Bir devriMİn anatomiSİ Kadri Çelik



Yüklə 3,6 Mb.
səhifə7/74
tarix03.05.2018
ölçüsü3,6 Mb.
#50098
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   74

Bakır Şer’i, Bangladeş


 

Her devrimin bir harekete geçireni vardır. Muharrik liderdir, harekete geçen ise halktır. Lider, devrim ortamını hazırlar ve halkı nihai zafere doğru faaliyet göstermeye yöneltir.

İran İslâm devriminin diğer devrimlerle karşılaştırıldığında kendine özgü bir yapıya sahip olduğu anlaşılır. Diğer devrimlerde önceden hazırlanan bir ordu veya parti varken, bu devrimde söz konusu olmamıştır. Yani bu devrim tam anlamıyla halk devrimidir. Önderliği, çok dayanıklı ve sonuna kadar uzlaşmayışı ile ünlüdür.

Bu devrim, başlangıcından beri şahlık yönetiminin düşmesi sloganıyla başladı ve geçici hedefler için durmadı. Bu özellik, Fransız ve Rus devrimlerinde yoktur. Meselâ, Lenin, Rusların eski düşmanı Almanlarla işbirliği yapmış ve onlardan yardım görmüştür.

Halk çoğunluğuna dayanan İslâm Devrimi'nde halk merkez ve temeldir. Bu konuda üç özellik dikkat çekicidir,

l- Halkın sevinçli ve coşkulu durumu

2- Ruhaniyet (din alimleri) camiasının öncülüğü,

3-Önderin karakteri.

Şahlık sultası altında yaşayan halk, pek çok zorluğa dayanarak dinç ve canlı kalmayı başarmış ve özellikle zorunlu savaş karşısında gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla İslâm'a ve Lider'e olan bağlılıklarını ispatlamıştır. Gerçekten de bu büyük Müslüman millet, şahın tankları karşısında açık göğüsleri ve boş eleriyle eşsiz bir direniş sergilemiştir. Halbuki diğer devrimlerde, kendilerini silahsız sayanlar bile en azından hafif silahlarla donatılmışlardır. Bu devrim sırasında bütün halk kitleleri siyaset sahnesine çıkmıştır.

"Ruhanilik, İran'da özel bir sınıf değildi."

Batıda, Hıristiyan ruhanileri toplum içinde özel bir sınıf oluştururlar. Halkın önderliğini kazanmayı yalnız İran ruhanileri başarmış ve halkı adaletin uygulanmasına, sömürünün sona ermesine, insanların, en iyi biçimde eğitilmesine yöneltmişlerdir. Ümmetin imamı, ruhanilere yol göstermekte ve doğru yolda yürümelerinde büyük' rol oynamaktadır.

Halk kitlelerinin amacı, İslam'ı hayatlarına egemen kılmaktı. İslam da bu insanları mutluluğa ulaştırdı. Ruhaniler de bu fırsattan yararlanarak Hıristiyanlarınkinden çok farklı olan büyük alimler yetiştirdi. İran'da ruhaniler, müstazafların (zayıf bırakılmışların) .yanında yer alan, kanaat sahibi, adalete önem veren ve zahid olan insanlardır. Aynı zamanda şehidler kervanının öncülüğünü de yapan ruhaniler, devrimden önce işkence, hapis, sürgün ve öldürülmeyi göze aldıkları gibi, devrimden sonra da İslâm yolunda fedakârlıkta bulunmaya devam ettiler.

Çağımızda siyasal ve devrimci hareketlere katılmış olan bazı din adamları yok değildir. Ancak bunların siyasi hayattaki etkileri kısa süreli ve sınırlı olmuştur. Halbuki İmam Humeyni'nin önderliğinde, bütün iç ve dış saldırılara, süper güçlerin saldırılarına karşı konulmuş, İslâm düşmanlığına direnilmiş ve sürekli zafer kazanılmıştır. Liderin karakterinde özellikle aranılacak özellikler, onun arif, feraset sahibi bilgin ve dayanıklı olmasıdır. O, bütün tehditlere direnmiş, olağanüstü macera ve düşmanlık girişimlerine karşı irade gücünü ispatlamıştır.

Devrimin ortamının hazırlanması, liderin karakteri, Müslüman halkın öndere bağlılığı, karşılıklı güvene sahip olunması, yardımlaşma ve ruhanilerin varlığı, zaferin önemli faktörlerinden sayılmaktadır.

"Düşman, Allah'ın Hininin zaferine sebep olur."

Şah'ın zulmü devrimin gerçekleşmesine sebep oldu. Şah, İslam'ın kutsal kural ve prensiplerine hakaret edince Müslüman halkı karşısında buldu.

İmam'ın yetişkin oğlu (Seyyid Mustafa) esrarengiz biçimde şehit edilince, imam metanetle "Allah'ın hikmetidir" dedi ve onun şahadetinin kırkıncı gününde halk, Kum, Tebriz, Şiraz ve diğer şehirlerde ayağa kalktı. Böylece bu musibet devrim hareketinde tutuşturucu bir rol oynadı.

"Tağutlar bilmeden İmam'a hizmet ettiler."

Şah ile Saddam'ın arası iyi olduğu için, Irak Baas Partisi İmam'ın Irak'ta iken susmasını istemiş ve İmam da bu isteği reddederek Irak'ı terk etmişti. Baas Partisi, ondan susmasını istediğinde İmam, ceddi olan Resulullah (s.a.a.)'in bir hadisini hatırladı. Resulullah, Kureyş'in yeni tekliflerini ileten amcasına, şöyle buyurmuştu: "Ey amca, Allah'a yemin ederim ki, güneşi sağ elime, ve ayı sol elime yerleştirseler bile, dinimden hiç bir zaman vazgeçmeyeceğim" İmam, bu espriye uygun hareket ederek, aziz İslam bayrağını bırakmadı ve örnek tutumu ile bütün dünya Müslümanların sevgisini kazandı. Verdiği mesajlar binlerce kilometreyi aşıp geniş halk kitlelerini harekete geçirdi. Bu görkemli olaydan sonra Carter, Begin ve Sedat bir araya gelip "Camp David" anlaşmasını imzalayarak mukabil bir zafer elde etmeye, daha doğrusu nefislerini tatmine çalıştılar. Fakat, İmam'ın ortaya çıkışı, Resulullah (s.a.a.)'in bayrağının dalgalanması, geleceği gören İmam'ın sesiyle haykırılan İslam mesajı zalimleri depreme uğramışçasına sarstı.

Devrimin başarıya ulaşmasının sırlarından biri, Batılı ve Doğulu düşmanların İslâm ideolojisini anlayamamasından ileri gelmektedir. Carter ve Brejnev, yaşlı bir insanın boş elleriyle uzak yolların ötesinden Müslüman halkı ayağa kaldırmasına, halkın ona "evet" demesine, gecenin karanlığında damlara çıkıp "Allah-u Ekber" diye haykırmalarına, Allah'a yakarışlarından sonuç alacaklarına inanmıyorlardı. İmam'ın gösterdiği basan ise, Müslüman İran halkını uykudan uyandırıp Allah yolunda şahadet ve fedakârlığa sevk etmesiydi.

Mûnire Arife, Amerika

Ben, İslam'da kadının ruhsal ve manevi açıdan yükselişini güçlendiren özellikler üzerinde durmak istiyorum.

Eğer biz toplumu, İslam toplumu diye adlandırmak istiyorsak, Müslüman kadınların toplumda meydana çıkan özel durumlara katılmasını sağlayalım. Benim amacım her şeyden önce Müslüman bir kadının bir fert olarak önemli yapısal özelliklere sahip olduğunun, bunlara sahip olarak kendi görevini nasıl yerine getirebileceğinin üzerinde durmaktır. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor: "İman ederek üzerlerine düşen görevi yerine getiren kimseler, Allah'a dönecekleri günün korkusunu duyarak hayırlı işler görmek ve mutluluğa ermekte acele ederler ve öncülükte bulunurlar."

Allah (c.c.), her eylemin gerçek biçimini bulmasının ancak Allah'ın gerçekliğini kabul etmekle mümkün olduğunu bildiriyor. Müslüman kadının davranışları, Allah için ona birer şahit olmalıdır. Evet, ben Allah'ın birliğine iman ettim desin ve hareketleriyle de bu inancım kanıtlasın. Bu nedenledir ki Müslüman bir kadın bir kişiyi veya başka bir varlığı ilah diye kabul etmez, O'nun kanunlarından başkasını dilemez. Müslüman kadın, bilinçsiz bir itaatte bulunmaz, Allah'ın gösterdiklerinden başkasını kabul etmez.

Bir Müslüman kadının tüm varlığıyla inancına bağlı olması gayet doğaldır. Allah (c.c.)'dan başka bir yaratıcı olmadığını ve tapmak için bir başkasının bulunmadığını bilir ve Materyalizmin hiçbir kalıbına iltifat etmez.

Şimdi neden Müslüman kadınlar tesettüre riayet etmiyor, namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, ve zekât vermiyorlar? Bunun nedeni yalnız ve yalnız iman eksikliğidir. Yüce Allah buyuruyor: "Erkek ve kadınlardan kim Allah'a iman ederek hayırlı bir iyi amel işlerse biz onu hayatının sonuna kadar mutluluk ve esenliğe eriştiririz, iyi amelleri için ona çok büyük bir sevap veririz." (16: 97).

Müslüman bir kadın inancı sayesinde tüm insanlar için bir örnek olur. Orucunu tutar, namazını kılar, güzel davranışlardan mutluluk duyar, şeytani hareket ve arzulara karşı çıkar. O, Rahim ve Adil olan Allah'tan haberdardır. O, Allah'a olan imanı ve sevgisiyle anne, öğretmen ve doktor olup devrimci faaliyetler gösterir.

Acaba, bizimle İran'daki kardeşlerimiz arasındaki fark nedir? Bu fark eğitim ve öğretimden mi, ekonomik nedenlerden midir? Acaba İran'lı kadınlar tümüyle üstün zekâlı olduğu için mi

Kur'an'ın emirlerine yerine getirmektedirler? Acaba bu kardeşlerimiz bunun için uzun yıllar üniversitelerde özel bir yüksek öğrenim mi görmüşlerdir?

Hayır, bunların hiç biri değildir. Ancak, Allah'a inançları ve sevgileri sebebiyle bunları yapmaktadırlar. Onlar yalnız Allah'a bağlılık göstermekte, yalnız O'nun rızasını kazanmak için faaliyet göstermektedirler. Bundan dolayı, yaptıkları işler bu kardeşler için zor işler değildir ve hiçbir zaman da zor olmayacaktır. Eğer O'na sığınırsak bizi başarıya ulaştırır. Eğer O"nu seversek, O'nun istediklerini de yerine getiririz.

Yaşadığımız dönemde, Müslüman olmayan bir toplumda yaşayan Müslümân bir kadın nelere dikkat etmelidir? O, yan İslâmi veya Katolik toplumlarda göze batan bir diken gibidir. O, direnen karşı koyan bir sestir. Siyonizm ve tüm sömürgeciliğe karşı çıkar. O, Allah'a inanan ve İslam ümmeti ile işbirliğinde bulunan, İslam'ın peşinde olan mü'mine bir kadındır. İslamiyet! Seçmek için evinin her köşesinde bir kanıt vardır. O, kocasından, kardeşinden ve oğullarından savaşın ilk safhasında yer almalarını ister. Bugün bu odaya bir bakınız. Acaba buradaki kardeşlerimiz, anneleri tarafından eğitilmiş değiller mi? Elbette onlarda gelecekteki yavrularını böylesine bir eğitimle eğitecekler. Müslüman kadın, kendi ve komşusunun çocuklarım eğitir. Biz eğer çocuklarımızı Allah yolunda mücahit olarak yetiştirmeyi amaçlarsak, kısa bir süre içinde buna uygun bir ortamı bulamayabiliriz. Bu eksiği ancak daha fazla gayret göstererek telafi edebiliriz. Müslüman kadın, dinini komşularına, akrabalarınâ ve hatta uzakta bulunan insanlara tebliğ eder. O, dinini tüm dünyaya, kalemiyle, diliyle, örnek hayatıyla tebliğ eder. O, mü'mine bir kadın olarak İslâm dışı etkenlere mukavemet eder, İslâm ümmetini yönlendirmeye çalışır. O, camide, okulda, hastanede, üniversitede, caddede Allah'a iman etmiş bir insan olmanın şuurundadır.

İslam ümmetinin, Allah yolunda fedakârlıklarda bulunacak mü'minlere ihtiyacı var. Ben, bütün ülkelerdeki kardeşlerime seslenerek, Allah'a gerçek bir şekilde iman etmemiz gerektiğini söylüyorum, İmanımızı dilimizle ikrar edelim^ geliniz bunları dudaklarımızdan alıp gönüllerimize yerleştirelim.

Mevlana Eşref Ali Kureyş’i, Pakistan

Ben de sizlere, İran İslam Cumhuriyeti'nde Müslümanların birlik ve beraberliklerinin korunması için yapılanlar hakkındaki izlenimlerimi belirtmek istiyorum.

Biz insanların iyi niyetinden şüphe etmeyiz. -Çünkü her insan önündeki kâğıtlara kaleminin ucuyla yazdıklarından dolayı bir gün Allah'ın huzurunda hesap verecektir. Şüphesiz insanlar iyi ve kötü amellerinden dolayı yargılanacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.a) zorluklar ve musibetlerle karşılaşırsa bile gerçeğin belirtilmesinden çekinmemesini buyurmuştur.

Bugün Müslümanların büyük bir nüfusa sahip oldukları halde zayıf bir donunda bulunduktan açık bir gerçektir. Bunun nedeni de birbirimize düşmanlığımızdır. Allah'a ve son peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a.)'e iman ettiğimiz halde, başkalarının onurunu ve kişiliğini incitmeden rahat edemiyoruz. Müslümanların güçsüz düşmesinin nedeni bundan başkası mıdır? Günümüzde Müslümanlar için en önemli sorun, Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs'ün işgalci İsrail'in elinde bulunması ve bunun da tüm Müslümanların şerefini tehdit etmesidir. Müslümanların hayat-lan ile ilgili kararlar küfür saraylarında verilmektedir. İslam ülkeleri, süper güçlerin hile ve oyunlarına tutsak olmuşlardır. O halde şu soruyu sormalıyız: Müslüman milletler daha ne zamana kadar süper güçlerin etkisi altında kalacaktır? Tağuti rejimler her yerde Müslümanları istedikleri zaman katledebiliyorlar. Hiç kimse onlardan ne yaptıklarını sormuyor. İslam düşmanlarının hilelerinden de dostluklarından da uzak durmalıyız. Bunu bizden Kur'an-ı Kerim istemektedir.

