Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə105/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   101   102   103   104   105   106   107   108   ...   134

CUMHURİYET DÖNEMİ

448

449

CUMHURİYET DÖNEMİ

dır. İstanbul'un mekânlarına, Galata'ya, Kız Kulesi'ne, Beyoğlu'na bakışında bir kameranın saptamalarını andıran bir izlenimciliğe rastlanır.

Metin Eloğlu'nün şiirindeki istanbul' unda gülümseme ile burukluk bir aradadır. Kara mizahla bezeli şiirinde semtler çizilir.

Can Yücel'de bu gülümseme sert bir toplumcu yergiye dönüşür. Kendinden önceki saf edebiyatın anlayışına tepki gösterir.

Cahit Irgat, günlük yaşamın İstanbul' unu ve insanlarını anlatır. Bu insanlar çaresizdir, kırgındır, buruktur.

Özdemir Asaf, belli bir semti, belli bir İstanbul'u anlatmamasına rağmen, bir İstanbul şairidir. Soyut şiir kuramı, onu sınıflandırmada İstanbullu şairlerin içinde değerlendirmeyi gerekli kılar.

Sezai Karakoç, bazı şiirlerinde, İstanbul'a kendi şiirsel anlayışı içinde farklı bakışı ile dikkati çekti.

Gerçek dünyanın izdüşümünü kaybetmeden, İstanbul üzerine fantastik çeşitlemeler yapar Nazlı Eray.



Sisler Bulvarinın şairi Attilâ İlhan değişik dönemlerin, farklı boyutlar, farklı politik görüşler, farklı cinsel tercihlerin İstanbul'unu şiirlerinde ve romanlarında işledi.

Aziz Nesin, adadaki çocukluk günlerinde, ekonomik yoksunluğun doğurduğu söylem farklarını dile getirirken, istanbul ahalisinden ilgi çekici kesitler sundu.

İlhan Berk için İstanbul tükenmez bir şiir kaynağı, hattâ şiirinin nesnesidir. Yaşamıyla, tarihiyle ve bütün insanıyla Pe-ra, onda yoğun imgeler birikiminde görünür.

Demir Özlü, özdeşleşme ile yabancılaşmayı bir arada yaşadığı bir Beyoğlu yaratmıştır. İstanbul, Demir Özlü'nün her zurnan dekoru olmuştur. Beyoğlu, onda bireysel yaşantı ile nesnel değişimin objesidir.

Tezer Özlü, bir yanda Beyoğlu'nun bohem yaşamını, bir yanda da 1950'li yılların İstanbul'unu anlattı.

Ece Ayhan, İstanbul'a bir kaleydoskoptan baktı, burada eski kantocular, intihar eden eski şairler, fahişeler, mektep kaçkını çocuklar görülüyordu. Asilerin İstanbul'unu asi bir şiirde dile getirdi.

İstanbul'un çizgidışı insanları, Cezmi Ersöz'de bir portreler galerisine dönüştü.

Hikayeci Onat Kutlar, Pera şiirlerinde İstanbul tatlarını çeşitledi.

Beyoğlu, sinemaları, tiyatroları, Levanten yaşamı ile belgesel kimliğini Gio-vanni Scognamillo'da buldu.

Azınlıklar, İstanbul'un kendine özgü kozmopolitliğinde, yaşamda ve edebiyatta her zaman önemli yer tutmuşlardır.

Sevim Burak, öylesine bir Kuzguncuk anlatmıştır ki, yaşamdan gelenle edebiyatın gücü, başarılı bir sentezi sağlamıştır. İstanbul'un Levanten yaşamının renkliliği onda gözükür.

Azınlıkların, farklı mekanlardaki öy-

külerini de Mario Levi ve E. Emine'de buluruz.

İstanbul kültürünün üç mozaiğini o-luşturan Çingeneler de, Osman Cemal Kaygılı'nın aynı adlı kitabının kahramanları oldu. Serseriler, kabadayılar da onun kişileriydi.

Kent içine hapsolmuş günümüz Çingenelerini ise kendi dilleriyle Metin Kaçan yazdı.

Zeyyat Selimoğlu, deniz emekçilerini ve onların gemiden ayrılıp karaya vuruşlarını hikâyeleştirdi. Ada, limanlar, uzak yoldan İstanbul'a dönenler, yabancı deniz insanları, kendi denizlerini İstanbul denizinde arayanlar onun hikâyelerinde en başarılı anlatımını buldu.

