BAYLAN PASTANELERİ
98
99
BAYRAM ALAYI
Meslek dergilerinde bitkisel ilaç ilkel maddeleri ile ilgili incelemeler yayımlamıştır. Fatih Sultan Mehmed Devrinde Tıp Eserleriyle İlaçlar (1953) ve Eczacılık Tarihi (1968) isimli kitapların yazandır.
İstanbul Üniversitesi merkez binası bahçesindeki çam ağaçlarının dikilmesine yardımcı olmuş ve bu nedenle de karikatürü, elinde bir çam ağacı ile yapılmıştır.
TURHAN BAYTOP
Bayraklı Vapuru, ada sahilleri önünde. Hazım Okurer, 1993
BAYRAKLI VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. Önceleri İzmir Şehir Hatları için yapılmışken görülen ihtiyaç üzerine İstanbul Şehir Hatları İşletmesi'nin hizmetine verildi. 1986' da Haliç Tersanesi'nde inşa edilen Bayraklı, Şehit Adem Yavuz ve Sarayburnu gemilerinin eşidir. 490 grostonluk olup 58,2 m boyunda, 10,6 m genişliğindedir. Her biri Pendik yapısı, 750 beygirgücün-de 2 Sulzer motoru olup çift uskurludur. Yazları 1.450, kışlan 1.340 yolcu kapasitelidir. Üst güvertesinin ön kısmı benzerlerinin aksine açık olmayıp kapalıdır.
görünümünü belgelemektedir. Bütün bu tasvirlerde -muhtemelen 18. yy sonlarına ait bir tadilatta- cilıannümanın iptal edilmiş olduğu ve köşkün eskisine göre daha masif bir ifadeye kavuştuğu gözlenir. Bayıldım Köşkü'ne ilişkin son görsel belge ise James Robertson'un, bugünkü Dolmabahçe Sarayı'nın tamamlandığı yıllara ait (yak. 1854) bir fotoğrafıdır. Burada köşkün, II. Mahmud onarımında aldığı son şekli görünmektedir: Cephelerdeki düşey çubuklu kuşaklar iptal edilerek yerlerine, alt ve üst kat divanhanelerinin sütunlarını birleştiren kaplamalar çakılmış, böylece yapının cepheleri, II. Mahmud devrinde moda olan ampir üslubuna uygun, pilastrlı bir görünüm kazanmıştır.
Bayıldım Köşkü, ilk şekliyle ele alındığında, Osmanlı mimarisinde Batı'dan gelen etkilerle barok üslubun ortaya çıktığı I. Mahmud devrinde geleneksel sivil mimariyi yaşatan, bu geleneğin fonksi-yonellik ve yalınlık ilkelerine sadık kalan bir yapı olarak değerlendirilebilir.
Özellikle cephelerdeki dolu yüzeyleri kaplayan düşey çubuklu taksimat, 17. yy sonlarına ait Amcazade Yalısı'nın divanhanesinde de gözlenen ilginç bir ayrıntıyı devam ettirmektedir. S. H. Eldem' in, söz konusu yalıdan esinlenerek tasarlamış olduğu, Bayıldım Köşkü'ne yakın bir yerde bulunan Taşlık Kahvesi de bu geleneği günümüze taşımaktadır.
Bibi. D'Ohsonn, Tableau, II, 179-181; F. C. H. L. Poucqeville, Voyage en Moree, a Cons-tantinople, en Albanie, Paris, 1805, II, 200-207; Ch. Pertusier, Promenades Pittoresques dans Constantinople et sur leş Rives du Bosp-bore, Paris, 1815, II, 323; Melling, Voyage; Aynur, Saliha Sultan, 32-34; Pardoe, Bospho-rus; Miss Pardoe, Yabancı Gözüyle 125 Yıl Önce İstanbul, (çev. B. Şanda), İst., 1967, 96-115; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 230-237; Ç. Gülersoy, Dolmabahçe, ist., 1984, 7-9, 33-35, 44.
M. BAHA TANMAN
BAYLAN PASTANELERİ
Lezzetli pasta, turta ve çikolatalarıyla, kakao ve kremaya dayalı Batı kökenli tatlı-larıyla yetmiş yıldır istanbulluların yakından tanıdıkları Baylan pastanelerinin ilki Arnavutluk'tan yeni gelmiş olan Philippe Lenas tarafından -Fransızca l'Orient (Şark) sözcüğünün okunuşu olan- "Lor-yan" adıyla 1923'te Beyoğlu'nda açıldı, iki yıl sonra da Karaköy şubesi hizmete girdi. Kısa zamanda, kentin Markiz, Ni-suaz, Lebon, Petrograt ve Moskova gibi ünlü pastaneleri kadar takdir topladı. 1933'te İstiklal Caddesi'ndeki yerine taşındı ve özellikle edebiyatçıların, sanatçıların uğrak yeri haline geldi. "Vatandaş Türkçe Konuş" sloganıyla başlatılan Türkçeleştirme kampanyası sırasında, adı sanat tarihçisi Burhan Toprak'ın önerisiyle, Çağatay Türkçesinde "kendi alanında kusursuzluk, mükemmellik" anlamına gelen "Baylan'la değiştirildi. İşletmenin çikolata imalathanesinde üretilen ürünlerin yaygınlaşmasının da etkisinden olacak, Baylan, ismi çok tutuldu, o kadar
ki, o sırada çıkan soyadı kanunu gereği kendine soyadı arayanlardan bu sözcüğü seçenler veya doğan çocuğuna Baylan adım verenler çıktı.
Philippe Lenas'ın büyük oğlu Harry, Viyana, Luzern ve Solingen'de pastacılık, fırıncılık, tatlıcılık üzerine öğrenim yaptı, Mövenpick dahil bazı ünlü işletmelerde çalıştı, yurda döndüğünde 1954'te Kara-köy'de, Tünel'in çıkışının karşısına düşen yeni yerine taşınmış şubeyi devraldı ve oraya bir de "gündüz barı" anlamındaki Tagesbar'ı ekledi. Baylan'ın Kadıköy şubesi ise baba mesleğini sürdürürken İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu'nu bitiren, İngiltere'de işletmecilik öğrenimi de yapan Micheal Lenas'ın yönetiminde açıldı. Beyoğlu'nun kötüleşmeye başladığı dönemde bu çöküşten Baylan da payını aldı ve kendisi gibi diğer bazı işletmelerin kurtulamadığı akıbete uğrayarak 1967'de kapandı.
Karaköy'deki Baylan bulunduğu binanın geçirdiği onarım ve tadilat nedeniyle 1992'de faaliyetini durdurmak zorunda bırakılınca, geriye sadece Kadıköy Baylan kaldı. Lenas kardeşlerin deyişiyle Baylan bugün İstanbul'un en eski pastane kurumudur.
Baylan pastaneleri, Mousse au choco-lat'sıyla, truffe'üyle ve özellikle de kendi spesiyalitesi olup, uluslararası pasta ve tatlı literatürüne girmiş küp griye'siyle (coupe grillee) ünlüdür.
Karaköy Baylan, Tünel'le Karaköy'e inen Kadıköy yolcularından birçoğunun vapura koşmadan önce ayakta küp griye yedikleri, pasta ve çikolata aldıkları bir dükkânken, Kadıköy Baylan arkadaki aşmalı bahçesiyle her yaştan kadın ve erkeğin severek gittiği bir pastane olarak bilinir. Beyoğlu'ndaki Baylan ise her dönemde ünlü edebiyatçıların buluştukları, toplanıp söyleştikleri bir yer
e digorhcr turta tSMsderiniaiû mımö»ki. yeUnl, m«uılekstlnıi«le tıo sp-haloldnhi ilıti»*' ilo tunınmi) BAYLAN MÜESSESELERİNİN servisler! 11e temin
Baylan pastanelerinin 1948'de yayımlanan
bir ilanı.
Behzat Üsdiken koleksiyonu
Baylan Pastanesi, Kadıköy
Hazmı Okurer, 1993
olmuştur. Buraya sürekli gelen edebiyatçılarının sayısı 1950'lerin sonlarında, 1960'ların başlarında 40'a ulaşmıştı. Fahir Önger, Oktay Akbal, Behçet Necati-gil, Orhan Anburnu, Salâh Birsel, Sait Faik, Orhan Kemal, Haldun Taner ve Attilâ İlhan'la başlayıp Fethi Naci, Hilmi Yavuz, Ferit Edgü, Cemal Süreya'ya kadar uzanan, kendilerine de "Baylancı-lar" diyen edebiyatçılar buranın günlük müdavimleriydiler.
Baylan pastaneleri ve ürünleri birçok İstanbul sakini için bir dönem İstanbul'unun bir karakteristiği olmuştur.
İSTANBUL
SAYLAV, NAŞİD
(1903, Manastır - 8 Man 1982, istanbul) Eczacı. Babası Manastırlı müteahhit Rifat Bey'dir. İlköğrenimini Manastır Özel İttihad ve Terakki Mektebi'nde yapmış, iki yıl Manastır Fransız Köle-ji'nde okumuş ve ortaöğrenimini İstanbul Mercan Sultanisi'nde tamamlamıştır. 1923'te İstanbul Eczacı Mektebi'nden diploma almıştır.
7 Temmuz 1924'te İstanbul Eczacı Mektebi Müfredat-ı Tıp (farmakoloji) asistanlığına tayin edilmiş ve bir süre vekâleten nebatat (botanik) asistanlığı da yapmıştır. Bu sırada Fen Fakültesi Kimya Şubesi'ne de devam etmiş ve 1926'da kimyager diploması almıştır. Üniversite reformundan sonra 1933'te Eczacı Mektebi Farmokognozi ve Toksi-koloji Kürsüsü doçentliğine atanmış, 31 Mayıs 1944'te bu görevinden ayrılarak İstanbul Erkek Lisesi kimya öğretmenliğine geçmiştir.
Naşid Baylav, İstanbul Eczacı Mektebi'nde çalıştığı 20 yıl içinde farmakog-nozi dersleri vermiş ve Türk eczacılık tarihi ile ilgilenmiştir. Türkiye Eczacıları Cemiyeti'nin 1931'de yayımlamaya başladığı Farmakolog isimli meslek dergisinin sahipliğini ve sorumlu müdürlüğünü üstlenmiş, derginin başarıya ulaşması için çok emek vermiştir.
Naşid Baylav, spora (bilhassa futbol) ve Karagöz oyununa meraklıydı. Karagöz Eczanede isimli bir Karagöz oyununun da yazarıdır. Deve derisinden Karagöz figürleri yapmada çok yetenekliydi. Sanatkâr ruhlu ve iyiliksever bir kişilik sahibi idi.
İzmir Körfezi vapurlarından olup 1944-1945 arasında İstanbul'da kısa bir süre çalıştırılan bir Bayraklı Vapuru daha vardır. 1934 yapısı 473 grostonluk bu vapur pek kısa bir süre Boğaziçi'nde yemekli, içkili gezinti seferlerinde kullanılmıştı. O yıllarda İstanbul vapurlarının siyaha boyalı olmasına karşın bu vapur bembeyaz olması nedeniyle ilgiyle karşılanmıştı.
O günlerin tanınmış karikatüristlerinden Ramiz Gökçe bir karikatüründe bu vapura da yer vermişti. Bayraklı Vapu-ru'nda yiyip içtikten sonra gecenin geç saatlerinde zilzurna eve dönen bir sarhoş, kendisini elinde merdaneyle kapıda karşılayan karısını görünce, "Bir bayraklıdan kurtulduk, ötekine yakalan-
dlk!"dİy0rdU' ESERTUTEL
BAYRAM ALAYI
"Alay-ı iyd" de denmiştir. II. Mehmed (Fatih) döneminden (1453-1481) halifeliğin kaldırılışına (1924) kadar, her yıl Ramazan ve Kurban bayramlarında yinelenen saraya özgü dini ve resmi büyük tören. Osmanlı sarayının, programı ve süresiyle en kapsamlı töreni, önceki ve sonraki uzantılarıyla bayram alayıydı. Programın birinci aşaması arife günlerinde yapılan arife divam(->) ikinci aşaması muayede-i hümayun, muayede resm-i hümayunu denen padişahla bayramlaşma, üçüncü aşaması, bayram namazı için saraydan camiye gidiş ve dönüşü içeren asıl bayram alayı son aşamaları da padişahın saray hareminde, sadrazamın Paşakapısı'nda yaptıkları bayramlaşmalardı.
İslamiyetin buyruk ve gelenekleri arasında yer alan bayramların birer resmi alay ve tören biçimini alışı, Fatih Kanunnamesi de denen "Kanunname-i Âl-i
Bayram alayım betimleyen bir gravür. J. M. Tancoigne, Voyage, Paris, 1817. Galeri Alfa
Osman"a dayanır. Buna göre bayramlarda taht kurulup padişahın oturması, vezirlerin kazaskerlerin defterdarların el öpmeleri, ulemanın ve şeyhülislamın da bu törende bulunmaları, Osmanlı yasası gereğiydi. Fakat, giderek daha renkli ve görkemli düzenlenen bu törene İstanbul halkı katılmaz, ancak camiye kadar uzayan alayı oraya gelmiş bulunanlar izleyebilirlerdi.
Bayram alayı ve muayede töreni, program bakımından 15. yy sonlarından 19. yy'ın ikinci yarısına kadar hiç değişikliğe uğramadan uygulandı. Örneğin, Tarih-i Selânikî'de 973/1566 Ramazan Bayramı anlatılırken "kanun-ı kadim-i Osmaniyân üzere" düzenlenen bayramlaşma töreninin ayrıntıları verilir. Bunlarla 19. yy başlarındaki tören ayrıntılarının genelde bir farkının bulunmadığı görülmektedir. Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesi 'nin "Kanun-ı Alay" bölümünde ağırlık, sefer ve zafer alaylarına verilmişse de cuma ve bayram alayları için öngörülen program, düzen ve davranışlar, eski geleneğin devam ettiğini göstermektedir.
Arife divanı ile bayramdan önceki günlerde başlayan törensel hareketlilik, bayram gecesi de devam ediyordu. Olasılıkla o geceyi haremde değil hasodada geçiren padişah, sabah ezanından çok önce kalkarak hazırlanıyor ve Tarih-i Atadaki açıklamaya göre ilk bayramlaşmayı hasodalılarla yaptıktan sonra tören için giyinmek üzere revan (sarık) odasına geçiyordu. Diğer taraftan, Es'ad Efen-di'nin Teşrifat-ı Kadime'de bütün ayrıntı ve özellikleriyle aktardığı üzere bayram gecesi Topkapı Sarayı'nın üçüncü avlusundaki Kubbealtı'nda "muayede-i âsafi" denen ve Divan-ı Hümayun toplantı programlarına koşut bir tören düzenleniyordu. O geceyi uyumadan geçiren
îl: ISElStiS îSPl
JL_
BAYRAM ALAYI
100
101
BAYRAM PAŞA KÜLLİYESİ
vezirazam. gece yarısı saraya gelir; bu sırada mehter kısa aralıklarla "nevbet"ler çalmaya başlar, Kubbealtı'ndaki hazırlık tamamlandıktan sonra, istanbul'daki sivil ve asker üst düzey görevlileriyle şeyhülislama kadar ilmiye sınıfından birçok din ve yargı görevlisi, Kubbealtı'na gelirler ve vezirazamla bayramlaşırlardı. Tebrikler bittikten sonra sabah namazı vaktine değin vezirazamla şeyhülislam sohbet ederler, vezirler ve diğer orada kalmaları gerekenler de zamanın geçmesini beklerlerdi. Sabah namazını Aya-sofya hatibinin imamlığında Kubbeal-tı'nda kılan devlet erkânı, Bâbüssaade önünde başlamak üzere olan muayede-i hümayun (padişahla bayramlaşma) için teşrifat kurallarına uyarak sırayla dışarıya çıkmaya başlardı.
Muayede-i hümayun öncesinde, saray içi hazinesinde muhafaza edilen, cülus ve bayramlara özgü altın kaplama, murassa taht, hazine kethüdasınca çıkartılıp Bâbüssaade önüne taşıttırılır, buradaki geniş saçak altı bir tören salonu görünümünde donatılırdı. Sabah namazını hasodada veya saray mescidinde kılan padişah, "muayede-i havas" denen iç törende darüssaade ağası ile musahiplerin, enderun ileri gelenlerinin tebriklerini kabul ederdi. Bundan sonra "muayede-i hümayun" ya da "muayede-i umumî" denen büyük bayramlaşma için, Bâbüssaade ağası ve hasoda erkânı ile arzodasına doğru yürümeye başlar, yolun yansında hünkâr imamı kısa bir duada bulunur, kapıcıların ve diğer saray görevlilerinin sıralandığı arzodası-Bâbüssaade arasından geçerek alkışla birlikte tahta otururdu. Bundan sonra ayrı ayrı protokol listelerine göre tebrik başlardı. Padişah tahtın önüne geldiğinde henüz oturmadan, nakibüleşraf da karşıdan ilerler saygıyla temennadan sonra dua ile muayedeyi açardı. Bunu bir alkış izlerdi. Tahtın sağ gerisinde da-rüssade ağası, solda silahdar ağa durur ve taht örtüsünün saçaklı ucunu tutardı. İlk el öpen padişahın hocası olurdu. Etek öpme protokolü sırası şöyleydi: istanbul'da olan Kırım hanzadeleri, kapı-cıbaşılardan mir-i aleme kadar saray görevlileri, sadrazam ve vezirler, şeyhülislam ve ulema, sipah, silahdar ve ocak ağaları. Herkes, telaşsız fakat seri olarak el etek öperlerdi. Muayedenin en ilginç sahnesi vezirazamın tebriki olurdu. Ça-vuşbaşı ile kapıcılar kethüdasının Kubbealtı'na gidip haber vermeleri üzerine bayramlaşma yerine gelen vezirazam, kürkünün sağ yenini eliyle tutarak birkaç adım ilerler, Taştekne'ye gelince diz çöküp yeri öper; bunu, üçer adım ilerleyişle üç kez yineler, her seferinde çavuşlar alkış yaparlar, nihayet tahta yaklaşınca padişah ayağa kalkar, bu sırada yeni bir alkış yapılır ve vezirazam bir kez daha diz çöküp padişahın önce sağ sonra sol ayağını öperdi. Bu, vezirazamın, padişah katındaki değersizliğini değil, yönetimin, hükümdara bağlılığının simgesel bir ifadesiydi. Arkadan ge-
len vezirler ise birer kez diz çöküp yer öperler, buna karşılık şeyhülislam geldiğinde padişah saygıyla ayağa kalkar, şeyhülislam ilerler ve ikisi "musafaha" denen tarzda her iki elleriyle tokalaşır-lardı. Yeniçeri ağası ise padişahın eteğini iki kez öper, eğer vezir ise (bunlara ağa paşa deniyordu) tebrikten sonra tahtın yanında vezirler sırasında yerini alırdı. Vezirliği olmayan yeniçeri ağası, rikâb ağalarıyla birlikte dururdu.
Muayede, çok uzun ve ayrıntılı bir etek öpme töreni olup, töreni yöneten ve saray protokol şefi olan teşrifati efendinin etek öpüşüyle sona ererdi. Padişah ayağa kalkar, vezirazam sağ koltuğuna, Bâbüssaade ağası sol koltuğuna girerek tahtın önünden dolaştırıp kapıya yöneltirler, bu sırada vezirazam ayrılarak vezirlerle selamlama görevini yapardı.
Padişah bayram alayına hazırlanmak üzere hareme giderken rikâb erkânı denen korteje dahil herkes, Bâbüsselam dışına çıkıp beklerdi. Vezirazam ve vezirlerle devlet erkânı ise kapı arasında otururlardı. Haremin taht kapısından, mirahur-ı evvel ile üzengi ağalarının getirdiği ata binerek hareket eden padişah dışarıda kortejdeki yerini alır, yine alkışlar ve dualarla Ayasofya veya Sultan Ahmed Camii'ne gidilir, önceden gidenler karşılama ve uğurlama törenlerini yaparlar, padişah bayram namazım hünkâr mahfilinde kılar, gelişteki gibi alayla saraya dönülürdü. Padişahın Bâbüsse-lam'dan içeri girmesinden sonra vezirazam ve vezirler Kubbealtı'na geçerler, orada saray mutfağından getirilen yemeği yerler, avludaki kortej birliklerine de yemek verilirdi. Alay-ı iyd denen bu tören bitince vezirazam, Paşakapısı'na giderek burada muayede-i âsafi denen kendi kabul törenini başlatırdı. Öte yandan padişah da sarayda ilkin, hasoda önüne kurulan tahta oturup tüm enderun halkının tebriklerini kabul edip ihsanlarda bulunur, buradan hareme geçerek annesi, kadınları ve harem halkıyla bayramlaşırdı.
Eski bayram alaylarının yüzlerce ayrıntısı vardı. Örfleğin, hazinedarbaşımn herkesten önce camiye gidip hünkâr mahfiline özel seccade sermesi, buhur yakması, padişahın çizmelerinin çıkartılıp yumuşak pabuç giydirilmesi, vezirazamın padişahı koltuklayıp mahfile çıkartması, tüm vezirlerin namaza tek safta durmaları, bayramlaşma sırasındaki duruşlar, yürüyüşler, alkışlar, herkesin konumuna göre belirlenmiş olan kavuk, sarık, kürk vb giyim kuşam, alayın önünde, arkasında kimlerin yürüyeceği, atlı ve yaya katılması gerekenler, tüm incelikleri ile teşrifat defterlerinde yazılıydı. Kurban Bayramı alay ve muaye-desinin bir özelliği ise hasoda önünde dokuz koçun kurban edilmesi, bunlardan ilkini padişahın boğazlamasıydı.
Hızır Ilyas Ağa, Letâif-i Enderun'da. 1227/1812 Ramazan Bayramı törenlerini anlatırken II. Mahmud'un Sultan Ahmed
Camii'nden saraya döndükten sonra enderun ve harem halklarıyla bayramlaşıp Yalı Köşkü'ne geçtiğini eski yasa uyarınca silahşor ağaların hasahırdan getirilen atlarla yaptıkları gösterileri izlediğini, bayram günü ve akşamı türlü eğlenceler düzenlendiği gibi ikinci ve üçüncü günlerde de binişler yapıldığını anlatır. O yılın Kurban Bayramı'nda ise Topka-pı Sarayı Mustafa Paşa Köşkü'nde arife akşamı şamdanların, tahta mumların aydınlattığı ortamda eğlenceler yapıldığını, bayram sabahı padişahın sünnet odasına gelip hazırlandığını "hümâ" tüylü sorguç taktığını, ilkin darüssaade ve harem ağaları ile sonra hasodalılarla bay-ramlaştığını, baltacıların tebriklerini kabul ettikten sonra arzodasına geçip, oradan muayedeye çıktığını, sonra da alayla camiye gittiğini anlatır.
Eskiden takvim hesapları yeterince sağlıklı yapılamadığından bayram alaylarının aksadığı da olmaktaydı. Örneğin, 1740'ta ocak ayına rastlayan ramazan, bir gün geç başlatılmış, arife günü bayram olduğu anlaşılınca Tersane'den ve Tophane'den toplar atılarak bayram ilan edilmişti. Bayram alayı ise ivedilikle düzenlenmiş, bayram namazı kılınmış fakat hutbesinin okunmasına zaman kalmadan öğle ezanı okunduğu için, padişah ve devlet erkânı öğle namazını kılıp camiden çıkmışlardı. Muayedeler ise doğal olarak öğleden sonra yapılabilmişti.
1677-1730 arasında kısa bir süre aralıklarla uygulanan ayrı bir sadrazam bayram alayı daha vardır. Bayramın üçüncü günü sadrazam, "büyük kol" denen düzenli ve kalabalık bir maiyetle yeniçeri ağasının davetlisi olarak Eyüp'e gider, mevsim kış ise Ağa Kapısı'nda kendisine ziyafet verilirdi. Fakat bu, kalıcı bir tören olmamıştır.
Geleneksel bayram alayları Abdülaziz dönemine (1861-1876) kadar sürdü. Bununla birlikte 19. yy ortalarına doğru hanedan Beşiktaş saraylarına taşındığından bayram alayında bu semtteki camilere gidilmeye başlanmıştı. Abdülaziz'in padişahlığı sırasında ise bayram alayı ve mu-ayedeler, giderek alafranga bir görünüm kazandı ve saray görkeminin dışa yansıtılmasına olanak verdi. En önemli değişiklik, bayramlaşma töreninin Topkapı Sarayı'nda değil, Dolmabahçe Sarayı'nın Muayede Salonu'nda yapılması oldu. İ-kinci olarak, muayede resm-i hümayunu, eskiden bayram namazından önce düzenlenirken yeni dönemde bayram alayından sonra yapılmaya başlandı. Dikkat çekici bir yenilik de hanedana mensup sultan efendi, hanım sultan ve kadı-nefendilerle ikballerin, ikişer ve dörder atlı arabalarda bayram alayını seyre çıkışlarına izin verilmesiydi. Bayram alayından sonra ise Dolmabahçe Sarayı'nın Muayede Salonu'nun deniz tarafındaki kafesli galerisinden, muayede resm-i hümayunu denen, devlet erkânının padişahla bayramlaşmalarını seyrederlerdi.
Padişah, selamlık muayedesi bittikten sonra sarayın harem dairesine ge-
çer, büyük sofada valide sultan, hazinedar usta ve harem kalfaları tarafından karşılanır; modern saray yaşamının bir yeniliği olarak da 80 müzisyen cariyenin oluşturduğu harem mızıkasını denetler, bu orkestra marşlar çalarken yaş sırasına göre sultan efendilerin, kadıne-fendilerin, ikballerin, kalfaların tebriklerini kabul ederdi. Tüm bu kadınlar, padişahla yakınlıkları ne düzeyde olursa olsun, tahtın önünden reverans yaparak geçerlerdi. Hazinedar usta, futalarla getirilen altın gümüş paraları serper, herkes bunlardan almayı uğur sayardı. Öğleden sonra hanedan saray ve köşkleri ile fer'iye daireleri arasında karşılıklı bayram ziyaretleri yapılırdı.
Modern saray yaşamının bir başka yeniliği de gündüz ve gece düzenlenen bayram eğlenceleriydi. Hokkabazlar, ortaoyuncuları, köçekler, sazende ve hanendeler, haremde gösteriler yaparlar, bayramın birinci günü akşamı ise Mabeyin Dairesi'nde düzenlenen eğlenceler hem balo, hem kokteyl havasında geçerdi. Sultan efendiler, hanını sultanlar, kadınefendiler, son moda tuvaletlerle, hattâ dekoltelikleri tüllerle örtülmüş giysilerle geceye katılmaktan çekinmezlerdi. Bu suarede padişah ile şehzade efendiler, hanedan üyesi sayılan erkekler ve gelinler de bulunurlardı.
Son Osmanlı padişahı VI. Mehmed Vahideddin'in katıldığı sonuncu bayram alayı 10 Zilhicce 1340/4 Ağustos 1922' de Kurban Bayramı münasebetiyle düzenlendi. Halife Abdülmecid ise sadece birer kez l Şevval 1341/17 Mayıs 1923 ve 10 Zilhicce 1341/24 Temmuz 1923 tarihlerine rastlayan Ramazan ve Kurban bayramlarında mevkib-i hümayun denen kalabalık saltanat korteji olmaksızın bayram alayına katıldı.
Bibi. Kanunnâme-i Âl-i Osman, (TOEM ilavesi), ist., 1330, s. 25; Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesi,- Ankara, 1935, s. 129, 137; Hızır Ilyas, Tarih-i Enderun-Letâif-i Enderun, İst., 1276, s. 25 vd, 35-40, 61-65; Tarih-i Selânikî, 80-81; Tayyarzade Ata, Tarih-i Ata, I, ist., ty, s. 220-250; Evliya, Seyahatname, I, 202, vd; Es'ad Efendi, Teşrifat-ı Kadime, İst., ty, s. 44-63; Tarih-i Raşid, V, 308; Ali Şeydi Bey, Teşrifat ve Teşkilâtımız, îst., ty, s. 27-37; Ali Süha, "Tanzimat Devri ile Sonrasında Sarayda Bayram Merasimi", Resimli Tarih Mecmuası, S. 74, s." 149 vd; Mehmed Zeki, "Eslâfda Bayram Tebrikâtı", TOEM, VI, s. 754 vd; Uzunçarşılı, Saray, 201 vd; Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye, 59, 63, 115. NECDET SAKAOĞLU
BAYRAM PAŞA KÜLLİYESİ
Fatih İlçesi'nde, Haseki'de, Cerrahpaşa ve Keçihatun mahallelerinin sınırında Haseki Külliyesi'nin yanında yer almaktadır.
Medrese, sıbyan mektebi, tekke, türbe, hazire, sebil, çeşme ve dükkânlardan meydana gelen bu külliye, Vezirazam Bayram Paşa (ö. 1638) tarafından 1044/l634-35'te inşa ettirilmiştir. Dönemin hassa başmimarı Kasım Ağa'nın (ö. yak. 1660) eseri olduğu kabul edilmektedir. 18. yy'dan itibaren bazı onarımlar geçirdiği anlaşılan yapılardan sıbyan
mektebi dışında kalanlar, özgün biçim-leriyle günümüze ulaşmışlardır.
Haseki Caddesi, külliyenin kuzey yönündeki sınırını oluşturmakta, bu caddeyi dikine kesen ve kuzey-güney doğrultusunda uzanan Haseki Kadın Sokağı, külliyeyi iki parçaya ayırmaktadır. Sokağın Keçihatun Mahallesi'ne ait olan doğusunda medrese, sıbyan mektebi ve dükkânlar, Cerrahpaşa Mahallesi'nde kalan batısında ise tekke, türbe, hazire, sebil ve çeşme yer alır. Malzeme olarak çoğunlukla kesme taş, derviş hücreleri ile diğer bazı tekke bölümlerinde moloz taş kullanılmış, sütun, sütun başlığı, kapı ve pencere söveleri gibi ayrıntılarda beyaz mermer tercih edilmiştir. Tuğla ile örülen kubbe ve tonozlar içeriden sıva, dışarıdan kurşunla kaplanmıştır.
Medrese, Sıbyan Mektebi ve Dükkânlar-. Osmanlı devrine ait medreselerin büyük çoğunluğu gibi, açık avlulu ve revaklı olarak tasarlanan Bayram Paşa Medresesi'nde, kare planlı avlu çepeçevre sivri kemerli revaklarla kuşatılmış, pandantifli kubbelerin örttüğü on altı birimden oluşan revakların arkasına, on dört adet talebe hücresi ile dershane yerleştirilmiştir. Oltada basık kemerli girişin bulunduğu batı cephesi, revaklara açılan pencerelerle donatılmıştır. Kare planlı hücrelerin pandantifli kubbeleri sekizgen kasnaklara oturmaktadır. Konumlarına göre, avluya veya dışa bakan pencerelerle aydınlanan hücrelerde o-caklar ve dolap nişleri bulunmaktadır. Kuzey kanadındaki hücrelerin arasından yükselen kare planlı ve kubbeli dershane, yatayda ve düşeyde hücrelerin kütlesinden kopartılarak medresenin görünümüne egemen kılınmıştır. Dershanenin kubbesi içeriden tromplara, dışarıdan on iki köşeli bir kasnağa oturur.
Kuzeydeki hücre dizisinin altına isa-
Bayram Paşa
Külliyesi'nde
tekke, türbe,
sebil ve
çeşmenin
vaziyet planı.
1. tevhidhane,
2. derviş
hücreleri,
3-4. şeyh odası
ile meydan
odası (?),
5. türbe,
6. sebil,7. çeşme,
8. şadırvan,
9. kuyu.
Zeynep Naytr
bet eden ve Haseki Caddesi boyunca sıralanan dükkânlar dikdörtgen planlı ve beşik tonoz örtülü birimlerdir. Cumhuriyet dönemindeki son onarımda yıktırılan sıbyan mektebinin ahşap çatılı bir yapı olduğu, yanına sonradan iki katlı bir muallim meşrutasının eklendiği bilinmektedir.
Tekke: Faal olduğu devirlerde, Veysel Karanî'ye ait olduğu rivayet edilen bir arakiyenin yanısıra Hz Muhammed'in olduğuna inanılan bir pabucun muhafaza edildiği Bayram Paşa Tekkesi, barındırdığı bu emanetten ötürü "Paşmak-ı Şerif Tekkesi" adıyla da anılmıştır. Ayrıca son devirdeki postnişinlerden Şeyh Ahmed Müştak Efendi'nin (ö. 1881) lakabından dolayı "Baba Efendi Tekkesi" olarak da tanındığı bilinmektedir.
Birçok tarikat arasında el değiştirdiği anlaşılan Bayram Paşa Tekkesi'nin 18. yy başlarında Bayramîliğin Himmetî koluna, aynı yüzyılın sonlarında Halvetîli-ğin Sünbülî koluna, 19. yy ortalarında da Kadirîliğe bağlandığı tespit edilmektedir. Ayin günü, 19. yy'ın birinci yarısına ait tekke listelerinde cumartesi, ikinci yarısına ait olanlarda ise cuma olarak verilmektedir. Dahiliye Nezareti'nin 1301/ 1885'te hazırlattığı istatistik cetvelinde tekkede on bir erkek ile yedi kadının ikamet ettiği belirtilmiştir. Öte yandan BOA'da bulunan 20 Zilkade 1255/25 Ocak 1840 tarihli bir belge, Bayram Paşa Tekkesi'nin Evkaf Nezareti'nden taamiye (yiyecek) istihkakı olduğunu kanıtlamakta, ayrıca Maliye Nezareti'nce hazırlanmış 1325/1910 tarihli bir defterde de tekkeye yılda 1.884 kuruş, günde l okka et, Kurban Bayramlarında da üç adet koyun verildiği kaydedilmektedir.
Tekkenin zaman içinde geçirdiği o-narımlarda önemli bir değişikliğe uğramadığı görülmektedir. BOA'da., tekkele-
HASEKİ KADIN SOKAĞI
Dostları ilə paylaş: |