Yeryüzündeki tüm kâfirler Müslümanların aleyhinde birleşmiştir, amaçlan da bütün yollan deneyerek Müslümanlara zarar vermektedir. Tağuti rejimler, nasıl olursa olsun, İslam ümmetinin arasında ayrılıklar meydana getirmeye ve aralarındaki birliği bozmaya çalışmaktadır. Bu amaç için milyonlar harcıyorlar. Uşaklarının aracılığıyla Müslümanların birleşmesini önlemek ve birliği, kardeşliği teşvik edenler için tuzaklar hazırlıyorlar. Kötü amaçlarını teşhir edenleri ise öldürüyorlar.

Pakistan'da İslami hareket başladığında bu ülkenin alimleri ve büyükleri her sınıftan insanları bir araya topladılar ve büyük bir çoğunluk onlara uydu. Bunun sebebi onların birliğe önem vermesiydi.

Eğer bir kişi sadece kendisini düşünürse hiç bir şey yapamaz. Ben şahlık döneminde İran'a gelmiş ve bir çok yeri görmüştüm. O dönemde her yerde Allah'a imansızlık göze çarpıyordu. Çıplaklık ve namussuzluk anlatılmayacak derecede ileriydi. İçki, esrar, genel evler, kumar, gazinolar seks filmleri, gece kulüpleri furyası almış yürümüştü. Şahlık rejimi bunları destekliyordu. Mümin ve şerefli insanlar için huzurlu bir yer yoktu. Sonunda Allah, kuvvetini göstererek Salih Müslümanların eliyle mûstekbirleri dize getirerek kudretini ispatladı. İran'da okullar ve camilerden başlayan büyük bir hareket İran firavununu devirdi.

Geliniz, önce Şahlık İran'ı ile şimdiki İran'ın durumunu kıyaslayalım. Şimdi İran'ın hiç bir yerinde içki bulunmuyor, esrar içilmesi ve alış-veriş kesinlikle yasaktır. Gazinoların yerine camiler ve okullara ilgi gösterilmektedir. Hiç bir kadın tesettürsüz (ör-tünmeksizin) evinden dışarı çıkmıyor. Hatta yabancı elçilerin hanımları bile bu kurala riayet ediyorlar. Siz bütün milletin yüreğini cihad sevgisiyle doldurdunuz. Duvarlardaki yazılan okuyorum, siz Müslümanları Kudüs'ün hürriyete kavuşmasına çağırıyorsunuz.

Şah dönemindeki sermaye düzeni yıkılmış ve onun yerine müstazaflar (zayıf bırakılmışlar) için yapım ve onarım cihadı çalışmaları başlatılmıştır. Faiz ve faizcilik sistemine son verilmiştir; Her alanda İslam kanunları egemen olmuştur.

Bu gerçekleri göz önüne alarak, İslam'ı uygulayanlara ve Tağutu yıkanlara neden muhalefet edilmektedir? Bence bu tür eylemlerin İslam'a hizmetle ilgisi yoktur.

Bu konuda İran İslam Devrimini yakından inceleyen bir bilim adamının gözlemleri şöyledir:

1980 yılında Tahran'a gelirken belli bir takım düşüncelere sahiptim. Merak ederek araştırdığım bir çok konuda olumsuz bir kanıya varamadım. Halbuki İran'a gelirken, Ehl-i Sünnete bağlı olanları öldürüyorlar, ruhaniler halkı sömürüyor biçiminde konuşmalar duymuştum. Bu sözlerin doğru olup olmadığını araştırdım, ama böyle bir şey hissetmedim. Bu gibi sözleri devrime karşı olan inançsız kişiler yaymaktadır. Belki de bir gruba bağlı oldukları içindir. İran'daki İslam devrimini Şii devrimi diye tanıtmak, gelecekteki İslâm devrimleri için tehlikelidir. Yeni bir devrimden söz edildiğinde kimse, Vahhabi, Maliki, Şafiî, Hanefi devrimi olacak diyememelidir. Bence bu tür yönelmeler kesinlikle yanlıştır. İslami bir inanca sahip kimselerin bu devrimi anlamak için daha çok dikkat etmeleri gerekmektedir.

Ehli sünnet Müslümanların yaşadığı ülkelerde İslam devriminin gerçekleşmemiş olması nedeniyle fitneye sebep olmak son derece yanlış olur. Biz bütün hayatımız boyunca İslam için çalıştık, rekabet için inanç alış- veriş pazarı açmış değiliz. İslam devrimi bizler için İslam inanç ve ideolojisinin uygulanmasıdır. Biz, Allah'tan başka otorite tanımıyoruz. Bütün çabalarımızda, tağutu ve gayr-ı ilahi hükümetlere karşı kıyam edip ilahi kanunların uygulanmasını istedik. Dünyanın hangi köşesinden İslâmî devrim sesi duyarsak sevinç ve ferahlık duyarız. Bizim için Arap, Türk, Fars farkının önemi yoktur. Biz Hakk ile batıl, İslam ile küfrü tanıyoruz, özgürlük ile zorbalık arasındaki farkı biliyoruz. Biz açıkça İslam düzeni için çalışıyoruz. Biz Hak yolunda darağacına gitmekten bile korkmuyoruz. Çünkü Hak ve hakikat yolu güçlüklerle doludur. Biz eğitimimiz ve bilgimize göre Hakk'ı destekliyoruz ve şüphesiz İran devrimini bir İslami devrim olarak biliyoruz. İyiyi emretmek ve kötüden sakındırmak ilahi bir hükümdür. Biz de Allah'ın hükmüne göre davranıyoruz. Zalimi mahkûm etmek ve mazlumu korumak Peygamberimizin hükmüdür, biz de Peygamberimizin hükmüne riayet edeceğiz. Sıradan bir kişinin İslam devrimine muhalefeti önemli değildir. Ama dindar olan ve İslami bir hükümeti amaçlayan bir kimsenin karşı gelmesi önemli olur. Eğer İran'ın eski yönleriyle bugününü kıyaslarsak, arada çok fark olduğunu görürüz. İslam, İran milletini aydınlatmıştır, çocuktan yaşlıya kadar herkes cihad ve iman sevgisiyle doludur.

İran'a yolculuğum sırasında, oğlunu savaşta kaybeden Tahranlı bir aile ile karşılaşmıştım. Taziyede bulunmak için evlerine gittiğimizde şehidin babası şöyle dedi:

"Ne yazık ki bir oğlum var! Bir tane daha olsaydı, onu da Allah yolunda şehit görmek isterdim."

Bu gibi örnekler halkın Islama bağlılığını göstermektedir. Hakk yolunda hiç bir kimseden, hiç bir şeyden korkulan yoktur.

Bugün küfür dünyası, mümkün olan her yolla İran İslam Devrimine karşı kötümserliği aşılamakta ve Şiiler ile Sünniler arasında ayrılık ve çelişkiler icad etmektedir. Bu ortamda piyonlar tefrika alevini yükseltmektedirler. Bunlar ahireti unutarak, Allah'ın huzurunda ne cevap vereceklerini düşünmüyorlar mı?

İslam milletlerine en büyük darbeyi, dindarlık kisvesiyle dolaşan bu maskeyi takanlar vurmaktadır. İran İslam Devrimine muhalefet edenler, Şah dönemi zulmünü ne çabuk unuttular. O dönemde İslam'dan ve devrimden söz eden kimselerin hapishanelerde organları kesilmekte, canlan alınmakta, bedenlerine elektrik şoku verilmekteydi. İşkence altında binlerce insan İslam devrimi istedikleri için can verdi. şehit düşenlerin sayısı altmış binden, sakat bırakılanlar yüz binden fazlaydı. Ancak böyle fedakârlıklardan sonra devrim zafere ulaştı.

Şimdi Yahudiler, Hıristiyanlar ve Komünistler basın-yayın organları aracılığıyla İslam devrimi aleyhine propagandalar yapmakta, Müslümanları devrime karşı kötümserliğe itmektedirler, devrimin dünya üzerindeki tesirlerini engellemektedirler.

Peygamber efendimiz (s.a.a.) döneminde Yahudi ve Hıristiyanların düşmanlığı bütün Müslümanların malumuydu. Onlar, değişik hilelerle İslam'a saldırmakta, Müslümanlar arasında şüphe ve tereddütler yaratarak onları aldatmaya çalışmakta, Allah'ın son peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.a)'in buyruklarından çıkarmaya çalışmaktaydılar, Müslümanlıkta, birlik ve dayanışma emredilmiş, Müslümanların ayrılık ve çekişmeden sakınmaları istenmiş, ihtilaf yaratanlar Müslümanların düşmanı ilan edilmiştir.

Bugün, bütün İslam ülkelerinde İslami uyanış vardır. Böyle Şii-Sünni ihtilafı ortaya çıkanlarsa, bu İslam'ın aleyhine olacaktır. Bu ayrılıkların yüzünden Müslümanların birinci kıblesi Kudüs bugün Yahudilerin elindedir. Yahudi ve Hıristiyanlar gece-gündüz demeden Müslümanların aleyhinde propagandalar yürütmektedirler. Fakat yeni nesil, bu kısır düşüncelerden bıkmıştır ve Kudüs'ü kurtarmaya kararlıdır. Allah'ın lutfuyla Müslümanların yüreği cihad sevgisiyle dolmaktadır. İslam düşmanlar bu yüzden Müslümanları temel problemlerinden saptırma telaşındadır. Müslümanların ise gelişip güçlenmek için birleşmeleri gerekir. Din alimleri ve aydınların, halkı Kur'an hükümlerini uygulamaya, cihad sevgisine yönlendirmeleri lazımdır. Eğer bir milyar Müslüman birleşirse dünyada hiç bir kuvvet onların önünde duramaz. Şimdi Müslümanların en önemli meselesi, Kudüs'ün Siyonistlerin elinden kurtarılmasıdır.

Ben, İran'da yapılan Cuma imamları kongresine katılarak İran'daki şimdiki durumu araştırdım. Siyonistlerin çabası İslam devrimini yenilgiye uğratmaktı. Şeytani güçler işbirliği yaparak, Sünni-Şii ihtilafını icad edip Müslümanları gerçek hedeflerinde» uzaklaştırmak ve sorumsuzluğa itmek istemişlerdir. Doğu ve Batı kültürünün etkisi altında daha fazla sömürülmeden, birleşerek Allah'ın egemenliğini kurmalıyız. Ancak bu şekilde kurtulabiliriz.

Eğer, binlerce tehlike ve korku varsa; dil, yüreğin yoldaşı almalıdır."

Muhammed Mehdi Şemseddin Lübnan

A- İslam devleti özelliklerinin İran'daki İslamî hükümete uygulanışı:

Bir toplumun politika, idare, yargı, yasama ve yürütme, ekmemi ve diğer alanlarında gerekli düzenlemeyi sağlayan bir siyasi otorite, kavram olarak devlet diye adlandırılır. Bu kavramın içerdiği hususların toplum hayatına yansıması esastır. Yani, onun kültürel varlığı, toplumu oluşturan fertlerin ve grupların hayatını açıklayabilmelidir. Bu üstlenme ve kabullenme köklü ve kararlı bir dayanak olarak toplumun siyasal gelişmesinde ve devletin güçlenmesinde en etkin rolü oynar. Bu temel noktayı önemsemeyen yönetimler, devletin yapısında sarsılmalar meydana gelmesine fırsat vererek çaresizlik içinde polisiye tedbirlere başvururlar. Böyle bir sonuçta toplumda huzursuzluklar artarak siyasal istikrarsızlıklara yol açar. Bunun ardından yasalara başkaldıran ve onu çiğneyen hareketler baş gösterir. Bazen de bu hoşnutsuzluklar bir devrimle sonuçlanır.

Devletin özelliklerinden biri de zorunlu olarak aile fertlerin hayatı üzerine bina edilmiş olmasıdır. Bu nedenle devlet, uyarıcı psikolojik ve diğer etmenlerle yöneten-yönetilen uyumunu sağlayabilmelidir. Ne zaman toplumun yaşama tarzı bu etmenlerle uyumsuzluk göstermeye başlarsa, yönetilenleri meydana getiren fertlerle hükümet arasında bir yabancılaşma oluşur ve böyle bir gelişme hükümetin siyasal düzenini bir takım şüphelere ve güvensizliklere sürükler.

Bu rejimin ve hükümetin, milletinin kültürüyle uyum sağlayıp sağlayamadığını veya bu hükümetin belirgin bir kültür anlayışı olup olmadığını, yönetimin iki temel özelliğe sahip olup olmadığı sorgulanarak belirlenebilir:

l- Egemenliğin yasal temeli,

2- Yasaların meşrutiyet temeli.

Ülke yöneticileri daima bir takım kararlar alır, yürütme organlarından bu kararların uygulanmasını isterler. Yürütme organlarının bu kararlan uygulamasıyla devletin egemenliği sağlanmış olur. Ancak burada şu soruyu sormak gerekiyor: Acaba bu egemenliğin asıl sahibi olan kaynak, yöneticilere hükmetme hakkını veriyor mu? Egemenliğin yasal temeli, o toplumun kültürel varlığından kaynaklanmasıdır. Başka bir kültürün egemenliği altına sokulmak o toplum için yasal değildir. Bazen bir toplumun bir başka kültürün egemenliğini kabulü zorunlu hale gelebilir. Ama bu, kesin ve değişmez, her zaman için geçerli bir kural değildir.

Devletin yasama organları toplumsal konuların tümünü içeren yasalar çıkarır ve hür insanlardan oluşan halktan bu kanunlara itaat edilmesini isterler. Hükümet, yönettiği kurumlar aracılığıyla bu yasalar uygulamaya ve korumaya çalışır. Yasalara karşı çıkanlara ise cezalar uygulanır ve özgürlüklerini kısıtlayıcı önlemler alınır. Acaba devlete bu biçimde itaat edilmesini öngören yasalar gücünü hangi kaynaktan almaktadır?

