Her ne kadar boyu uzamasa da Kasım, artık genç bir delikanlı olmuş ve as-kerlik çağı da gelip çatmıştı. O zamana kadar çok çocuk ve genç’in canını yak-mış ve hatta hayvanlara bile acımamıştı. Ama bu arada, başkalarının da hışmına uğramamış değildi. Artık bu tür hareketlerden vazgeçmeliydi. Büyümüş bir de-likanlı olmuştu. Yakında askere de gidecekti. Askerden dönünce de belki ağası onu everecekti. Öyle ya hayat bu şekilde devam edemezdi. Artık kendine bir çeki düzen vermeliydi.
Askere uğurlanan Kasım, boyu kısa olduğu için, kısa dönem askerlik yapmış ve terhis olmuştu. Başta ağası ve abisi olmak üzere herkes şaşkındı. “ Ulan, sen ne zaman askere gittin, ne zaman bitirdin ve terhis oldun da geldin” diyorlardı. Kasım ise kasılarak “Gidenler askerliği çabuk öğrenemiyorlar, ben ise çabuk öğ- rendim. Görevimi tamamladım ve geldim” diyordu. Bir gün, Kasım bir köşeye çömelmiş kara kara düşünürken, ağa onun bu durumunu fark ederek, yanına yaklaştı. Kasım, ağanın geldiğini görünce hemen ayağa kalkıp esas duruşa geçti. Ağa: “ Kasım oğlum, sende bir haller var. Gördümki, kara kara düşünmektesin. Bir sıkıntın mı var? diye sordu. Kasım: “ Yok ağam, ne sıkıntım olaki, çok şükür hiçbir şey esirgemiyon benden, Allah razı olsun” dedi. Ağa üsteleyerek: “ Yok yok. Sende bir şeyler var. Gel benimle yukarıya da anlat bakalım”dedi. Ağa merdivenleri ağır ağır tırmanırken, Kasım da onu takip etti. İçeri girince ağa, makattaki mindere oturup sırtını da yastığa dayadı. Kasım kapının ağzında ayak-ta dineliyordu. Ağa: “ Şimdi söyle bakalım. Hiç çekinme evlat. Yıllarca bizimle beraber oldun. Seni biz kendi evladımız gibi sevdik, biliyorsun.” Kasım: “ Bili-rim ağam, bilmem mi? Anamdan, babamdan görmediğim sevgiyi ve şefkati ben sizlerden gördüm. Allah sizlerden razı olsun” dedi. Ağa: “ O zaman ne düşün-mektesin, anlayalım?” dedi. Kasım biraz ezildi, büzüldü. Acaba söylesem mi, söylemesem mi? diye düşündükten sonra: “ Ağam, dedi. Ben de artık devlet dairesinde görev almak isterim. Tabii münasip görürseniz.” Ağanın gözleri par- ladı. “Aferim ulan, demek adam oldun da memur olmak istersin hemi?” dedi. Ağa hemen telefonun başına geçip, karakolu aradı. “Alo, baş efendi. Ben Mus- tafa ağa. ” Karşı taraf: “ Buyur ağam, emrin nedir?” Ağa devamla: “ Bak Baş Efendi. Benim yanımda kalan Kasım var ya. O devletten bir görev ister. Bir im-kan var mıdır?” Baş efendi: “ Ağam bir bekçilik kadromuz var. İstiyorsa gelip hemen başlasın” dedi. Ağa sevinerek: “ Sağolasın baş efendi” dedikten sonra Kasım’a dönüp: “ Ulan Kasım, şansın varmış. Bak baş efendi diyor ki, bir gece bekçisi kadromuz var, istiyorsa gelsin hemen başlasın diyor, ne diyorsun?”… Kasım hiç teprenmeden, kafasını dahi kaldırmadan, hiç ses vermeden bekle- mektedir. Ağa: “ Anlaşıldı. Ses çıkarmadığına göre, pek işine gelmedi herhal.” dedikten sonra tekrar telefonun başına geçip başka bir numarayı çevirdi. “ Alo Baş Hoca, ben Mustafa Ağa. Benim yanımdaki Kasım oğlan askerden geldi de, devlet dairesinde bir görev ister. Münasip bir görev var mıdır?” Karşı taraf: “Ağam emrin olur. Okulda bir müsdahdeme ihtiyacımız var. Madem askerliğini de yapmış, gelsin hemen başlasın” der. Ağa yine sevinçle Kasım’a dönerek “Haydi gözün aydın. Bak baş hoca diyorki: “ Boş bir müsdahdemlik kadromuz var. Gelsin hemen başlasın. Ne diyorsun?”… Kasımda yine bir tepki yoktur. Karşısında süzülüp durmaktadır. Ağanın iyice canı sıkılmıştır. Duruma sinir- lenmiştir. Elleri arkasında, odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolanıp durmakta ve adeta burnundan solumaktadır. En sonunda, biraz sakinleşince, gülümseyerek ona döndü ve yumuşak bir tonla: “ Kasım oğlum, gece bekçiliğini beğenmedin, müsdahdemliği beğenmedin. Sana bir görev vereceğim, bilirim ona hiç itiraz edemeyeceksin… Ağa, bir yandan sinirlerini yatıştırmaya çalışırken, bir yandan da Kasım’ın tepkisini ölçmeye çalışmaktadır. Biraz soluklandıktan sonra: “ Kay-makam bey izne ayrılmış, o gelinceye kadar ona vekalet et olur mu?...” Ka-sım’ın asık suratı değişti birden. Ağzını açtı ki bir şey söyleye. Ağa tüm hiddeti ile: “ Ulan it oğlu it. Okur yazarlığın yok. Doğru düzgün bir boyun endamın yok. Kafada akıl desen, o hepten yok. Bir de gece bekçiliğini beğenmezsin, müs-dahdemliği beğenmezsin!… Aşağı ahırdan küreği al, doğru bahçeye!… Oğlum bekçilik senin neyine, müsdahdemlik senin neyine!” diyerek kovar Kasım’ı ya-nından.
Devlet görevinden ümidini kesen Kasım, ağanın işlerine yoğunlaştı. Günler yıllar geçtikçe, kendisi büyürken, ağası da yaşlanıyor ve buna bağlı olarak da eski güçlü özelliklerini kaybediyordu. Ağalık dönemi artık bitmiş, ağalara veri- len itibar zamanla zaafa uğramaya başlamıştı. Bu durumlara artık katlanamayan ve sindiremeyen ağa, yaşı gereği bazı hastalıkların zuhur etmesi ve mücadele gücünün azalması üzerine, yıllardır yanlarında çalıştırdıkları Hacı Ali ve sonra- dan dahil olan Kasım’ı karşısına alıp şunları söyledi: “ Uzun yıllar bizim aileye hizmet verdiniz. Sizleri kendi evlatlarımdan ayırt etmedim. Sizler de bizlere say-gıda ve görevde kusur etmediniz Allah için. Artık yolun sonuna geldik sanı- yorum. Durumlar her geçen gün kötüleşiyor. Maddi durumlar da hiç iç açıcı görünmüyor. Artık bu fazla yükü kaldıracak durumda değiliz. Diyorum ki, artık bundan sonra kendi başınızın çaresine bakasınız. Şimdiye kadarki hizmetle-rinizden ötürü sizlere teşekkür ederim. Haklarınızı helal edin. Benim hakkım da sizlere helal osun”… Bu sözlerle, bir dönem böylece sona ermiş oluyordu.
Rahat, huzurlu ve görkemli bir yaşantının sona ermesi, Kasım’ı fena halde sarsmıştı. Şimdi ne olacaktı? Nerede ve nasıl bir yaşam sürecekti? Ona, canlarını yaktığı insanlar mı sahip çıkacaktı? Bu mümkün mü idi? Abisinin durumu da aynı idi. O da zor durumda kalacaktı. O halde iş başa düşmüştü. Bir şeyler yap- malı ve hayatını idame ettirmeliydi. Bir süre fırınlarda kalfa olarak çalıştı. Za- manla ustalaştı. Kritik dönemi atlatmıştı. Fırıncılığı bayağı beceriyor, pişirdiği ekmekler beğeni ile tükediliyordu. Kristal Kahvehanesinin bitişiğindeki fırın, Kasım sayesinde iyi iş yapıyordu. Kahvehanedeki insanlarla iletişimi yüksek idi. İnsanlarla yapılan patırtılı, gürültülü şakalaşma ve söyleşmeler, tüm kasaba hal- kının ilgisini çekiyordu. İnsanlar, yaratılan bu ortamdan hoşnuttu. Önemli bir işi olmayan herkes, mutlaka bir eğlence çıkar diye orada bir araya geliyordu. Kasa- banın sevilen, konuşma özürlü Kuri’si de oranın müdavimleri arasına katılıyor-du. Hemen her gün oraya gelen Kuri, Kasım’a yaklaşıp: “ Nım nım pepe ha” diyordu. Nım nım yemek, pepe ise ekmek anlamına geliyordu. Kasım ile Kuri’ nin karşılıklı normal ve bazen sinkaflı söyleşileri, insanlar için doyumsuz bir eğlence halini alıyordu. Kuri de bu durumdan memnundu ki, oraya gelmeden edemiyordu. Kasım onun her söylediğini, o da Kasım’ın ne dediğini anlayabili-yordu. En çok da Kuri’nin kızarak, ne söylediği anlaşılamayan sözleri, Kasım’ın ve izleyenlerin hoşuna gidiyordu. Bazen Kuri küsüyor, Kasımdan uzak durmaya çalışırsa da, aslında naz yapıyor ve Kasım’ın dikkatini çekmek istiyordu. Kuri, devamlı Kasım’ın önünden gelip geçerek, onu tahrik etmeye çalışıyordu. Kasım da uzaktan uzağa: “ Poz yapma ulan, poz yapma” dedikçe, Kuri başını yukarı dikiyor, göğsünü ileri çıkarıp, sert adımlarla gidip geliyordu karşısından. Bazen de, Kasım’ın ağır hakaretleri karşısında çok sinirlenerek: “ Ana putina ana ha” diye küfürler savurup çekip gidiyordu. Ama küslük, hiçbir zaman uzun sürmü-yordu. Birbirlerine öylesine alışmışlardı ki, birbirlerini görmeden edemiyorlardı. İkisini bir arada gören herkes, birazdan eğlencelik bir şeyler olacağını bilip, hemen etraflarını çevreliyorlardı. Kuri ekmeğe: “ Pepe” dediğinden, Kasım da fırıncı olup ekmek pişirdiğinden, adı “ Pepe Kasım” a çıkmıştı. Başta Kuri ol-mak üzere hemen herkes onu, Pepe Kasım olarak tanır olmuştu.
Kuri, birkaç gün ortalıkta görünmedi. Herkes merak içerisinde idi. Hasta ol- duğu için gelemediği anlaşıldı. Birkaç gün sonra iyileşirse gelir mutlaka diye dü- şünülüyordu. Ama bir daha oraya gelemeyecek, Kasım ile söyleşemeyecek ve insanlar da, kahkahalarla gülüp eğlenmeyecekti. Çünkü Kuri artık hayatta değil- di. Hastalığa yenik düşmüştü. Kasaba halkı büyük bir şok geçiriyordu. Kuri’siz bir hayat düşünülebilir miydi? Onsuz hayatın artık tadı-tuzu olur muydu? Kasa-bada bu kadar insan dünyasını değiştirdi. Ama, Kuri’nin vefatı insanları çok müthiş etkiledi. En çok üzülenlerin başında da Pepe Kasım geliyordu. Artık tadı tuzu kaçmıştı Kasım’ın. Kuri’siz bir Doğanşehir’i düşünemiyordu. Artık burada durmanın bir anlamı kalmadı diyerek, nasibini başka yerlerde aramak üzere İs-tanbul’a göç ediyordu. Orada zengin ailelere bahçıvanlık yaptı. Emekliliği yak-laşmıştı. İstanbul büyük şehir, güzel şehir, rahatı da çok iyi idi. Ama, gel görki Doğanşehir’i, Kuri’siz de olsa bir türlü unutamıyordu. Acı da olsa, sıkıntılı da olsa geçirmiş olduğu hayata özlem duyuyordu. Sonuçta artık İstanbulda kalama-yacağını anladı. Evini Doğanşehir’e taşıdı. Özel olarak yaptırdığı kendi evinde yaşamını sürdürmeye devam etti…
Ali Öztürk’ ün ilk eşi Döndü’den olan Hacı Ali’nin Eşo ile olan evliliğinden; Sezan-Vahap ve Vedat dünyaya gelmiştir. Hacı Ali, dürüstlüğü, efendiliği, gü-venilirliği ve terbiyesi ile kasaba insanları tarafından sevilmiş ve sayılmıştır.
Ali Öztürk’ün ikinci eşi Döndü’den olan Kasım’ın Gülendam ile olan evliliğin- den de Öznur, Tarık ile evlilik yapmış, bu beraberlikten, Beşar ve İbrahim dünyaya gelmişlerdi. Kasım Öztürk hakkında, bütün bu yazdıklarımdan sonra, sizler karar verin, benden bu kadar!...
… & …
- ÖREN(Akçadağ) den GELEN AİLELER -
- SENEM AİLESİ –
Bu aile ALİ ve HATİCE’ den türemedir. 1944 yılında Akçadağ’ın ÖREN köyünden kalkarak Doğanşehir’e gelip yerleşmişlerdir. Aslında, 93 muhacir ai-leleri konumuz olmakla birlikte, sonradan çevre köy ve kasabalardan gelip, Doğanşehire yerleşen ve bu ailelerle kaynaşarak uyum sağlayabilmiş ve kalıcı olarak buraya yerleşmiş olan ailelerden de kısaca bahsetmek gereği hasıl olmuş- tur. ALİ ve HATİCE beraberliğinden; Memet- Hasan- Hüseyin ve Efe dünyaya gelmişlerdir. Bunlardan sadece Memet ve Hasan ilçeye gelip yerleşmiş, diğer kardeşler köylerinde hayatlarını idame ettirmişlerdir.
MEMET SENEM- Fatma ile olan evliliğinden, İbrahim ve Gaffar dünyaya gel-miştir. İbrahim ve Gaffar’ın evliliklerinden çocukları olmakla birlikte, kendi- leri uzun yaşayamadan vefat etmişlerdir. Çocuklar hakkında bilgi yoktur.
HASAN SENEM- Esmer kısa boylu, kendi halinde kimseye zararı dokunmayan iyi kalpli bir insan olarak anımsamaktayım. İnsaf ile olan evliliğinden; Döndü- Hanım- Güzel- Seydi- Hatice ve Veli dünyaya gelmiştir.
1-DÖNDÜ – Memet ile olan evliliğinden; Sefa- Melike- Yeliz- Gülseren- Cafer
2-HANIM- Hacı ile evliliğinden; İbrahim- Pervin- Güneş- Mehtap
3-GÜZEL SENEM- Benim sevdiğim ve değer verdiğim akranlarımdandır. Dürüst ve iyi niyetlidir. Samimiyet ve dialog kurduğum arkadaşlarımdan biridir. Mahire ile olan beraberliğinden; Ali (Banka Md.)- Ertuğrul( Banka Md.)- İbra-him (Banka Md.)- Özlem (Bankacı) ve Sibel (Bankacı) olmuşlardır.
4-SEYDİ SENEM- Hatice ile evliliğinden; Zeyno ve Simge 5-HATİCE – Hü-seyin ile olan evliliğinden; Aysel- Ayten- Şengül ve İzzet. 6-VELİ SENEM – Nimet ile olan evliliğinden; Aydın dünyaya gelmiştir.
Bu arada ilçede belli bir süre öğretmenlik yapana Ali Senem’i de unutmamak lazım. Kendisi, aşiretlerin köklü ailesi Şahin’lerden yine öğretmen olan Hatice Senem ile evlilik yapmış, bizlerin yakınen tanıdığı ve değer verdiği bir aile ola-rak tebarüz etmişlerdir. Şu sıralar İzmir’de yaşam sürmektedirler.
….. & …….
YOLKORU( Mızgı ) DAN GELEN AİLE
- S A Ğ I R A İ L E S İ –
Aile Polat kökenli olup sonradan Viranşehire gelip yerleşmiştir. Aile İbra- him ve Fatma’dan türemedir. Bu beraberlikten Mustafa dünyaya gelmiştir. Göz- leri iyi görmediğinden Kör Mustafa olarak anılmıştır. Kör Mustafa (1894-1955 ) Sürgülü Fatma (1894-1993 ) ile olan beraberliğinden; 1) İBRAHİM (1926-….) Polatlı Ayşe ile evliliğinden Nevriye isminde bir kızları bulunmaktadır. 2)FADİME ( 1924-…..)- Kemal Coşkun ile olan evliliğinden; İzzet( Müh.)- İlyas (Öğret.) ve Nermin dünyaya gelmiştir. ( Geniş bilgi “ Coşkun “ ailesinde) 3) HANNAN( 1931- 1970 )- Faik Okumuş ve Seyhat’tan olma Şehnaz ile olan beraberliğinden; Fadime- Asuman- Selim- Ülfet- İbrahim ve Songül olmuştur. FADİME – Terbiyeli ve hatırsinas bir insandır. Bazı dairelerde ve en son benim görev yaptığım okulda katibe olarak çalışıp emekli olmuştur. Çok sevip ve tak- dirle andığım Hanifi Bozkurt ile olan evliliğinden; 1) Özlem ( Sağ. Me.)- Memet Yalvaç ile olan evliliğinden, Efehan. 2) Hakan ( Öğret.)- Nuran ile olan evlili- ğinden……………. 3) Gökhan- Henüz öğrenci ve bekardır.
ASUMAN- Orhan Koçak ile evliliğinden; Eda- Yaşam ve Erhan./ SELİM- Sakin ve efendi biridir. Temiz ve sağlam iş yapan bir yapı ustasıdır. Emine ile olan evliliğinden; Fatih- Furkan ve Esma dünyaya gelmiştir./ ÜLFET- Hikmet Kaçmaz ile evliliğinden; Ayşe ve Mustafa. / İBRAHİM- Dürüst, terbiyeli, nazik ve sempatik biridir. Büyüklerine ve özellikle bana karşı oldukça saygılıdır. Em-lakçılık işleri ile uğraş vermektedir. Hatice ile olan evliliğinden….. olmuştur. SONGÜL- Mustafa Sancar ile olan evliğinden; Ebru- Semra ve Turgut oldu.
4)MEVLÜT – Yakinen tanıdığım efendi, dürüst ve herkes tarafından sevilen bir şahsiyettir. 1966 yılında Kürneli Ayşe ile olan evliliğinden çocukları bulunma- maktadır. Kendisi ve ailesi uzun yıllardan beri İzmir Aliağa’da yeğenleri İzzet ve İlyas ile birlikte ikamet etmektedir.
…. & ……
POLAT KASABASINDAN GELEN AİLELER
Polat, Doğanşehir ilçesinin en büyük ve önemli kasabalarından biridir. Çok eski bir tarihe sahiptir. Osmanlı döneminde derbentlik görevi üstlenmiştir. Der-bentlikler, farklı yerlere gitmek isteyen kervanların güvenliklerini sağlamakla yükümlüdürler. Etrafı yüksek dağlarla çevrili bir çanak görünümündedir. İlçeye 9 klm. mesafededir. Karayolları ve demiryollarının uzağında kalması büyüyüp gelişmesini engellemiştir. İçli köftesi ve kınalı ekmekleri ve sarkıt dikitlerden oluşan mağarası ile ünlüdür. Babamın kooperatif memurluğu münasebeti ile ilkokul 4 ve 5. sınıfları orada okudum. Dolayısı ile buranın, benim hayatımda ayrı bir yeri vardır. Ayrıca, Polatlı Abdullah Kurukafa’nın ilk önceleri Doğan-şehir muhacirlerine sahip çıkması, civardaki insanlar ile anlaşmazlıklarda sağla-mış olduğu itibarlılık ölçüsünde ortaya iyi bir tavır koyması. takdirle karşı-lanmıştır. Ve ayrıca kızı Kudret’in, Esat Doğan’ın oğlu Yaşar ile evlenmesi bağ-ları daha da kuvvetlendirmiştir. Sonraki yıllarda ilçeye gelip yerleşen ve ilçe insanlarına önemli hizmetlerde bulunan ailelerden de bahsetmek yerinde olur sanmaktayım.
VAİZ ŞAHİN ve OĞULLARI
Yapı ustalığı ve değirmencilikle iştigal eden Kelağa Hüseyin Efendi, bulun-dukları memleketleri Arapkir’in Horan köyünü terkederek Polat Kasabasına yer-leşmiş ve burada marangozculuk, duvarcılık ve değirmencilik hususundaki bece-rilerini sürdürmeye devam etmiştir. Eşi Safiye ile olan beraberliğinden Mahmut, Mevlüt, Mehmet ve Vaiz dünyaya gelmişlerdir. Bunların içinde en tebarüz edeni Vaiz Şahindir. 1909 yılında dünyaya gelen Vaiz Şahin, baba mesleklerini başarı ile devam ettirmenin dışında farklı yeni meslekleri de başarı ile sürdürmeyi bil-miştir. Polat kasabasından 1940 yılında Doğanşehir’e gelen önemli şahsiyetler-den Vaiz Şahin, ilçenin itibarı yüksek insanlarından Esat Doğan ile birlikte ilçe-nin kalkınmasında ve gelişmesinde büyük katkılarda bulunmuşlardır. Ölünceye kadar ilçeye hizmet hususunda asla geri durmamıştır. Yaptığı her iş, müsbet manada insanlara örnek teşkil etmiştir. Çocukluğumdan hatırlarım. Kimsenin önemsemediği danalığın deresinde öyle güzel bir bahçe yetiştirmişti ki, bizler, Cennet gibi yemyeşil bu bahçeyi uzaktan izler hayranlığımızı ifade ederdik. İlçede ilk otel hizmeti onun tarafından yapılmıştır. Her türlü yeniliğin önderi olmuştur. 1945-1946 yıllarında elektrikle çalışan değirmen, hızar ve doğrama atölyesinin faaliyetini sağlamıştır. Niğde’den getirttiği Dermason fasülyesinin ilçe topraklarında yetiştirilmesini ve ülke çapında isim yapmasını sağlaması bir olaydır. Ayrıca ilçede sosyal hayatın gelişmesi hususunda, özellikle, dışarıdan herhangi bir vesile ilçede bulunan insanların sıkıntı çekmemeleri hususunda, ihtiyaçlarının karşılanması için, otel, lokanta, fırın, bakkaliye gibi değişik işlerin faaliyete geçirilmesine ön ayak olmuştur. İlçenin değerli insanı Esat Doğan ile el ele vererek nahiye konumundaki bu yerin ilçe olması ve ilçenin gelişmesi, refah ve mutluluğun artmasında söz sahibi olmuştur. Sadece ilçe ve kendi kasabası değil Malatya ve Adana’da da çeşitli ticari faaliyetlerde bulunmuştur. Gerek muhacir kesimden ve gerekse sonradan buraya gelip yerleşenlerden ticaret yap-maya soyunan insanların bilgi danıştığı ve örnek aldığı tek insandır. O ticaret hususunda becerilerini sergilerken, bu işlere heveslenen insanlara da ön ayak olmuş ve onlara yol göstermiştir.
Vaiz Şahin’in en büyük özelliklerinden biri de “ Bu topraklardan aldıklarını bu toprağa vermektir.” Dolayısiyle buradan ayrıldıktan sonra bile hem kendisi, hem de kendisi gibi yetiştirdiği oğulları, başta Muammer ve Muzaffer Şahin olmak üzere diğer hepsi, bu toprakları unutmamış kendi kasabaları Polat ve uzun bir süre kaldıkları Doğanşehir ile olan irtibatlarını kesmemiş, gerekli her türlü mad-di ve manevi yardımlarını esirgememişlerdir.
Vaiz Şahin, hasta olduğu zamanlarda bile çalışmadan geri durmamıştır. Bir gün, daha Hükümet Konağı yapılmamıştı, tam oradan geçiyorken ben de kendisini izliyordum. Birden çömelerek ağzına bir şey sıktığını fark ettim. O zaman bir anlam verememiştim. Sonradan anladım ki, nefesi daraldığı için nefes açıcı bir sıprey sıkıyormuş ağzına. Daha sonraları, astıma bağlı nefes darlığı nedeni ile 1974 yılında vefat ettiğini duyunca ben ve tüm ilçe halkı büyük üzüntü duyduk. O ilçe için büyük kayıptı. Daima, çok çalışmaları hususunda telkinde bulunduğu çocukları, başta Muammer olmak üzere Hüseyin, Mahir ve benim çocukluk ve okul arkadaşım Muzaffer ticarette önemli atılımlar yapmış, kendileri İstanbulda bulunmalarına rağmen Doğanşehir’i asla ihmal etmemişler, gerek okul yapımla-rında ve gerekse hayır işlerinde ellerinden geldiğince çaba göstermişlerdir. İstan- bulda bile kurdukları dernekler marifeti ile Doğanşehir’i orada da yaşatmaya de- vam etmektedirler.
Bu Polatlı değerli ailenin dışında, daha birçok aile de ilçe ile irtibat halinde olmuştur. Bunlardan bazılarını işaret etmekte yarar vardır ki ŞERAFETTİN YILDIRIM’ a değinmeden geçemeyiz. Kendisi ve ailesi ilçeye kök salmış, gerek ticari hayatta ve gerekse sosyal hayatta kendisini kabul ettirmiştir. Öyleki ken-disi Polat kasabasından olmasına rağmen ilçe insanları onu üç defa Belediye Başkanlığına layık görmüştür. Görevleri sırasında ilçe önemli hizmetlerde bu-lunmuştur… Bu ailelerin haricinde ilçede yerleşik düzende olan ailelerin isimle-rini zikretmek ile iktiva etmek durumundayım.
1-Mehmet Yılmaz ve oğulları; (Ali Rıza,Turan, Hacı) 2-Mustafa Coşkun ve oğulları (Mahmut, Memet, Ömer ki benim sevdiğim, değer verdiğim ve birlikte çalıştığım çocukluk, okul arkadaşım ve meslekdaşımdır. Mahmut Coşkun’un fotoğrafçılığı, insani ilişkileri unutulabilir mi?)- Manifaturacı Hacı Coşkun. 3-Hüseyin Yiğitoğlu ve oğulları: (Ali Seydi, Mustafa) 4-Hasan Yiğitoğlu ve oğ-lu(Doğan) 5-Mehmet Yıldırım ve oğulları: Talat, Necati, Mustafa 5-Ahmet Melekoğlu ve oğulları: Gaffar, Memet 7-Mustafa Coşkun ve oğulları: Lokantacı Hasan, Mustafa.- Manifaturacı Hacı Coşkun. 8- Halil Akkoyun ve oğulları: Salih, Mehmet,Vakkas 9-Hacı Dündar ve oğlu Nevzat 10-Ali Aksoy ve oğul-ları: Nazım, Memet, Ali 11-Osman Karaman ve oğulları: Hikmet, Necati (Bir-likte çalışmış olduğum dönem arkadaşım ve meslektaşımdır.) Kadir( Bizlerden biraz küçük olmasına rağmen mesleği gereği sık sık bir arada olmuşluğumuz vardır. Kendisi görev yerinden ailesi ve çocukları ile birlikte ilçeye dönerken bir trafik kazası sonucu çocukları ile birlikte yaşamını yitirmişti. O anlar, benim için çok acı ve unutulmazdır.), Ali 12- Kaşif Yıldırım ve oğulları: Hikmet, Mahmut 13-Ekrem Yıldırım 14-ŞerafettinYıldırım(Bel.Bşk.)ve oğulları: Cihat ve Müjdat. 15-Turan Yıldırım ve oğlu Adil.- Benim de akranlarım olan Muammer( Öğret.), Mesut ve Nizamettin kardeşler 16-Ali Alagöz ve oğulları: Vahap, Abdullah, Vaiz, Mevlüt 17-Tahir Benk ve oğlu Nevzat 18-Şerif Benk19- Mahmut Balı 20-Nevzat Bilgili 21-Abdullah Avcı 22-Abdullah Baktimur ve oğulları: Gök-men, Rıza, Alibey 23-Vahap Peker 24-Hamit Kuzucu ve oğulları: Ahmet, Va-hap, Adil, Mehmet, İhsan 25-İbrahim Kutlu ve oğlu Memet 26-Halil Yücel ve oğlu Mahmut 27-Veysel Mumcu 28-Abdullah Sefi ve oğlu Hüseyin 29-H.Va-hap Doğan ve oğlu Yaşar- Ayrıca Hamdi Doğan ve kardeşi Rıza Doğan 30-İbrahim Erol 31-Abdullah Kurukafa ve oğlu Ahmet Kurukafa( Bu ailenin özelliğinden daha önce bahsetmiştik. Muhacirler buraya ilk geldiklerinde onlara kol kanat olmuş, problemlerinin çözümünde etken olmuştur. Kızını Esat Doğan’ın oğlu Yaşar’a vererek akrabalık ilişkilerini güçlendirmiştir. Polat Kasa-basının en itibarlı ve sevilen bir insanıdır.) 32-Hacı Erol ve oğulları Metin 33-Halil Doğan 34-Hasan Sefi( Nüfus Müd.) 35- Pastacı İlhami Türkmen ve ailesi- Ayrıca benim de öğretmenliğimi yapan, saygı ile andığım Vahap Tüzün, Ahmet Küpeli, Hasan Mumcu ve oğulları Enver, Temel ve …. ve de kendisi ile birlikte olmaktan zevk aldığım değerli bir meslekdaşım Mehmet Demiralp… Görüldüğü üzere civar yerleşim yerlerinden en çok Polat kasabasından göç alınmıştır. Buradan gelen insanların çoğu, ilçede yaptıkları işlerde söz sahibi olmuşlardır. Gerek iş hayatında ve gerekse sosyal hayatta kendilerini kanıtlamışlardır.
- SÜRGÜDEN GELENLER-
Sürgü Kasabası Osmanlı zamanında, Halep Yollarının içinden geçtiği önem-li “Derbentlik” lerden biridir. Besniye bağlı olarak nahiye ve karye(köy) olarak hizmet vermiştir. Bir ara sebebini bir türlü çözemediğim bir şekilde nahiyelik görevini Harapşehirde devam ettirmiştir. Muhacirler ilk Viranşehir’e geldikle-rinde bulundukları bu yer, Sürgü nahiyesine bağlı bir köy konumunda idi. Son-radan Viranşehir’in gelişerek nahiye olması ile birlikte Sürgü Viranşehir’e bağlı bir köydür artık. Cumhuriyet dönemi ve şimdilerde de içinden Adana ve Gazi-antep karayolunun geçtiği önemli geçiş alanlarından biridir. Doğanşehir ilçesine bağlı önemli bir nahiyedir. Karayolunun içinden geçiyor olması, sularının ve yeşil alanlarının bol olması nedeni ile, sadece Malatya’nın değil yakın illerin de aranılan önemli mesire yerlerinden biridir. Doğanşehir’e 15, Malatya’ ya 65 km mesafededir. Balıkçılık, meyvecilik ve fasülye yetişticiliği ve en önemlisi hemen yanıbaşında kurulan ve kendi adını taşıyan, Doğanşehir ve Akçadağ arazileri sulamakta olan barajı ve onu besleyen “ Takaz”ı ile önemli bir yer edinmiştir. İş yapmak amacı ile ilçeye gelen aileler, buradaki yaşamlarını ve işlerini devam ettirmişlerdir. Şimdi bu ailelerden bazılarını tanımaya çalışalım.
1-Vahap Dulkadir ve çocukları.- Vahap Dulkadir, bizler ortaokula başladığımız 1957 yılında, okulun hemen bitişiğinde bir marangoz atölyesi açarak faaliyet-lerini sürdürmüş, ilçe insanlarının ihtiyaç duyduğu marangozluğa dair her türlü işin en iyisi ve sağlamını yapma hususunda çaba göstermiştir. Başta Refika ve Remzi olmak üzere bütün çocukları, ta çocukluk yıllarından itibaren burada ya-şam sürmüş ve kendilerini kanıtlamışlardır. Değerli bir öğretmen görüntüsü veren Refika ve evli olduğu Ordu’lu Sabahattin Bal, kendisi ile aynı okulda uzun yıllar çalıştığım çok samimi olduğum beceri sahibi bir arkadaşımdır.
İlçede kalmayan ancak ilçe ile irtibat halinde olan Mehmet Delikaya nasıl unutulur? O, 4 dönem mebusluk yaparak ülkeye hizmet etmiştir. Günümüzde parmak indirip kaldırmaktan başka ülke için pek katkıları bulunmayan , her türlü maddi imkanlarla donatılan ve başkanlarının sözünden ve talimatlarından asla dışarı çıkmayan millet vekillerinin varlığını düşündüğümüzde, kendi başkanına karşı çıkıp hem partisinden hem de millet vekilliğinden istifa etme yürekliliğini gösterebilen bu büyüğümüze şapka çıkartmak gerekmez mi?... Mühendis olarak hizmet veren değerli arakadaşımız Fatih Dulkadir’in ilçedeki bazı yapılaşma-larda imzası vardır. Eşi Nuran ki, öğretmenlik mesleğini bir ara benim okulda yapmıştı, takdire layık bir meslek erbabı idi, mutlu ve örnek bir yaşam sürmek-tedirler. Bir zamanlar ilçede memur olarak görev yapan Ali Önal ve çocukları, Hayri Önal- Zeki, çalışkanlığı ve olgun kişiliği ile kendini kabul ettirmiş. Şu sıralar Amerikada Öğ.Görevlisi olarak çalişmalarını sürdürmektedir. Akif Önal- Akılcı ve üretken biri ve ayrıca istediği her şeyi en iyi şekilde yapabilme bece-risine sahiptir. Kız kardeşim Nevriye ile evli olup, Ozan ve Eren adlarında çok sevip değer verdiğim iki evlada sahipler. Nuran, Fatih ve Mustafa, çalışkan, akılcı ve üretken oluşları ile kendilerini tebarrüz ettirmişlerdir. Fatih ve Musta-fa’nın vakitsiz ölümleri bizleri çok çok üzmüştür. Hele ki Fatih’in bir trafik kazası sonucu ailesi ile birlikte yanarak ölmeleri akıllardan hiç çıkmayacaktır.
Dostları ilə paylaş: |