XIX. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATINA GENEL BİR BAKIŞ
Klasik şiirimizin önde isimlerinden olan Nedim (ö.1730) ve Şeyh Gâlib (ö.1799)’in gölgesinde kalan bu yüzyılda eski ile yeni yan yanadır.
XIX. yüzyılın ilk yarısında Türk şiirinin manzarası bir bakıma geçen asırlardan pek değişik değildir, Nedim’den sonra ârâzı iyiden iyiye görülen, fakat başlangıcı daha evvelce çıkan bir zevk bozulması ve dağılışı, ilhamın umumiyetle küçük kelime ve ifade oyunlarına dayanan buluşlardan öteye geçememesinden gelen bir yoksulluk, mesnevîlerde Nâbî’den beri çalışılan fakat bir türlü sırrı bulunamayan bir yerli icat arzusu, daha ziyade nesre ait hususiyetlerin artması bu yarım asrın şirinin de esas vasıflarıdır.24
Bu dönemde de tasavvuf, şairlerin beslendiği önemli şiir kaynaklarından biri olma özelliğini devam ettirmiştir. Bazı şairler tasavvufî bir derinlik için tasavvufa yönelmişler ve XVII. yüzyıl şiirini örnek almışlardır. Yine bu yüzyılda kendileri Sünnî oldukları halde devletin Bektaşiliği yasaklamasına bir tepki veya sadece ehl- i beyt sevgisinden dolayı Hersekli Arif Hikmet, Kâzım Paşa, Sâid Paşa gibi bazı şairlerin mersiye, muharremiyye ve Hz. Ali na‘tı yazdıkları görülmektedir.
Eski kültür ve teknikleri kuvvetli, zevk sahibi bazı şairler, eskiyi canlandırarak, yaşatmak arzusuyla Encümen-i Şuara isimli bir edebî topluluk kurmuşlardır. Toplulukta bulanan şairlerin en önemlileri, Leskofçalı Gâlib (ö.1864), Üsküdarlı Hakkı (ö.1893), Yenişehirli Avni (ö.1883), Hersekli Arif Hikmet gibi şâirlerdir. Ayrıca yeni edebiyatın kurucularından olan Nâmık Kemâl ve Ziya Paşa da önceleri bu topluluk içinde yer almışlar ve topluluktan etkilenmişlerdir.
Bu devirde geçmiş asırlarda kullanılan nazım şekillerinin kullanımına devam edilmiştir. Şarkı, terci ve terkib-i bend, muhammes gibi bentli nazım şekillerinin sayısında artış, mesnevi gibi nazım şekillerinin sayısında da azalma olmuştur.
XIX. Yüzyılda Dîvân şiiri geleneğini sürdüren ve dîvânları basılanlardan en tanınmışları şunlardır: Enderunlu Vâsıf (ö.1874), İzzet Molla (ö.1829), Refi-i Kalâyî (ö.1821), Halim Giray (ö.1823), Dâniş (ö.1829), İffet (ö.1832), Mahir (ö.1843), Âkif Paşa (ö.1845), Hoca Fehim (ö.1845), Leyla Hanım (ö.1847), Sermet (ö.1847), Esat Muhlis Paşa (ö.1851), Âlî (ö.1856), Ârif Hikmet (ö.1859), Zîver Paşa (ö.1860), Ayıntaplı Aynî (ö. 1837), Şeref Hanım (ö.1861), Şeyh Nazîf (ö. 1861), Fatîn (ö.1866), Osman Nevres (1876), Abdülahim Gâlib Paşa (ö.1876), İrfan Paşa (ö.1888), Kâzım Paşa (ö. 1889), Sâid Paşa (ö. 1891), Osman Şems (ö.1893), Eşref Paşa (ö.1894) ve Memduh Paşa (ö.1925).
Tanzimat’la birlikte Batı tesirli akımlarla Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemâl gibi kimselerin başını çektiği vatan, millet gibi kavramları ön plana alan Fransız Edebiyatı’ndan mülhem şahsiyetler öne çıkmıştır.
Bu dönemin önemli bir özelliği de halk edebiyatına ait birçok unsurun klasik şiirde, klasik edebiyata ait unsurların da halk edebiyatında kullanılmasıdır. Dîvân şairlerinin yeniyi bulabilmek için halk şiiri şekilleriyle hece ölçüsünü kullanmaları, atışmalar ve müşâara usûlüyle şiir yazmaları; halk şairlerinin de kendi sanatlarını dîvân şiirinden alınmış kelime ve unsurlarla zenginleştirdikleri, aruz veznini kullandıkları görülmektedir.
Saz şairlerinin kullandığı dili Dîvân edebiyatı lügatine açan, âşık tarzının bütün özelliklerini iyi bilip şiirlerinde tasavvufu işleyen Erzurumlu Emrah (ö.1876), Ruhsati bu dönemin önemli şahsiyetleridir.
BİRİNCİ BÖLÜM 1. BENDÎ MUSTAFA BABA’NIN HAYATI, TARİKATI VE EDEBÎ KİŞİLİĞİ 1. 1. Hayatı
Dîvânının başında “Ümmet-i nâcî fukarâ-yi pîr el Ḥorâsâni ḳuddusallah sırr-ı Hûvel‘aẓîẓ bendelerinden Bendî Muṣṭafa Baba ” diye tanıtılan Bendî Mustafa Baba’nın hayatı ile ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. Manzumelerinde ismi geçen bir şahıs ve yer ismi de bulunmayan şairin doğum ve ölüm tarihi de bilinmemektedir.
Dîvânda bulunan manzumeler, şairin edebî, ilmî hayatıyla ilgili bilgilerle birlikte yaşadığı dönem hakkında da bilgiler içermektedir. Bazı manzumelerde vermiş olduğu tarihler ve olaylardan hareketle Bendî Mustafa Baba’nın XIX. asırda yaşadığı tespit edilmiştir.
Şiirlerinde Ehl-i Beyt sevgisini içten ve çoşkulu bir şekilde dile getirip dîvânın sadece bir mısrasında “Ḳatr-i ḥânedânından ayırma kemteri bes” tabiriyle Ehl-i Beyt sevgisinde buluştuğu Kadiri tarikatından olabileceğini düşündüren, Bektaşilerin içinde bulunduğu durumdan hareketle dîvânında Bektaşi kelimesini hiç kullanmayıp, Bektaşi olabileceğini tahmin ettiğimiz Bendî Mustafa Baba’nın, Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması ile Bektaşiliğin yasaklanıp sıkı takip edildiği bir dönemde hapiste olması, hayatıyla ilgili şüpheleri çoğaltmış, bu da şairin hayatını bilinmez kılmıştır.
Mutasavvıf bir şair olan Bendî Mustafa Baba, dîvânında 1249/1833 yılında zindanda olduğunu, 1252/1836’de zindandan çıkarıldığını bildirmektedir.Bendî Mustafa Baba’nın hangi sebeple hapsedildiği bilinmemekle birlikte, Bektaşilerin kendilerini sakladıkları bir dönemde Bektaşi olmadıkları halde isimlerinin sonunda ‘baba’ unvanı bulunan ve Ehl-i Beyt sevgisini dile getiren pek çok şeyhin sürgün edildiği de bilinmektedir.
Bu dönemde sürgüne gönderilenler arasında isimleri Mustafa olan üç Bektaşi babası da vardır. Birgi ya da Güzelhisar’a sürgüne gönderilen Sütlüce tekkesinden Mustafa Baba’nın25, Eyüp’te Karyağdı Tekkesinden üç nefer Bektaşi ile Birgi’ye sürgüne gönderilen Mustafa Baba26 ve Mürüvvet Baba Tekkesi şeyhi olup Tire’ye sürgüne gönderilen Mustafa Baba’nın27 Bendî Mustafa Baba olup olmadığı bilinmemektedir.
Dîvândaki 96. 104. 108. 128. 132. gazel; 1.ve 2. tarih manzumeleri ve 5. şarkı şairin hayatında önemli bir iz bırakıp Bendî mahlasını seçmesine sebep olan zindan ile ilgili bilgileri içermektedir.
Dîvânın sonunda yer alan tarih manzumelerinde şair, bir aylık bir yolculuktan sonra zindana gittiğini belirterek zindana atıldığı ve zindandan kurtuluş tarihinini de bildirmektedir.
Ayrıca “Hezâr dü-ṣad sivârun gül-i ruhsârı sefîd oldı” mısrasıyla da Yeniçeri Ocağının kapatılmasına telmihte bulunması şairin Bektaşilikle ilgili olarak zindana atılmış olabileceğini düşündürmektedir.
Târih At Berâyı Vasf-ı Zindân
Bu eyyâmı belâ-yı ġam-ḫârı çarḫ -ı dûn buldı
Zemîn ile samânıñ vâṣfına ġam leşkeri doldı
Görünce añladım fermûde-i tahrîdi Yezdânı
Hezâr dü- ṣad sivârun gül-i ruhsârı sefîd oldı
Rıżâ-ı Ḥaḳḳa râżılardan olub eyledik teslîm
Bir aylık râhdan zindâna geldik vechimiz soldı
Okudu târiḫi bir āh idince ġam-güsâr Bendî
Bu takdîr-i ilâhîdir diyüb zindânda bend oldı
1.N.
Târih-i Halâs-ı Zindân
Nice dem ‘aşḳıle Ya‘kub gibi ben eyledim giryân
Oturdum üç sene Yûsuf gibi zindânda nâ-çârdan
2.N./4
Şair 108. gazelde de takdire razı olduğunu belirterek yine zindana giriş ve çıkış tarihlerini vermektedir.
Sene biñ iki yüz kırk dokuzuñ târiḫi vâhin oldum
İdüb üç sene ben ġayret be-gâyet bu kadar çekdim
Degil medḥı dil aḥvâl celle nâmımdır naẓar eyle
Ḥalâṣım elli ikide şu hikâyet bu kadar çekdim
108.G./ 3- 4
Zindana atılan şair, aşağıdaki manzumede iki şahın emriyle zindana atıldığını zindanın kendisini yetiştirdiğini belirtmektedir.
İki kişver şehiniñ dest gîrinde yesîr oldum
Murâdım zerre yok cismimde gör kim köhne pîr oldum
İkisinden vürûd itdi bugün fermûde-i sâmi
Ḥükümlerin edâ idüb dü‘inde mihri mîr oldum
Hamân dâm-ı cezâdan yâre hâ etmek murâd anca
Anıñ-çün iki şâhıñ pâyı altında ki zîr oldum
Be rûḫ-ı ‘aşḳ-ı ‘aḳlan söyle durdum ‘arsâgâh içre
Sînem itdi kesîd sad dağ anuñla ben münîr oldum
İki kişver şâhınıñ ugruna Bendî olaldan bend
Suḥângâhı cihâna böyle bir özge dilîr oldum
104.G.
Aşağıdaki manzumede de şair, Hz. Yûsuf misali zindanda olduğunu acı çektiğini bildirmektedir.
El-amân Yûsuf misâli düşmüşüm bir çâha ben
Ṣâḥib-i ẕülfeḳâre yalvaruram ol şâha ben
Maḥpûs-i ẓulmetde kaldım kimse bilmez ḥâlümi
Iżṭırâb-ı ġamla eyvâh başlamışım âha ben
Kendi başıma gezerken serteser bu ‘âlemi
Koç gibi kurbân içün düşdüm meded bu râha ben
Himmeti pîrler ile yetiş Ḥıżır İlyâs baña
Nâ-gehân daldım amândır şu der-i günâha ben
Bendî sen ẕindân içinde aglakan Ya‘kub gibi
Zâr idüb Yûsuf gibi yüz dutmuşum dergâha ben
128.G.
Zindanda kaldığı süre içerisinde vatanından da ayrı kalan şair, feleğe sitem etmektedir.
Bir ‘aceb ḳahbe işin kim bî-nâmus hem bî-ḥayâ
İntiḳâmıñ geçmedi aldıñ vaṭânımdan felek
96.G./3
Şair, bütün insanların birlikte olmaktan mutlu olduğu Kurban bayramında zindanda olmaktan yakınmaktadır.
Ḥasret-i yâr bir yaña hem ‘aşḳ-ı sevdâ bir yaña
Ḥâl-i gurbet bir yaña maḥbûs-ı ẓulmet bir yaña
‘Âşıḳ āhınla pâyemiz Bendî dilde miḥnet bir yaña
Ṣad hezâr işler sînemde yâre bayrâm günüdür
5.Ş./3
Dîvânda şairin zindan hayatıyla ilgili verdiği bilgilerden başka, II. Mahmud’un toplumsal yaşama yeni bir çehre kazandırmak için uyguladığı kıyafet kanunuyla ilgili şairin kişisel görüşüne de ulaşmaktayız.
3 Mart 1829’da Türkiye tarihinde mühim bir dönüm noktası olan Kıyafet kanununu yayınlayan28 Sultan II. Mahmud, kavuk taşımak mecburiyetini kaldırarak asker ve memurlar için fes takılmasını emretmiştir.29 Kızı Atıyye sultana subay üniforması giydirip, saçlarını fes altında toplatarak, pantolonla ve erkek kıyafetinde yanına bir yaş büyük ağabeyi veliaht şehzâde Sultan Abdülmecid’i verip, askeri birliklerle seraskerlik makamına, şuraya-buraya göndermesi, muhafazakârların tepkisine yol açmıştır.30 Sarığın kaldırılıp yerine fes konulması halk arasında oldukça büyük mukavemetle karşılandıysa da ciddi bir hadise olmamıştır.31
Fesin tam olarak benimsenmeyip dilimize “püsküllü bela“ deyiminin yerleştiği o dönemde32, Bendi Mustafa Baba, redifi “fes“ olan 68. gazelinde dönemin üstatları tarafından fesin dolayısıyla kıyafet kanununun iyileşme, düzelme hareketi olarak algılandığını bildirir, fesi över.
Bunı üstâd-ı zamân şöyle ṣalâḥ etmiş kim
Güzeliñ râ‘sın aġûş itdi ẓürâfâdır fes
68.G./5
Fes, 137. gazelde ve şairin sevgilinin perçemini övdüğü 9. şarkıda püskül birlikteliği ile sevgilinin bir güzellik unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ba‘zı güzel pek hoş olur gûşunda bir mengûş olur
Zîri fesde serpûş olur o yeter nâlân olana
137.G./5
Kâkülüñ ‘âlemde velvele iken
Fesden ḫurûc dört bir yana perçemin
Sen ne derseñ kodı ḥayrân oldum ben
Çîn çîn olmuş ak gerdâna perçemin
Ġamzeleriñ ‘alâmeti bir yaña
Kaşla müjgân ḥalâveti bir yaña
Püskülle fes letâfeti bir yaña
Hamân girmek ister kana perçemin
9.Ş./1- 2
Bendî Mustafa Baba’nın yaşadığı dönem ve hayatıyla ilgili bilgilere dîvânında fazla yer vermemesini onun şiir yazmadaki birincil amacının ilahî aşkı ifade etmesine bağlayabiliriz.
Dostları ilə paylaş: |