Kanunların meşruluk ilkesine uygunluğu, toplumun köklü ve canlı kültür hayatına uyumuyla anlaşılabilir! Ancak bu şekilde yasalar milletten kaynaklanmış olur. Bunun dışında bu yasalar, başka kültür ortamları için yasal sayılsa bile bu imletin nazarında meşru değildir. Bu temel vasıflara sahip olmasıyla bir devlet İslami, Hıristiyan, Yahudi, kapitalist, sosyalist vb. isimler alabilir. Bu devletler de bu genel kurallara aykırı davranamaz.

Bu temel özellikleri göz önüne aldığımızda, İran İslam Cumhuriyeti'ne tam bir İslam devleti ve hükümetine de İslam hükümeti diyebiliyoruz. Çünkü İran milletinin kültürü İslam kültürüdür. Bu millet kanunlar ve ahlak yönüyle olsun başka kültürlere iltifat etmeyen Müslüman bir millettir. İslam devrimi öncesi dönemde kendisine yamanmak istenilen gayr-ı İslami yaşantı özentilerinden silkinip kurtulmuştur. Önceki dönemlerde halkı İslam'a yabancılaştırma yolunda birçok şeytani gayretler sarf edilmiştir. Bu çabaların amacı batı kültürü ve medeniyetini İslam kültürü ve medeniyetinin yerine geçirmekti. İslam'ı hayattan kopuk soyut bir kültüre dönüştürmekti istedikleri. Bu amaca ulaşmak için gösterilen cabalar ve sarf edilen paralar sonuca ulaşamadı, planlan yenilgiye uğradı.

İran İlam Devrimi'nden sonra kurulan İslam Cumhuriyeti'ne saygı uyandıran bir kaç olay:

l-Özgür bir seçim:

Millet, devletin yönetim biçiminin İslam Cumhuriyeti olmasını kendi özgür oylarıyla tercih etti. Halkın kendi kültürü olan İslam'a uygun yönetimi belirleyen bu seçimin toplumun büyük çoğunluğunun tercihi oluşu, kurulan devletin temelini güçlendiren önemli bir dayanak olmuştur.

2- İslam Cumhuriyeti'nin seçimlere uygunluğu:

Egemenliğin temel dayanağı olan İslam fıkhına uygu olarak biçimlenen bu seçim büyük bir dikkat ve açıklık ile gerçekleştirildi. Seçimden sonra işbaşına gelen devlet ve hükümet yöneticileri tümüyle İslam kanunlarına sadık kaldılar ve devlet kurumlarının çalışmaların! Düzenlerken İslam esaslarına riayet ettiler. İran İslam Cumhuriyeti, yasal sorunlarını çözümlemek üzere yasama organı olarak İslamî Şura Meclisini tesis etti. Kanunların İslam şeriatına uygun olarak yapılmasını kontrol etmek üzere yüksek denetim heyeti unvanı ile anayasayı korumayı gözeten bir şura oluşturuldu.

Bütün bu çalışmalar, devletin yasal egemenliğinin kaynağının, hükümetin onayladığı kanunlarla birlikte İslam kanunları ve prensiplerine dayandığını göstermektedir. Bu altyapı, yasama kuruluşlarının ve yönetimi denetleyen kuruluşların oluşmasına neden olmuştur. Böylece İran'da yönetim mekanizmasının bir İslam devleti olarak işlemesi için gerekli hukuksal tedbirler alınmış, devletin İslamiliği konusunda tereddüde yer verilmemiştir.



Devrimden önce devlet kuruluşları eski yönetim düzeninin esaslarına bağlıydı ve düzenin kültürel anlayışına uygun bakış açılarını yansıtırdı. Bu görüşlerin tümü, batı sömürgeciliğinin İslam dünyasına yerleştirmeyi arzu ettikleri İslam dışı anlayışları ifade etmekteydi.

Bu yaklaşım devletin teşkilatlanmasına mahsus değildi, kurumların faaliyetine, yönetim düzeninin önemli sorunlara getirdiği çözümlere de yansımıştı. Bir başka deyişle devlet kuruluşlarına egemen olan anlayış, yönetimin benimsediği batılı görüşlere uygun düşüncelerden kaynaklanıyordu. Bu kurumların yönetici ve sorumluları doğal olarak ülke yöneticilerinin felsefî anlayış ve kültürel kabullerine uygun kimselerdi. Bu kurumlarda görev almak için yetiştikleri ortam bu düşünceleri benimsemelerini gerektiriyor ve buna zorluyordu. Bu nedenle İslam Cumhuriyeti'nin ilanından sonra eski düzenin kurumlarıyla yeni oluşturulan İslam kurumlan, Müslüman millet, ümmetin imamı İmam Humeyni’nin. Önderliği ve İslam Cumhuriyeti arasındaki çelişki ortaya çıktı, Îslami yönetimin yapması gereken hizmetlerden biri de kurumlar arasında uyumu sağlamak böylece devlet ile halk arasında sağlam köprüler kurup ilerlemeyi sağlamak için bu kurumlarla ilgili yeni düzenlemeleri gerçekleştirmekti. Bu köprünün yokluğu eski dönemde devlet ile halk arasında büyük uçurumlar meydana getirmiş, ayrılık ve uyumsuzluğa neden olmuştu. İslam Cumhuriyeti yetkilileri bu konuda gerekli düzenlemeleri yaparken birçok güçlüklerle karşılaştılar. Çünkü getirdikleri değişiklik sadece bir siyasi değişiklik değildi. Şahısların değiştirilmesi, bir ferdin bir makamdan alınıp yerine başkasının getirilmesi sorunun çözümlenmesi için yeterli olamazdı. Çünkü önemli olan bu kurumların işleyiş ve çalışma anlayışında köklü bir değişimin gerçekleştirilmesiydi. Bunun için bu kurumların yönetimi ve hizmetlerini görecek şahısların İslami görüşlere ideolojik açıdan da vakıf olmaları, hizmetleri görürken bu ideolojiye uygun siyaseti uygulayabilmeleri, yönetime egemen olan genel İslamî ilke ve yaklaşımları kavramaları gerekliydi. Bütün bunlar kolay değildi. Bu konuda büyük güçlük, birçok kuruluşun eski rejimin anlayış temelleri üzerine kurulmuş olmasından ve şimdi bunlardan İslami amaçlara uygun hizmetler beklenmesinden kaynaklanıyordu. Bu nedenle kuruluşların yeni işlevlerine uygun değişimi tamamlayabilmeleri birden bire değil, ancak zaman içinde gerçekleşebilecektir. Bu değişim tümüyle gerçekleşene kadar daha bir süre yurt içinde ve dışındaki devlet kuruluşlarının yanlışları ve eksikleri görülebilecektir. Bu hatalardan ve eksik yönlerden söz eden kimselerin İran gibi büyük bir devletin değişiminin çok kısa zamanda ye çok kolay olmayacağını da göz önüne almaları gerekir. Ayrıca bu sorunların sadece devrimden sonra ortaya çıkmadığını, büyük bir bölümünün sosyal ortamın fesatlarından, İslam Cumhuriyetini hazmedemeyen bölge devletlerinin teptiklerinden ve hataları büyütmeye çaba göstermelerinden destek aldığını da unutmamak doğru olur. Birçok merkez, mevcut bazı hatalardan, hatta uydurulan hatalardan yararlanıp İslam Cumhuriyeti'ni olduğundan başka türlü göstermeye planlı bir biçimde özel çaba sarf etmektedir. İslam Cumhuriyeti yönetimi eski ve yeni kuruluşların İslamî amaçlara uygun biçimde hizmetler vermesi yolunda şimdiye kadar büyük adımlar atmış olup, kuruluşların İslam devrimine kısa sürede gösterdiği büyük uyum, büyük çoğunluk tarafından takdirle karşılanmaktadır.

Toplumlar, içinde bulunan organların durumundan doğrudan etkilenen canlı varlıklar gibidir. Toplumu oluşturan fertler ve gruplar iç ve diş şartlardan mutlaka bazı tesirler alır. Bu doğal bir neticedir. Dış dünyaya ve iç dinamiklere sağır. Bir toplum düşünülemez. Tarih, kapalı kabile toplumlarının zayıflayarak zamanla yokluğa sürüklendiğini kaydetmiştir. Bu nedenle bir toplum, doğal olarak sosyal ortamıyla ve çevre dünya ile alış-veriş içinde olup kendini geliştirebilmelidir. Böyle bir toplumun hayatında iki tavır görülebilir. Ya bu toplumun sosyal bir derinliği olan ve saygı ile sahiplenilen bir kültürü yardır. Bu toplum, yaşayışını kendi kültürüne göre düzenler. Ya da bu toplumun köklü bir kültürü yoktur, böyle bir zenginliğe sahip olma şartlarım elde edememiştir. Birinci durumdaki bir toplum, kültürel ve medeni şahsiyetini koruyarak diğer toplumlarla ilişkilerde bulunabilir, faydalanır ve faydalandırır. Ama ikinci durumdaki toplumun tanışacağı bir başka toplumun kültür ve uygarlığına verebileceği yoktur. Böyle bir durum, güçlü ve zayıf iki kültür arasında bir savaşı gösterir. Doğal olarak zafer üstün kültüründür. Kültür ve uygarlık açısından yoksul olan toplum ister istemez kendisinden üstün gördüğü kültür ve uygarlığı benimseyip onun tesirinde kalacaktır.

İran toplumunun bu mesele ile ilgisi hakkında şunu söyleyebiliriz: İran toplumu, İslam ümmetinin bir parçasıdır. Bu ümmet ise tümüyle bir kültür mücadelesini yaşamaktadır. Emperyalist ülkeler yüzyıllardan beri İslam ümmetiyle bu mücadeleyi sürdürmektedirler ve şimdiki durumda teknik ve askeri güçlerinden yararlanıp İslam dünyasının bu alanlarda düştüğü zaaflardan istifade ederek amaçlanın gerçekleştirmek istemektedirler.

Birinci hedefleri, İslam kültür ve medeniyetini, kanunlarım, düşüncesini ve ahlakını zihninden ve gönlünden uzaklaştırmaktır. Bunun ardından gerçekleştirmek istedikleri, batılı hayat tarzını, batı kültürünü ve değerlerini Müslümanlara benimsetmektir. Bunun adını da çağdaşlaşma olarak yaymaktadırlar. Emperyalistler, lalam ülkelerinde işbirliği yaptıkları kişi ve çevreler aracılığıyla bu yolda birçok çalışmalar yaptılar. Bu çabalarla Müslüman toplumlarda saygın insan kişiliğine, bu kişiliği kazandıran erdemlere, İslamî toplumsal ilişkilere, İslamî düşüncelere, İslam'ın öngördüğü kadın-erkek ilişkisi düzenine tüm İslami ölçü ve değerlere ısrarla, sürekli olarak saldırdılar. Bu saldırılarda başarıya ulaşarak İslamiyet’i insanların zihin gönül ve vicdanlarından, yaşayış düzenlerinden uzaklaştırmak istediler.

Sömürgeciler için İran milleti, bu korkunç mücadeleye gerekli görülen bir hedefti. Eski rejim bu Müslüman millete batı kültürü ve medeniyetini empoze ederek, inandıkları İslam'ı özüne yabancılaştırılmış bir şekilciliğe ve anlamından uzak bazı ibadetlerden ibaret bir dine dönüştürmek istedi. Diğer İslam ülkelerinde yapıldığı gibi İran'da da hayatın tüm boyutlarını İslam'dan koparmaya büyük çabalar sarf edildi. İran milletine karşı sürdürülen bu kültürel savaşta batının zaferini önleyen tek engel İslam alimleri ve İslami kültür yuvalarının sabırla ve azimle devam eden gayretleriydi. Nitekim bu alimler, İmam Humeyni'nin önderliğinde zafere ulaşan kıyamdan sonra bu amansız savaşı batının aleyhine çevirmiş, batı kültürü ve medeniyetini geri çekilmeye mecbur etmişlerdi. Elbette batılılar kültürel saldırılarını bütün güçleriyle sürdürmek için her fırsattan yararlanmaya önem verdiler. Bu faaliyetler İran toplumunda fertlerin günlük hayatında eskiye göre azalma göstermekle birlikte etkili olmaya devam etti. Bu alanda savaş Müslümanların lehine seyrederek, ama bütün şiddeti ve ciddiyetiyle sürüyor.

Batı medeniyetinin tehlikeli etkilerinden biri de Müslüman İran halkına karşı takındığı siyasi tavırdır. İran İslam Devrimi'nden sonra süper güçler tüm teknik imkanlarını diğer ülkelerin de İran'a karşı siyasi tavır almalarım sağlamak amacıyla kullanmaya başladılar. Eski rejim batı dünyasının gölgesinde büyük hatalar işleyerek Siyonist rejimle ilişki kurdu, onu uluslararası ilişkilerde bir devlet olarak tanıdı. Amerika'yı İran halkının ekonomik, siyasi ve kültürel hayatına müdahale ettirdi. İran İslam devrimi gerçekleştiğinde bu onursuz ve batı sömürüsüne hizmet eden siyasal ve ekonomik manzara aynen devam edemezdi, mutlaka arınmaya ihtiyaç vardı. Bu yüzden Iran İslam Cumhuriyeti'nin üstlendiği en büyük görev geniş çaplı bir kültür devrimini başlatmaktı. İslam devrimi kadroları, bu yolda başlattıkları yol gösterici çalışmalarla tüm kültür hayatını yeni bir düzenleme ve canlılığa kavuşturabilmeliydi. Bundan böyle İranlı Müslümanlar özgürce bağımsız İslami şahsiyet sahibi olmaya yakışır, davranışlarda bulunabilmek', dış dünyayı taklide ihtiyaç hissetmeyecek düzeye gelebilmeli, halkın özlediği ve gizlediği İslami şahsiyet özgürce ortaya çıkıp yenilenebilmeliydi. Elbette bu kısa zamanda tümüyle başarılabilecek kadar kolay bir mesele değildi. Özellikle günümüzde psikolojik propaganda araçlarının (radyo, televizyon, teyp ve video gibi) ileri tekniklerle ulaştığı merhale göz önüne alınırsa bu problemi ne kadar güç bir çözüm beklediği anlaşılabilir. Bu, kolay ve basit bir mesele değildir. Bu nedenledir ki, İslam Cumhuriyeti'nin başlattığı İslami kültür mücadelesi karşı propaganda ve zıt çağrılarla karşılaşıp çatışıyor.

D) Önderlik ile milletin uyumu ve birliği

İslam Cumhuriyeti'nde önderlik ile millet arasında mevcut uyum, hayatın en güzel yönlerinden biridir ve özellikle dünyada eşi olmayan bir olaydır. İslam Cumhuriyeti sayesinde gerçekleşen bu önderlik ve millet arasındaki birliğe başka bir millet ile önderi arasında rastlanmamıştır. Bu gerçeği iyi bilen İslam devrimi düşmanları özellikle bu birlik ve uyumu bozmak için çeşitli kirli plan ve propagandalar başlatmış ve bunlara büyük önem vermişlerdir.

Dünya tarihinde başka büyük devrimler de gösterilebilir ve millet ile önderlik arasında birliğe rastlanabilir, ama bu birliğin devam etmesi, yıldan yıla kökleşip yaygınlaşarak güçlenmesi İslam Cumhuriyeti'nin bir özelliği olmuş ve onu dünyada diğer hareketlerden üstün kılmıştır. Bu mübarek birliğin sağladığı güç ve dayanıklılık ile İslam Cumhuriyeti savaş boyunca uğradığı askeri ve ekonomik ambargolara, uluslararası engellemelere dayanabilmiştir. Bu birlik, önderin ve milletin Müslümanlığından, devrimin İslam devrimi olmasından, siyasal düzen ile milletin dünya görüşü ve İslamî kültürünün birliğinden kaynaklanmıştır. Yüce önderin politika, kanun ve pratikte sergilediği tutumları bu düşünce, kültür ve görüş birliğinin en güzel örnekleridir. İran'da İslam Cumhuriyeti'nin kurulması, Müslüman halkı yeniledi, düzeniyle millet arasında barışı sağladı, aradaki mesafeleri kaldırdı, fert ile toplumun manevi yapısı ile rejim arasındaki uyumsuzluğu ortadan kaldırdı, huzuru gerçekleştirdi.

E) Yeni yasama sistemi ile yeni devrim kuruluşlarının planlanması:

İslam'ı irtica olarak telakki etmek, batının İslam dünyasına karşı sürdürdüğü kültürel saldırılardan biridir. Şunları diyorlar: "İslamiyet gericiliktir, yeni bir hayatın temeli olamaz ve bu anlayış çağdaş yaşamın temeli olan bilimsel gelişme ve örgütlenmelerle bağdaşamaz... İslamiyet belki geçmiş yüzyıllarda bir siyasal düzen olarak toplumları yönetmeye yeterli olabilirdi. Fakat eski çağların ve o şartların geride kalmasıyla İslamiyet o yetkinliğini kaybetmiştir... İslam için söylenebilecek en iyi söz onun bir din olduğunu belirtmekti. Dinin ise siyasi hayatın yönlendirilmesi ve yönetilmesiyle hiç ilgisi yoktur. Din sadece manevi bir duygudur, dünya işleriyle, bilimsel konularla karıştırılmaması gerekir..."

Müslüman erkek ve kadınlardan birçok nesil, batılı okullardan, üniversitelerden mezun olmuş, batılı yazarların kitaplarım, gazete ve dergilerini, televizyon ve sinema filmlerini izleyerek bunların yansıttığı kültürden etkilenmişlerdir. Bu kültürü benimseyen nesiller, ülkelerinde yönetimde görev amca bu kültüre uygun düzenleme ve uygulamalara girişmişlerdir. Biz ve diğer İslam milletleri bunlarla karşılaştığımızda şaşkınlık ve endişe içinde kalıyor, onları reddediyoruz. Biz, İslam'dan bir hayat düzeni olarak bahsettiğimizde veya bu görüşleri belirttiğimizde de onların zihinleri ve kalpleri korkuyla doluyor. Hemen bu görüşlerimizin karşısına dikilip İslam'ın siyasi hayata ve medeniyete bir yararı ve etkisi olamayacağını ileri sürmüşlerdir.

İran'da İslam devrimi gerçekleşti, İslam Cumhuriyeti düzeni ülke yönetimini ele aldı ve İslamiyet’e dayalı olarak yasama organları teşkil edilerek İslami yasalar çıkarılarak tüm işler İslam'a göre yönetilip yürütülmeye başlandı. Oluşturulan bu organlar ile devrimin gerçekleştirdiği hizmetlerle çağdaş İslam uygarlığının işaretleri görülmeye başladı. Eskiden baskı altına alınıp yok edilmek istenilmiş olan İslam uygarlığı, İslam devriminden sonra tüm alanlarda gerçek varlığım ortaya koydu, İslam'ın bir hayat düzeni olduğum, bir ülkeni her bakımdan bu düzenle yönetilebileceğini ispatladı. Bu devrim, bu mühim konuda tanık bir ümmet oluşturdu. Bu dengeli ve ortada yürüyen ümmet, politika ve uygarlıkta dünyaya örnek olacaktır. İran İslam Devrimi, İslam'ın hayatın değişiklik ve ihtiyaçlarına uygun düzenlemeleri özünü yitirmeden getirebileceğini de göstermiştir.

F) Kültür dünyasının pusulası ile yüzleşme:

İslam devrimi, Batı ve Doğu'ya egemen uygarlıkların bildirdiklerinden apayrı bir yöntemle gerçekleşti. Bu devrim ayrıca, dünyadaki mevcut kutuplaşma mantığını da, dünyaya egemen olan uluslararası siyasal düzeni de tümüyle reddetmektedir. İslam devrimi, dünyaya egemen olan düzenlerin karşıtı olan bir uygarlığı temsil ediyor. Bu devrim ile İslam uygarlığı dünyaya bambaşka bir yaklaşımı getirmektedir. Bu devrim dünyaya yeni bir kültür ve uygarlık getiriyor, pratikte ortaya örnek bir ümmet canlandırmıştır ve bu örnek çok şey söylemektedir.

Böylece anlaşılıyor ki, İran İslam devrimini gerçekleştirenler, İslam Cumhuriyeti'nin ister istemez Doğa ve Batı'nın dünyayı saran hileleri ile karşılaşmak zorunda olduğunu görmüşlerdir. Bu devrim dünyada üçüncü bir devin doğuşunun pırıltılarını yansıtmaktadır. Bu üçüncü güç, insanlığın, dünyayı kendisine köle yapmış olan süper güçlerden ve insanlığı felakete sürükleyen batı uygarlığından kurtulması şartlarını gerçekleştirecektir.

Yukarıda değinildiği üzere anlaşılıyor ki İslam Cumhuriyeti tüm insanlığı ilgilendiren konularda bir kenara çekilip izole olmak niyetinde değildir, sabır ye direnişle bu meselelerle ilgili planlan bozmayı tercih ediyor. İslam Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana geçen kısa süre içinde iç ve dış meselelerde üstün basanlar elde etti. Hükümet sisteminin değiştirilmesinde, sosyal hizmetlerin yaygınlaştırılması, savaş şartlarında ekonominin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve uluslararası politika ortamında önemli adımlar atmıştır.

İran İslam Cumhuriyeti, düşmanlarının saldırılarım, şahadet severlik ve cihad inancı ile reddetti. Hileci ve nifakçılara adalet uygulayarak nifakı köklü bir yenilgiye uğratırken samimi bir cevap vermiş oldu. Bütün başarılar yönetimin benimsediği İslamî programların bereketiyle, İslam'ın gücüyle sürekli gelişiyor.

G) İçerde ve dışarıdaki müstazaflara hizmet, Ümmet ve Müslüman kitlelerle diyalog:

İslam Cumhuriyeti'nin özü ve temeli, onun bütün çerçevesini çizen ve tutumlarını belirleyen İslam'dır. İslam Cumhuriyeti, İslam tarihinde ilk olarak devleti toplumun hizmetçisi olarak görüyor. İslam, devleti sadece polis ve asker gücü olarak değil, halkın yaşadığı hayatın sorumlusu olarak da değerlendiriyor. Bu görüş İslam'ın uygulama alanlarında apaçıktır. Açık bir örnek olarak Hz. Ali (a.s.)'ın, Mâlik Eşter'e gönderdiği fermam gösterebiliriz.

Politik açıdan İslam Cumhuriyeti'nin İran'da varlığı, İslam'ın bir kavim ve ırka mahsus yönetim anlayışını kabul etmediğini, bütün Müslümanları dikkate aldığını gösteriyor.

İslam Cumhuriyeti bu ümmetin tümünün sorunlarıyla ilgilenir ve çözüm için ümmetin güçlerini bir araya getirmeyi organize eder. İslam Cumhuriyeti aynı zamanda tüm ümmetin sorumlu olduğu İslam'dan sorumludur. İslam Cumhuriyeti ile ümmet arasındaki ilişki, gevşeyen ve azalan politik ilişkilerden çok ilerdedir. İslam Cumhuriyeti'nin bir taraftan iç ve dış mustazaflaria1 diğer taraftan kendi milleti ve bütün Müslüman toplumlar arasında gözettiği birlik ve dayanışma, İslam'ın Ölümsüz gerçeğinin ifadesidir.

H) İslam Cumhuriyeti'nin İslami siyasal düşünceye etkisi:

İslam Cumhuriyeti'nin kurulması ve uluslararası ilişkilere getirilen düzenlemeler "Ne Doğu, Ne Batı" politikası, içerde idari teşkilatlanma konusunda gözetilen hususlar, İslam devriminin ilk ve genel özellikleri hakkında önemli bilgiler vermektedir. İslam devrimi bütün bu uygulamalarıyla ümmetin bilgi ve tecrübelerine yeni zenginlikler kazandırmıştır. Devrimden önce, İslam dünyasındaki hareketler ve partiler, milli devletlerin politikalarına ve ülkenin Avrupalılaşması görüşüne bağımlıydı. İslam Cumhuriyeti, yönetime egemen olunca İslami dünya görüşü uygulanmaya, İslam'ın siyasal, ekonomik ve kültürel yaklaşımları ortaya çıkıp, pratikteki durumunu gösterdi.

İslam Cumhuriyetine karşıt güçler, İran'a ekonomik ambargo uygulayıp onu dünya politikasından tecrit etmeye çalıştılar, ülke içinde fitne ve kargaşa ortamı yaratmak için ellerinden geleni yaptılar ve yedi yıldan beri süren Irak savaşını başlattılar.

Bütün engellemelere' rağmen, İslam devriminden sonra İslam düşüncesi ve ideolojisi kendi tezini bütün anlam derinliği ve genişliğiyle zenginleştirip anlaşılır kılmıştır. Devrimden önce bu husus büyük ölçüde ihmal edilmişti.

Bunun dışında İslam devrimi, ülke yönetimi, yeni yasaların meydana getirilmesi, ekonomik büyüme politikasının uygulanması, dış politika ve savaş meselesiyle ilgili gerekli tedbirlerin alınması, uluslararası ilişkileri yeni bir anlayışla düzenleme gibi bütün politik ve sosyal konularda büyük gelişmeler sağlamıştır. İslam devrimi, kurulan İslam Cumhuriyeti yönetimi ile İslamî siyaset düşüncesini canlandırıp geliştirdi ve İslam Cumhuriyeti uluslararası politikada güçlü varlığını ortaya koydu.

İslam'ın dünyada üçüncü bir büyük güç olarak uluslararası politikaya ağırlığını koyabilmesi için, İran'a destek olmak gerekiyor. Böyle bir gücün iki bloğun karşısında varlığını hissettirmesi üçüncü dünya ^halkının büyük ölçüde yararına olacaktır.

î) İslam Cumhuriyeti ve bilimsel -teknolojik gelişmeler:

Bilim ve teknoloji konusunda, İslam Cumhuriyeti'nin yaklaşımı tümüyle İslami bir görüştür. İslam'ın bu konudaki bildirdiklerinden farklı bir görüşü yoktur. İslamiyet bu konuda müspet bir görüşe sahip olduğu için İslam Cumhuriyeti bu alandaki gelişme ve çabalara kollarım açmıştır. Batı kültürünün birçok Müslümancın zihninde bıraktığı aldatıcı düşüncelerden birisi de İslam'ın bilime karşı olduğu ve değer vermediğidir. Bunun için Müslümanların bilimde ileriye gidemeyeceğini iddia etmektedirler. Bu aldatıcı propagandalar genç Müslümanları İslam'dan uzaklaşmalarını amaçlamaktaydı. Böylece gençleri kendi amaçlarına hizmet için yönlendirmek istemişlerdi. Bu propagandalarla gençlere İslam devletinin kurulmasını istemekle, bilime karşı çıkmanın aynı şey olduğunu iddia ediyorlardı. İslam devletini geriye dönüşü isteyen bir devlet olarak tanıtmaya çalışıyorlardı. Bu iddiaların yalan olduğunu düşünce olarak ispatlamak kolaydı, ama İslam Cumhuriyetinin kurulup bilime uygulamada büyük hizmetlerin ve katkıların sağlanması ortaya canlı bir örnek koydu.

Bilim, Müslümanlara veya Hıristiyanlara bağımlı olmayan tarafsız bir konudur ve onun dine karşı olduğunu söylemek doğru değildir. Bilimden yararlanma yöntemini ve düzenini ahlak yönünden belirleyen yine dindir. Elbette ilimle ulaşılan beceriler insanların lehine de aleyhine de kullanılabilir. Bunu belirleyen, olumlu yönde etkileyebilecek olan ancak ümmetin kültürüdür. O kültür aynı zamanda ümmetin karakterini biçimlendirmiştir.

O halde şunu söyleyebiliriz ki; İslamiyet bilime ve teknolojiye açıktır, karşı değildir, ama bu alanlardaki çalışmaları ve bilgileri batılılar gibi milletlerin iradesini baskı altına almak ve onlara musallat olmak için kullanmaya karşıdır. Müslümanlar bilimin kimyasal ve nükleer silahlar yapımı için, savaşlar çıkarıp savunmasız toplulukları imha edecek korkunç silahlar için, atom, hidrojen ve nötron bombalan için kullanılmasını istemiyor.

Buna rağmen bilim ve teknolojinin gelişmesiyle çeşitli problemlerin ortaya çıktığı bilinmektedir. Meselâ, makineleşmenin gelişmesiyle işsizlik artmış, tarım üretiminde çalışanların endüstri kuruluşlarına transferiyle eğitim ve sağlık durumlarında olumsuz gelişmeler görülmüştür. Bu ve benzeri sorunların çözümlenmesi için, bilimsel çalışmaların ümmetin kültürüyle uyum içinde yürütülmesi gerekmektedir. İslam Cumhuriyeti de bu problemleri asgari seviyeye indirmek için gerekli tedbirleri, Îslamî ilkelere uygun olarak alma çabasındadır.


Yüklə 3,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin