BOSPORUS
19. yy sonlarına doğru, İstanbul'da yaşayan Almanlar Gottfried Albert'in başkanlığında bir "gezi kulübü" kurmuşlar ve bununla beraber Mitteilungen deş Deu-tschen Excursions-Clubs adı altında 1888'den itibaren bir de yıllık yayımlamaya başlamışlardı. İlki üç sayı, ikincisi altı sayı çıktıktan sonra bu yıllık, Bospo-rus, Organ deş Deutschen Ausflugs-Ver-eins G. Albert başlığı ile yayımlanmıştır. Öncekilere nazaran daha küçük ölçüde (14x20 cm) olan yıllığın ilk sayısı 1906' da, Leipzig'de Bâr ve Hermann Basıme-vi'nde basılarak İstanbul'da Otto Keil Ki-tabevi tarafından çıkarılmıştır. 44 sahife-den ibaret olan bu sayıda F. Braun tarafından kaleme alınan, kulübün kurucusu G. Albert'in (1854-1905) hatırasına dair kısa bir yazıdan sonra anonim bir makale bulunmaktadır. O sırada Prof. E. Ober-hummer'in yayımladığı M. Lorichs'in büyük İstanbul panoraması münasebetiyle, şehrin tarihi topografyasına dair olan bu makalenin ("Constantinopel zur Zeit S. Süleiman deş Grossen") Dr. Mordtmann tarafından yazıldığına ihtimal verilir. Bu yazıda şehrin tarihi topografyası ve eski eserlerine dair gerçekten önemli gözlemler bulunmaktadır.
İkinci sayı 1906'da basılmış olup daha kalındır (70 s.). Bunda, "Orientalinche Landschaften, I. Landschafts bilder von Bosporus" başlığı altında F. Braun, İstanbul'un çevresinin ve Boğaziçi'nin o yıllardaki gürünümünü anlatır. 1907'de yayımlanan üçüncü sayıda Dr. A. D. Mordtmann, "Historische Bilder vom Bosporus" başlığı altında, Boğaziçi'nin en eski tarihi ile, Boğaziçi'nde Fenikelileri iki ayrı bölüm halinde anlatır (s. 3-59). Aynı sayıdaki ikinci makale ise ünlü arkeolog Prof. Th. Wiegand'ın Gebze dolaylarında AnnibaPın mezarını bulmak için yaptığı araştırma ve kazı ile ilgilidir ("Hannibals Grab", s. 60-84).
J. Gottwald'ın Galata surlarına dair çok büyük bir makalesi ("Die Stadtmauern von Galata") 1907'de yayımlanan dördüncü sayıda geniş bir yer tutar (s. 1-72). Resimli olan bu yazıda surların o sıradaki kalıntıları ve surlar yıktırılırken yerlerinden çıkarılan Ceneviz kitabelerinin kopyalan da verilmiştir. Böylece bu makale, Galata tarihi bakımından değerli bir belgedir. Aynı sayıdaki ikinci yazı ise Dr. A. D. Mordtmann'ın üçüncü sayıdaki yazısının devamı olup, burada İstanbul ve Galata ile Boğaziçi'nde Alman hatıraları
derlenmiştir ("Historiche Bilder vom Bos-porus-III. Deutsche Erinnerungen vom Bosporus", s. 73-108).
Yıllığın 1909'da yayımlanan beşinci sayısı, F. Braun'un yazdığı İstanbul'un kuş âlemi hakkındadır ("Zur Kenttnis der Konstantinopeler Vogehvelt, s. 1-34). Yıllığın altıncı ve sonuncu sayısı 1911'de basılmıştır. Bunda da anonim olarak tek makale yer alır. Herhalde Dr. Mordtmann tarafından yazılan bu çalışma (s. 1-94), İstanbul'un Anadolu yakası, İzmit Körfezi kıyıları ve adalar hakkında tarihi topografyaya dairdir ("Bosporus Christia-nus, II-Golf von Nicomedien und Asia-tisches Ufer"). Tarihi eserler ve eski yerleşme yerleri ile ilgili gözlemler bakımından bu makalede pek çok önemli bilgi ve ipuçları ile karşılaşılır.
Aynı gezi kulübü, Bosporus und Marmara, Humoristische Mitteilungen deş Deutschen Ausflugsvereni's "Gottfried Albert" başlığı ile 1907'de birinci sayısı çıkan, mizahi bir broşür de yayımlamaya başlamış, fakat bilindiği kadarıyla bu yayın tek sayıda kalmıştır. Sekiz sahifeden ibaret olan bu Almanca dergide, "Alem-dağı", "Cülus Bayramı Gününde Boğaziçi Gezintisi", "Değirmendere" başlıklı üç manzume yer alır.
Bibi. S. Eyice, "Bosporus", "Bosporus und Marmara", ISTA, VI, 2968-2969.
SEMAVİ EYİCE
BOSTAN HAMAMI
bak. ÜSKÜPLÜ HAMAMI
BOSTAN MESCİDİ
bak. BOSTANCIBAŞI ALİ AĞA CAMİİ
BOSTANCI
İstanbul'un Anadolu yakasında, Kadıköy İlçesi içinde, büyükşehir belediyesi sınırlarının en doğudaki ucunda olan Bostancı semti, doğu-batı arasındaki anayolun üstünde bulunuyordu. Antik çağdaki adı ve burada bir yerleşme olup olmadığını gösteren herhangi bir kalıntıya rastlanmamıştır. Suadiye semti, Marmara'ya uzanan bir burun ile biter, buradan doğuya geniş bir koy uzanırdı. Bu koyun ortasından denize, Turşucu Deresi adı verilen, daha çok sel yatağı durumunda olan cılız bir dere akardı. İkinci bir burundan sonra, geniş ikinci bir koy daha vardı. Bunun da ortasından Bostancı veya Çamaşırcı Deresi denilen ikinci bir dere Marmara'ya akardı.
Bostancı'mn Bizans dönemindeki Po-leatikon adlı yer olduğu tahmin edilmektedir. İmparatorların Anadolu içindeki seferlerinden dönüşlerinde şehir başkanı (praefectus-eparhos) onu burada karşılardı. Bu yüzden burada ufak da olsa bir saray veya köşkün bulunduğu sanılır. Aynı yerde, 718'de Arap kuvvetleri Kons-tantinopolis'i kuşattığında, İslam donanmasının bir kısmının sığındığı bir liman da bulunuyordu.
Bostancı'da, istasyonun bulunduğu yer çevresinde, yüz yıl kadar önceleri bir Bizans kilisesinin kalıntılarına rastlanmıştı.
BOSTANCI
302
303
BOSTANCI
•
fllBlttİ5§İli!
Buna ait mermer bir sütun gövdesi birkaç yıl öncesine gelinceye kadar, istasyonun hemen arkasında duruyordu. Bağdat Caddesi'nin kenarında kablo döşemesi sırasında açılan çukurlarda da Bizans tuğlaları bulunmuştur. Turşucu De-resi'nin denize döküldüğü yerde, Çeşme Sokağı'mn kenarında da yanında çıkmalar halinde payandaları olan bir Bizans duvarı kalıntısı, derenin üstü kapatılınca-ya kadar görülürdü.
Poleatikon'daki liman ise, bu bölgede yapılan kıyı doldurmasına kadar gayet belirli idi. Bostancı'da doğudaki ikinci koyun bir kısmı lodos dalgalarına karşı, iri kaya bloklarının yığılması (enroche-ment) suretiyle kurulmuş bir mendirekle korunmuştu. Bu mendirek orijinal durumuyla 1935'li yıllara kadar durmuş, 1935-1938'de bunun üstüne beton dökülerek alçak bir mendirek yapılmış, birkaç yıl sonra bu yeni mendirek de yükseltilmişti. 1985-1990 arasında sahil yolu yapımı ve kıyı doldurması ile mendirek dolgunun altında kalmış, eski liman da yok olmuştur. Limanın varlığına işaret eden tek iz, evvelce altında kayıkhane olduğu görülen ahşap küçük bir evdir. Bu bakımdan bu ev, korunması gerekli bir kültür varlığı sayılır.
Osmanlı döneminde şehri Anadolu' ya bağlayan anayol Bostancı'dan geçiyordu. Bu yolun bir bölümü sonra Bağdat Caddesi(->) olarak adlandırılmıştır. Şehrin sınırım teşkil eden bu yerde, bir bostancı derbendi (karakolu) kurulmuş ve İstanbul'a giriş çıkışlar burada bostancılar tarafından kontrol edilmiş, işi gücü olmayan ve şehirde kefil gösteremeyenlerin şehre girişleri önlenmiştir. Semtin adı da, Türk Ansiklopedisi 'nde yazıldığı gibi, çevrede bostanlar olduğundan değil, bu bostancı derbendinden gelmiştir.
Bostancı semtinde Osmanlı dönemi boyunca önemli bir yerleşme olmamıştır. Kıyı boyunca uzanan anayol ve bunun üzerinde ve kenarında kurulan bazı hayır tesisleri dışında bir şey yapılmamış ve yolun kuzey kısmında sebze yetiştirilen bostanlardan başka bir yerleşme ve yapı olmamıştır. Bostancı Deresi'nin iki yanındaki arazi, 17. yy başlarında Çama-şırcıbaşı Kuloğlu Mustafa Bey'in mülkü olup, 1011/l602'de yaptırdığı bir mescidin evkafından idi. Semtin canlanması 19. yy sonlarında Bağdat demiryolunun buradan geçmesi ile başlamıştır denebilir. Tren hattının iki tarafında geniş bahçeler içinde genellikle ahşap köşkler, kıyıda da yalılar yapılmıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında Cihangir yangınında evleri yanan aileler de buraya göç ederek imkânlarına göre evler veya köşkler yaptırarak yerleşmişlerdir. Suadiye'de bir plaj tesisinin kurulması ile bölgenin daha büyük canlılık kazanması sonunda, 1930'hı yılların ikinci yarısında Kadıköy tramvay hattı Bostancı'ya kadar uzatılmıştır. Ça-talçeşme'ye kadar çift hat halinde olan tramvay yolu, buradan sonra terminus noktası olan çarşı ve karakol meydanına kadar tek hat halinde işlerdi. 1950'li yıllarda raylar sökülerek kaldırıldı. Buraya kadar tramvay taşımacılığının olması semtin gelişmesinde büyük rol oynamıştır.
Yaklaşık 1930'dan itibaren, Bostancı' da kıyı ve demiryolu çevresi ile Bağdat Caddesi etrafında genellikle iki katlı villalar yapıldığı görülür. Bunun için de eski ahşap köşklerin bahçeleri parsellenmiş, binaları yıkılmıştır. Son yıllarda ise bu mütevazı villalar yerlerini kıyıda 4, Bağdat Caddesi'nin iki yanında 5, bunun dışında kalan yerlerde 8-10 katlı apartmanlara bırakmıştır. Bu arada yetişkin ağaçların pek çoğu da kesilmiştir.
Osman Nuri Ergin tarafından şehrin sokak ve cadde adları yemden düzenlendiği sırada, buradaki sokaklara hiçbir tarihi esasa dayanmaksızın uydurulan Balıkçı Yunus, Yazmacı Tahir, Tülbentçi Hüseyin, Kitapçı Mehmed, Sucukçu Musa gibi adlar verilmiştir.
Bostancı'nın en önemli tarihi eseri, bu yerleşim yerini ikiye ayıran Çamaşırcı Deresi üstünden sefer ve kervan yolunun geçişini sağlayan Bostancıbaşı Derbendi Köprüsü'dür (bak. Bostancıbaşı Köprüsü). Evliya Çelebi'den öğrenildiğine göre, l651'de Melek Ahmed Paşa'nm sadareti sırasında, Anadolu'da ayaklanan Celaliler, Kara Abdullah Paşa tarafından mağlup edildiklerinde, esir alınanlar istanbul'a getirilirken, Bostancıbaşı Köprüsü önünde sadrazamdan bunların idamını bildiren emir gelmiştir. Abdullah Paşa' mn adamları bunların bazılarının kıyafet değiştirip kaçmalarına, çevredeki bostanlar içinde saklanmalarına göz yummuşlar, Evliya Çelebi de altısının canını kurtarmıştır. Fakat elebaşılardan Dasnik Emirze (Mirza) ile Hanifî Halife ve kırk kadar adamı, köprünün başında idam edilerek cesetleri köprü başına gömülmüştür.
Bostancıbaşı Köprüsü'nün çevresi, seferler sırasında ordunun ikmal malzemesinin toplandığı bir yerdi. 1730'lu yıllara ait bir belge, köprü başındaki araziden nelerin ne miktarda toplandığını gösterir. Türk klasik köprü mimarisinin küçük fakat orantıları bakımından güzel bu eserinin, sanat ve tarihi değerine önem verilmeksizin bitişiğine yapışan dükkânlar tarafından mimari bütünlüğü bozulurken, altındaki derenin çöp ve pislik ile doldurulması ile bir bataklık üstünde kalmıştır. 1985'ten sonra sahil doldurulduğunda derenin Marmara'ya akışı 90 derecelik bir kıvrılma ile sağlandığı için bu
Kadıköy-
Pendik sahil
yolunun
hizmete
girmesi
Bostancı'nın
karakterim
büyük ölçüde
değiştirmiştir.
Gürol Kara, 1993
•Bili
Bostancı
İstanbul A nsiklopedisi
bataklık daha da çirkin bir görünüm almıştır.
Bostancı'da başka önemli bir eski e-ser ise köprünün batı ucunda ulu birkaç ağacın altında inşa edilmiş olan ve eski Bostancıbaşı Derbendi'nin yerinde herhalde Sultan II. Mahmud döneminde (1808-1839) yapılan ahşap karakol binası idi. Tek kat olarak bir set üzerinde olan bu karakol 19. yy'da bu türden tesislerin hepsinde olduğu gibi iki direğe oturan, üçgen biçiminde alınlığı olan bir giriş sundurmasına sahipti. Bağdat Caddesi ile Taşlıçeşme Sokağı kavşağında, demiryolu kenarında yeni emniyet müdürlüğü binasının yapılması ile bu tarihi karakol yıktırılmıştır.
Karakolun önünde ise mermerden bir menzil çeşmesi vardı. Cephesindeki beş beyitlik, Rifat mahlaslı bir şairin yazdığı kitabesinden II. Mahmud tarafından 1247/1831-32'de daha eski bir çeşmenin yerinde, "Cisr-i derbend" başında yaptırıldığı öğrenilir. Kitabenin üstünde II. Mahmud'un tuğrası, iki yanında ay-yıldız işlenmiş olarak yer alır. Kitabeli ayna taşının iki yanında ise tunç lülelerden su alan, hayvanlara mahsus, mermerden yalaklar vardı. Meydanın yeniden düzenlenmesi sırasında (1938), çeşme yerinden sökülerek etrafında otobüslerin dolandığı bir göbeğin ortasına yerleştirilmiş, fakat hayvanlara mahsus yalakları yok edilmiştir. 1988'de çeşme tekrar sökülerek, karakterine uymayacak biçimde, yüzü denize dönük olarak bir daha yerleştirilmiştir. Bu çeşmenin beraberinde olan namazgahın, evvelce karakol bi-
nasının arkasında iken, orada evvelce mevcut kahvehanenin (sonra otel) yer kazanması için dört-beş defa yeri değiştirilen kıble taşı da, bütün bu düzenlemeler içinde çeşmenin yanına dikilmiştir.
Bostancı'nın önemli bir eski eseri ise Bağdat Caddesi kenarındaki Çatalçeş-me'dir. istanbul'un en eski kitabeli çeşmelerinden olan bu küçük anıt, 1947'ye doğru, geriye, şimdiki yerine alınmıştır. Çok zor okunan kitabesindeki "ihsan" kelimesi, aynı zamanda bunu 957/1550' de yaptıran hayır sahibinin adı da olabilir. Nitekim köprü de, ihsan Ağa a-dında bir kişinin vakfıdır. Çeşme kesme taştan, sivri kemerli klasik üsluptadır. İki yan cephesinde hayvanlar için yalakları vardı. Esas kitabenin altındaki ikinci bir kitabeden 1282/1865'te Hâce Mahtûme Hanım'm cariyesi Hâce Nar-kerâb Kalfa tarafından tamir ettirildiği öğrenilir. Çatalçeşme'nin de aslında caddenin karşı tarafında bir namazgahı ve bunu gölgeleyen yaşlı ağacı vardı. Namazgah uzun zaman önce ortadan kalkmış, ağaç ise 1991'de kesilmiştir.
Ancak 19. yy sonlarında yerleşmenin başlamasıyla Bostancı'da bir cami gereği de duyulmuş ve o vakit çarşı olan yerde, mimar Ahmed Kemaleddin Bey'in (1870-1927) 1911 tarihli projesine göre 1913'te Evkaf Nezareti tarafından bir cami yaptırılmıştır (bak. Bostancı Camii).
Bostancı Camii'nin avlusunun arka tarafında, aynı üslupta bir de ilkokul yapılmıştı. Yakın tarihlere gelinceye kadar hizmet eden bu okul daha sonra başka bir binaya taşınmıştır. İçerenköy Caddesi
başlangıcında, Dörtyol denilen yerdeki yeni okul binası Bostancı İlkokulu olmuştur.
Haydarpaşa'dan gelen demiryolu, Bostancı'da iyice denize yaklaşır. Burada Bağdat Demiryolu İdaresi tarafından bir istasyon binası yapılmıştı. Bu işletmenin 19. yy sonlarında, İstanbul banliyösünde, çevreyle ulaşımı sağlayan demiryolunun Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe, Erenköy ve Suadiye'den sonra gelen Bostancı İstasyonu, belirli bir Prusya mimarisi üs-lubundandır. Bu bakımdan Bostancı'nın eski eserleri arasında yer almaya değer bir yapıdır. Yalnız son yıllarda yapılan müdahaleler ile esas karakterinde bozulmalar olmuştur.
Bostancı'nın Adalar ile en yakın bağlantı sağlanacak yer olması, ayrıca gerek karayolu, gerek demiryolunun birleştikleri bir noktada bulunması bakımından, buradan denizyolu ile de iletişim sağlanması uygun görülerek 1331/1912-13' te Bostancı'da bir vapur iskelesi yapılmıştır (bak. Bostancı İskelesi).
Bostancı'da, deniz kıyısında Turşucu Deresi kenarında, aslen İngiliz olup, Osmanlı Devleti hizmetine girerek Müslüman olan bir paşanın yalısı vardı. Sosyal hizmetlerde çok adı geçen Safiye Hüseyin Hanım'm babası olan bu paşanın yalısı, çok yaşlı ağaçların gölgelediği bir bahçe içinde idi. Yalı, Cumhuriyet dönemi ileri gelenlerinden Fuat Bulca tarafından alınarak restore edilmiş, sonra Zeynep Kâmil Kulübü olmuş, arkasından Grand Kupa adıyla bir gece kulübüne geçmiş ve son olarak da Napole-
BOSTANCI CAMİİ
304
305
BOSTANCI OCAĞI
on adıyla yeni bir gece kulübüne devredildiğinde bütün mimarisi değiştirilmiş (1993) ve böylece Bostancı Koyu'nun 19. yy'dan kalmış tek yalısı tarihe karışmıştır. Bunun dışında, Bostancı'da büyük ricale ait köşk ve yalılar yapılmamıştır. Yalnız Savfet Paşa'nın köşkü çok yukarlarda İçerenköy'de bulunuyordu. Mabeyinci Sadi Bey'in muazzam bir alanı kaplayan malikânesi ise Suadiye semtinde tam Bostancı sınırında bulunuyordu (bak. Bağdat Caddesi; Suadiye). Bostancı'da orta halli bürokratların ve bazı zenginlerin yaptırdıkları köşk ve yalılar ise, Cumhuriyet dönemi ileri gelenleri tarafından satın alınarak bir süre kullanılmış, bazıları ise yıktırılıp yerlerine önce villalar, sonra da apartmanlar yaptırılmıştır. Yalnızca Çatalçeşme'de Cumhuriyet dönemi bakanlarından Tahsin Coş-kan'a ait ahşap köşk durmaktadır.
Bostancı'da istanbul'da yaşayan yabancılardan birine ait bir malikâne şimdilik korunmuş gibi durmaktadır. Bunlar Bağdat Demiryolları Genel Müdürü isviçre uyruklu Huguenin'in yaptırdığı köşklerdir. I. Dünya Savaşı'ndan önceki yıllarda adeta bir prens hayatı yaşayan bu yabancı, birinci koy ile limanı ayıran burun gerisinde, koruluk geniş bir park içinde, Avrupa şatoları mimarisinde iki bina yaptırmış, bunların önünde yatların rahatça yanaşabileceği uzun bir iskele inşa ettirmiştir. Huguenin'in yaz aylarında yatıyla Haydarpaşa Garı'ndaki makamından Bostancı İskelesi'ne, kışın ise özel bölümlü trenle Bostancı İstas-yonu'na geldiği, buradan da İstanbul'da başka benzeri olmayan bir arabayla malikânesine gittiği bilinir. İçi Avrupa'nın en ünlü dekorasyon mağazalarından alınmış eşya ile tefriş edilen malikânede, Bağdat demiryolu yapılırken Anadolu' dan toplanan zengin bir de antika koleksiyonu bulunuyordu. Malikâne İstanbul'da elektrik olmayan bu yıllarda kendi elektriğini mazotlu bir jeneratörle sağlardı. Etrafı yüksek bir duvarla çevrili olan bu malikânenin dışında Bağdat Caddesi tarafında ayrıca bir de sebze bahçesi vardı.
Huguenin'in malikânesi, 1926' dan sonra Rusya'dan göç eden bir aileye geçmiş, bu ailenin kızının adıyla Villa Etery adını almış ve 1970'lerde Taç Kulübü adı ile tanınan bir müesseseye geçmiştir. Ağaçların kesilmesiyle, buranın parsellenmesi için başlayan girişim başarılı olamamış, bahçe içindeki iki köşk yıkılamadığından yeni inşaata şimdilik geçilememiştir. Bunlar restore edilmiş olarak durmaktadır. Bu muhteşem malikânenin denizle bağlantısı, buranın bir plaj idaresine geçmesi üzerine kesilmiş, arkasından da sahil yolunun yapımı ile bağlantı büsbütün kopmuştur.
Aslında ancak 19. yy sonlarında doğan bir semt, bir yerleşme yeri olan Bos-tancı'nın çarşısı, caminin de inşa edildiği Vükela Caddesi başındayken, 1940'lara doğru tramvay terminaline ve vapur iskelesine daha yakın olan karakol civarına
kaymış, eczane, PTT, başlıca bakkal ve manavlar burada toplanmış, fakat 1970 'ten sonra yeniden yukarıda, cami etrafında kümelenmiştir. Bugün ise çarşı her iki tarafta da gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. 1985 sonrası kent düzenlemeleri sırasında Kadıköy-Pendik sahil yolu(->) açılırken Bostancı Koyu ve İskelesi çevresi doldurulmuş, eski sahil lokantaları, yalılar içeride kalmış, iskele meydanının ö-nemli bölümü açık otopark halini almış, semtin sahil kesimlerinin karakteristiği ve görünümü bütünüyle değişmiştir. Bibi. R. Janin, "La banlieue asiatique", Echos d'Orient, XXII (1923), s. 190; Janin, Constan-tinople byzantine, 459; R. E. Koçu, "Bostancı", "Bostancıbaşı Köprüsü", "Bostancı Camii", "Bostancıbaşı Derbendi Çeşmesi", "Bostancıbaşı Derbendi Menzili", "Bostancı Deresi", İSTA, VI, 2973-3002; Yavuz, Mimar Ke-malettin, 24-25, 99-103; Evliya Çelebi, Seyahatname, III, s. 276-277; ay, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (haz. M. Nihat Ozon), Ankara, ty., s. 124-125; ay, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (haz. Z. Danışman), 1970, V, s. 161-163; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 426; C. Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara, 1975, s. 134-135, levha XCV-XCVI; S. Eyice, "İstanbul Şam-Bağdat Yolu Üzerindeki Mimarî Eserler", TD, XIII (1958), 81-110; Ö. Barışta, "istanbul Son imparatorluk Dönemi Yapılarında Süs Kubbesi ile Taçlandırılmış iskele Binaları", VD, 19 (1985), 286-287; S. Eyice, "Bostancıbaşı Köprüsü", DlA, VI, s. 309-311; ay, "Çatalçeşme", DlA, VIII, 233-234.
SEMAVİ EYİCE
BOSTANCI CAMÜ
Bostancı'da, Bostancı Cami Sokağı, Kitapçı Mehmet Ağa Sokağı ve Vükela Caddesi'nin çevrelediği geniş bir arsa üzerine inşa edilmiştir.
Cami kitabesine göre 1331/1913'te, o dönemde evkaf başmimarı olan Kema-leddin Bey'e yaptırılmıştır. 17. yy başlarında, sarayda çamaşırcıbaşı olarak çalışan Kuloğlu Mustafa Bey'e ait olan ve Çamaşırcı Deresi diye tanınan bugünkü Bostancı Deresi'nin iki yanındaki geniş araziler, adı geçen kişi tarafından, Be-yoğlu'nda kendi adına yaptırdığı camiye (Kuloğlu Camii) gelir sağlamak için vak-fedilmişti. Fakat 20. yy'in başlarında, Evkaf Nezareti, bakımsız ve harap durumdaki camiyi yıktırarak yerine Üçüncü Vakıf Ham yaptırmıştır. Evkaf Nezareti yıktırdığı bu camiye karşılık, Bostancı' daki vakıf arazisi üzerine bir cami yaptırarak Kuloğlu Camii'ni tekrar canlandırmıştır. Cami avlusu içinde doğu tarafta, cami ile aynı yıl tamamlanan, I. Ulusal Mimarlık Dönemi'nin özelliklerini yansıtan bir de okul mevcuttur.
Bostancı ya da Kuloğlu Camii olarak anılan yapı, aslında tek kubbeli, önünde üç gözlü son cemaat yeriyle dönemin diğer camileriyle uyumlu bir görünüm içindeyken, 1990'da son cemaat yerinin önüne yapılan ekle garip bir şekil almıştır. Bu ek bölüm olduğu gibi son cemaat yerine yapıştırılmış olup, oldukça da büyüktür. Caminin batı duvarına dışa çıkıntı yapacak şekilde yerleştirilen minareyi de içine alan ek bölüm, son cemaat yeri hariç, on üç kubbeli bi-
Bostancı Camii'nin batıdan görünümü.
Ahmet Kuzik, 1994
rimden ibarettir. Minarenin olduğu taraftan camiye bir kapı daha açılmıştır. Ayrıca son cemaat yerinde, kapının iki yanındaki pencerelerde açılarak orijinal mekâna üçlü geçiş sağlanmıştır.
Yapıda, biri son cemaat yeri girişinin üzerindeyken, yeni yapılan ek bölümün ana eksendeki girişinin üzerine nakledilen, diğeri ise harim kapısının üstünde olmak şartıyla, iki adet kitabe levhası bulunmaktadır. Yapım tarihini veren dıştaki kitabede dönemin ünlü hattatı İsmail Hakkı Altunbezer'in(->) imzası bulunmaktadır.
Kesme küfeki taşından inşa edilen cami bir avlu içinde yer almaktadır. I. Ulusal Mimarlık Dönemi'nin bütün özelliklerini bünyesinde toplayan yapı, genel hatlarıyla kare planlı, dört duvara oturtulan ve köşelerdeki dört ağırlık kulesiyle desteklenen kubbesiyle ve pencere düzeniyle, aynı dönemde yapılan Bebek Ca-mii'ne göre daha ferah bir görünüm ortaya koymaktadır. Caminin orijinal harim mekânında, kuzey ve güney duvarlarında ikişer, doğu ve batıda ise üçer olmak üzere, sivri hafifletme kemerleri bulunan, on adet dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Bu pencerelerin üzerinde, kubbenin oturduğu büyük sivri kemerlerin içinde, her cephede aynen tekrarlanan bir pencere sistemi görülmektedir. İki sıralı bu düzende, altta sivri kemerli beş, üstte ise ortadaki sivri kemerli, yandaki-ler yuvarlak olmak kaydıyla üç pencere bulunmaktadır. Kasnakta ise yine alçı iç-likli, sivri kemerli on altı pencere bulunmakta ve cami bütün bu pencerelerden bol miktarda ışık almaktadır.
Bugün ek bölümle yapı içine alınan minare, aslında caminin harim kısmına batıdan bitişik, aynı Bebek Camii minaresi gibi, kare kaideli, kuzeye bakan küçük bir kapısı bulunan, çokgen göv-
deli, klasik dönem cami minareleri tarzındadır. Stalaktitlerle desteklenen minare şerefesinin geometrik şebekeli korkulukları vardır. Tepesinde hilal şeklinde bir alemi bulunan kurşun kaplı konik külahın hemen altında, çokgen minare gövdesinin her yüzeyinde, tek sıra halinde çepeçevre dolanan firuze renkli çini bezeme mevcuttur. Bu firuze renkli çiniler kubbeyi destekleyen, köşeleri pahlanarak sekizgene dönüştürülmüş a-ğırlık kulelerinin üst hizasında, her yüzeyde tekrar kullanılmıştır. Ağırlık kulelerinin, harimi örten ana kubbenin, pandantiflerin eğimli dış yüzlerinin, üç gözlü son cemaat yeri kubbelerinin ve günümüzde eklenen ek bölümün kubbelerinin, minare külahı gibi kurşun kaplı olduğu görülmektedir.
Dönemin sivil mimarlık örneklerine göre, oldukça sade bir görünüme sahip olan camiler grubu içinde, daha hareketli bir yapı olarak görülen Bostancı Camii'nde kabartma rozetlerle bezeme sağlanmıştır. Dış cephelerdeki bu rozetler, kubbenin oturduğu büyük sivri kemerlerin kademeli köşelerine ve sivri kemerlerin kilit taşlarına yerleştirilmiştir.
Yapının içinde, kubbe içi, pandantifler, bütün pencerelerin ve mihrabın çevreleri kalem işi tekniğiyle yapılmış bitki motifli bezemeyle ve hat örnekleriyle süslenmiştir. Dış cepheye hiç aksettirilmeyen mihrap, tamamen mermerden, düz silmelerle çevrelenmiş, mukarnas kavsaralı ve bitki motifli taç şeklinde te-peliğiyle, klasik tarzdadır. Minberi ve yemlenmiş vaaz kürsüsü ahşaptır. Oldukça renkli bir görünüme sahip olan caminin günümüzde temiz ve bakımlı olduğu görülmektedir.
Bibi. İSTA, VI, 2996-2997; Öz, İstanbul Camileri, II, 13; Yavuz, Mimar Kemalettin, 99-103.
HAKAN ARLI
BOSTANCI İSKELESİ
Yapının mimarı kesin olarak bilinmemektedir. Antik limanın sonunda, uzunca bir rıhtım çıkıntısının ucunda inşa e-dilen iskelenin yapım tarihi 1331/1912-13'tür. Tek katlı ve yığma olan binanın
küçük bir hol etrafında karşılıklı sıralanmış dört odasından sağ koldaki ikinci odası bekleme salonu olarak, diğer üçü ise memur odası olarak kullanılmaktadır. I. Ulusal Mimarlık Dönemi örneklerinden olan binanın deniz cephesinde, üç gözlü kemer dizisinden oluşan yarı açık bir mekân bulunmaktadır. Ortadaki kemerin hizasında ise çatıda yükseltilmiş ve konsollarla desteklenmiş bölüm üzerinde, kasnaklı bir kubbe yer almaktadır. Bunun dışında bina kırma çatı ile örtülüdür. Binanın iç kapılarında ve dış cephede pencerelerde profilli Bursa kemerleri kullanılmıştır. Hem iç mekândaki alçı tavan bezemeleri, hem de sütun başlıkları, kemer aralarındaki çini panolar ve bitişlerinde kabaralar bulunan saçak payandaları ile bina, yapıldığı dönemin milli mimari anlayışının tüm özelliklerini taşır. Fakat son yıllarda yapılan basit tamirde bu özelliklerin korunmasına özen gösterilmemiş ve bazı kısımlardaki çiniler badana ile kapatılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |