BUHARA TEKKESİ
Eminönü İlçesi'nde, Sultanahmet-Kadır-ga'da, Küçükayasofya Mahallesi'nde, Şehit Mehmed Paşa Yokuşu'nda, Sokollu Külliyesi'nin yanında bulunmaktadır.
Nakşibendîliğe bağlı olan Buhara Tekkesi, İstanbul'da bulunan aynı türdeki diğer tesisler gibi, "Özbek Tekkesi" adıyla da tanınmaktadır. Buhara Tekkesi, Özbek kökenli şeyhlerinin Osmanlı İmparatorluğu ile Orta Asya hanlıkları arasındaki ilişkilerde oynadıkları önemli siyasi, diplomatik ve kültürel rollerden dolayı, İstanbul'daki Özbek tekkeleri içinde en önemlisi olarak telakki edilebilir.
Yapı 1104/1692'de inşa ettirilmiş, II. Abdülhamid'in buyruğu üzerine 13057 1887'de yenilenmiş, bugünkü mescit-tevhidhane bölümü de, Buhara emirinin ileri gelen koşbeyi (başbakan) Astankul Bey tarafından 1318/1900'de inşa ettirilmiştir. Söz konusu yenileme ve inşa faaliyetleri, yapının üzerinde bulunan kitabeler tarafından belgelenmektedir.
Padişahlar 18. yy sonlarından itibaren bu tekkenin şeyhlerini, Çağatay Türkçe-sini bilmeleri, ayrıca Orta Asya'yı ve bu
yörenin âdetlerini iyi tanımaları nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu ile söz konusu hanlıklar arasında olağanüstü elçi olarak görevlendirmeyi âdet edinmişlerdir. Örnek olarak 18. yy'da Şeyh Yahya' nm, 19. yy ortalarında da Mehmed Efen-di'nin resim misyonları zikredilebilir. Buhara Emirliği'nden, İstanbul'a yolu düşen birçok önemli kişinin, tıpkı bir sefarethanede olduğu gibi burada konakladıklarına bakılırsa tekkenin Orta Asya açısından da aynı şekilde telakki edildiği söylenebilir. Bu husus 1924'te burada konaklayan Buharalı bir diplomat için hâlâ geçerlidir (BOA, Cevdet hariciye 5600/18).
Siyasi rolünün yamsıra Buhara Tek-kesi'nin, Olta Asya kavimlerinin kültür geleneklerinin korunduğu ve yaşatıldığı bir kuruluş olarak da önemi belirtilmelidir. Nitekim Alman şarkiyatçısı Martin Hartmann, Çağatay dili ve kültürü üzerine yayımladığı eserlerinde yer alan bilgilerin büyük bir kısmını Buhara Tekke-si'nden derlemiştir ("Zentralasiatisches aus Stamboul", Islamischer Orient, I, 1902 ve Grammatik Ussi Lisânı Türkî deş Me-hemed Sâdiq, Heidelberg, 1902). Aynı şekilde bu tekkenin en ünlü şeyhi olan Süleyman Efendi 19. yy'ın sonlarında bir Çağatayca-Osmanlıca sözlük ile (Lügat-ı Çağatay ve Türki-i Osmâni, 1298) Ah-med Yesevî'nin şiirlerinin çevirisini (Di-vân-ı Belâgat-Unvân Sultanü'l-Arifin Hoca Ahmet Yesevî, 1299) yayımlamıştır.
Ayrıcalıklı kişiliğinden dolayı Şeyh Süleyman Efendi'nin üzerinde biraz daha durmak gerekir. Buhara'da 1237/1821' de doğan Süleyman Efendi bu tekkenin başına geçtikten sonra kendisini çok takdir eden II. Abdülhamid'in siyasi emellerine, bu arada panislamist politikasına hizmet etmiştir. Padişah tarafından, çeşitli görevlerle Orta Asya'ya, Afganistan'a ve Hindistan'a yollanmış, hattâ 1877'de Macaristan'da, Pesh'te toplanan Turan Kongre-si'nde, II. Abdülhamid'i temsil etmiştir.
326
Buhara Tekkesi'nin mescid-tevhidhane ile selamlık ikinci katının planı. M. Baha Tannan, 1982
BUHARA TEKKESİ
-
Aynı zurnanda. Meclis-i Muhacirîn-i Çerâ-kise'nin ve Meclis-i Meşâyih'in de üyesi olduğu bilinmektedir.
Cumhuriyet döneminin başlarında, 1925'te tarikatların lağvedilmesinden sonra Buhara Tekkesi Türkistan Gençler Birliği, Türkistanlılar Kültür ve Sosyal Yardım Derneği ve Türkistanlılar Talebe Yurdu gibi birtakım kuruluşları bünyesinde barındırmış, harem dairesinde son şeyh Abdurrahrrıan Efendi (ö. 1953), ailesiyle ikamete devam etmiştir. Daha sonra harem bölümü yanmış, mescit-tev-hidhane de bakımsız kalarak harap olmaya başlamıştır. Sonunda bu bölümün de bir yangın geçirerek dört duvardan ibaret kaldığı anlaşılmaktadır. Günümüzde tamire muhtaç durumda bulunan Buhara Tekkesi'nin önemli bir kısmı kullanılmamakta, selamlık bölümünde son şeyhin torunları oturmaktadır. Bibi. Mehmed Tevfik, Yadigâr-i Macaristan-i asr-i Abdülhamid Hân, İst., 1294, s. 17-18; İSTA, VI,. 3099-3103; G. M. Smith, "The Özbek tekkes of istanbul", Der islam, S. 57 (1980), s. 137-139; Mehmet Saray, Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkistan Han-hklan Arasında Siyasi Münasebetler (l 715-1875), İst., 1984, s. 84-88, 133-134; T. Zarco-ne, "Histoire et croyances deş derviches tur-kestanais et indiens â İstanbul", Anatolia Moderna (Yeni Anadolu), II (1990), İst./Pa-ris, s. 150-153.
THIERRY ZARCONE
Mimari
Buhara Tekkesi, günümüze ulaşmamış olan kuzeydeki ahşap harem dairesi dışında kagir olarak inşa edilmiş, tekkenin içerdiği diğer bölümler, ortak bir taban oluşturan zemin katın üzerinde, birbirleriyle bağlantılı bağımsız kitleler olarak tasarlanmıştır. Zemin katın batısında Şehit Mehmed Paşa Yokuşu üzerinde, ortada cümle kapısı, bunun üzerinde de mescit-tevhidhaneden bağımsız olarak tasarlanmış minare yükselmektedir. Bunların güneyinde, zemin katta mutfak-kiler-taam-hane grubunu, birinci katta meydan odasını, ikinci katta da mescit-tevhidhaneyi barındıran kitle yer alır. Cümle kapısı-
Buhara
Tekkesi'nde,
mescit-
tevhidhane
ile selamlık
bölümlerinin
Şehit Mehmed
Paşa Yokuşu
cephesinden
görünümü.
Araş Neftçi, 1990
minare manzumesinin kuzeyinde ise cadde üzerinde üç katlı selamlık, bunun arkasında Türkistan'dan gelen seyyah dervişlerin hücrelerini barındıran, misafirhane niteliğindeki bina bulunur. Zemin katın güneydoğu kesimi, altta su haznesi, üstte fevkani avlu olarak değerlendirilmiş, söz konusu avludan meydan odasına, bunun üzerindeki mescit-tev-hidhaneye, derviş hücrelerine geçit sağlanmıştır.
Cümle kapısı, neogotik üslupta bir sivri kemerin içine alınmış olan dikdörtgen bir açıklıktan oluşmaktadır. Lento ile sivri kemerin arasındaki alınlığa II. Abdülhamid'in 1305/1887 tarihli yenileme kitabesi yerleştirilmiştir.
Cümle kapısından ufak bir taşlığa girilmekte, bu taşlık kuzey yönünde, selamlık ile misafirhanenin arasındaki ince uzun avluya bağlanmakta, daha ziyade bir havalandırma-aydınlatma boşluğu niteliğindeki bu avludan birinci kattaki fevkani avluya çıkılmaktadır. Selamlığın ve misafirhanenin birinci ve ikinci katları, aralarındaki bu boşluğa bakan, kuzeyde, harem bölümü ile hazireyi tekkenin diğer bölümlerinden soyutlayan duvarın önünden dolaşarak "U" biçimini alan balkonlarla donatılmış, birinci kattaki balkonda "U"nun uçları fevkani avluyla birleştirilmiştir. Geleneksel mimarideki revakların yerini tutan, her iki taraftan kapıların ve pencerelerin açıldığı bu balkonlar, demir putrelli volta döşemeleri, bunları birbirine bağlayan düşey demir gergileri ve aynı malzemeden sade korkulukları ile, tasarlandıkları dönem için oldukça "modern" bir görünüm sergilemektedir.
Misafirhane kanadının her iki katı da "karnıyarık" denilen plan tipinin özelliklerini göstermekte, doğu-batı doğrultusunda uzanan sofaların çevresinde dervişlerin ikametine mahsus odalar ile he-la-abdestlik birimleri sıralanmaktadır. Selamlığın içerdiği en ilginç mekân ise ikinci kattaki şeyh odasıdır. Kahve ocağı ile bağlantılı ufak bir sofadan geçilerek
ulaşılan şeyh odasında, girişin bulunduğu doğu duvarı yüklüklerle donatılmış, güney ve kuzey duvarlarına birer dikdörtgen pencere, güney duvarına ayrıca, küçük bir köprü ile mescit-tevhidhaneye ulaştıran kapı, batı duvarına ise, önünde balkon bulunan, sivri kemerli geniş bir kapı-pencere yerleştirilmiştir. Nefis bir manzaraya sahip olan bu balkon, yanlardan, I. Ulusal Mimarlık Üslubu'nda birer büyük konsolla takviye edilmiş, bunların arasına da aynı üslupta bir dizi küçük konsol yerleştirilmiştir. Balkonu sınırlayan basit ahşap korkuluklar, köşelerde, üstleri soğan kubbeciklerle donatılmış masif ahşap babalara bağlanmaktadır. Selamlığın geniş saçağı, balkonun üzerine gelen yerde ahşap konsollarla desteklenmiştir.
Kareye yakın yamuk bir plan arz eden mescit-tevhidhanenin duvarları tuğla ile örülmüş, kalkan duvarları ile kısmen gizlendiği anlaşılan ahşap çatı yangında ortadan kalkmıştır. Açıklığı, içeriden basık bir kemerle, dışarıdan demir putrelli bir lentoyla geçilmiş olan giriş, kuzey duvarının ortasında yer almakta, fevkani avludan, girişin önündeki sahanlığa, putrellere oturan kesme taş basamaklarla çıkılmakta, söz konusu mekân ile şeyh odasının bağlantısını kuran köprücük de bu sahanlığa oturmaktadır. Kapının len-tosu üzerine, mescit-tevhidhanenin inşa tarihini (l Receb 1318/1900) ve banisinin adını (Astankul Bey) veren, talik hatlı mensur kitabe oturtulmuştur. Duvarlar, girişin yanlarında birer tane, doğuda ve batıda üçer tane olmak üzere, ikili pencere gruplarıyla donatılmıştır. Alttaki pencereler "dilimli Bursa kemeri" olarak tanımlanabilecek bileşik kemerlerle taçlandırılmış, zamanında alçı revzenlerle dol-gulanmış olduğu tahmin edilebilen tepe percereleri ise yuvarlak olarak tasarlanmıştır. Güney duvarının ortasında, çok az bir derinliğe sahip, dikdörtgen planlı ve basık kemerli mihrap nişi, yanlarında da birer tepe penceresi yer alır. Mihrap nişinde seçilen alçı mukarnas izlerinden, I. Ulusal Mimarlık Üslubu'nda bir mihrabın tasarlanmış olduğu anlaşılmaktadır. Mescit-tevhidhanenin ilgi çekici ayrıntılarından biri de, kuzeybatı köşesindeki ufak kapının ardında uzanan ve minareye bağlanan, minyatür boyutlu, volta döşemeli kapalı geçittir.
Buhara Tekkesi'nin, geleneksel plan şemalarıyla Batı kökenli inşaat tekniklerini ve I. Ulusal Mimarlık Akımı'na bağlanan birtakım ayrıntıları kaynaştıran ilginç tasarımı gibi, Şehit Mehmed Paşa Yokuşu üzerindeki ana cephesinin düzenlemesi de tamamen kendine özgü bir nitelik sergilemektedir. Yatay silmelerle ayrılmış olan katlarda farklı örgüler kullanılmış, kısmi bodrumda kesme taş, zemin katta, Osmanlı mimarisinde hemen hiç görülmeyen, Roma ve erken Bizans dönemlerinde kullanılmış olan opus sectile'ye benzer bir tür örgü, birinci ve ikinci katlarda da üzeri sıvalı tuğla örgü tercih edilmiştir.
Söz konusu cephede gözlenen anıt-sallık ve özgünlük iddiasının odak noktası şüphesiz, minarenin, mimarlık tarihinde benzerine pek az rastlanan bir biçimde, cümle kapısının üzerine oturtulmuş olmasıdır. İstanbul'da aynı konumda bir başka minare yalnızca Mevlana-kapı'da, 17. yy'da inşa edilmiş ve günümüze ulaşmamış olan Tulumcu Hasan Mescidi'nde tespit edilmektedir. Zemin katın üst hizasındaki silme, cümle kapısının üzerinde bir miktar yukarı taşırılarak bu kesime bir taçkapı görünümü verilmek istenmiştir. Tuğladan örülmüş o-lan silindir gövdeli minarenin pabuç kısmı altta kare, üstte sekizgen kesitli olup aradaki geçiş pahlı yüzeylerle sağlanmış, şerefe basit demir parmaklıklarla kuşatılmıştır. Ahşap olduğu anlaşılan külah günümüzde mevcut değildir.
Buhara Tekkesi'nin cephesinde, selamlığın ikinci katında, şeyh odasına ait olan kesim, gerek içerdiği mimari öğeler (sivri kemerli geniş açıklık, balkonun ve ahşap saçağın konsolları) gerekse oranları bakımından, Konya-Alâeddin Tepesi'n-de yer alan, 12. yy'm ikinci yarısına ait Kılıç Aslan Köşkü'nü hatırlatmaktadır. Aralarında yedi yüzyıldan fazla bir zaman diliminin bulunduğu bu iki yapının benzerliği ancak bilinçli bir etkilenme ile açıklanabilir. Şeyh odasının, manzaraya nazır konumu ile, tekkeye gelen hatırlı misafirlerin ağırlandığı bir tür köşk niteliğinde oluşu bu varsayımı güçlendirmektedir. Diğer taraftan I. Ulusal Mimarlık Akımı'nın büyük ustalarından Mimar Vedat Bey'in (Tek) (ö. 1940), 1913' te istanbul Nişantaşı'nda inşa ettirdiği konağının balkonunda da Kılıç Aslan Köşkü'nden ilham almış olması dikkat çekicidir. Sonuçta, inşa edildiği 1887 yılı göz önünde tutulacak olursa, Buhara Tekkesi'nin, I. Ulusal Mimarlık Akımı'nın, şimdiye kadar tanınmamış öncü yapılarından birisi olduğu kabul edilebilir.
Bibi. Çetin, Tekkeler^ 584; Aynur, Saliba Sultan, 37, no. 143; Asitâne, 4; Osman Bey,
Mecmua-i Cevâmi, I, 12-13, no. 17; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 3; İhsaiyat, II, 19; Ergin, İmaret Sistemi, 26-36; Öz, İstanbul Camileri, I, 114.
M. BAHA TANMAN
BUKOLEON LİMANI
Büyük Saray'ın(-+) ön cephesinin batı yakası ile Çatladıkapı(->) arasında uzanan liman.
Büyük Saray'ın, Küçük Ayasofya Ca-mii'ne(->), bitişik bölümünde bulunan Bukoleon Sarayı(->) ile aynı adı taşıyan liman, denizden bir dalgakıranla ayrılmıştı. Mendireğe ait bazı kalıntılar, 1960 başlarında sahil yolunun yapımına kadar görülebiliyordu. Fakat, limanın gerçek sınırlan hakkında kesin bilgiler yoktur. Başlıca işlevi, imparatorluk sarayına hizmet vermek olan bu liman, diğerlerine göre, bir hayli mütevazı ölçülerde idi.
Saray ve limanın adı olan Bukoleon sözcüğü, Grekçe "bukolos" (çoban) anlamına gelmekte olup, büyük ihtimalle pagan (tektannlılık öncesi) dönemden kalmadır. Ortaçağda, bu adın "bus kai leon"dan (boğa ve aslan) meydana geldiği kabul olunmuş, daha sonra ise bazı Batılı yazarlarca, "bucca leone" (aslanın ağzı) olarak adlandırılmıştır. Limanın kurulduğu ilk yıllarda, rıhtımda bulunan ve bir boğa ile bir aslanın dövüşmesini sembolize eden heykel, "bukoleon" sözcüğü ile ilgili varsayımlardan birincisinin kaynağı olarak gösterilmişse de, kanımızca bu heykel, "Bukoleon" adından esinlenilerek yapılmıştır.
ALBKECHT BERGER
BUKOLEON SARAYI
Marmara kıyısında, bugünkü Cankurtaran ile Kumkapı arasındaki Çatladıkapı mevkiinde, Küçük Ayasofya'nın hemen doğusunda bulunan sahilsaray.
Hıristiyanlık öncesi dönemlerden geldiği sanılan ismine bakılırsa, tarihinin çok eskilere gittiği düşünülebilir (bak. Bukoleon Limanı). Fakat saray hakkın-
327 BULAK MUSTAFA PAŞA TÜRBESİ
daki ilk bilgi orta Bizans dönemine (9 yy'ın ortalarından 13. yy başına kadar) aittir. Buna göre Bukoleon Sarayı İmparator II. Teodosios (hd 408-450) tarafından yaptırılmıştır. Bilinen ve halen görülebilen bölümleri ise büyük olasılıkla Te-ofilos zamanında (829-842) eklenmiştir.
Faros(->) denilen fener burcu ile imparatorluk iskelesi olarak kullanılan burun arasında, surların üzerinde uzanan Bukoleon Sarayı'nın temelinde ilkçağdan kalma mermer bloklar kullanılmıştır. Sur duvarlarının arasında görülebilen yaklaşık 300 m uzunluğundaki ön cephe, başlıca iki bölümden oluşuyordu. Öndeki küçük limanla sarayı birbirine bağlayan ve güney-kuzey doğrultusundaki kısa bir duvarın içinden geçen anıtsal bir merdiven, bu iki parçayı birbirinden ayırmaktaydı. Sarayın batı parçası 1870lerde demiryolu yapımı yüzünden tahrip olmuştur. Bu bölümün her iki yanında, oturan aslan heykelleri ile süslü bir cumba bulunuyordu. Sarayın doğu yakası ise halen ayaktadır. Buradan görüldüğü kadarıyla, dış cephe, birbirini izleyen tuğladan tonozlarla örtülü mekânlardan oluşmaktadır. Bir dizi mermer çerçeveli pencere ve kapı ile Marmara'ya açılan sarayın ö-nünde, duvara saplanmış mermer konsollarla taşınan boydan boya bir balkonun uzandığı anlaşılmaktadır.
Faros yakasındaki mekânlar, zengin bezemelere sahip sütunlarla süslenmişti. Bunlara ait paye gövdelerinden birkaçı, halen İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergilenmektedir. Doğu yakasında ayrıca değişik biçimlerde zarif süslemeli başka sütun başlıkları da vardı. Bunlardan birkaçı bugün çevrede korumasız olarak durmaktadır.
Bibi. S. Eyice "Büyük Saray", STAD, 3 (1988), 22-30; R. Guilland, "Leş palais du Bukoleon", Byzantinoslavica, I, 1950, s. 197-206; Janin, Constantinople byzantine, 120-121; C. Man-go, "Ancient Spolia in the Great Palace of Constantinople", Byzantine East, Latin West, Art Historical Studies in Honor of Kurt Weitz-mann, 1993.
İSTANBUL
BULAK MUSTAFA PAŞA TÜRBESİ
Eyüp'te Eyüb Sultan Camii'nin kıble tarafındaki nazirenin Musalla Kapısı adı verilen kapısı yakınında, meydana bakan açık türbedir.
Türbede medfun bulunan Bulak Mustafa Paşa, L Süleyman (Kanuni) dönemi (1520-1566) kaptan-ı deryalarındandır. "Pulak", "Balak", "Palak" gibi isimlerle de anılır. Rodos fethinde kaptanlık yapmış, daha sonra Mısır'a gitmiştir. Vefat tarihi kesin olarak bilinmez, 1522 veya 1534 tarihleri ileri sürülür.
Türbe çok harap durumda iken 1940' lı yıllarda iyi bir restorasyonla kurtarılmıştır. Ancak, Eyüp'teki birçok yapı gibi, yol seviyesinden aşağıda kalmış ve bu yüzden özellikle kışın su basmakta idi. Eyüp'teki son imar hareketleriyle birlikte bu durum ortadan kalkmıştır.
Türbe, sekizgen planlıdır. Her köşede birer kesme taş paye, kaş kemerleri
BULGAR EKSARHHANESİ 328
329
BULGAR OKULLARI
Bulgar Eksarhhanesi binasının ibadet yerinden bir görünüm, Şişli. Erkin Emiroğlu
Bulak Mustafa Paşa Türbesi'nin planı. Yıldız Demiriz
ve kubbeyi taşır. Dilimli kubbe alçak bir kasnağa oturur. Yapı tamamen kesme küfeki taşındandır. Açık türbenin paye aralarındaki onikigenlerin kesişmesinden oluşan geometrik mermer şebekeler, yapının başlıca süslemesidir.
Yapı kitabesi yoktur. Ancak, tamirlerle ilgili kitabeler ve mezar taşlarının yazıları bazı tarihler verir. Eski giriş üzerindeki tamir kitabesi 1818, yandaki payedeki tamir kitabesi 1633 tarihlidir. Bulak Mustafa Paşa'nın silindirik ayak taşında 1584 tarihi vardır. Mecmuâ-i Te-vârih'te bahsedilen 1077/1666 tarihli kitabe ise bulunamamıştır.
Bulak Mustafa Paşa Türbesi'nin bitişiğinde kime ait olduğu bilinmeyen ilginç bir açık türbe vardır. Padişahın katlettirdiği devlet ricali veya bir şehzadenin türbesi olduğu rivayet edilir. Kare planlı a-çık türbenin onikigen kasnaklı kubbesi, dört yuvarlak sütuna oturur. Klasik döneme ait baklavalı sütun başlıkları ve türbenin ortasındaki lahit, 16. yy sonlarının tipik örneklerindendir. Bu yüzden türbe 17. yy başlarına veya 16. yy sonlarına tarihlendirilir.
Bibi. Akakuş, Eyyûb Sultan, 170; Demiriz, Türbeler, 20-22; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Te-vârih, 389.
YILDIZ DEMİRİZ
BULGAR EKSARHHANESİ
Osmanlı döneminde İstanbul'da oturan Bulgarlar 19. yy ortalarına kadar Fener' deki Rum Ortodoks Patrikhanesi'ne bağlı kiliselerde ibadet ediyorlardı. 18. yy sonlarında Balkanlar'da başlayan milliyetçilik hareketleri Bulgarları da etkiledi. Bulgarlar bağımsızlık düşüncelerine paralel olarak Rum Ortodoks kilisesinden ayrı, bağımsız bir Bulgar Ortodoks kilisesi kurmak için de mücadeleye giriştiler. 1839' da Tanzimat Fermam'yla Müslüman olmayan Osmanlı uyruklarının da Müslüman olanlarla eşit haklar elde etmesi, Bulgarları bu davalarında umutlandırdı.
İstanbul'daki Bulgar cemaatinin önderlerinden İstefanaki Bey (Stefan Bo-goridi) Eylül 1848:de devlete başvurarak
Bulgarların, Rumlarla aynı mezhepten olmakla birlikte, Rumca bilmedikleri için Rum kiliselerindeki ayinleri anlayarak izleyemediklerini, oysa Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler gibi onların da ayrı bir cemaat oluşturduklarını ve kendi dillerinde ibadet etmek istediklerini belirtti. Özellikle büyük yortularda Bulgarların da Rum kiliselerine gitmesinin "izdi-ham"a yol açtığını, kalabalığa son verilmesinin sağlık bakımından da uygun olacağını anlattı. Ayrıca Rusya Sefareti' nin, çoğu saf olan Bulgarları, onlar için bir kilise inşa edebileceğine inandırdığını, ama önce bir papaz evinin yapılarak ibadetin burada sürdürülmesinin daha uygun olacağını, bu iş için kendisinin Fener semtindeki bir arsasını bağışlamaya hazır olduğunu bildirdi. İstefanaki Bey böylece bir yandan, Osmanlı Dev-leti'nin bu konuda anlayış göstermemesi durumunda öteden beri Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodoks uyruklarının koruyucusu rolü oynayan Rusya'dan destek alınabileceğini üstü kapalı olarak belirtiyor, bir yandan da fetihten beri İstanbul'da yeni bir kilise inşa edilmesinin şer'en yasak olduğunu bildiği için, aşırı bir istekte bulunmayarak şimdilik içinde ibadet edilebilecek bir papaz evi yapılması gibi yumuşak bir çözüm öneriyordu. Osmanlı yönetimi Bulgarların ayrılmasıyla Rum Patrikhanesi'ne bir darbe vurulacağını da hesaplayarak 12 Eylül 1848'de, Bulgarların "metoh" adını verdikleri papaz, evinin yapılmasına izin verdi. Bu izin, bağımsız Bulgar kilisesinin kurulması yolunda ilk adımdı.
İnşasına hemen başlanan yapı iki yıldan az bir sürede tamamlandı. Bugün Balat ve Fener semtleri arasında, Haliç kıyısına paralel Mürsel Paşa Caddesi üzerinde, Sveti Stefan Kilisesi'nin(->) tam karşısında bulunan bu yapının saçağının altındaki, bir baştan bir başa kadar uzanan Bulgarca yazıtta, arsanın Sultan Abdül-mecid zamanında Stefan Bogoridi tarafından armağan edildiği ve inşaatın 1850 yazında tamamlandığı belirtilmektedir.
Bulgarlar 1860'ta devlete Rum patriğini artık dinsel önder olarak tanımayacaklarını bildirdiler. Bağımsız kiliseye
Bulgar
Eksarhhanesi'nin
cephesinden
saçaktaki yazıtı
da gösteren bir
ayrıntı.
Erkin Emiroğlu,
1973
doğru bir adım daha atılmıştı. Aynı yıl bir grup Bulgar da Ermeni Katolik Patrikhanesi'ne başvurdu ve birinin altında 2.000, diğerinin de 145 kadar imza bulunan iki senet vererek Katolik mezhebine girme kararı aldıklarını bildirdi. Bu kararda, bağımsızlık yolunda Fransa ve Avusturya gibi Katolik Avrupa devletlerinden destek görme umudu da vardı. Ama Bulgarların çoğunluğu bağımsız kilise oluşturma çabalarım sürdürdü. Rusya da bu çabaya destek veriyordu; çünkü Katolik Bulgarların sayısının çoğalmasıyla Fransa ve Avusturya'nın Slavlar üzerindeki nüfuzunun artacağından endişe e-diyordu. Osmanlı yönetimi ise, ayrı bir Bulgar kilisesinin kurulmasıyla hem Rum Patrikhanesi'nin gücünün iyice azalacağını, hem de Rusya'nın Bulgarları kışkırtmak için kullandığı kozlardan birinin yok edilmiş olacağını hesaplıyordu. Böylece 11 Mart 1870'te bir ferman çıkarılarak bağımsız Bulgar kilisesinin kurulmasına izin verildi.
Fermana göre bundan böyle Bulgar cemaatinin başında bir eksarh bulunacaktı. Eksarh, önder ya da başkan demekti; Yunanca "eksarkhos" sözcüğünden geliyordu ve Ortodoks kilisesi hiyerarşisinde patrikten aşağıda, metropolitten yukarıda bir rütbeyi belirtiyordu. Yeni oluşturulan kilise Bulgar Eksarhhanesi ya da Bulgar Eksarhlığı olarak anılacaktı. Eksarhhane Ortodoks kilisesinin temel yasalarına uyacak, Rum Patrikhanesi de eksarhhaneyi tanıyacak ve başta eksarh seçimi olmak üzere, onun işlerine karışmayacaktı. Böylece bağımsız Bulgar Ortodoks kilisesinin kuruluşu tamamlanmış oldu.
HASAN KURUYAZICI
BULGAR EKSARHHANESİ BİNASI
Şişli'de Halaskârgazi ve Abide-i Hürriyet caddeleri arasında uzanan geniş bir bahçe içinde yer alan yapılar topluluğu. Halen giriş kapısı olarak Abide-i Hürriyet Caddesi üzerindeki 124 no'lu kapı kullanılmaktadır.
Esas yapı 19. yy'ın sonlarına tarihlen-mektedir. Eksarh I. Jozif tarafından satın alınarak eksarhhane olarak kullanılma-
ya başlanmıştır. Yapı bodrum, zemin, üst ve çatı katı olmak üzere toplam 4 katlıdır.
Eklektik (seçmeci) üslupta inşa edilmiş olan yapı ahşap karkastır ve plan karakteri bakımından iç sofalı (karnıyarık) tipe girer. 19. yy'ın ortalarından itibaren özellikle şehirlerde, eksarhhane yapısında olduğu gibi merdivenin sofanın bir yüzünde yer aldığı bu tip geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Sofanın simetrik iki yüzünü odalar grubu kaplarken, diğer yüzü, balkon ile ön cepheye açılmaktadır. Planlama, merdiven-sofa eksenine göre tamamen simetriktir.
Eksarhhanenin içmimarisi, dönemine uygun özellikte duvar yüzeylerinde panolar şeklinde düzenlenmiş kalem işleri ile zenginleştirilmiştir.
1930'lu yıllara ait Şişli bölgesini gösteren Pervititch haritasında esas yapı ile birlikte sera ve ek yapıların yanısıra, ek-sarhhaneye ait bir de park alanı görülmektedir. Günümüzde seranın yerinde inşa edilmiş ve esas yapıya bitişik, ibadete açık bir kilise mevcuttur.
Bahçede yer alan ve 16 Eylül 1872'de Fener Patrikhanesi Sen Sinodu'nun, Bulgar kilisesinin kendisi ile bir bağı kalmadığını açıklamasını anımsatan anıtın üzerinde 1872 tarihi okunmakta, ayrıca bir de çan bulunmaktadır. Çanın üzerinde i-se, çanın 1901'de Pınarhisar'da, K. Mihail adlı bir usta tarafından döküldüğüne dair bir yazıt yer almaktadır.
Esas yapı 1989'da özellikle ahşap bölümlerin sağlıklılaştırılmasına yönelik önemli bir tamir-tadilat geçirmiştir.
Bibi. Ahmet Refik (Altınay), "Osmanlı imparatorluğunda Fener Patrikhanesi ve Bulgar Kilisesi", TTEM, S. 8 (85), 1341/1925.
OĞUZ CEYLAN
Dostları ilə paylaş: |