Çağlayan
istanbul Ansiklopedisi
olarak gelişmiş, adını kurulduğu çevrenin özelliklerinden almıştır. Mahalle oldukça hızlı bir nüfus artışına tanık olmuş ancak 1975'ten sonra genişleme alanının azalması nedeniyle doygunluğa ulaşmıştır.
1990 genel nüfus sayımı sonuçlarına göre Çağlayan nüfusunun yüzde 35,9'u, istanbul doğumludur. Bu oran yüzde 37,2 düzeyindeki metropoliten alan ortalamasının biraz altındadır.
13 ilden gelenler, toplam göçmen nüfus içerisinde yüzde 68,29'u, bunlardan Sivaslılar ve Erzincanlılar ise 28,31'i oluştururken bu illeri Rize ve Giresun izlemektedir.
Çağlayan nüfusunun eğitim düzeyine ilişkin veriler incelendiğinde okuma yazma bilmeyen nüfus açısından büyükşe-hir ortalamasına oldukça yakın değerlere rastlanıyor. Büyükşehirde yüzde 9,5 olan oran Çağlayan'da yüzde 11,7 düzeyindedir. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı erkeklerde yüzde 5,3 (büyükşehir ortalaması yüzde 4,7), kadınlarda yüzde 18,9'dur (büyükşehir ortalaması yüzde 14,7).
Tablo I Çağlayan'ın Nüfus Gelişimi
Yıllar
Nüfus
1970
16.856
1975
23.261
1980
18.365
1985
22.577
1990
21.862
Kaynak: 1970-1980 dönemine ilişkin nüfus verileri
istanbul Ulaşım Çalışması verilerinden;
1985-1990 yılı nüfusları genel nüfus sayımı verilerinden
alınmıştır.
Büyükşehirde toplam eğitim çağı nüfusunun yüzde 47,7'si ilkokul mezunu iken aynı oran Çağlayan'da yüzde 53,9 düzeyindedir.
Toplam eğitim çağı nüfusu içerisinde ortaokul mezunlarının oranı büyükşehir-de yüzde 11,1, Çağlayan'da yüzde 9,6' dır. Büyükşehirde toplam eğitim çağı nüfusunun yüzde 9,8'i lise, yüzde 2,51'i lise dengi meslek okulu mezunu iken aynı oranlar Çağlayan'da sırayla yüzde 7,26 ve yüzde l düzeyindedir. Nitekim büyükşehir genelinde eğitim çağındaki kadın nüfusun yüzde 9,3'ü lise mezunu i-ken Çağlayan'da bu oran yüzde 6,61 düzeyindedir.
Çağlayan'da nüfusun temel iktisadi faaliyet kollan itibariyle dağılımı Tablo II' de 1990 genel nüfus sayımında İstanbul geneli için elde edilen bilgilerle karşılaştırmalı olarak verilmektedir.
Çağlayan Mahallesi'nde ekonomik a-çıdan etkin nüfus, kente yeni göçmüş nüfusun kolayca üstesinden gelemeyeceği, göreli olarak yüksekeğitim düzeyi gerektiren tüm işkollarında istanbul il ortalamasının altında bir paya, kişisel hizmet ve tarım dışı imalat sanayii işkollarında il ortalamasının üzerinde bir istihdam payına sahip bulunmaktadır.
Ekonomik açıdan aktif nüfus, formel eğitim düzeyinin düşüklüğü nedeniyle eğitimi önkoşul olarak gerektiren hizmet sektöründeki iş alanlarına yeterince girememiş, beceri-yoğun işkollarında uzmanlaşmıştır. Bu bulgular ışığında Çağlayan Mahallesi'ni, hemen yakın çevresindeki (Levent Oto Sanayii Sitesi'ndeki, Kâğıthane ve Şişli'deki) yaygın küçük ü-retim komplekslerine becerili işgücü sağlayan ve o işletmelerdeki küçük üreticilerin oturduğu bir konut alanı şeklinde ele alabiliriz.
Bugün Çağlayan, bir gecekondu mahallesi olmaktan çıkmış, İstanbul'un benzer yerleşmelerinde görüldüğü gibi dört-beş katlı basit apartmanların, çok sayıda atölyenin, her alandan orta boy işyerlerinin bulunduğu bir semt halini almıştır.
Semtin girişinde lüks ve modern bir eşya ve mefruşat galerisi kurulmuş, çevresinde de toptan ve perakende yapı ak-sesuvarı satış yerleri belirmiş; Çağla-yan'daki geleneksel marangozluk, doğramacılık, döşemecilik gibi işlerle bütünleşen mobilya ve yapı aksamı sektörü daha da hızlı bir gelişme göstermeye başlamıştır.
İstanbul Genelinde Gözlenen Genel Yüzde Ağırlık
MURAT GÜVENÇ
ÇAĞLAYAN KASRI
Halic'e dökülen Kâğıthane Deresi vadisinde Kâğıthane adıyla bilinen eğlence ve mesire yerinde yapılmış olan sultan köşklerinin 19. yy'da yerini alan saray-kasır. Abdülaziz (hd 1861-1876) tarafından 1862-1863'te yaptırılmıştı. Mimarları, Agop (1837-1875) ve Sarkis Balyan'dır (1831-1899).
Çağlayan Kasrı günümüze gelememiştir. Ancak çok sayıda görsel ve yazılı belge sarayın restitüsyonuna olanak vermektedir. Kasır, burada daha önce inşa edilmiş saray yapıları ve köşkler gibi, Kâğıthane Deresi'nin iki tarafı rıhtımlı doğrusal bir kanala (cedvel-i sîm) dönüştüğü noktadaydı. Derenin suları kasrın ö-nünde, kanalın içinde inşa edilmiş iki bent üzerinden akarak çağlayanlar oluşturur, kasrın duvarlarını yalayan bir havuz içinde toplanır ve oradan da kanal içine akıtılırdı.
Planı daha önce burada bulunan yapının benzeri olan Çağlayan Kasrı'nın daha büyük ve görkemli olduğu anlaşılmaktadır, iki katlı olan ahşap kasır, bir kanadı kanal üstüne ve diğer kanadı park tarafına yerleşen bir "L" biçimindeydi, iki kanadın birleştiği köşede valide sultan dairesi yer alıyordu. Her kanat kendi içinde simetrikti. Kanala bakan cephe harem bölümüydü; bir ucunda valide sultan dairesinin bir bölümü, diğer ucunda kalfalar dairesi bulunuyordu. Orta bölümde de dört kadın efendiye özel birer daire ayrılmıştı. Ancak cephe düzenlemesi bu altı daire arasındaki iç hiyerarşiyi yansıtmıyordu: Kanala bakan cephede, barok konsollara oturtularak su üstüne taşan yalnızca dört çıkma bulunuyordu. Avlu cephesi de simetrik değildi; her bir dairenin girişi ayrıydı ama birinci kadın dairesi ile kalfalar dairesinin girişi diğerlerinden ayırt edilmişti.
Bahçeye bakan kanat ise selamlık dairesiydi. Bir köşesinde valide sultan dairesinin diğer bölümü bulunuyordu; hemen yanında da mabeyin ve hünkâr da-
ireleri sıralanıyordu. Cephe düzeni simetrikti. Her bir dairenin geniş sofası cephede birer çıkmayla vurgulanmıştı; ancak ortadaki mabeyin dairesinin çıkması bu cephenin en dikkati çeken mimari elemanı oluyordu. Mabeyin dairesinin girişi harem avlusuna açılmaktaydı. Valide sultan ile hünkâr dairelerinin girişleri doğrudan bahçeye açılıyordu; hünkâr dairesinin ayrıca bir de selamlık avlusunda, diğeriyle aynı eksene oturan bir ikinci girişi bulunuyordu. Böylelikle selamlık dairesi girişi, eksenine oturduğu bahçe ile doğrudan bağlantı kurarken, valide sultan dairesi yoluyla hareme giriş saklı tutulmuştu ve aynı ölçüde görkemli değildi. Valide ve hünkâr dairelerinin giriş salonlarında geniş barok merdivenler vardı. Harem bölümündeki ara kattaki bir koridorla valide sultan dairesinin sofasına ulaşılır, oradan da hünkâr dairesine geçilirdi. Üst katta, mabeyin dairesinde, harem ve selamlığı birleştiren oval sofa, saray yaşamında 18. yy sonrasındaki değişikliğe işaret eden bir gelişmeydi. Her iki kanadın cepheleri de gösterişli olmayan neoklasik tarzdaydı.
II. Abdülhamid döneminde de (1876-1909) zaman zaman onarılan Çağlayan Kasrı 1940'a kadar ayakta kalmış, ancak bu tarihte birkaç ay içinde sökülerek malzemesi dağıtılmıştır. 1952'de yerinde istihkâm Mektebi inşa edilmiştir.
Bibi. M. Aktepe, "Kâğıthane'ye Dair Bazı Bilgiler", İsmail Hakkı Uzunçarşıh'ya Armağan, Ankara, 1976, s. 335-363; Eldem, Sa'dâbâd; S. Eyice, "Kâğıthane-Sa'dâbâd-Çağlayan", TAÇ, 1/1 (1986), 29-36; S. Ünver, "Her Devirde Kâğıthane", VD, X (1973), 435-461; P. Tuğlacı, The Role ofthe Balyan Family in Ottoman Arc-hitecture, isi., 1990, s. 487-496.
TÜLAY ARTAN
ÇAKIR AĞA MESCİDİ
Fatih Ilçesi'nde, Aksaray'da adını vermiş olduğu mahallede, Namık Kemal Caddesi üzerinde, Ebû Bekir Ağa Sıbyan Mek-tebi'nin karşısında bulunuyordu.
II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-
1481) yaşamış olan Çakır Ağa tarafından 884/1479'da inşa ettirilmiştir. Sadrazam Koca Râgıb Paşa minber koydurarak, mescidin giderlerini, ayrıca burada görevli olanların aylıklarını, Fatih Camii vakfından verdirtmiştir. Yapıdaki pencerelerin tasarımından, 19. yy'ın ikinci yarısında onarım geçirerek değişime uğradığı anlaşılmaktadır. Mescidin haziresinde Fatih dönemi erenlerinden Telli Dede'nin gömülü olduğu, ayrıca Fatih döneminin karakteristik mezar taşlarının bulunduğu bilinmektedir.
Zaman içinde pek çok tamir gören yapı, son hali ile taş-tuğla duvar örgülü, kirpi saçaklı, kiremit örtülü, ahşap çatılı idi. Dikdörtgen planlı mescidin son cemaat yerinin köşeleri pahlanarak birer pencere yerleştirilmişti. Ayrıca doğu, batı ve mihrap duvarının bulunduğu cephelerde ikişer tane yuvarlak kemerli pencere bulunmaktaydı. Minaresi doğuda ve hazireye bakmaktaydı. İç kısımdaki son cemaat yeri ve kadınlar mahfili ahşaptı.
1959'da, İstanbul'un imarı sırasında, Millet Caddesi'ni genişletmek için yapılan çalışmalarda, sağlam ve ibadete açık durumda iken yıkılmıştır.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 109-110; Ayvansarayî, Hadîka, I, 73; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 26-27, no. 157; ISTA, VII, 3672-3673; Öz, İstanbul Camileri, I, 40; Ayverdi, Fatih III, 326; Unsal, Eski Eser Kaybı, 18-19; Fatih Camileri, 80.
EMİNE NAZA
ÇAKIR DEDE TEKKESİ
bak. KARAABALI TEKKESİ
ÇAKIRCIBAŞI CAMÜ
Üsküdar'da Doğancılar Parkı'nm karşısın-dadır. "Doğancılar Camii" olarak da anılır. Yapı Çakırcıbaşı Hasan Paşa tarafından 966/1558'de yaptırılmıştır. Kuzeybatı kapısının üzerindeki, Abdülmecid'in tuğrasını taşıyan, şair A. Sadık Ziver Paşa' mn (ö. 1862) hazırlayıp, hattat Abdülha-mid'in yazdığı kitabesine göre, cami
ÇALGI YAPIMCILIĞI
462
463
ÇALLI, İBRAHİM
Çallı'mn Rumelihisarı'ndan görünüm konulu bir resmi, duralit üzerine yağlıboya, 39x31 cm, Kile Sanat Galerisi Koleksiyonu.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
Çakırcıbaşı Camii'nin batıdan görünümü. Tarkan Okçuoğlu, 1993
1276/1859'da Abdülmecid'in beşinci ikbali Şâyeste Hanım (ö. 1912) tarafından yemden inşa ettirilmiştir.
Kagir duvarlı ve düz ahşap tavanlı yapı kurşun kaplı, çift meyilli bir çatıyla örtülüdür. Çatının tam ortasında ay-yıl-dızlı bir alem yükselir. Kuzeybatıdan, ince, uzun, kapalı son cemaat yerine girilir. Mihrap eksenindeki cümle kapısı, mermerden mamul olup, kemeri geçmeli çift renkli mermerden işlenmiştir. Ha-rim, kareye yakın dikdörtgen planlı, bol ışık alan ferah bir mekândır. Güney, doğu ve batı duvarları, pilastrlarla ayrılan on üç adet ince, uzun, yuvarlak kemerli pencereyle donatılmıştır. Cephelerde pencere kemerlerinin kilit taşlan belirtilmiştir. Ahşap fevkani mahfil, mihrap ekseninde oval bir çıkıntı yapar. Mahfilin batı köşesinde, tam ortasında ahşaptan tavan göbeği olarak yapılmış beyzi bir güneş ile özenli bir tavan işçiliği gösteren, hünkâr mahfili niteliğinde küçük bir oda bulunur. Harim bölümünün tavanı, ince çıtalarla karelere bölünmüş, etrafı küçük konsollarla çevrelenmiştir. Mermer mihrap, iki yandan pilastrlarm sınırladığı ve kilit taşının üzerinde iri bir madalyon bulunan yuvarlak kemeri ile ampir üslubunun özelliklerini taşır. Ahşaptan oyulmuş ve altın varakla süslenmiş vaaz kürsüsü ile minberi ise daha çok barok özellikler sergiler.
Sıvalı basit minaresi kuzeydoğuda son cemaat yeri ile ana mekânın birleştiği yerdedir. Son cemaat yeri duvarına kesme taştan, kare şeklinde pencere ve kapı açıklıkları olan bir hazire bitişiktir. Caminin kuzeyinde, Mimar Sinan tarafından tasarlanmış olan Doğancıbaşı Hacı Ahmed Paşa Türbesi bulunmaktadır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 328; Ayvansara-yî, Hadîka, II, 230; Osman Bey, Mecmua-i Ce-vâmi, II, 60-61, no. 265; Öz, İstanbul Camileri, II, 16; ISTA, IX, 4642-4644; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 124-126; İKSA, III, 1571-1572.
TARKAN OKÇUOĞLU
ÇALGI YAPIMCILIĞI
Klasik Türk musikisinin en büyük merkezi İstanbul olduğu için bu musikide kullanılan çalgıların yapımcılığı da doğal olarak İstanbul'da gelişmiştir. Bir çalgının güzel ses vermesi sadece kullanılan ağaç ve malzemenin cinsine değil, o çalgının iyi yapılmasına da bağlıdır. Çalgı yapımcılığı ise özel bilgi, tecrübe ve ustalık gerektiren bir sanat koludur. İstanbul'da çalgı yapımcılığı geçmişte ustadan çırağa gelenek yoluyla aktarılan bilgilerle yürüyen bir meslek dalıydı. Türk musikisinin bestecileri ile icracıları hakkında birçok yazılı belge bulunmasına karşılık, bu musikinin icrasında kullanılan çalgıların yapımcıları üstüne pek az yazılı kaynak vardır. Bu konudaki bilgilerin çoğu uzun yılların yıpratmasına göğüs gererek günümüze kadar yaşayabilen az sayıdaki çalgının içine yapımcıla-rınca düşülen kayıtlar ve notlardan elde edilmiştir. Eski yazar ve musiki adamlarının anılarında da bazı bilgi kırıntılarına rastlanabilmektedir.
Çalgı yapımcılarının adları ile hangi çalgıların yapımında usta olduklarına i-lişkin bilgiler 19. yy'dan geriye gitmiyor. Çünkü 19. yy öncesinden kalma çalgılara çok ender rastlanabiliyor. Bunun bir nedeni, Türk çalgılarının, Batı çalgılarının tersine, kutu içinde saklanmayarak dış etkenlerin yıpratıcı etkilerine açık bırakılmasıdır. Geçmişte İstanbul'da sık sık çıkan ve yapıların ahşap olması yüzünden pek çabuk genişleyen yangınlar da önceki yüzyılların ürünü pek çok eşya gibi çalgıları da yok etmiştir. Ancak, bunlar kadar önemli bir etken de, günümüze ulaşabilen eski çalgıların özel koleksiyonlarda bulunması ve bir çalgı müzesinin hâlâ kurulmamış olmasıdır. Zengin bir çalgı müzesi bu alandaki bilgileri hiç olmazsa bir ölçüde genişletecektir. Çalgı yapımcılığının tarihi bugün henüz yeterince el atılmamış bir alan o-larak araştırmacılarım bekliyor.
Bilinen en eski çalgı yapımcılarından biri 19. yy'ın ilk yarısında yaşamış olan Mahmud Usta'dır. Döneminin en iyi kanunlarını yapan Mahmud Usta'nın elinden çıkmış, üzerinde 1869 tarihi bulunan bir kanun günümüze kadar gelebilmiştir. 19. yy'ın ikinci yarısında yaşayan Emin Usta, Mahmud Usta'nın çırağı olup zamanının en ünlü kanun yapımcısıydı. Ustasından aldığı kanun modelini biraz daha büyütmüş ve sesi çok güzel kanunlar yapmıştır. Kanunlarına soğuk damgayla "Emin" damgasını ve yaptığı çalgılara verdiği sıra numarasını basardı.
19- yy'ın en ünlü çalgı yapımcılarından biri Ermeni asıllı Baron'dur (Baro-nak). Yaptığı kemençelerîe ünlüdür. 1834' te İstanbul'da doğmuş, önceleri dülger ve marangoz olarak çalışırken sonradan çalgı yapmaya başlamış ve bu alanda ulaştığı ün kendisini Sultan Abdülaziz döneminde saray ustabaşılığına yükseltmiştir. Kemençelerinin sesi gür ve toktur. Bazılarında imal tarihleri bulunur. Süslemelerinde sedef kullanmamıştır; kapla-
maları ya sade fildişindendir ya da bağa ile fildişi karışımıdır. 1900'de İstanbul'da öldüğü tahmin edilen Baron az sayıda tanbur, lavta ve ud da yapmıştır. "Küçük İzmitli" diye anılan, gerçek adı bilinmeyen Rum asıllı usta, Baron'dan sonraki ikinci büyük kemence yapımcısıdır. 19. yy'ın ortalarında ün salan bu ustanın 20. yy'ın başlarında öldüğü tahmin ediliyor. Bir başka kemence yapımcısı olan, 1875 doğumlu Vasil Usta, Baron'un çırağıydı. Kemence, lavta, ud ve tanbur yapmıştır; özellikle tanburları pek ünlüdür. İstanbul'da ölen bu sanatkâr çalgılarında basma etiket kullanmıştır.
Ud yapmakta en hünerli, en ünlü usta Manol'dür. 1845'te İstanbul'da doğmuş, 1915'te gene aynı şehirde ölmüştür. İlk mesleği cilacılık olan bu ustanın günümüze kalan udları büyük değer taşır. Tanbur da yapmıştır. Manol'ün çırağı o-lan Mustafa Usta 1885'te İzmir'de doğmuş, 1935'te İstanbul'da ölmüştür. 20 yaşında İstanbul'a gelerek Manol'ün dükkânına çırak olarak girmiş, onun en değerli kalfası olmuştur. Udları ünlü olup az sayıda tanbur da yapmıştır. 1884 doğumlu Murat Sümbül de Manol'ün kalfası olan Mustafa Usta'nın çırağı olarak çalgı yapımını öğrenmiştir. Sonradan Kadıköy'de açtığı dükkânda ud ve lavta yapmaya başlamış; kemence, tanbur, mandolin, gitar, keman, viyolonsel ve kontrbas da yapmıştır. Bir başka ud yapımcısı da Tavşanlı doğumlu Hamza Usta'dır (1884-1915). Babası Ali Usta'dan cura, bağlama gibi halk sazlarını yapmasını öğrenen bu usta sonradan İstanbul'a gelerek Çemberlitaş'ta açtığı dükkânda Manol'ün ud biçim ve kalıplarını örnek alarak ud yapmaya başlamış ve başarılı olmuştur. Kapudağ doğumlu 11-yas Usta (1870-1925) doğduğu kasabada mandolin ve gitar yaparak mesleğe atılmıştır. 1896'da İstanbul'a gelerek Ka-palıçarşı'da açtığı dükkânda ud yapmaya başlamıştır. Tanbur ve lavta da yapmışsa da asıl ud ile üne kavuşmuştur. İstanbullu Kirkor Kâhyahan (1855-1922) da bu dönemin ud yapımcılarındandı. Kulekapılı Miço (1855-1919) ise gene aynı dönemin santur yapan ustalarmdandı.
19. yy'ın sonlarıyla 20. yy'ın başlarında yaşamış olan Uzunyan Artin ile Has-köylü Mıgırdıç ustaların yaptıkları kanunlar çok güzel sesli, beğenilen çalgılardı. 20. yy'ın en ünlü çalgı yapımcılarından biri Onnik Garipyan'dır. Ağabeyi Mıgır-dıç'tan ud yapmasını öğrendi. Türk musikisinin bütün çalgılarını yapardı, ama en çok udlarıyla tanburları ünlüydü. Kendisine "bu yüzyılın Manol'ü" dense yeridir. 1984'te İstanbul'da ölen bu değerli sanatkâr kemence ile gitar da yapmıştır. Zeynel Abidin Cümbüş (1885-1945) hemen her çalgıyı yapmaya çalışmışsa da udda başarılı olmuştur. 20. yy'ın ilk yarısında yaşayan Ahırkapılı Ziya Usta ise aslında sandal yapımcısı olup tanbur da imal e-derdi. Hamza Usta'nın kalfası olan Hadi Usta ud, tanbur ve kanun yapmış, ama en çok udlarıyla ün salmıştır. Çalgı ima-
latıyla amatör olarak uğraşan Mustafa Sa-zer özellikle tanbur yapımında başarılıydı. "Sarıkız" adıyla bilinen olağanüstü güzel sesli tanbur da onun elinden çıkmıştır. Çok değerli bir kemence icracısı olan Haldun Menemencioğlu (1912-1972) aynı zamanda yetenekli bir çalgı yapımcısıydı. Yaptığı kemence ve tanburlar birer zarafet örneğidir.
Günümüzün İstanbullu çalgı yapımcıları arasında Haluk-Güneyli, Turhan De-mirer, Sabri Göktepe, Fehmi Kılınçer, Paki Öktem ve Reşat Uca'nın adları anılabilir. Güneyli, Onnik Garipyan'ın kalfası olup özellikle kanun yapımında başarılıdır. Demirer İstanbul'daki atölyesinde tanbur, lavta ve ud yapmaktadır; özellikle güzel sesli tanburları ve ince, temiz işçiliğiyle ünlüdür. Kılınçer, ud ve tanbur yapmaktadır. Asker kökenli olan ve emekliliğinden sonra çalgı yapımcılı-ğıyla uğraşmaya başlayan Öktem daha çok kanun yapmakta ve kanun mandallarında madeni malzeme yerine plastik malzeme kullanmaktadır. İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nda kemence çalan Uca ise kemence, tanbur, lavta ve ud yapmaktadır. İstanbul'daki a-tölyesinde özellikle kemençenin sesini geliştirmek ve bu çalgının asıl tınısını ortaya çıkarabilmek için deneysel yöntemlerle çalışmaktadır.
REŞAT UCA
ÇALIMLI, MEHMED ALİ
(1856, Sakız Adası [bugün Yunanistan'da] - 30 Kasım 1936, istanbul) Hekim.
Sakız eşrafından Çalımlıoğlu Besim Efendi'nin oğludur. İlk ve orta öğrenimini Sakız'da tamamladıktan sonra İstanbul'a gelerek Tıbbiye İdadisi'ne (Tıp Lisesi) girdi. 1880'de Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'den (Askeri Tıbbiye) yüzbaşı rütbesiyle diploma aldı. Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nde stajını tamamladıktan sonra Hüdeyde'ye (Yemen) gönderildi. Daha sonra da Üsküp, Beylerbeyi ve Ankara askeri hastanelerinde 10 sene çalıştı. Açılan sınavı kazanarak Askeri Tıbbiye ilmü'1-arz vel-maadin (jeoloji ve mi-neroloji) muallim muavini oldu. 1902' de hocası İbrahim Lütfi ölünce muallimliğe getirildi. Ayrıca uzun zaman Rüsumat Heyet-i Sıhhiyesi (Gümrük İdaresi Sağlık Kurulu) üyeliğinde bulundu. 1908' den sonra, Mekteb-i Tıbbiye'de müze müdürü, daha sonra da Harbiye Nezareti Teftiş-i İnsani Komisyonu'nda hıfzıs-sıhha müfettişi olarak çalıştı. Mekteb-i Harbiye'de sertabiplik (başhekim) yaparken 19l6'da başarılarından dolayı rütbesi mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltildi. Bunu takiben Haydarpaşa Askeri Hastanesi tabib-i evvelliği ve bir süre sonra da Birinci Kolordu sertabipliği görevlerinde bulundu. 1920-1921'de sağlık durumu nedeniyle emekliye ayrıldı.
Resmi görevlerinden ayrıldıktan sonra Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay Derneği) İstanbul temsilciliğini üstlenerek
kendini tamamen hayır işlerine verdi. 15 yıl süren bu görevi sırasında önemli hizmetlerde bulundu.
Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı ile ilişki kurarak Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında orduya ilaç ve malzeme yardımı sağladı. Bu yüzden "Kızılaycı" lakabı ile anıldı. Etıbba Muhadenet Ce-miyeti'nin aktif bir üyesiydi. 1918'de Besim Ömer Paşa'nm (Akalın)(->) önderliğinde kurulan Veremle Mücadele Osmanlı Cemiyeti'nde de görev aldı. İstanbul'un işgali üzerine 1920'de faaliyetini durduran cemiyet, 1927'de İstanbul Verem Mücadelesi Cemiyeti adıyla yeniden çalışmaya başladığında kurucular arasında yer alan Mehmed Ali Paşa, yönetim kurulu başkanlığına seçildi. 23 yıl boyunca Şirket-i Hayriye'nin hekimliğini yapmıştı. 1910'da On Dokuzuncu Daire-i Belediye (Adalar) Meclisi üyesi, 1920'de ise Heybeliada belediye tabibiydi. Muayenehanesinde de ücretsiz hasta bakardı. V. Mehmed'in (Reşad) özel hekimiydi. VI. Mehmed'in (Vahideddin) ise ikinci hekimliğini yapmıştır.
Çalımlı, İstanbul'da çok sevilen bir kişiydi. Ölüm haberi büyük üzüntü yaratmış ve cenazesi görkemli bir törenle Pa-şabahçe Mezarlığı'na gömülmüştür. Hekimliği yanında duygulu ve şair yaradılışlı bir kişiydi. Devrin ileri gelen edebiyatçı ve müzisyenlerinin toplantılarına katılırdı. İbnülemin Mahmud Kemal İnal ile şiir söyleşileri vardır.
Bibi. Tahsin, Tıbbiye, II, 20; F. Erden, Türk Hekimleri Biyografisi, ist., 1948, s. 270; Göv-sa, Türk Meşhurları, 38; T. Sağlam, Nasıl Okudum?, İst., 1956, s. 58; R. E. Koçu, "Ali Paşa (Dr. Mehmed)", ISTA, II, 683; "Çalımlı
Ali Paşa", TA, XI, 339; V. B. Kurdoglu, Şâir Tabibler, ist., 1967, s. 264-266; S. P. Bengi-serp, "Muallim Sakızlı Dr. Ali Çalımlı Paşa", 50 Yıl Önce Ölen 8 Büyük Türk Hekimi için Anma Töreni Kitabı, 1986, s. 27-31.
NURAN YILDIRIM
ÇALLI, İBRAHİM
(13 Temmuz 1882, Çal/Denizli - 22 Mayıs 1960, İstanbul) Ressam.
Küçük yaşlarda resimle ilgilenmeye başladı. Ortaöğrenimden sonra İstanbul'a geldi. Zorluklarla geçen ilkgençlik yıllarında çeşidi işlerde çalıştı. Desen çalışmalarını beğenen Şeker Ahmed Paşa'nm Osman Hamdi'ye tavsiyesi üzerine 1906' da Sanayi-i Nefise Mektebi'ne (Güzel Sanatlar Akademisi) girdi. Başarılı bir öğrencilik sonunda altı yıllık okulu üç yılda bitirdi. 1910'da açılan Avrupa sınavını birincilikle kazanarak Ruhi Arel ve Hikmet Onat'la birlikte Paris'e gitti. Güzel Sanatlar Okulu'nda F. Cormon, J. P. Laurens gibi akademik eğitimi titizlikle uygulayan hocaların öğrencisi oldu. Ama formüle edilmiş akademik anlayışa bağlı kalmayarak, kendinden sonraki ressamlar kuşağım derinden etkileyecek o-lan doğanın lirik bir gözlemle ele alındığı "yarı izlenimci" denilebilecek bir üsluba yöneldi. 19l4'te İstanbul'a dönüşünde Halil Paşa'nm tavsiyesi üzerine hoca olarak Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girdi. Yaş haddinden emekli olduğu 1947' ye kadar burada çalıştı. Türk resminde daha sonraki dönemlerde etkinlik kazanacak olan Şeref Akdik, Ali Çelebi, Muhittin Sebati, Şefik Bursalı gibi ressamların yetişmesinde katkısı oldu.
Çallı eserlerini ilk kez Osmanlı Res-
ÇAMLICA
464
465
ÇAMLICA
samlar Cemiyeti'nin düzenlediği sergilerde teşhir etti.
1914 kuşağı olarak adlandırılan dönemin en önemli ismi olan Çallı'mn, ayrıntının önem taşımadığı rahat ve kıvrak renk tuşlarıyla oluşturduğu eserleri büyük ilgi ve şaşkınlık uyandırdı. İzleyicinin, detaycı, fotoğrafik özelliklerin ön planda tutulduğu resme olan alışkanlığını kökten sarsan bu üslup, Türk resminde yeni dönemi ifade eder. Çallı, Galatasaray sergilerine düzenli olarak eser verdi. 1922 tarihli sergide teşhir ettiği eserlerin bazıları şu adları taşıyordu: "Mehtap Avcıları", "Bir Kadın", "Hünkâr Suyu'nda Gezinti", "Fırsat Bekleyen Kadın". 1917' de Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın emriyle kurulan Şişli Atölyesi'nde büyük boyutlu resimler yaptı. Genellikle savaş ve kahramanlık konulu resimlerinde gerçekçi ve anlatımcı bir anlayış egemendir.
Çallı'mn sanatında 1922 dönemi ("Mevleviler", "Arzuhalciler" resim serileri), bazı kübist ve modern form arayışlarına yöneldiği yeni bir dönem olarak önem taşır. Aynı yılda geçici bir süre İstanbul'da kalarak Çallı ile dost olan Rus ressam Aleksis Griçenko'nun, Çallı'mn sanatına olan etkileri belirgindir. Çallı, o dönem büyük gelişme içindeki Avrupa modern resim sanatına yaklaşma yönünde önem taşıyan bu tavrı sürdürmemiş, yeniden eski tarzına dönmüştür.
Bohem ve nüktedan kişiliği ile döneminin renkli simalarından olan Çallı, yaşamı boyunca ilgi odağı olmuş, "ressamca" yaşantısı resme olan ilginin geniş kesimlere yayılmasında rol oynamıştır.
Çallı, resmin her türünde başarılı örnekler vermiş, nü, natürmort, portre, konulu kompozisyon ve peyzajlarında ele aldığı kendine özgü temalar Türk resminde "Çallı'mn manolyaları", "Çallı'mn portreleri" olarak anılır.
İstanbul peyzajları Çallı'mn sanatında özel bir öneme sahiptir. Cumhuriyet Halk Partisi'nin Anadolu gezileri programı sırasında İstanbul'dan ayrılmamış, bu program doğrultusunda 1942'de açılan sergide İstanbul peyzajlarını teşhir etmiştir. İlki 1939'da açılan devlet sergilerine genellikle "Göksu", "Rumelihisarı", "Kandilli", "Emirgân", "Tarabya" gibi İstanbul konulu resimlerle katılmıştır.
500'ün üzerinde eseri olduğu tahmin edilen Çallı Türk resminin önemli isim-lerindendir.
Bibi. N. Berk-A. Turam, Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Tarihi^ II, İst., 1981; Boyar, Türk Ressamları; K. Özsezgin, ibrahim Çallı, İst., 1993.
AHMET ÖZEL
Dostları ilə paylaş: |