Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə72/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   134

BOSTANCIBAŞI KÖPRÜSÜ

Bugün Bostancı(->) semtinin bulunduğu mahal, eskiden İstanbul'un doğu ucuydu ve Anadolu'ya çıkan, Bağdat'a dek ulaşan yolun başlangıç noktasıydı. Kente girişleri kontrol etmek amacıyla burada bir bostancı derbendi ve orduların, hacı kafilelerinin ya da Anadolu'ya çıkan kervanların, yolcu gruplarının toplanma, mola verme yeri olduğu için bir namazgahla çeşme bulunuyordu; bir de hemen oradan denize akan derenin ü-zerinde mimari değere sahip üç gözlü bir köprü vardı.

Bostancıbaşı Köprüsü Bostancı Dere-si'nin üzerine 1523-1524'te yapıldı. Derbentten dolayı uzun bir süre "Cisr-i Der-bend" adını taşıdı, 1709'da bir taşkın ve fırtına nedeniyle yıkılınca, sonradan sadrazamlığa dek yükselmiş olan Bostancı Hacı Ali Ağa tarafından yeniden yaptırıldı. Köprünün ortasında bir kitabe köşkü bulunmakla birlikte, kitabe yerinde de-

Bostancıbaşı Köprüsü

Ahmet Kuzik, 1994

ğildir, nasıl ve ne şekilde yok olduğuna dair bilgi de yoktur. Ayvansarayî Mec-muâ-i Tevârib'te köprünün "İhsan Ağa hayratı" olduğunu ve "hayr-ı İhsan" terkibinin gösterdiği 930/1523-24'te yapıldığını belirtir. Böylece köprünün mimarının, Sinan olduğu rivayeti ve 16. yy'ın sonlarına doğru devrin bostancıbaşılarm-dan Ferhad Ağa tarafından yapıldığı yolundaki iddia da mesnetsiz kalmaktadır.

Bostancıbaşı Köprüsü, anıt niteliğindeki Osmanlı köprülerinin ve bu mimarinin İstanbul'daki tek örneğidir. Bütünüyle kesme taştan inşa edilmiştir, köprünün ortası da daha yüksektir, kitabe köşkü derenin kaynak tarafına bakan yüzünde bulunmaktadır. Her iki uçtaki ikişerden dört köprü babasının başı, kavuğu andıran topuz biçimindedir. 37,5 m uzunluğundaki köprünün korkuluklarının yüksekliği 0,5 m'dir. Orta gözün her iki yanında, nehir taşkınlarına karşı "sel-yaran" mahmuzlan bulunmaktadır.

Günümüzde motorlu trafiğin iyice yoğunlaşmasıyla kamyonların hasar verdiği bu köprünün önce babaları, sonra da kitabe köşkü ve üstündeki korkuluklar yıkılmıştır. Köşk aslına pek uygun olmayarak yeniden yapılmış (1976), korkuluklar da onarılmıştır. 1987'de ise yeni dükkânlara yer açmak ya da arazi kazanmak için köprünün her iki gözü de bütünüyle doldurularak zemin yükseltilmiş, böylece bu tarihi eser tanınmaz, hattâ nerdey-se fark edilmez hale getirilmiştir.



Bibi. Evliya Çelebi, Seyahatname, III, İst., 1314, s. 276-277; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Te-vârih, 426; C. Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara, 1975, s. 134-135, levha, XCV-XCVT, no. 80/1-2; S. Eyice, "İstanbul Şam-Bağdat Yolu Üzerindeki Mimarî Eserler I. Üsküdar-Bostan-cıbaşı Güzergâhı", TD, 13 (1958), 81-110.

SEMAVİ EYİCE



BOSTANİÇİ MESCİDİ

bak. SEFER KETHÜDA MESCİDİ



BOSTANLAR

Her türlü sebze ve kavun, karpuz yetiştirilen geniş tarla veya bahçeler.

İstanbul, bostanlarıyla ve bu bostanlarda yetişen sebze türleriyle de ün ka-

zanmıştır. Bu bostanlardan, sadece sur dışında ve kentin banliyösünde, yakın köylerinde bulunanlar değil, günümüzde yoğun yerleşme bölgeleri haline gelen suriçinde bulunanların bir bölümü de 1950, hattâ 1960'lara kadar gelebilmiştir. Günümüzde gerek sayıları gerekse kapladıkları alan azalmış olan bostanlara, Boğaziçi'nin özellikle Anadolu yakasında Beylerbeyi-Beykoz sahil şeridinin gerisinde kalan bölgelerde; buralarda hızla gelişen yerleşmelerin arasında, Ümraniye, Dudullu, Şile yolu çevresinde; Kartal-Pendik-Maltepe şeridinin ardındaki topraklarda; Rumeli yakasında, Boğaziçi'nin kuzey kesimlerinde yine sahil şeridinin ardında kalan tepeler ve düzlüklerde; Büyükçekmece'den içerilere doğru yoğun kentsel yerleşmenin dışında kalan çevre yerleşmelerdeki topraklar üzerinde rastlanmaktadır. Bugün bostancılık, yerini büyük ölçüde İstanbul dışındaki yakın ilçe ve bölgelerde yapılan seracılığa bırakmış durumdadır.

Kentin sebze ihtiyacının sağlandığı bostanlar, Bizans döneminden günümüze kadar önemli bir nüfus ve tüketici kitle barındırmış olan bir kentte, sebze nakliyatının ve taze sebze ve meyvenin uzun süre saklanmasının çok güç, hattâ imkânsız olduğu dönemlerin koşullarında, halkın ihtiyaçlarının sağlanması açısından önem kazanmıştır.

Osmanlı döneminde, padişahların sürekli ikametgâhı olan Topkapı Sarayı başta olmak üzere, bütün mirî malları, binaları, topraklan korumakla görevli silahlı bir güç olan Bostancı Ocağı'nın(->) bu adla anılması bile bostanların, yani ekili açık arazinin önemini vurgular. Osmanlı'da, saray için sebze yetiştiren hasbah-çelerden başka, İstanbul surlarının hemen dışında olduğu kadar suriçinde de geniş bostanlar vardı. Dönemin İstanbul'unun, bugün hemen hepsi kurumuş olan çok sayıdaki deresi, bağ, bahçe ve bostanların sulanabilmesini sağlıyordu. En büyük bostanlar bu derelere yakın yerlerde veya derelerin denize dökülürken doldurduğu topraklar üzerinde kurulmuştu. 1950'lere kadar varlıklarını ko-



BOSTANLAR

ruyan Langa bostanları Bizans'ın Eleute-rios Limanı'nın yakınında, Bayrampaşa (Likos) Deresi'nin doldurduğu bölgeydi.

Kömürciyan 17. yy'da İstanbul'u anlatırken bostanların bir bölümünü de sayar. Sahilden bakıldığında Davutpaşa Ka-pısı'nm ardında Küçük Langa, Yenikapı çevresinde Büyük Langa bostanlarından ve bu bostanlarda yetişen hıyarların büyüklüğünden, ayrıca da "vlanga" sözcüğünün Rumca "yeşillik" anlamına geldiğinden söz eder. Ancak farklı kaynaklar Vlanga veya.Langa bostanlarının ve bölgenin adı konusundaki bu varsayımı doğrulamamaktadır. Biraz ileride Kumka-pı'nın yakınında, Kadırga Limanı'nın yanında bir bostan daha vardır. Yine Kö-mürciyan'da Topkapı Sarayı bahçesinde bugünkü Gülhane Parkı'nın yerindeki bostanlardan da söz edilir. Der-Andre-asyan, Kömürciyan'ın kitabına eklediği notlarda aynı yüzyılda sarayın tüm çevresinde ve Halic'e bakan sırtlarda da bahçeler ve bostanlar olduğunu yazar. Petis de la Croix ve Tavernier aynı yüzyılda saray bostanlarının oldukça düzensiz ve doğal halde bırakılmış meyve bahçelerinde, fidanların diplerine dikili sebzelerden oluştuğunu, yani buralarda çiçek, meyve, bağ ve sebzenin karışık bir şekilde bulunduğunu anlatırlar. Kömürciyan, Edirnekapı'da, Bayram Paşa' nın bostanından ve Edirne Kapısı'ndan surun dışına çıkıldığında yol boyunca uzanan "busdan'lardan söz eder; Kâğıthane'den başlayarak Boğaz'a kadar giden yollarda bağları, bahçeleri, bostanları işaret edip, Kasımpaşa'nın sağlı sollu gül bahçeleri ve bostanlarla örtülü olduğunu söyler. Dolmabahçe sahillerinde bostanların ve bugünkü sarayın bulunduğu doldurulmuş bölgede de bir beylik bostanın varlığı kaydedilir. Bağları bahçeleriyle ünlü Ortaköy'de, diğer sebzelerin yanında Kömürciyan'ın "Frenklerden a-lındığını" söylediği enginar tarlaları, Kuruçeşme'den Arnavutköy'e doğru bostanlar, Akıntıburnu'nu geçince Bebek Bah-çesi(->) bütünlüğü içindeki padişah bostanı, Boğaz'ın karşı kıyısında Çubuklu Bostanı, Kuzguncuk tepelerinde Rumların bostanları anlatılır.

Kentin suriçi bölümünde kalan çeşitli semtlere dağılmış "Çukurbostanlar" ise Bizans'tan kalma büyük sarnıçların toprakla doldurulmasıyla elde edilmiş geniş sebze tarlalarıdır.

1883 tarihli bir İstanbul haritasında, kentin çeşitli bölgelerinde kayda değer 102 bostan gösterilmektedir. R. E. Ko-çu'nun, bunlar arasında adlarını tespit edip saydığı bostanların önemli bölümünün sahiplerinin Rumlar ve Arnavutlar olduğu anlaşılmaktadır. Bahçıvanlık gibi bostancılık da büyük ölçüde Arnavutların işidir. Yine Koçu, Necip Bey'in 1918 tarihli haritasından o dönemdeki bostanları tespit ederken, bazıları birkaç parçadan oluşan 39 bostan işaretlemektedir. Bunların en önemlileri Bayrampaşa Deresi'nin Topkapı ile Edirnekapı arasından suriçine girdiği bölgede kalan ve

BOSTANZADELER___310___311__BOTANİK_BAHÇELERİ'>BOSTANZADELER

310

311

BOTANİK BAHÇELERİ

birçok bostanı içeren Yenibahçe Çayırı bostanları, Hastane Çayırı bostanları, karşısındaki Şerbetçi Odalarıardı bostanları, Mevlevihane Kapısı'na doğru uzanan bostanlar, burada Hisardibi Bostanı, sur boyunca Yedikule Kapısı'na kadar uzanan bölgede Bâlâ Tekkesi Bostanı, Ağa Çayırı Bostanı, Belgrad Kapısı Bostanı, Malcı Bostanı, Çıngıraklı Bostanı, Hacı Pirî Bostanı, sahilde Bucak Bağı Bostanı, Sa-matya'da Kaledibi Bostanı, ardından tren yolunun arkasında Tekke Bostanı, Ko-camustafapaşa Bostanı, daha arkalarda Silivrikapı, Hacı Yusuf, Lalezar bostanları, Samatya'nın doğusunda sahilde Da-vutpaşa iskele Bostanı, tren yolunun öte yanında Küçük Langa bostanları ve onlara bitişik Langa Yenikapı bostanları, Kadırga'da Kadırga Bostanı, bugünkü Cinci Meydam'ndaki Cündi Bostanı, Top-kapı Sarayı sahilinde Sarayaltı ve Saray-ı Hümayun bostanları, Karagümrük'teki eski Aetios Sarnıcı'nın doldurulmasıyla oluşmuş Çukurbostan ve Yavuzselim'de-ki aynı nitelikte Aspar Su Sarnıcı yerindeki Çukurbostan ile Altımermer'deki Çukurbostan'dır.

Bunlardan başka istanbul'un 20. yy ortalarına kadar da gelen en ünlü bostanları, Bakırköy, Yeşilköy, Küçükçek-mece çevresinde, Topkapı dışında ve Topkapı Maltepe'sinde; Eyüp çevresinde, Rami'de; Kasımpaşa'da; Bayrampaşa Deresi'nin sur dışından aktığı bölgelerde ve bugünkü Bayrampaşa İlçesi'ni kapsayan arazi üzerinde; Boğaziçi'nde Beylerbeyi, Çengelköy, Paşabahçe, Çubuklu, Beykoz hattında ve buralardan içerilere doğru; Rumeli yakasında Büyükdere, Sarıyer, Beşiktaş sırtları, Ihlamur çevresinde; ayrıca Üsküdar'da, Erenköy, Caddebostan, Bostancı, Küçükyalı, Maltepe, Kartal, Yakacık, Çamlıca, Bulgurlu ve bu çevrelerin tüm köylerinde toplanmıştı.

Kent içindeki bostanlar, aynı zamanda ufak tefek sebze alışverişi yapılırken dinlenilen, hava alınan, bostancıyla sohbet edilen yerlerdi.

Beykoz'un ayşekadın fasulyesi, Çengelköy hıyarı, Bayrampaşa enginarı, Yedikule ve Langa marulları, Beykoz patlıcanı vb eski İstanbul bostanlarının bulundukları semtlerin adıyla anılan, bu semtlerle özdeşleşmiş ürünlerdir.

İSTANBUL


Günümüzde

bostanlar

çok az da olsa

istanbul'un

yerli sebze

ihtiyacının

karşılandığı

yerlerdir.



Hazım Okurer,

1993

BOSTANZADELER

İstanbul'da, üç yüzyıl boyunca ilmiye sınıfı içinde varlığını sürdüren aile.

Bostanzadelerin Tire'deki ataları, 14. ve 15. yy'larda aydın ve hayırsever kişilikleriyle ünlenmişler; Molla Pir Ali ve Kalemşah beyler, Tire'nin bir kültür merkezi olmasına katkıda bulunmuşlardı.

Ailenin İstanbul'a gelen bireyi Bostan Mustafa Efendi'nin (1498-1570) babası Tire'de tacirdi. Bostan Efendi, 1517'de Karabâlî Medresesi'nde muid iken dönemin ünlü bilginlerinden dersler aldı. Muh-yiddin Fenarî'nin meclislerine katıldı. Ke-malpaşazade'ye hizmet etti ve Medrese-i Dârülhadis'teki öğrenimini 1525'te tamamlandı. 1543'e kadar İstanbul medreselerinde müderrislik etti. O yıl Bursa, 1544'te Edirne, 1545'te İstanbul kadısı oldu. 1547'de Anadolu kazaskeri, aynı yıl Rumeli kazaskeri atandı. 1551'de e-mekli oldu. İstanbul'un teftişi ile görevliyken 6 Mart 1570'te öldü. Cenaze namazını Fatih Camii'nde Şeyhülislam Ebus-suud Efendi kıldırdı. Edirnekapı'da Emir Buhari Tekkesi naziresine gömüldü.

Oğlu Şeyhülislam Mehmed Efendi (1535-4 Nisan 1598) medrese öğrenimi gördü. 1554'te müderris oldu. İbrahim Paşa, Yeni Ali Paşa, Hankâh, Haseki, Ce-did-i İsmihan, Sahn-ı Semaniye, Sultan Selim, Süleymaniye medreselerinde, Edirne Selimiye Medresesi'nde ders okuttu. 1573'te Şam, 1575'te Bursa, 20 gün sonra Edirne, 1574'te İstanbul kadısı oldu. 1577'de Anadolu kazaskerliğine, 1580'de Rumeli kazaskerliğine getirildi. 1581'de emekli oldu. 1583'te atandığı Mısır kadılığından üç yıl sonra ayrıldı. 1586'da i-kinci kez Rumeli kazaskeri, ertesi yıl da Şeyhî Efendi'nin yerine şeyhülislam oldu. 1591'de emekli olup ertesi yıl üçüncü kez şeyhülislam oldu. Bu görevdeyken öldü. Şehzade Camii haziresine gömüldü. Arapça ve Türkçe şiirleri, bazı risalelere yazdığı takrizleri vardır. Türkçe bir dörtlüğü şudur: Idersem vech-i yân mâha teşbih / İder erbab-ı irfan ânı tevcih / Nazar kılsa dehân-ı yâre bülbül / Diyeydi gönce içün fihi mafih. Çağdaşı şair ve kazasker Bakî ile tartışmaları, ilmiye ricali arasındaki geleneksel rekabetin tipik bir örneğidir. İkinci şeyhülislamlığında, kutsal gecelerde İstanbul minarelerinde kandil yakılması geleneğini

başlatmıştır. Kocamustafapaşa'da yaptırdığı mescit sonradan yıkılmıştır.

Mehmed Efendi'nin üç oğlundan Mustafa Çelebi (1576-1601) 1594'te Sahn-ı Semaniye müderrisi, 1597'de Üsküdar kadısı olup 1599'da açığa alındı. Veba salgınında öldü ve Şehzade Camii haziresine gömüldü.

Diğer oğlu Bostanzade Mehmed Efendi (1564-1625) 1587-1594 arasında İstanbul medreselerinde müderrislik, 1594-1605 arasında Selanik, Edirne, Bursa, İstanbul kadılığı yaptı. Üç yıl açıkta kaldıktan sonra 1608'de Anadolu kazaskeri oldu. Bir yıl sonra açığa alındı. 1614-1615 arasında Rumeli kazaskeriydi. 1622' de II. Osman'ın tahttan indirilmesinden sonra ikinci kez Anadolu kazaskeri oldu. İkinci kez atandığı Rumeli kazaskerliğinden l623'te uzaklaştırıldı. Ölümünde eşinin babası olan Nişancı Mehmed Paşa'nın yaptırdığı caminin haziresine gömüldü. İkinci kazaskerliğinde damadı Kemankeş Ali Paşa sadrazamdı. Ali Paşa idam edilince Mehmed Efendi de görevden alınmıştı.

Oğlu Mehmed Abdülkerim Efendi (ö. Eylül 1660) İstanbul medreselerinde müderrislik, Halep, Beyşehri, Bursa, Edirne, İstanbul, Tırnova kadılıkları, Rumeli kazaskerliği görevlerinde bulundu. Ölümünde Emir Buhari Tekkesi'ndeki aile mezarlığına gömüldü.

Abdülkerim Efendi'nin oğlu Bostanzade Ebubekir Efendi de (ö. 17 Mayıs 1672) İstanbul'un birçok medresesinde görev aldı. l668'de Filibe kadısı oldu, 1670'te Eyüp kadılığı yaptı.

Şeyhülislam Bostanzade Mehmed Efendi'nin üçüncü oğlu olan Bostanzade Yahya Efendi (ö. 27 Temmuz 1639) 1594-1601 arasında müderrislik yaptıktan son-

Bostanzade

Yahya

Efendi'nin



Gül-i

Sadberk

adlı


eserinin

ilk


sayfası.

Süleymaniye

Kütüphanesi

Erkin

Emiroğlu

fotoğraf

arşivi

w^M^-m^^ML

\ V ^B=zd^-_i™^sfcii^JJ^fe»£iJlSSİİ^^S=^Si2^^î^=

Ai^M^Li.^ffjÂ^'^'Jİli^f'

ra kaza (yargı) sınıfına geçti. Halep, iki kez Galata, Bursa, Edirne ve İstanbul kadılıklarında bulundu. 1614-1622 arasında açıkta kaldı ve bu süre boyunca, din ve tarih alanlarındaki çalışmalarını yoğunlaştırdı. l622'de Anadolu kazaskerliği yaptı. l629'da bir yıl Rumeli kazaskerliği yaptıktan sonra emekli oldu. Ölümünde Şehzade Camii haziresine gömüldü. Bostanzadelerin, Yahya Efendi' den süren kolu Yahyazadeler olarak a-nılmıştır

Yahya Efendi'nin dört eseri vardır. Gül-i Sadberk, Hz Muhammed'in mucizelerini anlatan manzum bir eserdir. Mir' atü'l-Ahlak, Türkçe bir ahlak kitabıdır. İçerdiği zengin, konuları ilginçtir. I. Ah-med'e (hd 1603-1617) sunulmuştur. Bu eser, Yahya Efendi'nin çok yönlü ve geniş kültürünün bir kanıtıdır. Mir'atül-Ah-lak'm tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndedir. Üçüncü eseri Tarih-i Saf/ Tuhfetu'l-Ahbab, İslam hanedanlarını, Selçuklu ve Osmanlı sultanlarım tanıtan küçük fakat önemli bir kaynaktır. Eski birçok kaynağa Taşköprülüzade'nin adıyla giren bu tarihin yazarının Yahya Efendi olduğu, araştırmalar sonunda ortaya çıkmıştır. Bu eserin yazma orijinali mevcut olmayıp 1287/1870'te İstanbul'da basılmış olanı en eski nüsha sayılmaktadır. Dördüncü eseri Fi Beyân-ı Vak'a-i Sultan Osman, II. Osman'ın (hd 1618-1622) tahttan indirilmesi ve öldürülmesiyle sonuçlanan ayaklanmayı anlatır. Tek yazma nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndedir.

Bostanzade Yahya Efendi'nin oğlu Ah-med Efendi (ö. Kasım 1665), döneminin tanınmış müderrislerindendi. 1646' da yargıya geçerek Halep, Şam, İstanbul kadılıklarında bulundu. Ölümünde Emir Buhari Tekkesi'ndeki aile kabristanına gömüldü. Farsçayı çok iyi bitmesiyle ünlenmiş, boyunun uzunluğundan dolayı da "Sârık-ı Nücûm" (yıldız hırsızı) diye ad takılmıştır.

Bostanzadelerin, Yahyazadeler olarak 19. yy'ın sonlarına değin inen kolunda, Anadolu Kazaskeri Ahmed Efendi (ö. 1725) İstanbul Kadısı Hüseyin Efendi (ö. 1750) İstanbul Kadısı Ahmed Efendi (ö. 1812) Kazasker Mehmed Said Efendi (ö. 1836) kazasker payeli İbrahim Ferid Efendi (ö. 1875) ile İstanbul'da müderrislik, il kadılıkları görevlerinde bulunan çok sayıda ilmiye mensubu bulunmaktadır.

Bostanzadeler, İstanbul'daki ilmiye sınıfına tanınan çok yönlü ayrıcalıklardan yararlanarak saygın bir ilmiye ailesi konumunu üç yüzyıldan fazla sürdürmüşlerdir.



Bibi. Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, 129-132, 410-413, 449, 506-507; Şeyhî, Vekayiü'l-Fuzalâ, I, 45-46, 275-276, 321-322, 388-389; SiciU-i Os-manî, IV, 684; Osmanlı Müellifleri, I, 257, 347; Bostanzade Yahya Efendi, Duru Tarih (Târih-i Saf / Tuhfetu'l-Ahbab), (haz. N. Sa-kaoğlu), İst., 1978, s. 5 vd; M. Yeşil, "Tarih-i Saf Yazan Hakkında Bir Araştırma", Kitap Belleten, S. 4 (28), Ekim 1963, s. 7; M. fpşirli, "Bostanzade Mehmed Efendi", DİA, VI, 311,

M. Çağına "Bostanzade Yahya Efendi", DİA, VI, 311-313; Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, II, Ankara, 1969, s. 591.

NECDET SAKAOĞLU

BOTANEİATES SARAYI

Kısa bir süre Bizans tahtında bulunan III. Nikeforos Botaneiates'in (hd 1078-1081) imparator olmadan kaldığı Kali-bia semtinde bir sarayı vardı. Kalama-nos Sarayı olarak da adlandırılan bu binanın Halic'e hâkim bir yerde ve Eminönü sırtlarında olduğu tahmin edilir.

İmparator II. İsaakios Angelos (hd 1185-1195), Bizans'ta ticaret merkezleri kurma hususunda yarışan İtalyan şehirlerinden Cenova'ya bir imtiyaz bölgesi bağışlarken, 1192'de Botaneiates Sarayı' nı da (veya evi) vermişti. Bu hususta Nisan 1192'de verilen imtiyaz fermam Cenova arşivinde bulunmaktadır.

Şehrin IV. Haçlı Seferi sonunda 1203 ve 1204'te şövalyeler tarafından işgali ve Latin devletinin kurulmasından sonra Botaneiates Sarayı'nın ne olduğu bilinmez. Zaten Cenovahlar (Cenevizliler), 13. yy sonlarından itibaren Galata'ya yerleşerek burada önemli bir koloni kurmuşlardı.

Botaneiates Sarayı'nın evvelce Zaptiye Nezareti'nin bulunduğu yerde olması gerektiği Dr. Mordtmann tarafından ileri sürülmüştür. Bu husustaki dayanağı, çalışmasını yazdığı sıralarda, 19. yy sonlarında burada Bizans duvar tekniğinde yapılmış yüksek bir duvarın görülmesidir.

19. yy'm sonlarında tespit edilerek incelenen ve yayımlanan, eski adı Acımus-luk Sokağı olan şimdiki Cemal Nadir So-kağı'nm ucundaki bir Bizans mahzeninin, Botaneiates Sarayı'nın kalıntısı olduğu ileri sürülmüştür. Burası Mordt-mann'ın işaret ettiği yerdir. Önce Paluka (1895) sonra da Wulzinger (1925) tarafından etraflı surette tanıtılan bu mahzen (bak. Acımusluk Sokağı Sarnıcı), }. B. Papadopulos'a göre Botaneiates Sara-yı'na aittir. Fakat Schneider bazı gerekçelerle bu teşhise karşı çıkarak, Botaneiates Sarayı'nın burada değil Sarayburnu dolaylarında olması gerektiğine işaret et-

Süleymaniye

Botanik


Bahçesi'ndeki

seralardan biri.



NigârRona

miştir. Zaten daha önceleri Paspatis de bu sarayın Haliç surlarının güneyinde A-yasofya'ya doğru çıkan yamaçta bulunması gerektiğine işaret etmiştir.

Bu duruma göre Botaneiates Sarayı' nın yeri kesinlikle teşhis edilememiştir. Acımusluk Sokağı'ndaki, büyük bir pro-fan yapıya ait olduğu anlaşılan kalıntının ise gerçekten Botaneiates Sarayı'nın alt yapısı olup olmadığı bilinemez.

Bibi. Paspatis, Byzantinai Meletai, s. 156; Mordtmann, Esquisse, 48, no. 84; B. Paluka, "Ruinen eines byzantiniscfıen Baues aus dem X. Jahrhundert", Mitteilungen deş De-utschen Exkursions-Klubs, (yeni seri), II (1895), s. 22-40; s. 156; J. B. Papadopolus, "Decouvertes archeologiques de Constanti-nople", Comptes-rendus de l'Academie deş Inscriptions et Belles-Lettres", 1925, s. 115-116; F. Dölger, Regester der Kaiser-urkunden deş Oströmischen Reiches, II, München-Ber-lin, 1925, s. 99; Schneider, Byzanz, 91-92; Janin, Constantinople byzantine, 207, 241, 305; Müller-Wiener, Bildlexikon, 41.

SEMAVİ EYİCE



BOTANİK BAHÇELERİ

Osmanlı dönemi İstanbul bahçeleri genellikle çiçek ve meyve bahçeleridir. Bunlar ve yetiştirilen bitkiler hakkında birçok araştırma ve yayın yapılmıştır. Doğrudan öğretim ile ilgili botanik bahçelerinin kurulmasına 1839'da açılan Mekteb-i Tıbbiye ile başlanmıştır. Bu bahçeler botanik öğretimine yardımcı olmak, tıbbi bitkileri tıp ve eczacılık öğrencilerine tanıtmak amacıyla, tıp okullarının yanında kurulmuş olan küçük bahçelerdir. Tıp okulları sık sık yer değiştirdiğinden bu bahçelerin ömürleri de çok kısa süreli olmuştur.

Botanik öğretimi ile ilgili olarak İstanbul'da kurulan bahçeler, kronolojik sıraya göre aşağıda verilmiştir.

Galata Sarayı Botanik Bahçesi: İstanbul'un ilk botanik bahçesidir. 1839' da bugünkü Galatasaray Lisesi'nin bulunduğu yerde Mekteb-i Tıbbiye-i Adli-ye-i Şahane (Ecole Imperiale de Medetine de Galata-Serail) binasının bahçesinde bu mektebin yöneticisi Dr. K. A. Bernard(->) tarafından kurulmuştur. Tak-

BOTTER APARTMANI

312

313

BOTTER APARTMANI

vim-i Vekayi gazetesinde yayımlanan bir haberde, 14 Mayıs 1839 günü Mek-teb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne'ye gelerek bu mektebin resmi açılışım yapan II. Mahmud'un, yeni tamamlanan nebatat (botanik) bahçesini de incelediği bildirilmektedir. Daha sonra dış ülkelerden uzman bahçıvanlar ve bitki örnekleri getirilerek bahçenin bakımı ve zenginleştirilmesi sağlanmıştır.

1844'te bu bahçenin direktörlüğüne Fiume'de (italya) eczacılık yapmış Alman eczacı Friedrich Wilhelm Noe (1799-1858) atanmıştır. Bu direktör, bahçenin gelişmesi için çalışmış ve 1845'te, Türkiye'de yetişen bitki türlerinden oluşan bir herbaryum (Herbier de FEcole Imperi-ale de Medecine de Galata-Serail) kurmuştur.

Türkiye'nin bu ilk botanik bahçesi, 11 Ekim 1848 gecesi Beyoğlu semtinde çıkan bir yangının Mekteb-i Tıbbiye binasına geçmesi sonucu, tıbbiye binası ile birlikte yok olmuştur.

Demirkapı Botanik Bahçesi: Mekteb-i Tıbbiye, 1877'de Demirkapı'daki (Sirkeci Garı'nın yanında) eski Gülhane Kışla-sı'na taşınmıştı. Bu dönemde mektepte nebatat muallimi, Dr. Mehmed Ali Paşa (1834-1914) idi. Mehmed Ali Paşa, muavini Dr. Esad Şerefeddin'in yardımıyla, kışla binasının yanındaki arazide küçük bir botanik bahçesi kurdu. Ne var ki, mektebin 1892'de Kadırga'ya taşınması üzerine bu bahçe terk edildi. Kuşadalı Dr. Mehmed Ali Paşa, Erenköy'deki köşkünün bahçesinde de nadir bitkiler yetiştirmiştir.

Kadırga Botanik Bahçesi: 1892'de Mekteb-i Tıbbiye, Kadırga semtindeki Menemenli Mustafa Paşa Konağı'na taşınmıştır. Dönemin nebatat hocası Dr. Esad Şerefeddin (Köprülü) (1867-1942) burada bir botanik bahçesi kurmuştur. Bu bahçeden, okulun Haydarpaşa'ya taşınmasına kadar, tıp ve eczacılık öğrencilerinin eğitimi için yararlanılmıştır. 1909' dan itibaren bahçe ile, bu binada öğretime devam eden, Eczacı ve Dişçi mektepleri nebatat hocası Dr. Şerefeddin Tev-fik (Tertemiz) (1879-1957) ilgilenmiştir. 1926'da Eczacı ve Dişçi mekteplerinin Beyazıt Meydanı'ndaki yeni binaya geçmeleri üzerine bu bahçe de terk edilmiştir.

Haydarpaşa Botanik Bahçesi: 1903' te askeri tıp okulu ve 1909'da da sivil tıp okulu, Haydarpaşa'da yüksek tıp eğitimi için yapılmış olan yeni binaya geçmişlerdir. Dr. Esad Şerefeddin (Köprülü) 1905'te Tıp Fakültesi botanik muallimliğine atanmıştır.

Dr. Esad Şerefeddin yeni binanın, Selimiye Kışlası'na bakan yönünde bir botanik bahçesi ile tropikal bitkilerin saklanması için seralar yaptırmış ve bahçenin gelişmesi için çok emek vermiştir.

1933 üniversite reformu sonucu Tıp Fakültesi İstanbul yakasına taşınınca Haydarpaşa Botanik Bahçesi sahipsiz kalmış ve bitki koleksiyonu kısa zaman-

da yok olmuştur. Seralar bir süre çiçek (bilhassa karanfil) yetiştiricileri tarafından kullanılmıştır. 1971'de bahçe tamamen boş olup yalnız büyük seranın demir çerçeveleri kalmış, daha sonra onlar da sökülüp götürülmüştür.

Böylece Türkiye'nin en zengin botanik bahçelerinden biri olan burasının ömrü de ancak 30 yıl kadar sürmüştür.

Hekimbaşı Bahçeleri: istanbul'da 19. yy'da yaşamış olan dört hekimbaşının Boğaziçi'ndeki yalılarının bahçeleri, yetiştirdikleri nadir çiçek ve meyve cinsleri nedeniyle, büyük üne kavuşmuştu. Mustafa Behçet, Abdülhak Molla ve Hay-rullah Efendi'nin yalı ve bahçeleri Bebek'te, Salih Efendi'nin yalı ve bahçesi ise Anadoluhisarı'nda bulunuyordu.

Hekimbaşı Salih Efendi (1816-1895) Mekteb-i Tıbbiye'nin ilk mezunlarından (1843) olup uzun süre tıp okullarında nebatat hocalığı yapmıştır. Yalısının arkasındaki geniş bahçesinde yetiştirdiği meyve ve çiçekler (Hekimbaşı armudu, Hekimbaşı kirazı gibi) zamanla büyük bir ün kazanmıştı.

Hekimbaşı Salih Efendi, bahçesinde yetiştirdiği bitki örneklerinden mektepteki nebatat derslerinde de yararlanıyor ve tatil günlerinde bahçesini gezmeye gelen tıp öğrencileri ile şahsen ilgilenerek uygulamalı dersler verdiği de oluyordu.

Bir zamanlar 60 bahçıvanın çalıştığı, nadide çiçek ve meyvelerin yetiştirildiği Hekimbaşı Salih Efendi Bahçesi bugün bir çalılık halindedir.



Süleymaniye Botanik Bahçesi: İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi Biyoloji Enstitüsü (botanik ve zooloji kürsüleri) 1935'te Süleymaniye'de yapılan yeni binalarına taşınmıştı. Botanik bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Alfred Heilbronn (1885-1961), Prof. Dr. Leo Brauner (1898-1974) ve bahçe şefi Walter Stephan'ın çalışmalarıyla Biyoloji Enstitüsü etrafındaki arazide bir botanik bahçesi (Hortus Bota-nicus Istanbulensis) kuruldu.

İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'ne bağlı olan bu bahçe Süleymaniye semtinde müftülük binası yanındadır ve yaklaşık l hektar kadar bir alana sahiptir. Bahçede değişik büyüklükte seralar ve sistematik botanik düzeyine göre ekilmiş zengin bir bitki koleksiyonu bulunmaktadır. Bahçe, Türkiye'de tohum katalogu (Index Seminom) hazırlayan ilk botanik bahçesidir. 1935'te Heilbronn, Brauner ve bahçe uzmanı Walter Stephan'ın imzalarıyla yayımlanan bu katalogda 49 familyaya ait 99 bitki adı kayıtlıdır. Süleymaniye Botanik Bahçesi halen İstanbul'un hizmete açık en eski botanik bahçesidir.



Atatürk Arboretumu: Orman Genel Müdürlüğü'ne bağlı bir kuruluştur. İÜ Orman Fakültesi'nce belirlenen 3 öğretim üyesi, danışma kuruluna katılmaktadır. Arboretumda bugün 300 kadar ağaç türü bulunmaktadır (bak. Atatürk Arboretumu).

Karaca-Arboretumu: Hayrettin Karaca (d. 1922, Bandırma) tarafından 1980'

de Yalova'da Samanlı Köyü yakınında kurulmuştur. 13,5 hektar genişliğinde bir alana sahiptir.

Bu arboretumda halen dört ana konu üzerinde çalışılmaktadır: 1-Türki-ye'nin ağaç ve ağaççıkları, 2-Türkiye'nin endemik bitkileri, 3-Acer türleri, 4-Ko-zalaklı ağaç türleri. Koleksiyonda bulanan türlerin çoğunluğu tohumdan yetiştirilmiştir.

Karaca Arboretumu 1991'den itibaren The Karaca Arboretum Magazine isimli bir dergi yayımlamaktadır. Arboretum pazar günleri halkın ziyaretine açıktır.



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin