklar, deri hastalıkları, karantina ve verem hastaları yerleştirilmiştir.
Kolera salgınını izleyen 1911 kışının çok şiddetli geçmesi hasta sayısını artırınca, seyyar pavyon cerrahi hastalıklara, büyük pavyon ise frengili hastalara ayrılarak yatak sayısı 110'a çıkarıldı. A-yakta muayene ve tedavi için de üç odalı bir muayenehane yaptırıldı. Bu arada hastanenin genişletilmesi için civardaki bazı evler satın alındı, eski şeyhülislam-
lardan Cemaleddin Efendi de, bahçeye bitişik olan geniş arazisini hastaneye bağışladı. 1912'de Takiyeddin Paşa Konağı yıktırıldı, yerine dar bir koridorla bağlanan iki kagir bina (bugünkü dekanlık) inşa edildi. Birinci binaya idare, poliklinik, göz, kulak-burun-boğaz ve eczane, ikincisinin üst katma cerrahi ve ameliyathaneler, alt katına ise dahiliye servisi yerleştirilmiştir.
14 Aralık 1913 tarihli Hastaneler Tali-matnamesi'ne göre hastanenin cerrahiye (20), dahiliye (40), sâriye (bulaşıcı hastalıklar) (20), üzniye, hançereviye ve enfiye (kulak-burun-boğaz) (10) ile zühreviye ve cildiye (20) olmak üzere 5 servisinde toplam 110 yatağı vardı. Ayrıca emraz ve ameliyat-ı esnan (diş ameliyatı ve hastalıkları) şubesi, röntgen ve tedavi-i elektrikî (elektrikle tedavi), kimya, teş-rih-i marazi (patolojik anatomi) ve bakteriyoloji laboratuvarları ile bir de muayenehanesi bulunmaktaydı.
1925'te bir ara Haydarpaşa'daki Tıp Fakültesi'nin son sınıfı Cerrahpaşa'ya nakledildi, fakat yer darlığından ertesi yıl tekrar Haydarpaşa'ya döndü. 1927-1930 arasında Vali ve Belediye Reisi Mu-hiddin Üstündağ hastane arsasını doğuya doğru genişleterek bir dahiliye pavyonu inşa ettirdi ve yatak sayısı 250'yi buldu.
Tıp Fakültesi'nin Haydarpaşa'daki hariciye, I. dahiliye ve göz klinikleri 1933' te Cerrahpaşa Hastanesi'ne taşındı. Dahiliye ve cerrahi klinikleri arasına ilk dershane ve patoloji laboratuvarı inşa edildi, 300 yalağa ulaşan hastanenin eksikleri büyük ölçüde giderildi.
1940'ta Dr. Ziya Gün'ün bağışı ile yapılan 60 yataklı göz pavyonu, 1941'de
deri ve frengi servisi, 1943'te de yeni cerrahi binası faaliyete geçti. Eski cerrahi servisinin bir katında yeni bir dahiliye, ikinci katında da 40 yataklı bir üroloji kliniği açıldı. 1947'de yeni poliklinik binasında hasta kabul edilmeye başlandı, verem pavyonu ve I. kadın-doğum ile çocuk klinikleri açıldı, yatak sayısı 724'e yükseldi. 1951'de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ndeki nöroloji kliniği de Cerrahpaşa'ya taşındı.
Hastanenin arsası belediyeye, binaların bir bölümü ise İstanbul Üniversitesi' ne aitti. 1967'de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi kurulunca belediye ile bir anlaşma yapılarak hastane bütünüyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne devredildi. 1976'da yeni bir iç hastalıkları kliniği yapıldı, 1979' da da enstitüler yeni binasına taşındı. Hastane arsası istimlaklerle genişletilerek denize kadar indi. Göz, kulak-burun-boğaz, üroloji, deri hastalıkları, nöroloji, fizik tedavi, psikiyatri ve fizyoloji kliniklerinin yeni yapılarına yerleşmesi kütüphane ve oditorium binalarının hizmete girmesiyle fakülte hastanesi olarak gelişmesini sürdürdü.
Bugün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin bütün birimlerinin yer aldığı, 2.300 yataklı, tam teşekküllü modern bir üniversite hastanesi ve bir tıp merkezi olarak faaliyetini sürdürmektedir.
Dostları ilə paylaş: |