Cihat Burak'ı, İstanbul'un değişen insan yapısı ilgilendirdi. Öykülerinde İstanbul'un yeni "ahalisine" müstehzi bir edayla baktı.

Tomris Uyar, orta sınıf kadınlarının her zaman incinmeye hazır dünyalarını, yaşamlarından kırıntıları aktardı.

Turgut Uyar'ın, özellikle son dönem şiirlerinde, İstanbul insanı ön plana çıkar. Eserlerinde bu şehirle uyum sağlayamayan insanların şiirsel öyküsü dikkati çeker. İstanbul'a geniş panoramik bir açıdan değil, bir pencereden bakar.

Edip Cansever'in şiirlerini somut bir semte bağlamak onun şiirine ters düşer. Ama, Bezik Oynayan Kadınlardan Ben Ruhi Bey Nasıhm'a kadar bütün atmosfer bu kentindir.

Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun şiirlerin-deki İstanbul, resimlerindeki İstanbul'a benzer: Sevecen, rengârenk, halk şiirinin motifleriyle bezeli bir İstanbul...

Faruk Nafiz Çamlıbel için İstanbul, adına şiir yazılabilecek bütün güzellikleri kendinde toplayan bir beldeydi.

Fazıl Hüsnü Dağlarca, istanbul Fethi Destanı ile bu kentin tarihini, toplumları etkileyen kültürel ve sosyal yapısını, güzelliklerini, şiire kaynaklık etme gücünü gösterdi.

Necati Cumalı, günlük yaşamdan kesitlerin şiiriyle İstanbul'u dile getirdi.

Yeni kuşağın üç yazarı Ümit Kıvanç, Ahmet Yurdakul, Fatih Özgüven farklı üsluplarda yazdıkları romanlarında İstanbul'u mekân seçtiler.

Vedat Türkali, sinema ve sanat dünyasını, gerçekçi bir anlayışla yansıttı. İstanbul'un bir döneminin siyasal panoraması da onun eserlerine ustalıkla yansıdı.

Yılmaz Karakoyunlu, klasik roman geleneğine yaslanarak, Cumhuriyet'in başlangıcından günümüze Türkiye'deki ekonomik, siyasal değişimlerin İstanbul'da yaşayanlara yansıyışını romanlaştırdı.

Enis Batur, İstanbul'a, denemelerinde değinmiştir. Beyoğlu onun için Pera'dır.

Pınar Kür'ün roman mekânı İstanbul' dur. Doğallıkla İstanbullu tiplerdir.

Jale Sancak, genç kuşağın da Pera'yı edebiyat malzemesi olarak kullanabileceğini gösterdi.

Nurten Ay, renkli tipler aracılığıyla, farklı zamanların İstanbul'unu aynı metinde anlattı.

Didem Uslu, büyük aile bağlamında değişen bireysel değerleri ele aldı.

Emel Ebcioğlu'yu, farklı zaman dilimleri içinde bir İstanbullu ailenin değişim serüveni ilgilendirdi.

Ercüment Uçarı, günümüz İstanbul'unun bütün unsurlarını, zengin imge çağrışımlarıyla şiirleştirdi.

Yaşar Kemal, doğa tasvirlerindeki ustalığı, İstanbul'un doğasını söz konusu ederken de gösterdi.

Hilmi Yavuz için İstanbul bir kültür başkentidir. Uygarlık kavramına İstanbul objektifinden bakar.

Cevdet Kudret'in eserlerinde İstanbul, otobiyografik romanlarının önemli malzemesidir. Zor günlerin, savaş yıllarının çalkantılı şehri İstanbul bu kitaplarda ortaya çıkar.

Mahmut Yesari, kaybolmaya ve bozulmaya başlayan İstanbul imajının ilk habercilerindendir. İstanbul'un gündelik hayatına bir röportajcı gibi bakar.

Sabahattin Kudret Aksal, İstanbul'un adını, semtlerini anmasa da, tarzıyla, tavrıyla anlattığı yer İstanbul'dur, şiirlerinde bu açıkça sezilir.

Hulki Aktunç, İstanbul'daki değişimin yazandır. Hikâye ve romanlarında toplumsal değişimi, kaba gerçekçiliğe iltifat etmeden yakalar.

İnci Aral'ın insanları, apartman insanlarıdır. Bir cenderenin içinde yaşamın ruh hali görülür onun kahramanlarında.

Melisa Gürpınar da şiirlerinde ve şiirsel öykülerinde İstanbul'un aile yaşamına, tiplerine yer verdi.

Orhan Pamuk, gerçeklikle fantezinin çarpıştığı yerde romanını yaratır. Orhan Pamuk'un İstanbul'u gizemli değil, fantastiktir. Zaman zaman yüksek apartman pencerelerinden görülen, zaman zaman bir semtinde kaleminin odaklandığı bir yerdir. Geçmişle bugün aynı zamansızlık kuşağında gözükür.

Bir de emekçilerin, ezilenlerin İstanbul'u vardır. Gerçekçi yazarların İstanbul'a bu kesimden ve bu bağlamdan bakmaları edebiyat tarihinin değişmez kuralının yansımasıdır. Gerçekçiler güzellikler kenti İstanbul'da bir de emekçi kesimin yaşadığını, üstelik büyük kentlerde bu e-zilmişliğin daha da boğucu olduğu gerçeğini simgelediler.

Gerçi Orhan Kemal'de de bu vardı, ancak onun "aydınlık gerçekçiliği" kesin çizgilerin içine daha yumuşak bir insan gerçeğini getiriyordu. Köşeler yuvarlanmıyor ama zıtlıklar hayatın olağanlığı içinde yumuşuyordu.

Niyazi Akıncıoğlu'nun "İstanbul" şiiri de, gerçekçi kuşağın başka İstanbul'udur.

Ataol Behramoğlu için de İstanbul, biraz özlemin, biraz hayranlığın simgesidir. Belki de bir şehre şairin dıştan bakışıdır.

Hasan İzzetin Dinamo'yu sınıfsal mücadelenin yapıldığı İstanbul ilgilendirdi. Emekçilerin yoğun kenti İstanbul'un büyüleyici güzelliklerine sıra gelmedi. 1940 toplumcu gerçekçi kuşağının diğer bi-

reyleri, yazarları, şairleriyle aynı objektifi kullandı.

Suat Derviş, Cumhuriyet'in ilk yıllarında, gerçekçi bakışın istanbul'unu anlattı. İstanbul'u bir sınıfın bakış açısıyla değil, çeşitli sınıfların yaşamından kesitlerle sundu.

Arif Damar için bu kent önceleri keşfedilmeyi bekleyen, sonra tutkuyla bağlanılacak bir yer olmuştur. İstanbul'a severek ama ürkerek bakar.

Demirtaş Ceyhun, siyasal olayların örgüsünde İstanbul'u arar. Roman ve öykülerinde, aydınların, toplumsal mücadele verenlerin unutamayacağı serüvenler anlatılır.

Reşat Enis için, belki İstanbul'a bakışı natüralist edebiyat anlayışıyla açıklanabilirdi, denebilir. İstanbul çalışanları, en kötü koşullarda yaşayanları, kısacası grevleriyle, en düşük hayat standardmda-ki insanlarıyla onun eserlerinde vardır.

İstanbul'daki işçi sınıfına Hasan Hüseyin Korkmazgil de Kavel adlı destan şiirinde farklı bir gözle bakar. Burada fabrika dünyasının bilinçli işçisi, sınıf mücadelesi vardır.

Refik Durbaş'ın şiiri, belki de Sait Faik tipi insanların şiire girişiydi. Ticaret ve sanayi merkezi haline gelen eski İstanbul sokaklarında tespih tozları gibi ufalanan çocukların, yeniyetmelerin özgün İstanbul'unu şiire getirdi. Çıraklar, günlük yaşamımızda onun şiiri aracılığıyla önem kazandı.

Rıfat İlgaz için İstanbul, işçi kesiminin ve devlet baskısı altında yaşayan aydınların cehennemiydi. O, mizahla bunu tahammül edilir kıldı. II. Dünya Savaşı' nın karmaşık, baskıcı İstanbul'u gene de sevecen insanlarıyla onda var oldu.

Peride Celal, elbette İstanbul'u eserlerinde kullanmıştır. Mekân İstanbul'dur, ancak bu kullanışın belli bir semtte yoğunlaşması, Addyla gerçekleşti.

Selim İleri, değişmekle değişmemeyi aynı oranda arzulayan İstanbulluları anlattı. Cumhuriyet'in toplumsal yaşamımıza, bireysel varlığımıza etkisini roman ve hikâyelerinde yansıtırken, eski İstanbul' un yaşamından bugüne de iz sürdü.

Bilge Karasu, kimsenin anlatmadığı, Bizans İstanbul'unu anlattı. O da tarihsel perspektiften bir kenti ve kent edebiyatını geliştirdi.

Emre Kongar, tek romanı Hoca Efendinin Sandukası'nda Osmanlı İstanbul'unun medreselerinden humoresk unsurlar taşıyan portreler ve manzaralar sunmuştur.

Nezihe Meriç, istanbul'un bir sokağını konu edinerek, Korsan Çıkmazı romanını yazdı. Meric'in Boğaz tasvirleri de ilgi çekici edebiyat örnekleridir.

Murathan Mungan, geçmiş-bugün-ge-lecek bağlamında bir istanbul imgesi yaratanlardandır. Eserleri araştırmacı bir çalışmanın edebiyatta var olan ürünleridir.

Kemal Özer, İstanbul'a değgin çalışmaları içinde özellikle Haliç'le dikkati çekti. Sonradan belgesel film de olan bu çalışma, modern şiirimizde, 1940 top-

lumcu gerçekçi tutumuyla yeni duyarlığın bir sentezi oldu.

Nedim Gürsel'in öykülerinde ilkgenç-lik yıllarının anıları izleğinde İstanbul anlatılır.

Cumhuriyet döneminde de İstanbul, daha da güçlenerek edebiyattaki egemenliğini sürdürdü. Cumhuriyet, İstanbul olgusuna bakışa farklılık getirdi. İstanbul sadece doğasıyla, Boğaz'ıyla, aşklarıyla edebiyata giren bir şehir olmaktan çıktı, yoksul insanlarıyla da edebiyatın malzemesi oldu.

Kısacası, Cumhuriyet, genel olarak edebiyatta olduğu gibi edebiyatta İstanbul' da da çeşitliliği ve gerçekçiliği yarattı.

DOĞAN HIZLAN



CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI

I. Dünya Savaşı'ndan sonra ağır ve acılı bir işgal dönemi geçiren İstanbul, Cumhuriyet döneminde, iki bin yıllık tarihinin en radikal değişikliklerini yaşadı.

İlk yılların en önemli değişimi, müş-teri-mal sahibi profilinin yenilenmesiy-di. Saray, yüksek bürokrasi, yabancı devlet temsilcileri ve yabancı kurumlar üyelerinden oluşan ve mimardan yüksek hizmet talep eden müşteri portföyü, yerini yeni ticaret ve bürokrasi kesimine ve başlangıçta çok kısıtlı olarak Cumhuriyetçi kamu sektörüne bıraktı. Kamu sektörünün finansman kıtlığı içinde oluşu ve önceliklerin Ankara'ya kaymış olması nedeniyle yapı yatırımları, özellikle prestij yatırımları durdu.

İlk beş yıldan sonra genç Cumhuriyet'in toplumsal gelişme hedeflerinin daha açık belirlenmeye çalışıldığı bir evreye giriliyordu. Cumhuriyet'in kurumlaşma döneminin mimarlığı ve kentsel düzenleme anlayışı, "çağdaş uygarlık düzeyine erişmek" sloganının görüntülerini olabildiğince fiziksel çevreye yansıtmak eğilimindeydi. Hemen tüm büyük kentlerde ortasında Atatürk heykeli veya büstü olan bir "Cumhuriyet Meydanı" düzenleniyor, genellikle meydanla tren istasyonunu birleştiren bir "Gazi Bulvarı" açılıyordu.

istanbul'da ise, daha seçkinci bir yol izleniyor, meydan henüz düzenlenmeden anıt tasarımı için girişimler başlıyordu. Kentin Cumhuriyet'e ve rejime bağlılığını gösteren bu girişimle ve halktan toplanan paralarla bir Cumhuriyet Anı-tı(->) yaptırılıyordu. Anıt, tasarımının tartışılabilirliğine karşın ideolojik işlevini gerçekten yerine getiriyor, giderek kent yaşamına giriyor ve kendine özgü bir tarihe sahip oluyordu. 1928-1938 Yılları / Erken Cumhuriyet Dönemi 1930'lu yıllarda yeniden canlanmaya başlayan yapı sektöründe, kamu yatırımları hâlâ çok sınırlıdır. Canlanan ticaretin gereksindiği hanlar ile konutlar, ev ve a-partmanlar, mimari programın en önemli kalemleridir.

Kentin bu yıllarda en çok gelişen yö-

releri, Taksim çevresinde Ayaspaşa, Talimhane ve Cihangir ile Nişantaşı, Maçka ve Şişli dolaylarıdır. Taksim çevresinde daha 19. yy'da teşekkül etmiş olan ve bitişik düzen yapılanmaya zorlayan parselasyondan ötürü apartmanlar önde gelen konut tipidir. Nişantaşı-Şişli yöresinde de benzer bir yapılaşma vardır ama burada parsellerin görece daha büyük oluşundan ve eski konakların varlığından ötürü bahçeli ev veya büyük konut yapımı olanaklıdır.

Ev veya apartmanlarda Osmanlı ne-oklasik üslubu ile art deco(->) yan yana iki egemen konsepttir. 1930'lu yıllardan başlayarak Osmanlı neoklasik tasarım geride kalıp silinirken bazı art deco öğeler ve biçimler taşıyan bir rasyonalist üslup öne çıkmaktadır. Cumhuriyet'in giderek öne çıkan yenilikçi, progresist ve aydınlanmacı ideolojisi ve geçmişle bağlan koparmakta kararlı siyaseti I. Milli Mimari Üslubu'nu geriletmekte ve mo-dernizme yönelinmektedir. Modernist mimarinin ve sanatın rasyonalist ve aydınlanmacı düşünce temeliyle örtüşen Cumhuriyetçi eğilim, etkisini gösterecek ve 1930'lu yıllarda Türkiye'de, bütün dünyada olduğundan daha kolaylıkla modern mimari konsepti kabul görecek ve yaygınlaşacaktı.

istanbul'un yeni gelişen semtlerinde yoğunlaşmak üzere ev ve apartmanlarda artık modern biçimler hem de hayli düzeyli bir biçimde kullanılacaktı. Öyle ki, bütün yıkımlara karşın Cihangir veya Nişantaşı'nda ya da Ayaspaşa'da 1930'lu yılların bu erken modernist örneklerine hâlâ rastlanabilmektedir.

Henüz büyük devlet siparişlerini almadıkları, konut ve işhanı gibi özel yapımları projelendirdikleri bu ilk yıllarda genç kuşağın büyük bir hevesle ve şaşılacak bir özgüven ve beceriyle modern mimariyi uyguladıkları görülmektedir. Tasarımlar genellikle Viyana Puriste'leri ile Le Corbusier'nin erken rasyonalizminin çizgilerine yakın görünmektedir.

Türkiye'deki modernist tasarım ve uygulamalarda ve yayınlarda adı en çok geçen mimarlar arasında İstanbul'da yapı inşa edenler Zeki Selah (Sayar), Sedad Hakkı (Eldem), Abidin (Mortaş), Hüsnü ve Çubukçıyan, Sadi ve Seyfi Arkan olarak anılabilir.

istanbul'da 1930'lar mimarlığının en önemli ve kayda değer yapıları arasında tek aile evi olarak, Z. Sayar'ın Dr. Sani Yaver Villası (1931, Mühürdar/Kadıköy), E. Egli'nin Ragıp Devres Villası (1932, Bebek), A. Mortaş'm Erenköy Evi (1936), S. H. Eldem'in Ahmet Ağaoğlu Evi (1939, Topağacı); apartman olarak, Abidin Mortaş'm Melek Apartmanı (1932, Nişantaşı, Rumeli Caddesi, no. 2), S. Macaroğlu' nün Bosfor Apartmanı (1932, Gümüşsüyü, İnönü Caddesi, no. 41), S. H. Eldem' in Ceylan Apartmanı (1933, Taksim, Cumhuriyet Caddesi, no. 27), S. H. Eldem'in Seyhanlı Apartmanı (1934, Teşvikiye, Hüsrev Gerede Caddesi, no. 33), S. Arkan'ın Üçler (Fescizade İ. Galip Bey)



CUMHURİYET DÖNEMİ

450


451

CUMHURİYET DÖNEMİ

1930'lar: İstanbul Üniversitesi Observatoryumu/A. Hikmet Holtay, 1934-1936, Beyazıt (solda); Dr. Sani Yaver Villası/Zeki Selâh Sayar, 1931,

Mühürdar/Kadıköy (sağda).

Afife Batur (sol), Afife Baturfotoğraf koleksiyonu (sağ)

1940'lar: inönü Evi/Ruknettin Güney, Maçka (üstte solda); Taksim Belediye Gazinosu/Ruknettin Güney (üstte sağda); İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat fakülteleri binası/Emin Onat-S. H. Eldem, 1944, Beyazıt (solda); Şark Kahvesi/S. H. Eldem, 1947, Maçka (sağda). Afife Batur (üst sol ve sağ), Nazım Timuroğlu (sol), Erkin Emiroğlu (sağ)

Apartmanı (1935, Gümüşsüyü, inönü Caddesi, no. 20), A. Denktaş'm Tüten Apartmanı (1936, Gümüşsüyü, înönü Caddesi, no. 28) ve kamu yapıları olarak, Pa-şabahçe Cam Fabrikası (1935, Beykoz), S. H. Eldem'in Elektrik Şirketi binası (SATIE) (1934, Fındıklı), A. Hikmet Hol-tay'ın istanbul Üniversitesi Observator-yumu (1934-1936) Beyazıt sıralanabilir. Bu küçük listeye ayrı olarak eklenmesi gereken belediyenin Florya'daki halk plajı tesisleri ve Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü'dür(-»).

Tasarım olarak İstanbul'un kozmopolit kültürünün yansıdığı çeşitlenmiş bir repertuvar vardır. Art deco espri ve motiflerle zenginleşen bir kitle plastiği ve dekorativizm anlayışı modern purizme eşlik etmektedir veya rasyonalist uygulamaların yanında dairesel planlı köşelerini çevreleyen balkon bantlarıyla ekspresyonist bir tasarım sergileyen yapıtlar da vardır.



1938-1950 / Savaş Yılları ve n. Milli Mimari Akımı

Türkiye II. Dünya Savaşı'nın dışında kaldı ama etkilerini kuvvetle yaşadı. İlk elde inşaat yatırımları ve projeler iptal edildi veya yavaşlatıldı. 1950'lere kadar sürecek bir durgunluk dönemi başladı. Bu durgunluğa bağlı olarak savaş yıllarının kendine özgü bir mimarlık anlayışı belirdi ve bu, sınırlı olan uygulamalarda duygusallığı yüksek anlatımlarla açıklanır oldu. Savaşın yarattığı ekonomik sıkıntı, sosyopsikolojik baskı ve tehlike ortamı bir savunma güdüsü olarak ulusal dayanışma ve kendine yetme eğilimlerini yükseltti. Tek partili rejimin uygunlaştır-dığı ortamda savaşla güçlenen ve barışın gelişiyle gerileyen bir yerli ve milli mimari anlayışı egemen eğilim olarak 1930'lu yılların modernist eğilimlerinin yerine geçti.

II. Milli Mimari Akımı olarak adlandı-rılagelen bu anlayış, savaşın etkisiyle be-lirip güçlenmişti ama üst üste binen değişik etkilerin karmaşıklığını da taşımaktaydı. Modernist anlayışın antitezi o-larak yorumlanabilecek bu yaklaşım ön-

celikle eleştirel ve yadsımacı bir tavra dayanıyordu. Modern mimarinin geleneksel tarihi çevreden farklı olan biçiminin uyumsuzluk yarattığı öne sürülüyor ve ayrıca büyük ölçüde ithal malzeme ve teknolojiye dayandığını, yapım ve bakımının gereğince yapılamadığı "teras çatılı saçaksız binaların akan tavanları" dile getiriliyordu.

Önemli doğruluk payı taşıyan bu argümanlara, Avrupa'daki totaliter rejimlerin anti-modern, anıtsal boyutlu ve klasisizme dönük mimari eğilimlerinin etkisi de eklenmektedir. Daha 1934'te Ankara' da açılan İtalyan Faşist Mimarisi Sergisi, Türk mimarları arasında yankı yapmıştı. Buna nasyonal sosyalist iktidarın uygulamaları eklenecek ve bu iktidarın en güçlü olduğu dönemde, 1943'te açılan Alman Mimarlık Sergisiyle bu etkiler doruğa çıkacaktır.

Bu etkiler, Türkiye'ye kuşkusuz aynı teknoloji ve aynı büyüklükler ölçeğinde yansımadı. Ama modernist mimarinin e-leştirisinde, benzer temaların ve ulusal sanatın yeniden eski olgun düzeyine getirilmesi etrafında gelişen benzer bir söylemin kullanıldığı gözlendi. Hattâ mimarlıktaki başıboşluğa ve Avrupa ülkelerinden gelişigüzel örnekler aktarılmasına son verilmesi, ulusun kendine özgü sanatının yaratılması için devletin müdahalesi gibi beklentilere bile yol açtı.

II. Milli Mimari Akımı'nın başlıca iki girişim çevresinde filizlendiği bilinmektedir. Biri yabancı mimarların Türkiye' de iş yapmalarına karşı çıkma eylemleri, diğeri Güzel Sanatlar Akademisi'nde. başlatılan Milli Mimari Semineri (1934) çalışmalarıdır. Biri eylem, öbürü kuram alanında; biri ekonomik, diğeri kültürel planda gelişen bu girişimlerin 1930'lu yıllarda başlamasına karşın Atatürk'ün ölümünden önce bir restorasyonun gerçekleşmemesi ilginç olmalıdır.

Mimar S. H. Eldem'in adıyla bütünleşmiş olan Milli Mimari Semineri, yerli (ve milli) bir mimarlık için bir araştırma açmak ve bir yönelim geliştirmeyi amaçlıyordu. Seminerin geliştirdiği söylem,

milli mimariyi doğru ve haklı gerekçeleri de olan ama hem tasarruf ve yerli malı haftalarının popüler motiflerini kullanan, hem de totaliter rejimlere özgü özlemlere açık duran bir kavram olarak tanımlamaktadır.

Asıl sorun, söylemin ötesinde tasarımda, çağdaşlaşmanın vazgeçilmez ideoloji olduğu bir ortamda milli mimarinin nasıl biçimleneceği idi. Cumhuriyet' in laik kültür politikası içinde İslama bağlı geleneği simgeleyen Osmanlı dini mimarlığı, yüzyıl başındaki milli mimari deneyiminde olduğu gibi, ulusal mimari arayışı için artık başvuru kaynağı olamazdı. Seminer, hem sakıncasız, hem de bilinmeyen ve o zamana kadar kullanılmamış bir başka kaynağa, sivil mimari incelemesine yönelmeyi seçti.

Başlangıçta İstanbul'daki köşk ve yalı incelemesi ile sınırlı elitist bir girişim i-ken giderek Anadolu konut kültürünün de araştırılmasını sağlayan bir açınımı başlatmış; elitist-nostaljik eğilimlerinin ya-nısıra bölgesel-folklorik eğilimleri de beslemiştir. Böylece, en az, üç farklı eğilim belirdi. İlki nostaljik ve yenilemeci eğilimdi. Bunun temeli İstanbul konutlarının etüdüne dayanan ve kente özgü özelliklerle belirginleşen, nostaljik bir espri ve akademik yöntemlerin sentezi olmaya yönelen tasarım anlayışıydı. Eldem'in başlıca temsilcisi olduğu bu anlayış, tarihi biçimlerin doğrudan seçilip kullanılması yerine plan şemalarının, ölçü, oran ve biçimlerin analizi yoluyla tasarım ilkelerine ve ölçütlere ulaşmayı öngörüyordu. Eğilimin simgesi olmuş, yerli ve milli bir mimarlık düşüncesini somutlaştıran en tipik yapı Maçka'daki Şark Kahvesi'dir(->). Daha geç tarihli olmasına karşın bu eğilimin bir başka ve çok seçkin örneği, H. Kemali Söylemezoğlu'nun Bebek'te inşa ettiği Çapa Yalısı'dır (1951-1953).

İkinci yaklaşım modern mimarinin rasyonel ve işlevselci ilkelerini klasik ve anıtsal biçimlendirmeler için kullanan, bir ölçüde dönemin etkili adları olan Prof. C. Holzmeister ve Prof. P. Bonatz' m çizgilerini izleyen akademik-ulusalcı

yaklaşımdır. Kamu yapılarının çoğunda, özellikle yarışma sonucu elde edilen projelerde bu yaklaşım yeğlenmiştir. Bu Avrupa etkilerine ve biçimlerine en yakın, bu anlamda yine uluslararası nitelikte, ulusallığı pencere, kolon başlığı vb mimari öğelerde beliren, taşıyıcı strüktü-ründe modern malzeme ve yapım tekniklerini kullanan, ama cepheleri taş kaplanmış bir mimaridir. Avrupa örneklerinden genellikle kolossal boyutlara ulaşmayan ve her şeye karşın kentlerin ölçeğini deforme etmeyen ölçüleriyle ayrılır.

Dönemin sayısı sınırlı resmi yapı listesinde yer alan önemli yapıların tümü akademik-ulusalcı yaklaşımla biçimlendirilmiştir. İstanbul'dan verilebilecek örnekler arasında, E. Onat-S. H. Eldem'in İÜ Fen-Edebiyat fakülteleri binası (1944, Beyazıt), İ. Utkular-D. Erginbaş'ın Radyoevi binası (1945, Harbiye), Ş. Şahingiray-V. Vietti-F. Aysu'nun İnönü Stadyumu (1946, Dolmabahçe), N. Yücel-N. Uysal' m Açıkhava Tiyatrosu (1947), Harbiye ile Spor ve Sergi Sarayı binaları sayılabilir.

Üçüncü yaklaşım, ulusallığı bölgesel öğelerle rasyonalist ilkelerin bileşiminde arayan eğilimdir. Dönemin halkçı ve Ana-dolucu eğilimleriyle ilişkisi kurulabile-

cek bu yaklaşım, Eldem'inkinden farklı bir ideolojik ve tarihi perspektifle Anadolu kentlerinin mimarlık birikiminin e-tüdüne yaslandı. Yüksek Mühendis Mektebi ve onun Mimarlık Şubesi, İstanbul Teknik Üniversitesi'ne ve Mimarlık Fa-kültesi'ne dönüştüğünde kurumun akademik kadrosunun genç kesimi, tüm yeterlik çalışmalarını Anadolu konut mimarlığı üzerine yaptılar. Bu araştırma ve çalışmalarla bölgesellik ve yerellik kavramları, ideolojik kalıpların dışında kavranabildi; malzeme, şema ve biçimler somut verilere bağlandı.

Hem kısa hem de uzun süredeki sonuçlan bakımından Anadolu'nun anonim konut mimarlığının keşfedilmesi, 1940'lı yılların belki de en önemli olgusu sayılmalıdır. Bu eğilim, özellikle tek aile evi tasarımlarında özgün ve düzeyli bir çizgi ortaya koydu. Emin Onat'ın en iyi uygulamalarını gerçekleştirdiği bu yaklaşımın örnekleri arasında kendi evi (Moda, 1944) ve bitişiğinde kız kardeşi için tasarladığı konut, 1992'de korumacıların bütün çabalarına karşın yerine apartman yapmak üzere yeni sahiplerince yıktırıldı.

Savaş sonrasında Avrupa'da konut sorunu için yeniden örgütlenmeye başla-

nan sosyal konut projelerinin bir örneği de İstanbul'da gerçekleştirildi. Emlak Kredi Bankası'mn yapımcılığını üstlendiği Levent konutları, yerli ve anonim mimarinin çizgilerini ve K. A. Aru ile R. Gorbon'un imzalarını taşıyordu. 381 üniteden oluşan Levent projesini 413 ünitelik Koşuyolu projesi izledi (1951). Ko-şuyolu Evleri de aynı yerli ve anonim mimari biçimlerini taşıyordu. 1950'li yıllar başlarken benzer "vernacular" tipte sosyal konut sitelerinin veya kooperatif konutlarının art arda tasarlanıp inşa edildikleri görüldü. Zincirlikuyu'da Merkez Bankası İstanbul Şubesi personeli için mimar Z. Sayar'm tasarlayıp inşa ettiği 45 ünitelik Merbank Mahallesi veya H. Femir, F. Akozan, A. Yapaner'in tasarımı olan Bostancı Şenesenevler Kooperatif Evleri, II. Milli Mimari Dönemi' nin popülist ve yerli çizgisini başarıyla uygulayan örnekler oldu.


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   101   102   103   104   105   106   107   108   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin