İslam’ı anlamaya çalışmanı neticesi, bir İslam hükümeti kurmaya gayret göstermektir. Her üç akım da, bu hedefe ulaşmak için yoğun bir gayret gösteriyordu. Öyle ki, Hasan El Benna "Böyle tir hükümet kurulmadıkça bütün Müslümanların günahkar olacağını" söylüyordu. Bu anlayış gereğince bütün dünya Müslümanları tek bir ümmettir ve Müslüman kimliğine sahiptirler. Geçmişte böyle bir yapıya sahip olan Müslümanları, zamanla gelişen hadiseler bir birinden ayırdıysa da, geçmişteki konuma yeniden kavuşmanın tek yolu İslam'ı evrensel platformda söz konusu etmektir. .
İmam Humeyni'nin yakınlarından birinin: "İran İnkılabı mücadelesini bütün İslam toprakları kurtarıncaya kadar ve Filistin bayrağı İran bayrağının yanında dalgalanıncaya kadar sürdürecektir" şeklindeki sözleri çok ilginçtir.
Filistin meselesine bu derece ilgi göstermek ve onu kıyaslamak, İhvan'ın onun kurtarılması için göstermiş olduğu fedakarlık ve dünya Müslümanlarının İran'daki zaferden dolayı duyduğu sevinç batılı oryantalistleri endişelendirmektedir. Batılı oryantaliste sosyologlar Müslümanlarının, yeryüzünü "daru'l harp" ve "daru'l
İslam" olarak ikiye taksim etmelerini, varlıklarına yönelik bir tehlike olarak görüyorlar.
İslamî Hareket açısından, "cihanşümul" olmak veya "bölgesel" olmak arasında bir tezat söz konusu değildir. Bir müslümanın kendi vatanını ıslah edip, imar etmesi serî bir vazifedir. Çünkü gelişmiş, ilerlemiş büyük İslam dünyasını bir parçasından, diğer İslam dünyasına ve dünya Müslümanlarına yardımcı olmak ve desteklemek imkanı daha fazladır.
"Cemaat-i İslami sadece ulusal ve vatanseverlik üzerinde şekillenen bir hareket değildir. Bundan dolayı onun daveti özel bir ümmet veya ülkeyle de sınırlı değildir.'Önün hedefi dünyanın tamamını kaplayan cihanşümul bir harekettir. Bununla birlikte biz Pakistanlı müslümanlar, ülkemizde örnek olacak İslamî bir sistemi gücümüz nisbetinde hakim kılmaya çalışmalıyız. Bunu yapamazsak, dünya halklarını bizim itikad ve mektebimizin en üstün olduğuna inandırmayız."
Hasan El-Benna da ilk olarak İslam hükümetini Mısır'da kurmayı ve onun ardından bunu dünyaya yaymayı arzuluyordu. Bundan dolayı ihvan Süveyş Kânalı'nı İngiliz işgalci güçlerine karşı korumak maksadıyla, yoğun bir mücadele veriyor ve Mısır'ı emperyalizm zincirinin son halkasından kurtardıklarına inanıyorlardı... Diğer yandan Cemaat-ı İslamî, Pakistan'da ülkenin istiklal ve birliği yolunda en az onbin insanını feda ediyordu.
Buna göre, bir müslüman tam anlamıyla bir vatanseverdir de. Bundan dolayı, sadece müslümanlar kendi ülkelerinin kültürel ve bütün sahalarının sürekli kıvanç kaynağıdırlar. Öte yandan İslam'la uyum içerisinde olmayanlar, gerçek bir vatansever olamayacağı gibi, kendilerini emperyalizmin kokuşmuş tesirinden de
kurtaramazlar!
İslam'ın anlaşılması doğrultusunda, ekonomik ve toplumsal meselelere özel ve kapsamlı bir şekilde eğilmek gerek. Bu esastan dolayı, İslamî hareket mensupları fakirlik aleyhinde amansız bir mücadele vermeyi kendilerine bir büyük vazife kabul etmektedirler. Ayrıca israf ve ümmetin servetindeki savurganlığa karşı mücadele eder. Ferdî mülkiyetin aslına inandıkları gibi, başkalarını sömürmeye vesile olmaması ve toplumun hizmetinde olması için bazı sınırlamalar getirmiştir. İslamî yöneticiler, herkes için çalışma ortamı hazırlayıp, halkın refah seviyesini yükseltmeye çalışmalıdır. Bu yüzden, bir ferd eğer, geçimini sağlayamıyorsa veya çalışma gücü yoksa, devletin onların ihtiyacını karşılaması gerekir.
Buna göre, eğer "zekat" fakirlerin geçimini sağlamaya yetmezse, zenginleri kendi servetlerini bunu sağlama yolunda seferber etmelidir. Eğer onların haklan ödenmezse, bunu almak için mücadele verilmelidir."
Bütün bu gerçekler doğrultusunda, bizi tuzağa düşürmek için pusuya yatmış Doğu ve Batı emperyalistlerinin siyasi ye ekonomik bağımlılığından kurtulmak İslamî bir gerekliliktir.
Îslamî Hareket öncüleri Batı'nın teknoloji ve sanayisinden faydalanmanın sakıncasız olduğunu vurgulamalarıyla birlikte, onların kültür ve kapitalizme dayanan düşüncelerine karşı ısrarla mücadele vermişlerdir. İmam Humeyni bu inanç doğrultusunda, "kültürün ya bir ulusun mutluluğuna vesile olduğunu veya onu kasvet içerisinde zillete duçar ettiğini" söylemektedir. Buna göre eğer kültür sağlıklı olmazsa, gençler bozuk ve saptırıcı bir ortamda yetişirler. Emperyalistlerin kültürü, İslam toplumunda her zaman sömürüyü kabullenecek gençler yetiştirir. Bu kültür zalimlerin kılıcından daha da tehlikelidir. Bugün kültürümüz emperyalizm kaynaklıdır ve Salih olmayanların zihniyetine göre şekillenmektedir.
Mevdudî şöyle diyor: "islam, her zaman ve mekanda uygulanma kapasitesine sahiptir. İslam geçmişte bu kapasiteye sahip olduğunu ispatladı; bugün ve gelecekte de aynı üstün kabiliyete sahip olduğu ortadadır. Ama bunun gerçekleşmesi için halk ayaklanıp, onu uygulamaya gerekli atmosferi hazırlamalıdır."
Bununla birlikte İslamî Hareket, islam şeriatının esaslarını azaltmaya ve çoğaltmaya şiddetle muhaliftir.
İmam Humeyni şöyle diyor: "Eğer İslam ülkeleri Doğu veya Batı'ya bağlanacaklarına İslam'a ve kendi kaynaklarına dayanır ve Kur'an'ın sonsuz kurtarıcı eğitimini izleselerdi, bugün siyonizmin esareti altında olmayacaklardı."
Köktencilikten kastımız, İslam tarihinde oluşmuş düşünce ve görüşlere karşı taassup göstermeden İslam'ın temel esaslarından istifade etmektir. Temel esas, Kur'an ve Sünnette gelmiş olan ve Halifeler döneminde uygulanan değerlerdir. Hasan El Benna şöyle diyor: "İhvân-ı Müslim in’in bir köktenci hareket ve Kur'an ve Peygamberin sünnetine dayanan İslam’a yeniden dönmeyi amaçlayan bir hareket olduğu söylenebilir."
İmam Humeyni, ile Mond" gazetesi muhabirinin "Nasıl bir İslam devleti?" sorusuna şu cevabı veriyordu: "Bizim için esas olan, Peygamber ve İmam Âli dönemidir.
Biz İslam devletini, Peygamber'e nazil olan temel hükümlere uygun halde kurmayı amaçlıyoruz. Bize göre şia ve Sünni arasında bir fark yoktur. Çünkü Peygamber döneminde böyle bir ayrım yoktu."
Bu köktenci selefiliğin bir gereği de, Îslamî hareket mensuplarına bulaşacak, onları tehdid edecek "Vahabilik" damgası gibi, temelsiz batıl inanç ve hurafelere karış mücadele etmektir. Öte yandan İmam Humeyni, başkalarına iftira atmayı ve ayrıntılarla uğraşmayı kendilerine meslek edinenler konusunda şöyle diyor: "Ortada kökleri belli olmayan ye tamamen ayrıntılar etrafında gürültü koparan bir kesim, ona buna töhmet atarak, çok değerli zamanı telafi etmek isteyenler var. Mesele: Şu "kafirdir", şu "mürteddir" veya falanca "vahhabidir" diyerek dikkatleri başka yöne çekmek istiyorlar."
Diğer yandan İslamî bir şahsiyet bu çerçevede şöyle diyor: "İran'daki İslam inkılabı, her türlü mezhebi ve fırkacılık farklılıklarını aşmış umumi ve kapsamlı bir inkılaptır."
Elbette buradaki köktenci, selefilikten amaç bazılarının anladığı şekilde, fıkhı ve akaidi mezheplere karşı savaş açmak değildir. Böyle bir davranış ümmetin varlığını ve birliğini parçalamaktan başka bir şeye yaramaz. Köktencilikten maksadımız şudur:
-
Allah'ın hükmünün Kitap ve Sünnetten öğrenilmesine çalışmak.
-
Mezheplerin İslam'ın yerini almaması için, mezhebi taassuba yer verilmemesi ve propagandaların bununla sınırlandırılmaması
c) İslam kardeşliğini bütün cüz'i ayrılıkların üstünde tutarak, muhaliflere karşı hoşgörülü olmak.
Burada köktenciliğe ekleyebileceğimiz bir diğer husus da; katıksız birliği korumak ve ihtilaftan uzak durmak için, bütün Müslümanları dinin kaçınılmaz temel esasları çevresinde ve "ittifak ettiğimiz hususlarda yardımlaşır, ihtilafa düştüğümüz konularda ise birbirimizi mazur görürüz" prensibi doğrultusunda bir araya getirip birleştirmektir.
İslam! hareket eğitim metodunda, esbaba (nedenlere) yapışmanın zaruri olduğunu, bu esbabın, sonuca ancak Allah'ın izniyle ulaştırabileceği inancıyla kabul eder.
"İmam Humeyni, "Ramazan Harekatı" sırasında, İslam ülkelerinin bütün güçlerini Siyonistlere karşı seferber etmeye teşvik ederek şöyle der: "Bütün İslam devletlerinin ve özellikle Arap ülkelerinin Allah'a tevekkül ettikten sonra bütün güçlerini seferber etmeleri gerekir."
Halkçılık, İslamî hükümet halkın belirli bir kesiminin hareketi değil, ümmetin bağrından çıkan en derin duygularım yansıtan bir harekettir. Bu yüzden her türlü tabakalaşma ve sınıflaşmayı reddederek toplumdaki zulüm ve sömürünün her türlüsünü yok etmeye yalnızca İslam'ın kadir olduğunu kabullenir. Ancak İslâm'ı gerçek anlamda hayata Uygulamayan bir toplumda sınıflaşma ve tabakalaşma kaçınılmazdır. Böyle bir durumda İslamî hareket, fakirlerle bir araya gelmekten, onların yanına oturmaktan kaçınan zenginlere karşı, -aldığı emir gereğince fakirlerin yanında yer alan Allah'ın Resulü gibi- kendisini yoksul ve ezilenler arasında bulur.
"Sabah akşam rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma." (Kehf: 18/28). "Allah'ım! Beni yoksul olarak yaşat, yoksul olarak öldür ve yoksullar topluluğuyla hasret." (Buhari) .
Çağdaş İslamî Hareket İslam'ı -belli bir sınıra kadar- egemen sınıfın tekelinden kurtarmayı başarmıştır. "İslam her gün bir beldede egemen sınıftan kurtulup halka mal olmaktadır. iran'da olup bitenler kitlelerin İslam'a teslim olmasının en belirgin örneğidir. Arap milletinin vahdetini, iktisadî ve içtimaî kurtuluşunu gerçekleştirmemeği için egemen güçler İslam'ı, Arapların siyasî hayatından uzaklaştırmışlardı. Böylece İran'da, bölgede İslam'ı, milliyetçi akımların emelleri doğrultusunda kullanmak isteyen egemen güçlerin baskısından kurtarmaya yönelik kurtuluş hareketlerini doğrulayabilecek en önemli hareket unsuru başlamış oldu."
Mısırdaki İslami hareket, İngiliz ve Siyonistlerden kurtulup özgürlüğe kavuşma yolunda, Mısır halkının kırılan emellerini tek vücut hafine getirememiş olsaydı, Doğu ye Batı uşakları kanalıyla sürdürülen zulüm ve baskı karşısında tutulamayacaktı.
İmam Humeyni de halkların hürriyet, adalet, şeref ve bağımsızlık emellerim tek vücut haline getirememiş olsaydı; İran milletinin gücünü birleştirmeyi, liderliğini devralmayı gerçekleştiremez ve kendisini halka, "Ya ölüm, ya Humeyni" dedirtecek kadar ölesiye sevdiremez, bütün karşıt grupları ve din adamlarım etrafında toplayamazdı. Mevdudi'nin yaptığı da aşağı yukarı buydu. Pakistan halkını özgürlüğe, izzet ve bağımsızlığa götüren bir plan çizmiş, halk da bunu benimseyerek, her türlü emperyalist güç ve değişime mertçe karşı koymuştur. Gerçek şu ki: Doğu'ya ve Batı'ya bağımlılık, sömürü ve azgınlık ile adalet ve özgürlük peşinde koşan mazlum halkların zihinlerini bağlayan, kitleleri uyuşturan bu despot kurumların elinden, İslam'ı kurtarmak için oldukça büyük bir çaba harcamak zorundayız.
"Komünizm ve kapitalizmin bu düzen ve günümüz idarecilerinin perde arkasında sinsice yürüttüğü çalışmalar, İslam'a kendinden olmayan ahlakî, sosyal ve ekonomik bir anlam kazandırarak, yeni neslin zihnindeki islam tasavvurunu çarpıtmaktadır.
Milletlerin hâlihazırda ve gelecekteki meşru ihtiyaç ve emelleriyle İslam arasında gerçek bir bağ kurmalıyız. Biz, kurduğumuz bu bağ ile müslüman halkların İslam için verdikleri mücadelelerin aynı zamanda kendi yaşanılan, ihtiyaç ve arzulan için Verilen bir mücadele olduğu bilincini aşılamalıyız."
Bir toplumda herhangi bir hareketin başarılı olabilmesi için, toplumun arzu ve acılarının canlı bir örneği olması şarttır. İslamî hareket kimi zaman toplumdaki yerini yitirmişse bu, toplumu huzursuz eden büyük sorunlar karşısında güçsüz kalması veya toplumdaki yerinin belirgin olmamasındandır. İslamî hareketin faaliyet gösterdiği çoğu yerlerde çekingen ve kararsız davranıştan kurtulup halkın temel sorunları ve vicdanıyla kaynaşmak, bu teşebbüs Allah'a güvenme ve halkın vicdanıyla perçinlenmenin en açık, en güçlü ve keskin bir ifadesi olmalıdır. Mehdi Hüseyni şöyle der: "İran İnkılâbı tamamıyla halka dayalı bir inkılabıdır. Kesinlikle hiçbir yabancı yerden ne bir yardım, ne de bir destek istedi, ne de isteyecektir."
Örgütlenme unsuru Çağdaş İslamî Hareket'te, özellikle de Sünni İslam dünyasında tecdidin en önemli unsurlarından biridir. Müslümanlar -Sünni- hilafetin kuruluşundan bu yana uzun bir süre huzur içinde yaşadıkları İslamî bir devletin gölgesinde yaşadıklarından kendilerine çeki-düzen vermek için örgütlenme gereksinimim duymadılar. Bu yüzden Sünni İslam tarihinde görülen ıslahat hareketleri, kurulu düzenin meşruluğundan hareketle ferdi çalışmalardan ibaret kalmıştır. Öyle ki, zulüm, fesat ve bozgunculuğun egemen olduğu zamanlarda bile köke (devletin meşruluğuna) herhangi bir başkaldırı olmamış, onlara mevcut yapıda düzeltilmesi mümkün cüz'i bozukluklar olarak bakılmıştır. Sünni dünyasındaki ıslahatçılar bu kuruntular tamamen kaybolduktan, hilafet yıkıldıktan ve meşruluğu sona erdikten sonra ancak örgütlenmenin zorunluluğunu anlamışlardır. Fakat mevcut yapı yeniden tesis edilmeye muhtaç bir şekilde, tamamen çöktüğünden ıslahın durumu yeterli olmamıştır. Çünkü bina temelinden çökmüş ve yeni baştan yapılmaya muhtaçtır. İslamî bir devletin kurulması için örgütlenme düşüncesini ilk olarak ortaya atan Hasan el-Benna'dır. Sünni dünyasında bazı tasavvufi topluluklar yardı, ancak bunlar söz konusu ettiğimiz İslamî bir devleti kurma durumundan çok uzaktılar. Diğer taraftan -Hatta toplumsal çalışma ve örgütlenmeyi halkın akli bilincini oluşturacak unsur haline getirmeyi başaran- Şii ve harici müslümanlar arasında örgütlenme egemen bir ilke idi.. Bu da Şii ve haricilerin tarihleri boyunca muhalif grupları oluşturmaları ve onlarca meşru olmayan egemen düzeni devirmek için çalışmalarından kaynaklanmaktadır. İşte bu Sünni dünyasında, özellikle de Arap aleminde egemen olan ferdi hareketleri aşmalarını ve örgütlenmelerini zorunlu kılmıştır.
Gerçekten İslam kavramına, İslamî bir devletin kurulması için örgütlenme fikrini yerleştiren ilk Sünni ıslahatçı belki de Benna'dır. Onun önerdiği örgütlenme "tarikat" kuruluşunun geliştirilmiş bir kopyası biçiminde ortaya çıkmaktaysa da, savunduğu örgütlenme seldi, belli kanun ve yönetmenliklerin egemen olduğu, bir merhaleden diğerine geçişte önceden tesbit edilmiş ölçüleri bulunan, her merhalenin ifade edildiği kendine özgü ıstılahtan ve karar almada belli yönetmenlikleri olan siyasî ve kültürel bir kuruluş olarak ortaya çıkmaktadır.
Nitekim Mevdudi de, 1941 yılında yapılan Cemaat-ı İslami'nin kuruluş kongresinde, Cemaat'ın yapısını, hedeflerini, araçlarını, Cemaat'a üye kabulü veya atılması ile alınacak kararlarda kullanılacak metodu belirlemişti.
İran'daki İslami harekete gelince o, kendi siyasî miraslarından büyük çapta yararlanmıştır. Siyasi mirasları kitle eylemleri için eğitim, ekonomik ve politik açıdan bütün grupları İmamın otoritesine candan bağlı bir birlik haline sokabilen bir yapıdaydı. Zaten bu siyasi miras devrimi başarıya ulaştıran temel faktörlerden Çünkü devrimi yönlendiren, tarihi birer kuruluş olan hüseyniye medreseleri ve mescitler ile imamın otoritesine maddi ve manevi yönden bağlı bulunan bu mescitlerin imamlarıydı. İmam'ın çalışması, bu kuruluşları yenilemek, siyasî yönden bilinçlendirmek, Batı'yı bilen ve Batı kültürünün potasında eritmemiş ve bazı yazarların kitaplarım okumak suretiyle İslam'a bağlanan dağınık gençliği bir araya toplamak olmuştur. Bunların ekonomik sömürü ve siyasî despotizme karşı direnme ile İslam arasında bir ilişki kurmada ve İran'ın Batılılaşmış neslini materyalist düşüncenin egemenliğinden kurtarma konusunda büyük rolü olmuştur. Bunların en önde geleni -Şah'ın zebanileri tarafından şehit edilen Ali Şeraiti’dîr.
İmam Humeyni İran gençliğine gönderdiği bir mektupta şunları söylüyordu: "İslamî devletin kurulması için birleşin, Örgütlenin ve saflarınızı sağlamlaştırın. Aklı başında ve öncü kadroların bu devrimi düzenlemeleri ve örgütler kurmaları zorunludur."
Böylece devrimin, halkın önderliğini üstlenecek ve halkla liderlik arasında irtibatı sağlayacak gizli bir örgütün varlığını zorunlu kıldığı ortaya çıkmaktadır.
İmam Humeyni mektuplarının birinde şöyle diyor: "Son olarak önemli bir noktada uyanık olunmalıdır... Hareketi yönlendiren, Çalışma ve sorumluluğu yüklenen kimselerin kendilerini açığa vurmaktan kaçınmaları gerekir. Geçmiş olay ve deneyimlerden ders almalı, çalışmalarını İslam'ın gölgesinde dikkat ve titizlikle sürdürmeli ve bu çerçeve içinde olduklarından yüzde yüz emin olmadıkları kimselerden uzak durmalıdırlar."
Günümüzde devrim düşmanı solcu ve eski rejimin artıklarından düzeni koruyan Devrim Konseyi, İmam Humeyni'nin oluşturduğu gizli örgütünün elemanlarından oluşmuştur.
İmam Humeyni'nin gizli örgütünün bir benzeri Benna tarafından kurulmuş idi. Yalnız Mevdudi, açıktan açığa yeraltı faaliyetlerini bıraktıklarını ve bundan şiddetle kaçındıklarım ilan etmişti. Pakistan'daki Cemaat-i İslami'nin programının dördüncü maddesi şöyledir: "Cemaat-ı Îslami hedefine varmak için mücadelesini dünyadaki yeraltı faaliyetlerine ve gizli örgütlerine dayandırmaz, yapacağı her şeyi gün ışığında ve alenen yapar." Boradaki ihtilafın, ortamın farklılığından ileri geldiği ortadadır.
Bu örgütlenmeler ister gizli, ister aleni olsun, İslamî prensipler doğrultusunda ve dünyadaki yeraltı faaliyetlerinin işlediği cinayet, saldın, baskı ve terörden kesin bir şekilde uzak kalabildikçe hepsi birdir.
Biz, İslamî hareketin bu üç eğiliminin önemli yönlerini (görüldüğü gibi oldukça çoktur) imkânlarımız nisbetinde ortaya koyduktan sonra, -İslam'dan ve hayatın tabii akışından kaynaklandığını sandığımız- İslamî hareketi, "bir bütün içindeki farklılaşmalar" prensibi doğrultusunda daha geniş ve onu oluşturan çeşitli eğilimlerin belirgin özelliklerini bu açıdan ele almamız daha uygun olur.
Hepsinin inandığı kapsamlı ilkelere rağmen, İslamî hareketin içinde saydığımız bu eğilimlerin birbirinden farklı karaktere sahip olduklarını görmek mümkündür.
İhvan-i Müslim in’in yapısını inceleyen bir araştırmacının ilk tanık olacağı şey, ruhi derinlik ve disiplindir. Çünkü İmam Benna eşsiz bir teşkilatçı olduğu kadar, her şeyden önce bir İslam davetçisi ve mürşididir.
Onun, bu yapının kültürel yapısı ve ilk grubu oluşturmada etkin bir rolü olmuş; Ehl-i Sünnet dünyasının kaybolan -İslam şeriatının hakimiyetini kaybettiği ve bu hakimiyetin yeniden gerçekleştirilmesi için çalışmaların yapılması gerektiği- anlayışının tekrar canlanmasını sağlamıştır. Ne var ki, gerek kendisinden ve gerekse çağından kaynaklanan bazı sorunlar yüzünden çalışmalarının sonucunu kendi gözüyle görme imkânını bulamamıştır. Görüldüğü kadarıyla çalışmaları Nebih Abdu Rabbih'in de değindiği gibi "hareket taktiği"nden öte gidememişti. Fakat, bir devletin kurulması gibi köklü bir stratejik sorunun, liderin, hatta tüm halkın zihninde kapalı kalması nasıl mümkün olabilir? Eğer biz planımızın, halkın eliyle gerçekleşmesini istiyorsak, halkın mevcut düzene karşı İslamî tutumunun ve düzenin değiştirilmesinin ne şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini açıkça belirlememiz gerekir. Aksi taktirde onların tutumuyla Cemaat'ın tutumu birbirine karışır, güçleri bir araya toplama zorlaşır... Benna kazanacağına inandığından, seçimlere katılır. Ancak kazanması engellendiğinden,- kalabalıkların öfkelenmesine ve miting düzenlemesine neden olur. Büyük bir kalabalık: "Benna Parlamentoya" diye bağırırken, çok geçmeden başka bir kalabalık tam zıt bir sloganla "Parlamento Benna'ya" diye bilinçli ve mertçe bağırmaya başlar., Hakimiyeti elde etmek için birbiriyle çelişik iki tarzda; demokratik yolda "Benna Parlamentoya", İmam Humeyni'nin yaptığı gibi mevcut düzeni kabullenmeyip, kurumlarını kaldırmayı ve istiklalini hareketin önderleri eliyle gerçekleştirmeyi isteyen devrimci yolda "Parlamento Benna'ya" diye iki ayrı sloganı haykıran anlayışlardan acaba hangisi halk için önemliydi? Benna, istibdadın kök saldığı bir ülkede demokratik olmayı yeğledi... Halbuki demokrasi böyle yerlerde sadece halkı uyuşturan bir araçtır.
Bu sorun önemine rağmen hâlâ açıklığa kavuşmamıştır; çünkü görüldüğü kadarıyla Mısır'daki atmosfer devrim için oldukça elverişliydi. Fakat Benna kitlelerin devrimci arzularım kırmıştır. Belki de onu bu yöne sevk eden klasik Sünni geleneğinin "fitneden kaçınma" anlayışıdır. Bununla birlikte kesin olan, Benna'nın hareketi ile emperyalistlerin yeni doğan çocuğunun (İsrail) geleceğinin de tehlikeye girmesiydi. Rupier diyor ki: "Bu adam uzun süre yaşasaydı, bu ülkelerde birçok şey gerçekleştirirdi/1 Çok erken bir yaşta (43 yaşında) öldü. Bununla birlikte ümmet için yaptıkları hesapsızdır.
Pakistan'daki Cemaatin en belirgin özellikleri olarak Mevdudi
şu ikisini sayıyor: ,
-
Bekleme,
-
Örgütlenme.
Örgütlenme, beklemeden yirmi yılı aşkın bir süre sonra başlamıştır. 1920 yıllarında Mevdudi bir derginin yazı işleri müdürüydü ve Cemaat'ım ancak 1941 yılında kurabildi. Cemaat-i İslamî, kuruluşundan itibaren belirgin bir yol izlemiştir.
Mevdudi davetinin karakterini şöylece belirlemiştir:
-
Genelde bütün insanlığa ve özellikle Müslümanlara davetimiz: Yalnızca Allah'a ibadet etmeleridir.
-
İslam'ı din olarak kabullenenlere davetimiz: Dinlerini Allah'a halis kılmaları, kalplerini nifaktan temizlemeleri ve amellerini çelişkiden kurtarmalarıdır,
-
Bütün insanlığa davetimiz: Tağutların elinde bulunan mevcut otoriteye karşı kökten bir inkılap gerçekleştirmek düşünce ve bilim önderliğini ellerinden almaklar.
Mevdudi, davetini özetlediği bu maddelerin her birini tek tek açıklayıp yorumladıktan sonra, bunların gerçekleşmesini sağlayacak olan bilimsel bir program belirlemektedir:
Birinci Bölüm: İslam'ın gerçek çehresini örten ve eskiden beri varola gelen donmuş kalıplan kırdıktan, en kısa zamanda bilim, kültür ve medeniyet düzenini hurafelerden ayıklayıp, bunun çarpıklıkları açıkladıktan sonra, insanlara İslam'ın doğru yolunu bulabilmeleri için düşüncelerini temizlemek... Daha doğrusu, yeryüzünde sâlih bir düzen kuruluncaya dek, günün sorun ve durumlarına Îslamî ilkelerin ne şekilde uygulanabileceğini göstermemiz gerekmektedir... İşte bu şekilde biz, düşüncede bir devrim gerçekleştirmek; hayatın akışım değiştirmek ve yeniden doğuşu sağlamak için akıllan düşünce gıdasıyla beslemeye çalışmak zorundayız.
İkinci Bölüm: Yükümlülüğünün bilincinde olan Salih insanların seçilip bir düzen etrafında toplanmaları ve kelimenin tam anlamıyla onları İslamî bir eğitimden geçirmek.
Üçüncü Bölüm: Toplumu düzeltmeye çalışmak... Bu çalışma imkanlarımız ölçüsünde toplumun her kesimini içeren bir düzeltmeyi kapsamaktadır. Üyelerimizi yeteneklerine göre çeşitli iş alanlarına ayırırız. Onlardan kimisi çiftçi, işçi, tüccar, esnaf... kimisi de okul ve fakültelerde araştırma vs. ile ilgilenir. Hepsinin amacı ümmeti saran ahlak, iş ve fikir anarşisine son vermek; ümmeti oluşturan fertlerin hepsine doğru bir İslamî düşünce ile İslamî bir yaşantı biçimini sunduktan sonra, toplumun her kesiminin düzelmesi için gerekli çalışma yollarını göstermek ve problemlerinin çözümüne yardımcı olmaktır.
Dördüncü Bölüm: Kanunların düzeltilmesi: Otoritenin ipleri salih mü'minlerin eline geçerse, birkaç sene gibi kısa bir zaman zarfında, eğitim, anayasa ve idare sisteminde, siyaset dışında kalan güçlerin tam bir asırda yapamayacakları oldukça büyük değişiklikler yaparlar. Peki bu değişiklik nasıl gerçekleştirilir? demokratik sistemlerde bunun tek yolu siyasetin meydan muharebeleri olan seçimlere katılmakladır. Bu, halkın oyunu almak ve insanların kendileri gibilerini seçmelerini sağlamakla olur.
İşte böylece Cemaat-ı İslamî karşısına çıkan güçlüklere katlanarak yoluna devam etti. Ve geçen Rabiu's-Sani'nin başlangıcından itibaren Pakistan'da mevcut düzen İslam şeriatını uygulayacağını açıklamasına değin bu yolunda ısrar etti. Yalnız İslam hükümeti bundan sonra seçimleri beklemeden, Hint yarımadasında genel olarak demokratik bir mirasın varlığı, zorba düzenlerin uzun ömürlü olmasını engellediğinden -Allah'ın yardımıyla- bu program hemen uygulamaya konuldu. Mevdudi'nin kendi programındaki açıklamasına ve Pakistan'daki düzeni değerlendirmesine göre, seçim ilkesine dayandığında kanuniliğini kabulleniyor, kurumlan arasında görev alıyor, ama, Allah'ın kitabıyla hükmetmediğinden, şer'i niteliğini vermiyor. Düzeni değiştirmek için kurumlan içinde ve kanunlarına göre hareket ediyor
İmam Humeyni liderliğindeki İran İslam Hareketi'nin faaliyet gösterdiği siyasî ortam, devrim öncesi Mısır'da egemen olan siyasi ortamın bir benzeriydi.
"İran'da iktidar, anayasa ve meclise dayalı parlamenter demokratik bir sistem görünümündeydi. Gerçekte ise ferdi hakimiyete dayalı, zorba, demokratik hareketlere hayat hakkı tanımayan, fikir adamlarına değer vermeyen, din adamlarına baskı yapan bir rejim idi. İmam Humeyni'nin gerek Şah'a ve gerekse Şah'ın babasına karşı olan tutumu, halka öncülük yaptığı zamandan bu yana, hatta daha önceleri bile belliydi. 1941 yılında İmam Humeyni şunları yazar: "Diktatör Rıza Şah hükümetinin yayınladığı emirlerin hiç bir değeri yoktur ve yıkılmalıdırlar." Millet Meclisi ve Senato'nun Amerikan vatandaşlarına Îrân mahkemelerince yargılanmama hakkını veren kanunları çıkarması üzerine İmam Humeyni, hükümet ve hükümet kuruluşlarıyla olan ilişkilerinin tamamını kestiğine ve verdiği destek güvencesini geri çektiğine ilişkin açıklamasıyla, mevcut kanunlar gerek kendi nazarında, gerekse Şii toplumun nazarında kanuni ve meşru olma özelliğini kaybeder. İmam bu konuda da şöyle diyor:
"Bu felaketlere neden olan, yargı organlarının halktan uzaklaşması ve halkçılığını yitirmesidir. Ben kesinlikle her iki meclisin onayladıklarının Kur'an'a ve İslam ilkelerine ters düştüğünü ve bunun hiç bir kanuni niteliğinin olmadığını, halkın aleyhine olduğunu ve Millet meclisi üyelerinin halkı temsil etmediklerini, dolayısıyla görüşlerinin tamamen değersiz olduğunu ilan ediyorum." *
Hükümet, mescit ve camilerin yönetimini ele geçirmek için imamlarını kendisi tayin etmek isteyince, İmam Humeyni şöyle bir fetva yayınlar: "Müslümanların gerek vakıflar, gerekse hükümet tarafından atanan herkesi adaletsiz sayması ve minberlerde bulunan kimselerin adaletlerinin kaybolduğunu ilan etmesi, meclis ve cemaatlerine gitmemesi, onları İslam toplumundan kovması ve vakıfların el koyduğu camilere, geçici bir süre için gayr-ı meşru hükümetin icraatını protesto için gitmemesi gerekir." Şah, "Resta hiz" partisini kurunca İmam, bu kez şu fetvayı yayınladı:
"Bu parti İslam dinine ve İran Müslüman halkına karşı olduğundan partiye girmek, herhangi bir şekilde ona bağlanmak", bütün Müslümanlara haramdır. Çünkü bu partiye girmek zulmü desteklemek ve halka düşmanlıktır; İslam alimleri bu partiye girmeyi yasaklamalıdırlar."
Şah, Hicri takvim yerine şahlık takvimini kullanımım uygulamaya koyunca, İmam Humeyni bu icraat karşısında da sessiz kalmaz ve şöyle bir fetva yayınlar: "Bu değişiklik büyük bir hıyanettir. İslam adım silmek için atılan ilk adımdır. Bu yüzden müslüman olan herkesin bu takvimi kullanması haramdır. Çünkü onu kullanmak, zulmü ve zalimi savunmak, adalet ve hürriyet medresesi olan İslam'a düşmanlıktır."
İmam Humeyni şahlık rejimini müslüman halk arasında yalnızlığa itmeyi, meşru olmamasına değil de -ki İslam dünyasında bu meşruluk kisvesi altında İslam'a düşman sistemler barınmaktadır- kanunlarının halkın hür iradesini yansıtmadığı düşüncesine dayandırarak gerçekleştirir. İmam Humeyni'nin bu tecrid politikası İran ümmetini tağuta karşı savaşan asker durumuna getirmeye yetti. Bu konuda Humeyni'ye, Taklid mercii olması bakımından, tüm halkın inançlarının bir gereği olarak itaat etmesi, emir ve direktiflerinin fetva kabul edilmesi, aksine davranışın günah sayılması gibi geniş manevi otoritesi büyük destek oldu. Şah rejiminin işlediği zulüm, halkı yoksullaştırması, kutsal bildiği değerlere saldırması ve ülkede yabancıları efendi yapacak hakların tanınması gibi teşebbüslerle Humeyni'nin eline büyük kozlar verilmesi Şah'ın, firavunun uğradığı akıbete uğramasına yetti. "Senden sonrakilere bir ibret olasın diye bugün senin bedenini kurtaracağız." (Yunus: 10/92)
İmam Humeyni Şah'a karşı mücadele vermek, rejimini yıkmak ve yerine İslamî bir devlet kurmak için bütün etkinliğini kullandı. "Gayemiz" diyor Humeyni "herkesin birleşmesidir; din adamları müçtehitler, dini öğrenim gören ve üniversite öğrencileri, tüccarlar, çiftçiler, askerler ve halkın geri kalan bütün kesimi bu pis haine karşı birleşmelidir. Bütün halk, bu bozuk düzeni yıkmak için omuz omuza vermelidir. Halkın her kesimi bir araya geldiğinde -eli silah tutamayanları ayırıp- bu kudurmuş öküzün boynuzlarını kırmalıdırlar."
Görüldüğü gibi, Humeyni'nin kişiliği dini ve siyasî alanda devrimci bir lider olarak ortaya çıkmaktadır. O, halkının ve ümmetin arzularım tek bir yöne kanalize edebilmeyi başarmıştır. Şah'ı devirmek ve İslamî bir devlet kurmak.
Le Monde gazetesinin bir muhabiri şu soruyu sorar: "İlerde, İran'da neleri yapacaksınız?" Humeyni şu cevabı verir: "Ben ancak haklarından yoksun bırakılan İran halkının isteklerini halk adına dile getiren bir sözcüsüyüm." Yine şöyle der: "Gerçek bir İslamî devletin kurulması için davette bulunuyor ve halkla birlikte bize musallat olanlardan kurtulmak için yardımlaşıyoruz."
Halkın özgürlük arzusu, anayasanın uygulanmasını isteyen milliyetçi kitlesini; adalet isteği de, işçilerin adını kullanarak işin ticaretini yapan solcuları aştığından, İmam Humeyni yürürlükteki düzenin tamamen kaldırılmasını istedi. O, gerçek bir akide, siyaset ve inkılab adamıdır.
Bu kısa incelemeden sonra, çağdaş İslamî hareketin bu üç eğilimi arasında sanırım tecrübe alışverişinin ve çalışmaların birleştirilmesi gereği ve birçok unsurun zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Eğitim ve teşkilat adamı kendi tecrübesini siyaset ve teorisyenlere aktarmak zorundadır. Bunun sonucu olarak yalnızca iktisadını, servetini, ahlakını ve yüceliğini değil, bizzat insanın varlığını tehdit eden tehlikelerden kurtarmaya çalışan çağdaş İslamî deneyimler için farklılıklar bütünleşmeye, ayrılıklar yakınlaşmaya dönüşecektir. Helak olma ve ölüm, Üçüncü Dünya Savaşı korkusu insanlığın üstüne bir hayalet gibi çökmüş, onları tehdit etmektedir... Peki, öyleyse insanlığın miras ve geleceği, kendi çıkar ve cinsel duygularını her değerden üstün tutan Batı insanının komuta ve acıması altında ne zamana kadar kalacaktır?
Zafer müjdecileri insanlığın kendi hevasının değil, Rablerinin egemen olduğu, -uzun bir aradan sonra başarıya ulaşacak- gerçek özgürlük, adalet ve kardeşliğe kavuşacak olan bir toplumu haber vermektedir. Nitekim Humeyni burada onlara, sürgünde iken tam bir güvenle dünyada İslamî bit* devrimin gerçekleşmesini beklediğini ve bunu "Lailahe illallah" diyen her muvahhid müslümanın, yalnız İran'da değil, yönetimi İslam'a ve İslamî hareketlere karşı azmış bulunan bütün İslam ülkelerinin de beklediğini; Humeyni'yi Şah'a karşı muzaffer kılmakla şereflendiren Allah'ın, gelecekte bütün Humeynileri Şahlara karşı galip getireceğini vurgulamıştı, bunun üzerine heyet İmam Humeyni'ye İslamî hareketin, İran'daki İslamî inkılabın hizmetinde, aynı zamanda maddi, bilimsel ve her türlü insan gücüyle her yerde destekçisi olacaklarını ifade ettiler.
Heyette temsil edilen İslamî hareketler ise İhvan-ı Müslim’in-Türkiye Milli Selamet Partisi, Pakistan Cemaat-ı İslamî, Hindistan Cemaat-ı İslamî, Endonezya Maşumi Partisi Cemaati, Malezya İslam Gençliği ve Filipinlerdeki Cemaat-ı İslami idi."
Gerçeğe Benzeyen Bir Umut da Şudur ki: Hicri on dördüncü asırda Müslümanlar her alanda acı yenilgilere uğradılar. Ama -Allah'ın lütfü olarak- umutlarım kesmediler, teslim olmadılar, direndiler; İslamî hareket liderlerinin komutasında bu yüzyılın son senesinde mücadelelerini açık bir zaferle sonuçlandırıncaya kadar bir sürü şehit verdiler. İnanıyoruz ki, Hicri on beşinci asırda İslam, değer ölçülerini ve yerini savunmak için cihadını sürdürecektir. Bu kez İslam, dünyayı materyalizmin karanlığından, zulmünden, sömürüsünden kurtarıp özgürlüğe kavuşturmak, insanların davranışları ile vicdanı arasındaki mücadelesine son vermek, bilim ile din, ekonomi ve siyaset ile ahlak, dünyayla ahire* ayrımlarını kaldırmak ve insanın inşan kardeşiyle İslam şeriatının güven, adalet ve özgürlüğünün gölgesinde kardeş olacağı bir dünyâ kurmak için savunma durumundan hücum durumuna geçecektir.
"Onun haberini bir süre sonra gayet iyi anlayacaksın." (Saad: 38/88)
Dostları ilə paylaş: |