BOMBA OIAYI
294
295
BOMONTİ
WOODS PAŞA'NIN ANILARINDA BOMBA OLAYI
Abdülhamid, bir iki dakika yanında bulunan yüksek rütbeli subaylara talimat verdikten sonra her zamanki gibi faytonuna binerek ve faytonu kendisi kullanarak sakin bir yüz ifadesi içinde camiden saraya hareket etti. Özel bölmelerde bulunan bir bayan izleyici de yaralanmıştı. Diğer birçok seyirci ise patlamanın en şiddetli yerinde bulunan atların kemiklerinin sağa sola fırlamasıyla yaralanmış, zavallı hayvanlardan birinin bacağı koparak yabancı misyon şeflerine ayrılan bölmenin yakınlarına kadar fırlamıştı. Saat kulesinin yanındaki camlar kırılmıştı. Caminin üst taraflarında büyük büyük delikler açılmış, pencerelerin camları kırılarak yerlere düşmüştü. Cami içinde bulunanların çoğu yaralanmıştı.
Hasar gören caminin diğer ucunda padişahın özel odasına açılan bir giriş yeri daha vardı. Padişah ailesine mensup şehzadeler bu bölmedeydiler. Bomba patladığı zaman bu şehzadelerin kâhyası olan zat tam bu özel bölmenin giriş yerindeydi. Kâhya, havada uçuşan şarapnellerden birinin kafasına isabet etmesiyle derhal can vermiş, yakınında bulunan bir saray hademesi de aynı akibete uğramıştı...
Benim ve benim gibi yabancı yaverlerin kurtulması da tamamiyle bir şans idi. Biz biraz uzakta olduğumuz için şarapneller bir metre kadar üzerimizden geçerek cami duvarına saplanmıştı. Aslında çok daha fazla insan kaybı olabilirdi. Padişah, camiden resmi merasimle ayrılmayacağını bildirdiği için, camideki ibadete katılan askerî ve sivil erkân camiyi terketmiş bulunuyorlardı. Padişahın yanında birkaç özel yaveri ile birkaç yabancı alay emini bulunuyordu.
Sir Hemy F. Woods, Türkiye Anılan, (çev. F. Çöker), îst, 1976, s. 102-164
1923'te Türkiye İdman Cemiyetleri İt-tifakı'nın kurulmasıyla Türkiye'de boks sporu ilk kez teşkilatlanmış ve kurulan Türkiye Boks Federasyonu'nun ilk başkanlığına da Fransa'da bulunduğu öğrencilik yıllarında boks sporu üzerinde geniş çalışmalar yapmış Eşref Şefik (Atabey) seçilmişti. Ancak daha sonra Türkiye'de boks sporunun pek az bir faaliyete dayandığı gerekçesiyle Türk boksu, Güreş Federasyonu çatısı altına verilmişti.
Boksta ilk milli karşılaşma Kasım 1928'de yapıldı. Sovyetler Birliği'ne giden milli boks takımımızın tamamı İstanbullu boksörlerden oluştu. Moskova' da Sovyetler Birliği, Bakû'de de Azerbaycan takımlarıyla karşılaşan Türk milli takımında şu boksörler bulunuyordu: Necmi Bey (Alakan) (tüysıklet; Galatasaray), Rauf Bey (hafifsıklet; Beşiktaş), Rıza Bey (Nemli) (yarı-ortasıklet; Fenerbahçe), Sıtkı Bey (Piran) (ortasıklet; Fenerbahçe), Selami Bey (yan-ağırsıklet; ferdi). Moskova'daki milli maçı 4-0 kaybeden takımımız Bakû'deki maçı 5-0 kazanmıştı.
1930'larda İstanbul'da boks tekrar bir canlanma gösterdi. Bu dönemde Galatasaraylı Küçük Kemal, Tarık Akçırpan, Küçük Selami, Yorgo Tagar, Pakrat gibi isimler kendilerini gösterdiler. Küçük Kemal, yabancı boksörlerle yaptığı maçlarda büyük başarılar elde ederken, Yorgo Tagar da Türk bayrağı ile çıktığı Yunan ringlerinde büyük üstünlük sağladı. Bu yılların en önemli olayı ise 1938'de Melih Açba'nın dünyanın en büyük a-matör boks organizasyonu olan Ameri-ka'daki Altın Eldiven müsabakalarında, 80'den fazla boksörün katıldığı 66 kiloda şampiyonluğu kazanması oldu. Bu dönemin Türk boksunda bir başka ilginç ismi de Alemdar Gençlik Kulübü'n-den(->) yetişen Cihat Vurucu oldu. Trafik kazası sonucu bir kolunu kaybeden genç boksör daha sonra tek koluyla tekrar ringlere döndü. Tek koluyla hem savunma, hem de hücum yapmak gibi pek zor bir işi başararak birçok galibiyet elde etti. Vural înan'ın 1947'de Dublin' de yapılan Avrupa Boks Şampiyonası'nda en teknik boksör seçilmesi, yine aynı şampiyonada Halit Ergönül'ün de Avrupa karmasına seçilerek Amerika karması ile yapılacak maçlar için New York'a götürülmesi, İstanbul boksunun önemli başarılarındandır.
1950'lerde Garbis Zaharyan profesyonel boks ringlerinde Türk boksuna ilk başarıları getirirken İstanbullu boks meraklılarına da çok güzel maçlar seyrettirdi. İstanbul boksunun daha sonraki dönemdeki en büyük isimlerinden biri Cemal Kamacı oldu. Aslen Trabzonlu olmasına rağmen boksa İstanbul'da başlayan ve Fenerbahçe kulübünde parlayan Kamacı, amatör ringlerde kazandığı başarılar ve Balkan ikinciliklerinden sonra geçtiği profesyonel boks ringlerinde de büyük başarılar elde etti ve sıkletinde iki kez Avrupa şampiyonluğunu kazandı.
CEM ATABEYOĞLU
BOMBA OLAYI
21 Temmuz 1905 günkü, cuma selamlığında^) II. Abdülhamid'e karşı girişilen ve amacına ulaşmayan bombalı suikast. Olay önemine karşın sansür uygulamaları nedeniyle resmi bir tebliğ dışında dönemin İstanbul basınında ayrıntıları ile verilememiş, belgeleri ve konuya ilişkin jurnaller 1909'da gün ışığına çıkartılmıştır.
İstanbul'da padişahlara yönelik suikast girişimi hiç yoktur. Buna karşılık ayaklanmalarda(-0 tahttan indirilip öldürülen padişahlar olmuştur. Bir cuma selamlığında, III. Selim'in (hd 1789-1807) namaz kıldığı Ayasofya hünkâr mahfiline bir meczubun madeni gülleler atması, yakalanıp Topkapı Sarayı önünde boynunun vurulması saptanabilen ender o-laylardandır.
Doğu bölgesinde bağımsız bir devlet kurmak amacıyla dışarıda ve Osmanlı sınırları içinde faaliyetlerini sürdüren Ermeni komitelerinin 1895'te ve 1896'da İstanbul'da gerçekleştirdikleri olaylar (bak. Ermeni Ayaklanması; Osmanlı Bankası Olayı) gibi Bomba Olayı da aynı amaca dönüktü. Suikastı planlayan komitecilerin emeli, önce II. Abdülhamid'i korkunç bir biçimde öldürmek, hemen ardından Galata Köprüsü'nü, Tünel'i, Osmanlı Ban-kası'nı, sefarethaneleri, resmi kurumları, ünlü Serkldoryan'ı da (Cercle d'Orient) tahrip gücü yüksek bombalarla havaya uçurup İstanbul'da panik uyandırmak, siyasi karar organlarını ve dünya kamuoyunu, Ermenistan Devleti'nin kurulmasına bu oldubitti ardından razı etmekti. Bir dizi suikastı ve sabotajı içeren bu plan, profesyonel anarşistlerce hazırlanmıştı.
Bomba Olayı'nı hazırlayanlar arasında, Troşak Ermeni İhtilali Cemiyeti'nin üyelerinden Bakûlü Samoil Kayın (kod adı Hıristofor Mikaelyan), kızı Robina Kayın, Konstantin Kabulyan da (kod adı Saf o) vardı. Bunlar, olaydan epeyce önce İstanbul'a gelerek Beyoğlu'nda Mora-viç Apartmanı'nda bir süre kaldılar. Kendilerine yardım edecek İstanbullu Ermenileri saptadılar ve temaslarda bulundular. Singer Kumpanyası'nda çalışan Belçikalı anarşist Charles Edouard Jorris'ten yararlandılar. Jorris dört yıldan beri bulunduğu İstanbul'u çok iyi tanıyan ve a-narşist kimliğini gizli tutmuş bir eleman olarak suikastçıların işlerini kolaylaştırdı. Kendisine eşi Anna da yardım etti. Yapılan bir dizi izleme sonucu, II. Abdülha-mid'in her hafta cuma namazı vakti, Yıldız Sarayı'ndan aynı saatte çıktığı, Hami-diye Camii'ne gelip namaz kıldıktan sonra caminin binek taşından arabasına binip 2 dakika 40 saniyede avlu çıkış kapısına geldiğini saptadılar. Bundan sonra Avrupa'ya giderek maşin infernal (mac-hine infernale) denen bir saatli bomba yaptırdılar. 80 kg ağırlığında melinite, 20 kg mitraille (çelik ve demir parçalan) içeren bu bomba, Viyana'da özel olarak yaptırılmış çok şık bir binek arabasının
sandığına yerleştirilecek biçimde imal edilmişti. Avrupa'daki hazırlık iki ay sürdü. Dinamit kalıpları İstanbul'a kaçak çalarak sokuldu. Bu işte kullanılacak arabanın tekerleklerine, bombanın suikast yerine götürülürken sansıntıdan patlamaması için lastik tabanlar geçirilmişti. Bombanın, istendiği anda patlaması da o günün teknolojisi ile ayarlanmıştı.
İstanbul'a dönen suikastçılar, o zamanın ünlü ortaoyuncusu Kel Hasan'dan 46 altın bedelle iki doru at satın aldılar. Bunları Viyana'dan getirdikleri arabaya koşarak aynı yere birkaç kez deneme yolculuğu yaptılar. Yıldız Sarayı-Hamidiye Camii arasında her hafta yinelenen cuma selamlıklarının bir özelliği de kalabalık yabancı toplulukların saraydan gelen davetiyelerle bu töreni izlemeleriydi. Elçiler ve İstanbul'da bulunan özel yabancı konuklar ise Seyir Kasrı'nda ağırlanırlar ve töreni buradan seyrederlerdi. Çoğu yabancı, gelen davetiyeleri isteyene satıp parasını yoksullara vermeyi yeğlediğinden suikastçılar da bu yoldan davetiyeler edindiler ve yabancı kıyafetleri giyindiler.
21 Temmuz 1905 günü yapılacak "Selamlık Resm-i Âlisi" için hazırlanan programa geçit töreni konmadığı için, o gün saray ve cami çevresi tenhaydı. Suikastçılar kadınlı erkekli, zarif arabaları ile gelip tam saat kulesinin dibine park ettiler. Sonraki ifadelerde saatli bombayı Robina Kayın'ın kurduğu ileri sürülmüştür. Her şey, son ana değin, planlanan tarzda cereyan etti. Arabadan inip uzaklaşan Madam Sofi Liparis, arabacı Sar-kis, oğlu Mıgırdıç, seyis Yervant Fran-kolyan ve arabacı Jorj Petri Varşamof'un (Kirkor Varsam) olaydan sonra hemen yurtdışına çıkabilmeleri için pasaportları dahi hazırlanmıştı.
Olay şöyle gelişti: II. Abdülhamid, hünkâr mahfilinden inince kendisini selamlayan vükela arasından geçerken kimilerine iltifatta bulundu ve her zamanki yürüyüşüyle ilerledi. Fakat Şeyhülislam Cema-leddin Efendi ile daha fazla ilgilendi ve bir-iki dakika ayaküstü konuştu. Olayın en yakın tanıklarından olan Woods Paşa ise, sultanın faytona bineceği sırada İs-tabl-ı Âmire müdürüne bir dahaki selamlık törenine kadar arabası için yeni atlar temin edilmesini bildirdiğini ve bu birkaç saniyelik gecikmenin, padişahı ve kendisinin de yer aldığı kalabalık maiyetini mutlak bir ölümden kurtardığını yazar. Bir anda, o zaman çok sessiz bir ortam olan İstanbul'un her tarafında duyulan korkunç bir patlama oldu. İnsan ve hayvan cesetlerinin kanlı parçaları, taş toprak ve toz havalara savruldu. Dumanlar içinde bağrışmalar, tepeden tırnağa kana bulanmış insanlar avluyu doldurdu. Mabeyin Başkâtibi Tahsin Paşa, anılarında II. Abdülhamid'in onca vehmine karşın renk vermediğini ve kendisinin cesaretsiz sanılmasına neden olacak bir davranışta bulunmadığını ve sadece "Ne var? Ne oldu" diye sorduğunu anlatır. Dışarıdaki bir süvari birliği kılıç çekerek avluya
girmekte iken padişah, bunların yerlerine dönmelerini emretti ve "Korkmayın! Korkmayın!" dedikten sonra, her zamanki gibi saltanat arabasına atlayıp dizginleri eline alarak oradan süratle ayrıldı.
Ertesi gün gazetelerde resmi bir bildiri yayımlandı. Bunda saraya özgü Osmanlıca ile "Kutsal halifenin, bu olayda asla telaşa ve korkuya kapılmadan, askeri ve konuk olarak bulunan yabancıları selamlayıp saraya döndükleri" açıklanmaktaydı. Gazeteler başkaca bir şey yazamadılar. İzleyen günlerde İstanbul camilerinde dualar edildi, kiliselerde a-yinler yapıldı. Olay sırasında toplam 26 asker ve sivil öldü, 58 kişi yaralandı. 20 at parçalanırken birçok araba da enkaz haline geldi. Cami hasar gördü. İçerideki cemaatten de kırılan camlarla yaralananlar olmuştu.
Olay sonrasında İstanbul'da kapsamlı bir araştırma, Yıldız Saray'ında da soruşturma başlatıldı. Kentin muhtelif yerlerinde menilite denilen tahrip gücü yüksek patlayıcı maddeden 148 kg daha ele geçirildi. Osmanlı Bankası ile Galata Köprüsü'nü havaya uçurmak için kazılmış lağımlar bulundu. Ticaret ve Nafıa Nezareti Müsteşarı Necib Melhame Paşa'nın ve savcılar Cemal Beyle Necmeddin Mol-la'mn yürüttükleri soruşturmalar için bir Komisyon-ı Mahsus kuruldu. Birçok kişi tutuklandı ve bin sayfalık bir fezleke hazırlandı. Ancak, yabancı devletlerin baskıları sonucu yakalanan ve suçlarını itiraf edenlerden hiçbiri cezalandırılmadı. Hattâ, II. Abdülhamid anarşist Jorris'i affetti ve onu Anadolu'daki Ermeni komiteleri aleyhine çalışmak üzere özel casus olarak görevlendirdi.
Bomba Olayı, İstanbul'un muhalif çevrelerinde üzüntü nedeni oldu. Çünkü Abdülhamid karşıtları, faili ve amacı kim ve ne olursa olsun, "devr-i istibdat" de-
dikleri baskı yönetiminin bir biçimde sona ermesini ve padişahın tahttan uzaklaştırılmasını istemekteydiler. Örneğin, Tevfik Fikret bu düşünce ve duyguyla Bomba Olayı'nın başarısızlığını bir büyük şanssızlık, suikastçıları da "şanlı av-cı"lar olarak işleyen "Bir Lâhza-i .Teah-hûr" şiirini bu sırada yazmış, fakat yayımlanması ancak II. Meşrutiyet'te olmuştur. Tarihçi Ahmed Refik ise olayı anlatırken "Osmanlı milletini Abdülhamid'in zulmünden kurtarmak için bu kahramanca hareketin Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra olunduğu anlaşıldı" demişti. Kuşkusuz bu iki yaklaşım da adları geçen ozanın ve yazarın Abdülhamid'e duydukları kinle ilgiliydi. 31 Mart Olayı'ndan sonra Yıldız Sarayı'nda ele geçirilen belgeler arasında, pek çoğunu Ermenilerin verdiği, Bomba Olayı ile ilgili binden fazla jurnal de vardı.
Bibi. Danişmend, Kronoloji, IV, 348-350; Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekât-ı thtilâ-liyesi, ist., 1332, s. 35; F. Mc Cullagh, Abdülhamid'in Düşüşü (çev. N. Önol), ist., 1990, s. 224; Sir Henry F. Woods, Türkiye Anılan, Osmanlı Bahriyesinde Kırk Yıl 1869-1909, (çev. F. Çöker), ist., 1976, s. 159-164; Tevfik Fikret, Rubab-ı Şikeste (2. tab'ı) ist., 1327, s. 305-307; Tahsin Paşa, Abdülhamit ve Yıldız Hatıraları, ist., 1931, s. 111-116; Osman Nu-ri-Ahmed Refik, Abdülhamid-i Sani ve Devr-i Saltanatı, Hayat-ı Hususiye ve Siyasiyesi, I-III, ist, 1327, s. 1132-1134.
NECDET SAKAOĞLU
BOMONTİ
Şişli İlçesi sınırları içinde yer alan Bo-monti semti, İstanbul'un ilk sanayi bölgelerinden birisidir. Bir konut ve bir zamanların apartman semti Feriköy Fırın Sokağı ve Sıracevizler Caddesi ile kuzeyinde ve batısında uzanan Baruthane Deresi yamaçları arasında, genellikle çok katlı, apartman görünüşlü binalardan ve sanayi kuruluşlarından oluşan bir alan-
dır. Bu sanayi alanının kuzey ve güney sınırlarını, açık bir şekilde, topografya belirlemektedir. Bu topografik özellik, aynı zamanda da bölgede yer alan sanayi faaliyetlerinin ve buna bağlı olarak da bölgenin alansal genişlemesini sınırlarken, yerleşmenin, daha kolay yayılabileceği kuzeydeki vadi yatağı ile doğudaki düzlükte yerleşmiş konut alanlarına yönelmesinde de başrolü oynamıştır.
Başlangıçta "şehir dışı" bir sanayi bölgesi olarak gelişen Bomonti Sanayi Bölgesi, İstanbul'un bu yöndeki yayılması nedeniyle, günümüzde, artık tamamen şehir tarafından kuşatılmış ve şehrin i-çinde kalmıştır. Nitekim Bomonti Sanayi Bölgesi'nin 1950'den sonraki gelişmesinde önemli rol oynayan, ucuz işçileri barındıran gecekonduların yoğunlaştığı a-lan, özellikle Bomonti Bira Fabrikası ve çevresindeki tesislerle neredeyse bitişik hale gelmiştir. Böylece konum bakımından değişikliğe uğrayan Bomonti Sanayi Bölgesi, bu konumun kazandırdığı yeni karaktere uyarak barındırdığı sanayinin yapısını da değiştirmiştir.
Bomonti Sanayi Bölgesi hemen tamamen Beyoğlu plato düzlüğünün Harbiye, özellikle de Osmanbey civarında kazanmış olduğu genişlikle bağlantılı olarak gelişmiştir. Sanayi tesislerinin çoğu, adı geçen düzlüğün batı ucunda toplanmıştır. Bu düzlükte, bölgedeki en eski sanayi tesisi olan bira fabrikasının üzerinde bulunduğu kısım Bomonti'nin gelişmesinde "odak" noktasını oluşturmuştur. Sanayi tesislerinin doğudaki düz kesimlerde bulunan Sıracevizler, Harzemşah dolayları yerine kuzeyde Baruthane Dere-si'ne tatlı eğilimlerle inen kesimleri tercih etmelerinde, kuşkusuz, buralardaki bostan ve tarlaların çok ucuza fabrika arazisi haline gelmeleri başrolü oynamıştır.
Bomonti Sanayi Bölgesi'nin geçmişi 1892'ye kadar gitmektedir. Bugün bir sokağa adım da vermiş olan bira fabrikasının kurulmasından sonra Mısırlı Trikotaj (1923), Yenen-Şark Çikolata (1926), Yeni Türk Mensucat Fabrikası (1928), Nestle Çikolata Fabrikası (1928) ve diğerleri faaliyete geçmiştir. Fakat, ülkedeki ekonomik gelişmeye bağlı olarak, bölgedeki sanayileşme 1955'e kadar ağır cereyan etmiştir.
İstanbul'daki sanayi bölgelerinin çoğu gibi Bomonti Sanayi Bölgesi de kendi kendisini kabul ettirmiştir. Bomonti semtindeki sanayi faaliyetlerine yerel yönetimin ilgisi 1952'de başlamıştır. Bu ilgi ve diğer bazı çalışmalar sonunda söz konusu alan "Bomonti Sanayi Bölgesi" olarak kabul edilmiştir. 1955'te İstanbul'da sanayi faaliyetlerinin haritalanması ve yer alacağı alanların belirlenmesi için hazırlanan İstanbul Sanayi Bölge Planı'nda bir ara Bomonti ve çevresi sanayi bölgeleri dışında bırakılmış ve sanayi tesislerine yasaklama getirilmiş olmakla birlikte, bölgede sanayi faaliyetleri gelişme hızlarını sürdürmüş ve 1970'te sanayi tesislerinin sayısı 114'ü bulmuştur. Ancak, 1970' li yıllardan başlayarak tesislerin bir kıs-
BOMONTİ BİRA FABRİKASI
296
297
BONMARŞELER
minin İstanbul dışına ya da ülkenin başka kesimlerine göç ettikleri (örneğin Nestle, Bursa-Karacabey'e) gözlenmekle birlikte, onların terk ettikleri binalara yine başka sanayi faaliyetleri ya da taşınan firmanın irtibat büroları (yönetim, pazarlama vb) yerleşmekte, böylece bölgenin fonksiyonu sürekliliğini korumaktadır. Bomonti Sanayi Bölgesi'nde, eskiden olduğu gibi bugün de ağır hammadde kullanmayan ve ağır mamul madde üretmeyen sanayi kolları çoğunluktadır. 1960-1970'li yıllarda, bunların başında kimyasal maddeler sanayii gelmekteydi, istanbul'daki bu tür sanayinin o zamanlar yaklaşık yüzde 10'unu barındıran Bomonti Sanayi Bölgesi'nde sanayi tesisleri son 20 yıl içerisinde miktar olarak (1967' de 119, 1993'te 174) artmış olmasına rağmen, bölgenin istanbul sanayii içindeki payı azalmıştır.
Bomonti'nin geçirdiği değişim süreci içinde bölgede hâkim sanayi kolu da değişmiştir: Artık, bu sanayi bölgesinin şehrin içinde kalmasının sonucu olarak, pazara yakınlığı, hattâ onun içinde yer alması nedeniyle giyim eşyası imali hızla gelişerek hâkim sanayi kolu halini almıştır. Ayrıca, Bomonti'nin İstanbul'un en büyük merkezi iş alanına ve ucuz işçi sağlanabilen gecekondu semtlerine yakınlık şeklindeki üstünlüğüne, 1973'te Boğaziçi Köprüsü'nün hizmete girmesiyle ulaşım kolaylığı da eklenmiş, köprünün Şişli llçesi'ni doğu-batı yönünde geçen E-5 Karayolu, Bomonti Sanayi Böl-gesi'nin öteden beri kısıtlı olan ulaşım olanağının iyileşmesini de sağlayarak bölgenin hayatiyetini korumasına yardımcı olmuştur.
Bomonti Sanayi Bölgesi, topografik durumu ve mekânsal olanakların sınıra dayanması nedeniyle yatay gelişmeden çok, binaların kat çıkmalarıyla dikey bir büyüme içindedir. Bölgenin eskiden beri en büyük sorunu olan su yetersizliği, olumsuz etkisini hâlâ sürdürmektedir. Çevrede gecekonduların artması, gürültü ve hava kirliliği, şehir içi trafik tıkanıklığının yarattığı olumsuz etkiler de giderek artmakta, semt İstanbul'un, çevre kirlenmesinin en fazla etkisinde kalan bölgelerinden biri haline gelmektedir.
Bibi. E. Tümertekin, istanbul'da Bir Sanayi Bölgesi: Bomonti, ist., 1967; ay, İstanbul Sanayiinde Kuruluş Yeri, îst., 1972; H. Doldur, Bomonti Sanayi Bölgesi, (İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü yüksek lisans tezi), ist., 1993.
EROL TÜMERTEKİN
BOMONTİ BİRA FABRİKASI
Adını istanbul'un en eski semtlerinden birine vermiş olan Bomonti Bira Fabrikası, ülkemizde modern bira üretim tekniğiyle imalata başlamış olan ilk bira üretim tesisidir.
Bomonti Bira Fabrikası imalata geçmeden önce de Türkiye'de "arpa suyu" adı altında bira üretimi yapıldığı literatürde yer alır. Düyun-ı Umumiye İdare-si'nin kurulmasından önce, 1862 tarihli ve daha sonraki mevzuatta, "imal olu-
nan arpa suyunun yüzde 20'si zayiat karşılığı olarak düşürüldükten sonra, senelik rayiç bedeli üzerinden değerinin yüzde 10-15'i oranında vergi alındığına" dair kayıtlar vardır.
İsviçreli Bomonti kardeşler 1890'da Feriköy'de bir bira üretim tesisi kurmuşlar, burada üst fermantasyonla bira üretimine başlamışlardı. Aynı yıl Vasil adındaki bir Yunanlı, Şişli'de, yine üst fermantasyonla bira üretimi yapan küçük bir tesis açmıştı. Bomonti kardeşler 1902' de işletmelerini bugün istanbul Tekel Bira Fabrikası, eski adıyla Bomonti Bira Fabrikası'nın bulunduğu yere naklettiler. O zamana göre oldukça modern bir tesis olan Bomonti Bira Fabrikası'nın rekabetine dayanamayan Vasil, işletmesini kısa bir zaman sonra kapatmak zorunda kaldı.
1908'e kadar ülkemizde sadece üst fermantasyon birası üretilmişti. Bu tarihte Bomonti kardeşler işletmelerine soğutma tesisleri de ilave ederek, alt fermantasyon birası elde etmeye başladılar. Ülkemizde uzun yıllar rakipsiz bir şirket' olarak faaliyetini sürdürmüş olan Bomonti'nin karşısına 1909'da Büyükdere' de açılmış olan Nektar Bira Fabrikası
1930'lu yılların
başında
Bomonti Bira
Bahçesi (üstte)
ve Bomonti
Bira
Fabrikası'nın
1902'den beri
üretimini
sürdürdüğü
bugün Tekel
Bira Fabrikası
olan bina
(yanda).
Gökhan Akçura
koleksiyonu (üst),
Hazım Okurer,
1993 (yan)
çıktı, iki şirket arasındaki amansız rekabet her iki şirketin de zarara uğramasına neden olmaya başlayınca, 1912'de Bomonti ve Nektar şirketleri birleşerek Bo-monti-Nektar Birleşik Bira Fabrikaları Şirketi'ni kurdular. Bu şirket aynı yıl İzmir'in Halkapınar semtinde Aydın Bira Fabrikası'nı kurdu. Biranın Ege Bölge-si'ne nakli ve muhafazasındaki güçlükler düşünülerek kurulan Aydın Bira Fabrikası, 1928'de bira üretimine son verdi. O dönemlerin en iyi rakılarından biri olan "Bomonti Rakısı" bu işletmede üretilmişti.
İçki Tekeli'nin kurulmasına kadar ülkemizde bira üretimi yalnızca Bomonti-Nektar Şirketi'nin elinde kaldı. 1926'da İçki Tekeli kurulmuş ve içki Tekeli'nin işletme imtiyazı Polonyalı bir şirkete verilmişti. Bu şirket sözleşmedeki yükümlülüklerini yerine getirmeyince dağılmıştı. Polonyalı şirketin dağılmasından sonra Tekel idaresi Bomonti-Nektar Şirketi' ne 1938'e kadar on yıl daha bira üretim müsaadesi verdi. 1938'den itibaren de bu işletme Tekel Idaresi'ne intikal etti.
1908'e kadar üst fermantasyon bira üretiminin yapıldığı, köşesinde Birahane Sokağı levhası bulunan Bomonti Bi-
ra' Fabrikası ana binasına zaman içinde yeni üniteler eklenmiştir. Eklenen bu ü-nitelerle fabrika bugün 40 dönüm bir arazi üzerinde yer almaktadır. Bu ünitelerden biri olan Bomonti Bira Bahçesi 1930'lu yıllarda İstanbulluların hizmetine açılmış, bu hizmeti 1950'li yıllara kadar sürdürmüştür. Bomonti Bira Bahçe-si'nde 5 ve 10 litrelik fıçı biraları, çapraz ayaklı setler üzerine yerleştirilerek müdavimlere sunuluyor, bu fıçı biraları "ar-jantin" adı verilen kulplu bira bardaklarında içiliyordu.
Bomonti Bira Fabrikası, Tekel İdaresi' nin bünyesine geçtikten sonra, bu fabrikada üretilmiş olan ilk bira türlerinden biri (pilsner tipi) Türk Birası'dır. Bu bira daha sonraki yıllarda "Türk Birası" (Tur-kish Beer) etiketiyle üretilmiştir. "Salon Birası"mn yanısıra istanbul Hilton, Divan ve Kalyon otelleri için, ayrıca Abdullah Restoran, Casino Oriental, Kordon Blö ve Klöb-X için de yine özel etiketli biralar imal edilmiştir. Bu fabrikada son yıllarda üretilmekte olan "Altın Başak" birası bira tiryakilerinin beğenisini kazanmıştır.
1976'da 36,5 milyon litre üretim kapasitesine ulaşmış olan İstanbul Tekel Bira Fabrikası'nın üretimi, 1969'da İstanbul'da kurulan "Efes Pilsen" ve izmir'de kurulan "Tuborg" bira fabrikalarının piyasaya hâkim olmaya başlamasından sonra, her geçen yıl gerileyerek 7 milyon litreye düşmüştür.
Bomoni Bira Fabrikası'nda eskiden kalıp buz ve gazoz da imal edilmişti.
Bibi. 1. Turkar, Malt-Bira Kimyası ve Teknolojisi, Ankara, 1977; A. V. Akman-T. Yazıcı-oğlu, Fermantasyon Teknolojisi, Ankara, 1962; M. İlker, "Biranın Öyküsü", Tekel Haber Bülteni, S. 4 (Temmuz 1982).
VEFA ZAT
BONKOWSKI, CHARLES
(1841, istanbul - 10 Ocak 1905, istanbul) Kimyacı ve farmakolog. Polonya kökenli bir Osmanlı ailesine mensuptu. İlköğrenimini istanbul'da, kimya ve eczacılık öğrenimini ise Paris'te yaptı. 1865' te İstanbul'a dönüşünde Mekteb-i Tıbbiye ilm-i kimya muallimi Antoine Calleja' nın(-t) yanına muallim muavini olarak atandı. Bu mektepte organik ve anorganik kimya dersleri verdi ve öğrenci labo-ratuvarlarım yönetti.
Bonkowski genellikle "kimyager" o-larak tanınmakla birlikte, eczacılıkla da yakından ilgilenmiş, 1879'da ikinci defa açılan "Societe de Pharmacie de Cons-tantinople'un" (Cemiyet-i Eczâciyan der Asitane-i Aliyye) kurucu üyesi olmuş, ilk yönetim kurulu başkanlığına seçilmiş, aynı zamanda "Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane" üyeliğine de kabul edilmişti.
Bonkowski halk sağlığı, gıda ve ilaç analizleri gibi alanlarda araştırma ve yayınlar yapmış, tıbbın çeşitli branşlarında düzenlenen uluslararası bilimsel toplantılara Osmanlı Devleti temsilcisi olarak katılmıştı. Yaptığı başarılı çalışmalar nedeniyle "Ser Kimyager-i Hazret-i Şehriya-ri" (Saray Başkimyageri), "Hıfz-ı Sıhha
l-KARGOPOULO
.CONSTJINTTOOPLE.
Charles Bonkowski'nin Basil Kargopoulo tarafından çekilmiş bir resmi, 19. yy. Turhan Baytop koleksiyonu
Ser Müfettişi" (Hijyen Başmüfettişi) ve 1893'te de "Paşa" unvanını almıştır.
C. Bonkowski Paşa, uzun yıllar Osmanlı Devleti'ne tıp, eğitim, eczacılık gibi değişik alanlarda hizmet etmiş; sağlık, eczacılık ve kimya dallarında gerçekleştirdiği araştırma ve yayınlar ile birçok sorunun çözümüne ve Osmanlı bilimine katkıda bulunmuş bir hoca ve araştırıcıydı.
Dostları ilə paylaş: |