Bir devriMİn anatomiSİ Kadri Çelik



Yüklə 3,6 Mb.
səhifə12/74
tarix03.05.2018
ölçüsü3,6 Mb.
#50098
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   74
Dr. Fethi Yeken, Lübnan

İslam aleminin üstlenmesi gerekli olan fonksiyonu ortaya koyduğumuzda, bu fonksiyonu günümüzde üstlenmiş görünen bir kısım İslam hükümetleri ve kurumlan görüyoruz. Peki bu hükümet ve kurumlar bu sorumluluğu üstlenecek konuma sahip midirler? Eğer söz konusu İslam hükümet ve kurumlarının çoğunun İslam'dan uzak olduğunu ve onların İslam'a yeniden dönmelerine ihtiyaç duyulduğunu söylersek yanlış yapmış olmayız. Buna ilave olarak kimsenin bilmediği çok gizli bir konuyu da ortaya çıkarmış değiliz. Öyleyse bu konumdaki hükümet ve kuruluşlar İslam'ın kalkınmasında nasıl bir rol alabilirler? Çünkü insanın sahip olmadığı ve tamamen uzak olduğu bir şeyi başkasına vermesi mümkün değil. İslam aleminde İslam'a dayanmayan, değişik beşeri sistemlerin markasını taşıyan pek çok rejim vardır; aynı zamanda İslam aleminde eğitim sistemi tamamen İslami prensiplerden uzak bir şekilde yürütülmektedir. Buna ilave olarak, yasama yönünden de İslami düşüncelerden uzak bir renge bürünmüş rejimler, kanunlarını bütünüyle beşeri prensiplere göre hazırlamaktadırlar. Bu rejimlerin İslam'dan uzak olması, onları giderek beşeri sistemlerin güdümüne sokmuştur. Öte yandan bu rejimlerin kısa bir zamanda parçalanmaları ve dağılmalarındaki ortak nokta İslam'a karşı besledikleri kin ve düşmanlığın yanında, şeytani güçlerin emellerim gerçekleştirme sahasında adeta birbiriyle yarışmaları ve İslam'ı parçalamak, zayıflatmak için bütün imkanlarını seferber etmeleridir.

Bu rejimlerden başka bir de kısmen veya saptırarak da olsa İslam'ı ve İslami yasaları uygulamakta olan İslam hükümetleri var. Bunlar da uygulamada yanlışlık yaparak bu temelsiz hareketlerinden dolayı İslam'ı dünyaya kötü ve gerici bir sistem olarak göstermektedirler. Bunlara örnek olarak, bu rejimlerin bazıları çağa ayak uyduramamakta ve çağın getirdiği yeniliklerden yararlanamamaktadırlar. Veya bu rejimler özgürlük yönünden büyük kısıtlamalar getirmektedirler. Böyle bir kısıtlama ve insanların özgürlüklerini görmezlikten gelmek, kesinlikle İslam'la bağdaştırılamaz ve bunun İslam'la yakından uzaktan ilişkisi olamaz. Bunların yanı sıra, kitlelere zulüm ve baskı uygulayan rejimler İslam'a düşman olanlara tenkit ve kötüleme kapılarını ardına kadar açıyorlar. Etiketi İslam olan rejim ve kurumların içinde bulunduğu çarpık zihniyetle, gerçeği arayan ve zorba rejimlerin tarih boyunca hakim kıldığı boğucu atmosferde aşağılanmış ve sömürülmüş halklara İslam'ı ulaştıramayacakları gün gibi ortada. Kanımca bu zorbalık ve baskı rejimlerinin, bir özeleştiri yapmaları ve kendileriyle hesaplaşmaları gerekir. Çünkü bir gün gelecek halklar bunun hesabını soracaklardır ve o zaman bu hesabın faturası çok pahalıya mal olacaktır. Söz konusu rejimler, halkların ve dinlerinin arasında bir duvar gibi yükseliyor ve onların arasındaki bağlan koparmaya çalışıyor. Tıpkı değişime uğramazdan önceki Doğu Avrupa rejimlerinde olduğu gibi. Ama halk ciddi ve kararlı bir şekilde onlara karşı koyduğu zaman, bu rejimlerin yetiştirip geliştirdiği modern ordu, silah ve haber alma örgütleri onlardan yana değil de halktan yana tavır almak zorunda kalacaklardır. Bu ideolojilerin üretildikleri yerlerde bile çökmesine rağmen, bizdeki bir takım ülkelerde uygulanıyor olmasından daha büyük hamakat olmasa gerek. Akıl sınırlarını zorlayacak şekilde, İslam'ın bütün yönleriyle dünyanın gözü önünde gelişme göstermesi ve milyonlarca insanın sempatisini kazanması ve her geçen gün İslam'a intisap ordusunun bir çığ gibi büyümesi, ayrıca yıllarca gerçeği arayan dünyadaki bir çok alim ve filozofun, hakikati hak dinde bulup bu dini kabul etmesi gibi büyük hadiseler karşısında, bizim İslam alemindeki İslam görünümlü kukla rejimlerin vurdumduymaz bir tavır içinde olması, çok önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu gerçek, bu rejimlerin Islama olan kin ve nefretinin sınırlarını bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu rejimlerin önünde tek bir yol vardır: Kendi istekleriyle İslam’ı ideolojik yönden kendilerine kaynak kabul etmeye başlamaları; İslam'ın hükümlerini eksiksiz olarak uygulamayı kabul etmeleridir. Bundan başka kurtuluş yollan yoktur. Çünkü gün gelecek halk seçimini yapacaktır. O gün geldiğinde, halkın bu seçimine karşı koyma gücünü kimse kendisinde bulamayacaktır. Ayrıca bunun faturasını ağır bir şekilde ödeyeceklerdir. İmam Humeyni liderliğinde gerçekleşen İslam İnkılabı bunun en bariz elle tutulur örneği olmuştur. "Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatacağız ve hak batılı yok edecektir. (Allah'a karşı) nitelendirdiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi-18) "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah'a ve Resulüne icabet edin." (Enfal Suresi-24)

Bu rejimler için söylediklerimiz yeni şeyler değil. Çünkü bu Kur'an-ı Kerim'in beyanıdır. Bu sözlerle Peygamberimiz (saa) kendi zamanındaki kralları ve hükümdarları İslam'a çağırmıştır.

Peygamber (s.a.a) tarafından gönderilen ilk elçi Amr b. Ümeyye el-Zumeyr ismindeki birisiydi. Bu elçi, Habeşistan kralı Necaşi'ye İslam'a davet yazısıyla gönderilmişti. Necaşi, Peygamber'in (s.a.a) yazısını aldı, gözünün üstüne koyduktan sonra tahtından inip yere oturdu. İslam'ı kabul ettiğini gösteren şahadet sözlerini söyledi ve hakkın yoluna girdi. Necaşi şöyle diyordu: "Eğer ayağına gide-bilseydim hiç durmam giderdim." Necran halkına gönderdiği yazıda Peygamberimiz (s.a.a) şu sözleri söylemişti: "İbrahim'in, İs-hak'ın ve Yakub'un Allah'ı adına, ben sizi kulla kulluktan, kula ibadetten Allah'a ibadet etmeye çağırıyorum. Sizi kul hükümranlığından Allah hükümranlığına çağırıyorum, eğer karşı olursanız cizye ödersiniz, buna da karşı çıkarsanız o zaman savaştan başka çare yoktur." Heraklis'e gönderilen elçi de Duhayya b. Halife el-Kelbi'ydi; elçinin taşıdığı Peygamberin (s.a.a) mektubunda şanlar yazılıydı: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın elçisi Muhammed’den Rumların kralı Heraklis'e. Hidayet erenlere i sun... Ben seni İslam'a çağırıyorum, Müslüman olursan erersin. Allah'tan sâna iki defa sevap kazanma imkanı var. karşı gelirsen bütün halkının günahını sen çekeceksin."

Peygamber tarafından gönderilen bir başka elçi de kisra’ya gönderilen Abdullah b. Huzeyfe Selimiydi; ancak Kisra, peygamberin'in kendisine göndermiş olduğu mektubunu yırttı. Peygamberimiz bu olayı duyunca şu sözleri söyledi: "Allah da onun mülkünü parçalasın!" Ve gerçekten kısa bir süre sonra Allah Peygamberin (S) duasını kabul etmiş ve Kisra, oğlu Şireveyh tarafından öldürülüp mülkü ve imparatorluğu parçalanmıştı. Peki bu anlatılanların zamanımızdaki liderlerle nasıl bir ilişkisi olabilir. Böyle bir benzetme yapmadan önce onların Müslüman olduğunu göz önünde bulundurmak gerek. Ama bir kişinin Müslüman olman için bazı şartlara haiz olması gerekmiyor mu? Her Müslüman diyenin Müslümanlığı, bu dinin prensiplerine uymasa da kabul edilebilir mi? Bunlardan en önemlisi de, kulun kula kul olmamasıdır. Kulluk yalnız Allah'a yapılır. İkinci şart da, bütün sorunların Allah'ın hükümlerinin sınırları içerisinde çözüm bulmasıdır. "İnandığın Rabbe ant olsun ki aralarındaki sorunu senin hükmettiğin şekilde çözmezlerse tam inanmış sayılmazlar." (Nisa/651 Müslüman olmanın şartlarından biri de, müminler dururken gidip Allah'a inanmayanlara dost, yardımcı ve müttefik olmamalarıdır. "Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler." (Al-i İmran-28)

Diğer şart da, mü'minlerin kendi aralarında şefkatli, kafirlere karşı ise şiddetli olmalarıdır. Ayrıca hükmettikleri yerde hidayete ve salaha çalışmalı; fesat ve dalaleti bertaraf etmeleridir. Aynı zamanda üzerlerinde hüküm sahibi oldukları insanların, namus mal ve dinlerine sahip çıkmalı ve İslam topraklarının bir karışını bile gözden çıkarmamalıdırlar. "Kendi topraklarında saldırıya uğrayanlar her zaman kaybederler." Bundan dolayı Müslüman liderlerden her biri, halkını ve İslam'ı savunmak için her zaman güçlü ve hazırlıklı olmalıdır. Toplumu fesat ve fuhuştan korumalı; islam ve Allah düşmanlarıyla zillet yüklü antlaşmalar imzala-mamalıdırlar. Buraya kadar özetleyerek açıkladığınız şartlar, Müslüman olmanın gereklerinden sadece bir parçayı oluşturmaktadır. Sormak gerekirse, söz konusu ettiğimiz bu birkaç hususiyetten hangisi islam aleminin bugünkü liderlerinde bulunuyor.

Kuşkusuz sorunun en büyüğü, söz konusu liderlerin emperyalist güçlere bağlılığı ve onların etkisi altında bulunan bölgelerde hüküm sürmeleridir. Bu bağımlılık öyle güçlüdür ki, kendi kimliklerini kazanmadan bundan kurtulmaları tamamen imkansız hale gelmiştir. Öyle ki, çıkarlar her zaman süper güçlerin menfaatine göre şekillenmiştir. Ancak bizim kanımıza göre, bir müslümanın ilahi davası her türlü çıkardan üstün olmalıdır. Bizim davamız kültürel, ideolojik ve fikri yönden mücadele etmemizi gerektiriyor. İslam alemi Batıya olan bağımlılığından kurtulup, bugün uygulanan seviyesiz ve tamamen insanlığın aleyhine olan bu rejimlerin yerine İslam'ı uygulasa, ayrıca ekonomik, toplumsal, yasama ve yürütme organlarına İslam'ın hükümlerini hakim kusa ve İslami kardeşlik, duygularını bütün şahsi ve mezhebi düşüncelerin üstünde tutsa öyle bir güç oluşur ki, karşısında hiçbir beşeri güç duramaz. Acaba İslam ülkelerindeki liderler bunun farkında değiller mi? İslami hareket de, bütün bunları amaçlıyor ve gerçekleşmesi için elinden gelen tüm çabalan harcıyor. Bunun karşılığında İslami hareketin gördüğü dışlama politikası ve ödediği bedel çok pahalıdır. Bunun sebebi de, İslam ülkelerinde zillet ve ihanetten başka bir işlevi kabul etmeyen kukla hükümetlerdir. Ayetullah Humeyni'nin, dünyadaki bütün rejimlere karşı İslam'ı tek bir çözüm yolu olarak sunması da bu gerçekleri görmesinden kaynaklanıyor.



Gönlümüz bütün bu çabaların ortaklaşa yürütülmesini, maddiyatın iğrenç batağına batmış, gerçek kimliğini ve insani değerlerini kaybetmiş bir dünyada ekolüne karşı olmakta ittifak eden bütün rejim, hareket, lider ve düşünürlerin ilahi ve şer'i görevlerini yerine getirebilmesi için birleşmelerini arzu eder... Ama şairin dediği gibi: "İnsan her istediğine eremiyor." Bazen gemilerin istediği gibi rüzgarlar esmez. Düşünürlerle hükümetler; rejimlerle hareketler arasında öyle büyük bir boşluk meydana geldi ki, hükümetlerin işi düşünürleri takip etmek ve düşünürlerin işi de hükümetleri zayıflatmak oldu. Böylece bütün emekler ve Müslümanların sahip olduğu potansiyel boşa gidiyor. Ama güçler birleşse, şer.'î görevimiz olan dünyayı hidayete ve İslam'a çağırmakta büyük mesafeler alırdık. Kuşkusuz bundan daha büyük problem de, rejimler ve İslami hareketler arasındaki çekişmelerdir. Bu kısır çekişmenin, İslamî hareketin saflarına sızması Müslümanların başındaki en büyük belalardan biridir. Değişik düşünce savunucuları ve hareketler içindeki bölünmelerde, bunların her biri temel görevini unutup karşı tarafı suçlamak ve yalanlamaktadır. Toplumdaki görevlerini, yani toplumu doğruya yönlendirme ve İslamî değerleri toplumda doğru şekilde yerleştirme gibi önemli bir vazifeyi bir kenara bırakıp kısır çekişmelerle uğraşmak onları yapıcılıktan, yıkıcılığa itmiştir. İslam'ı bilmeyen kesimlere bu dini öğretmek gerekiyor. Bugüne kadar süren şeytanî desiselerle İslam'dan koparılanların yeniden kazanılması, temel hedeflerden biridir. Bütün bu önemli hedefler, bu kısır çekişmelerin arasında kaybolup gitti. Bu çekişmeler öyle bir safhaya vardı ki, hareketten ayrılan herhangi bir kesimin öbür kesimi yalancılık ve hatta küfürle suçlaması kaçınılmaz oldu. Böyle olanlar Allah'tan ve kendilerinden utana bilseler ve yaptıklarının ne kadar büyük yanlış ve cürüm olduğunu zaman geçmeden anlayıp "mü'minlerin hepsi kardeştir" ilkesini hatırlayıp aralarındaki ilişkilerde şefkatin hakim olması 'gerektiğini ve bu sert tavırların aralarında değil de kafirlere karşı takınılması gereken bir tavır olduğunu kavrayabilseler, bütün bu problemler son bulur. Müslümanın kam, malı ve namusu başka müslümana haramdır. Bu hükmün ışığında bu prensip, hiçbir bahaneyle ortadan kaldırılamaz. Felaketlerin en büyüğü de, bu kesimlerin her birinin sadece kendisinin doğru olduğuna ve karşı tarafın tamamıyla yanlış olduğuna inanmasıdır. Halbuki tarih boyunca İslam herkesi kucaklamıştır. İslam'ın hüküm sürdüğü sınırlar içerisinde yaşayan Yahudi, Hıristiyan ve buna benzer din mensupları bile bu koruma altına alınmışlardır. Bu durumda olanların, İslamî hareket alanları ne kadar büyürse büyüsün İslamî sorumluluklarını yerine getirmeleri imkansızdır. Bu sorumluluklarını, ancak Müslüman olmanın getirdiği mesuliyet sınırlarının bilincine varmaları halinde gerçekleştirebilirler. Bundan dolayıdır ki, hepimizin güçlerinin bir araya gelmesi ve aramızdaki, yapay ideolojik ve fikri engelleri kaldıracak bir İslami birlik projesini gerçekleştirme gayretinde olmamız gerekiyor. Bu konuda Dr. Mani el-Cuhani'nin, Uluslararası Altıncı İslam Gençlik Konferansına "Müslüman Olmayanlara İslam" adı altında sunduğu tebliğ bu düşünceleri kapsıyor. Bu konferansa katılan İslamî hareketlere ve kuruluşlara şunu öneriyorum: "İslam'ı dünyaya tanıtma yöntemi" adı altında uluslararası bir konferans düzenlenmelidir. Bu konferansa katılan diğer şahsiyet ve uzmanların görüşlerinden yararlanıp, -bu konunun bilimsel yönden incelenebilmesi için İslami kuruluşların Müslüman olmayanlara karşı uygulanan bir yöntemleri varsa konferans öncesi raporlar halinde sunulmalıdır. Bu konferans istenilen bir seviyede hazırlanırsa, bütün dünya insanlığı için önemli bir adım atılmış olur. Ayrıca bu sahadaki düşünceler yeterince duyurulabilirse ve insanların duyması sağlanabilirse, İslami hareketlerin hidayete muhtaç dünya halklarına karşı olan görevi kısmen de olsa ifa edilmiş olur. Ayrıca Müslümanların kendi tebliğlerini ulaştırabilmeleri için gerekli zemin oluşturulacaktır...

Gayri Müslim olanları İslam'a davet ederken, bilhassa değişik, ideolojilerin hüsranla sonuçlanmasını görenler ve hiçbir şeye inanmayanlara karşı çok dikkatli ve dirayetli hareket etmemiz gerekiyor. Gerçekçi, şefkatli yaklaşım ve davranışlarda önem sırasına riayet etmemiz zaruridir. Yoksa umduğumuzun aksine daha ters tepkilerle karşılaşabiliriz. "Allah yoluna iyilik ve hikmetle çağır. Daha üstün değerlerle tartışmanı sürdür." (Nahl-17) Peygamber'in (s.a.a) şu hadisi de olayı doğruluyor: "İnsanlara anlayış derecelerine göre hitap etmemiz emredildi." Halkları İslam'a çağıranların şu gerçekleri idrak etmeleri gerekiyor:



  1. Bu halkların İslam'a karşı kötü bir ön yargıya sahip olmaları mümkündür.

  2. Bu halklardan, özellikle komünizm cehenneminden kurtulanlar şu anda hayat standartlarını yükseltmeye çalışmaktadırlar. Bundan dolayı politik ve ideolojik tartışmalara girmeleri için yeterince zamanlan ve tahammülleri yoktur.

  3. Bu halkların her şeyden önce biraz rahatlığa ve sükunete ihtiyaçları vardır. Çünkü yetmiş yılı aşkın süredir maddi düşünce tuzaklarından yılmış ve Allah'la, dinle olan bağları tâmamiyle kopmuştur.

  4. Bu halkları kendimize ve İslam'a yaklaştırmamız salt ideolojik düşünce ve süslü sözlerle olmaz. Onların ruhuna hitab etmekle birlikte, aynı zamanda davranışlarımız (İslam'ı yansıtan hal ve tavırlarımız) ve sözden önce pratiğimiz çok önemlidir. İslam tarihi boyunca halkların ve ülkelerin bu dine yönelmesi, Müslümanların söyledikleri gibi davranmalarıyla mümkün olabilmiştir. Peygamber efendimiz (s.a.a) bu konuyla ilgili bir hadisinde
    şöyle buyuruyorlar: "İman ummakla değildir; iman, kalbe yerleşen ve amelle tasdik edilendir." İmam Ali (a.s) ise bu konuda şöyle diyor: "Kendisini başkalarına imam olarak sunanlar ve başkalarına anlatmaya çalışan; başkasına öğretmeden önce kendisi imanın gerçeklerini öğrensin, hal ve tavırlarıyla yol göstersin." İnsanın önce kendisinin öğrenmesi ve daha sonra bununla amel etmesi, amel etmediği halde başkasına öğretmeye kalkışmasın
    dan daha iyidir.

  5. Bu halklara karşı yeniden ideolojik savaş başlayacaktır. Bu yüzden bu ideolojik savaşta yalnız olmadığımızı ve yalnız bırakılmayacağımızı iyi bilmemiz gerekmektedir.

Radikal ve komünist partiler veya cemiyetler (Gorbaçov'un öncülüğünde) tekrar bu halklara yakınlaşmayı deneyecektir. Aynı zamanda sağcı liberal partiler de zafer kazanmışçasına duruma hakim olma çabasında olacaklardır. Bana göre bu halklar birçok düşünce akımının çatışma arenası haline gelecektir. Bunca zorluğa karşı yine de bu halkları İslam'a çağırma ve hidayete erdirme şansı, öbür düşüncelerden daha kuvvetli görünüyor. Çünkü bu çağrının özünde fıtrat ve yaratılıştan doğan istek yatıyor. Sade, tabu ve yapmacık tavırlardan tamamen uzak ve bütün karşı koymalara rağmen Allah'ın inayetiyle asırlardır süregelmiş bu ilahi tebliğ, bundan sonra da insanlığın kurtuluşu için tek bir alternatif olmaya devam edecektir. "Bu zikri biz indirdik ve biz onu koruyacağız." (Hacr-9)

Hiç kuşkusuz İslamî düşünceyi temsil eden birçok hareket vardır ve bunların bu ilahî risaleti ifa etmek için kitab, dergi ve diğer kitle haberleşme araçlarıyla gayret gösterdikleri ortadadır. Ancak yukarıda değindiğimiz faktörleri göz önünde bulundurarak bu tebliğin sürdürülmesi Müslümanların çalışmalarının daha da verimli olmasını sağlayacaktır. Öte yandan İslam'ın mesajından nasibini almamış halkları İslam'a davet ederken, yaşadıkları psikolojik durumun basanda önemli bir etken olduğunu unutmamak gerekir. Müslümanların imandan kaynaklanan ruh hali içerisinde olması onları İslam'a yakınlaştıracak ve onların ilgisini çekecektir. Pratiğimizin onların kalelerini bu tebliğe hazırlayacağının bilincinde olarak, onlara yönelik yayınlarımızı da bu esasa göre seçmemiz kaçınılmazdır. Başlangıçta şu konulara önem vermemiz gerekiyor:

-İslamî anlayışa göre Allah

-Allah'a olan inancın insan hayatındaki etkileri

-İslamî düşünce (Özellikleri ve sıfatlan)

-İslam neden tek ve gerçek çözüm

Gayri Müslim halkların İslamlaştırılmasında birçok yol ve yön^ tem vardır. Biz sadece bir kaçını anlatmakla yetinelim:


  1. İslamlaştırılması istenilen halkların ülkelerinde kültür merkezleri açıp, hedefli ve sistemli şekilde konferans ve münazaralar yapılmalıdır.

  2. Kaliteli ve İslamî sıfatlara haiz, çağdaş düşünceli, ahlakî yönden ilgi çekici hocaların idaresinde İslam enstitüleri açılmalıdır.

3)Görmeye ve işitmeye dayanan araçlarla İslam'ı tanıtacak çağdaş sanat eserlerini sunmalı, hatta radyo ve televizyon istasyonları kurma veya kiralamanın yollarını araştırmalı.

4) Söz konusu hedefler doğrultusunda, periyodik olarak din adamlarının bu ülkeleri ziyaret etmeleri teşvik edilmeli; buralarda paneller ve konferanslar düzenlemeleri için imkan sağlanmak.



  1. Söz konusu ülkelerde İslam'ı tanıtacak kitap fuarları düzenlemek ve çağdaş şekilde süregelen bozuk düzene karşı ilahî çözümleri sunmak.

  2. Mevcut olan kilise, kurum ve kuruluşlarla iyi diyalog kurup gerçekleri gün ışığına çıkarmak.

  3. Dinsizliğin ve batı kültürünün ortaya çıkardığı hastalık ve buhranların üstüne parmak basmak ve bu kültürün, hem yarım,
    hem de bugünü nasıl güvenceden yoksun bıraktığını, sağlam istatistik! bilgilerle ortaya koymak. Bu istatistik bilgilerden birkaç örnek verelim:

l- On milyon Amerikalı stresten dolayı bunalım içerisindedir.

2- Amerikalıların %20'si akıl hastasıdır.

3- Gayri meşru doğumlar toplam doğumların %15'ini oluşturuyor.

4-Her üç doğuma karşı bir kürtaj yapılıyor.

5-Boşanma oranı %16.
6- Beş milyon Amerikalı tecavüze uğramıştır.

7- Amerikalıların %7*si alkoliktir ve uyuşturucu bağımlısıdır.

8- Cinayet oranı %30, hırsızlık %56, silahlı saldırı%79, diğer değişik saldırı olayları
%99'dur.

9- Lise öğrencilerinin %80'i uyuşturucu kullanmaktadır ve bir yıl içinde 26.000 kişi intihar etmiştir. Bütün bu olayları bir sonuç olarak göstermeli ve tek çözümün Allah'a yönelmekte


olduğunu anlatıp kurtuluş yolunu hatırlatmalıyız. "Doğru din budur, ama bir çoğunuz bilmiyor."

Makalemin sonunda, İran İslam cumhuriyeti'ndeki kardeşlere teşekkür etmeyi bir borç bildiğimi vurgulamak isterim. Uluslararası İslamî konferanslar tertipledikleri için Allah onlardan razı olsun. Ayrıca Allah'tan dileğim İmam Humeyni'nin (R.a) hayatının son anına kadar uğrunda çalıştığı İslam birliğinin bir an önce tahakkuk etmesi ve bütün İslami güçlerin tek çatı altında toplanıp güçlerini İslam'ın yücelmesi ve ilahî görevlerini ifa etmeleri yolunda seferber etmeleri dileğiyle.

Kelim Sıddıki, İngiltere

Politik tartışmaların ve diyalogların yeni dili İmam Ruhullah Müsavi Humeyni'nin etkisinde ve liderliğinde ortaya çıkmıştır. Ümmeti (bölgesel siyasi toplulukları) harekete geçiren İslam'ın siyasi değeri İran İslam Cumhuriyeti tarafından yeniden canlandı, zindelik buldu. Biz, "İslam Enstitüsü" olarak dünya Müslüman topluluğunun siyasi anlayışındaki bu büyük değişime yardımcı olmak için yorulmaksızın çalışıyoruz. Son haftalarda Cezayir'in kaynama noktasına yaklaştığı gözleniyor. Cezayir'deki mevcut rejim, Şeyh Abbas Medeni ve arkadaşlarını tutuklayarak İslami hareketi bastırmaya çabalıyor. Şimdi bu arada Cezayir'deki: için şunu not etmemiz gerekir, orası da bu yüzyıldaki diğer hareketlerin müptela olduğu hastalıktan ızdırap çekmektedir. Bu illet, siyasi parti yapısıdır. Halbuki İslamî devrim mevcut rejimi yok etmek için açık harekete ihtiyaç duyar. Sömürge yönetimini ye ulusal devleti yıkma ve silahlı kuvvetlerin nötralizasyonu, İslamî devletin ortaya çıkışının zaruri şartlandır. İslami devrimin cerrahi müdahalesi bütün kötü dokuları (bulaşıcı) ikinci bir sirayeti yok etmek için tamamıyla ortadan kaldırmalı ve kesip atmalıdır.



Geçtiğimiz yıl boyunca, bizler tekrar batının İslam'a ve Müslümanlara olan açık düşmanlığına şahit olduk. Körfez savaşı bir diğer haçlı seferinin küçük bir parçasıydı. Batının yenilmezlik propagandası ve yenidünya düzeni oluşturma iddiaları bütünüyle saçma veya iyi niyetle gerçekleşmeyecek bir düşüncedir. Körfez savaşı hepimizin bildiği şeyleri sadece onayladı. Bunlar şöyle özetlenebilir;

  1. Bütün Müslüman ve Arap ulusal-devletleri batının bölgesel ve global isteklerine hizmet ediyor. Körfez savaşından önce buna zıt ülke yoktu, şimdi de yok.

  2. Batı, emperyalist hedeflerini elde etmek için Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki diğer insanlara yaptığı gibi sayısız müslümanı öldürebilir.

  3. Sovyetler Birliği de İslam'a ve Müslümanlara karşı olan diğer batılı müttefiklere tamamen üye.

  4. Birleşmiş Milletler hiçbir şey yapmıyor ve daima batının oyuncağı durumunda.

Bundan başka, körfez savaşının ilahi bir hikmeti vardı. Bu, gerçi büsbütün yeni olmasa da, her şeye rağmen önemli. Körfez savaşı bir şeyi daha açıklıyordu; belki bu, zapt edilemez batının yumuşak bir başka hamileliğiydi (ya da şişkin karnıydı) denebilir ve bu "Vietnam Sendromu" diye adlandırılır. Bu kalıp Amerika devlet başkanının dudakları arasından birçok kez çıktı ve "Fars körfezi bir başka Vietnam olmayacak" diyordu sıkça. Pek tabii ki Vietnam'ın kendisi Fars körfezinden çok uzaklarda; peki George Bush ne demek istiyordu? Şu açıktı: O, Amerika'nın Saddam Hüseyin'in Irak'ı tarafından hezimete uğratılacağını söylemek istemiyordu. Zaten öyle bir ihtimal de yoktu. Amerika ve batılı müttefikleri Sa4dam Hüseyin'in İslami İran'la 8 yıllık uzun savaşını desteklemiş, arka, çıkmış, finanse etmiş, planlamışlardı ve Saddam Hüseyin'in savaş kabiliyetini biliyorlardı. Ondan gelecek bir tehlike yoktu. Öyleyse Vietnam Fars körfezinin neresindeydi? George Bush bir başka Vietnam olmayacak' dediğinde açıkça İran'ı kastediyordu; Amerika ve batılı müttefiklerin İran'ı savaşmak için zorlamayacaklarını söylemek istiyordu. Bu olayda 750.000 bölük oldukça fazla kara, hava ve deniz kuvvetleri yerleştirilmiş olmasına rağmen, batılı liderler uçaklarından bir tanesinin bile kazaende olsa İran’ın üzerinden geçmeyeceklerinden emindiler. Batılı hava korvetleri İran hava sahasına kaçan Irak uçaklarını takip etmeyeceklerdi. Belki de Saddam Hüseyin, İran hava sahasını kendi uçaklarına güvenilir bir bölge gibi kullandırmasıyla batıya İran’ı bombalatmayı umuyordu. Fakat batı bu zorlamayı dışladı. Peki batı neden korkuyordu? Tabii ki, İran hava gücü veya İran'ın uçağa karşı olan hava gücü kapasitesinden değil. İran bu değerlerin çok azına sahipti. Batı bugün için İran olan İslam'ın gücünden korkuyordu. Eğer onlar İran'a girmeye cüret etselerdi, burası onların Vietnam’dan ve Waterloo'lan olacaktı. İmam Humeyni Irak'la olan savaşı 8 yıl uzatmakla batılı ve diğer saldırgan güçlere şu mesajı veriyordu; eğer bunlar İslam Cumhuriyeti'ne saldıracak kadar ahmakça bir şey yapacak olurlarsa İran onların mezarlıkları olacaktı. Batı şimdi zayıf düşmanına karşı kısa, keskin teknolojik savaşı seviyor. İran'ın Müslüman askerleriyle yapılan bütün anlaşmalar çok uzun sürecek el-ele bir savaş olacaktır. Böyle bir savaşta Amerika'nın, çıplak kız arkadaşlarının fotoğraflarını sıkıca tutan askerleri İslam'ın Kur'an'a sarılan ve şehit olmaya çabalayan askerlerine benzemeyecektir.

İmam, Haziran 1989'da vefatından 6 aydan daha kısa bir süre önce, dünyevi medeniyetin yükselmesi için diğer bir gelişme sunmuştu. Sovyet lideri Gorbaçov'a mektubunda komünizmin çökeceğini önceden söylemişti. Aynı yıl içinde o engin komünist imparatorluk ambalaj kâğıdı gibi çöktü, dağıldı. İmam, Gorbaçov'u yegâne çözüm olan İslam'ı araştırmaya davet etmişti. O aynı zamanda Sovyet ilim adamlarını Kum'da çalışmalar yapmaya da çağırmıştı. Bu, yaşayan herkes için İslam'ın büyük delilinin bir parçasının tamamlanmasıydı.

İmam'ın eleştirileri komünizme karşı olan sosyal demokrasi ve kapitalizme de eşit olarak uygulanmasıdır. Komünizm çöktü, çünkü o, devletin kapitalist rolü üstlendiği kapitalizmin en son şekliydi. Sosyal demokrasi kisvesi altında geliştirilen şirket kapitalizmi de, komünizmin Sovyetler Birliğinde, Doğu Avrupa ve Çin'deki akibeti gibi, tamamıyla verimsiz, savurgandır ve moral olarak iflas etmiştir. Gerçekten de İngiltere, Fransa ve Almanya gibi demokratik hükümetler ekonomilerinde Sovyetler Birliği'nin vardığından daha çok halka ait sektörler oluşturmuşlardır. Komünizmin çökmesini sağlamış öncü faktörler, kapitalist demokratik sistemler diye adlandırdıklarımızda da mevcuttur. Batının askeri yönden kendini beğenmişliği, çekirdeğindeki boşluğu saklama niyetindedir. Ama kapitalizm direği, eminim ki komünizmde olduğu gibi çökecektir. Batı bunu biliyor. Batının tarihi anlayışının derinliklerinde, İslam medeniyetinin dünyanın en etkin medeniyeti olarak batının yerine geçeceği kayıtlı. İşte bu bilgi batıyı İslam'a, İslam dünyasına ve dünya Müslümanlarına zarar vermek için çabalamaya zorluyor. Tabii bunun, onların İslam'ın elindeki kaçınılmaz afet ve rezil olmalarını sadece geciktirmeyi sağlayacağını bildikleri halde. İşte bu yüzden batılı entelektüel gelenek İslam'ın mesajını çarpıtmak ve bozmaya çabalamak için insanlık dışı, doğru olmayan oldukça ağır girişimlerde bulunuyor. Yine bundan dolayıdır ki batının her yerinde ve her gün İslam'a ve Müslümanlara karşı oldukça aşağılık yazılar ve konuşmalar yapılıyor.

'Şeytan Ayetleri' yazan, sarf ettiği cümlelerinde ölüme mahkumdur. İmam'ın adaleti yanlışsızdı. O, 'Şeytan Ayetleri'ni İslam'a ve İslam Peygamberi'ne açık bir suikastın parçası olarak gördü. Şimdi de A.N. Nilson hayali düşünce türü olan Hz. İsa (AS)'ın oldukça tehlikeli biyografisinin üretimini uygulamış bulunuyor. Eğer bunlar yollarında durdurulmazsa, Selman Rüşti belki de İslam Peygamberi'nin küçük bir edebi biyografisini yazıyor olacak. İngiliz hükümet bakanlığı 'Şeytan Ayetleri'ne benzer kitabın hiçbir şekilde yazılamayacağını henüz kabul etmiş bulunuyorlar. İyi. Bunu kendi hatırlan için yaptıklarını umuyoruz, fakat kimse Rüşti'nin kaderini (Ölüm fermanını) unutmayacak.

Fakat İmam'ın fetvası bundan daha fazlasını yaptı. Batının makyajının temel bir parçası olan İslam'a karşı yerleşik ve kaldırılması zor kin ve nefret yüzlerini ortaya çıkardı. Fetva, açıkça batının İslam'a olan gizli kalmış kinini alevlendirdi. Onlar bizi barbarlar diye adlandırdılar, fakat onların öfke ve umutsuzluklarının hararet ve şiddetlerinde batılı hükümetler, elitler, entelektüeller, basın ve edebiyatçılar, geçmişleri, şimdiki halleri ve gelecekteki niyetlerinin hepsini görecekler. Britanya'da yaşayan Müslümanlar bu dehşetli manzaranın kıyısındalar. Biz bu dramada her halde kahramanız, kötü adamlarız ve şiddet uygulayanlarız.

İmam Humeyni'nin en büyük başarısı, İslam'ın kendi orijinal devrimci istekleri ve amaçlarım yeniden güzelleştirmesiydi. Sömürgeciliğin zayıflatıcı etkisi, milliyetçilik ve batı siyasi kültürü en azından İran'dan kovuldu. Son İmam, Şii ve Sünni okulların siyasi düşüncelerinin birleşmesine birbirlerine yaklaşmasına sebep oldu. İslami devrimlerin devrimci programı bütün İslam dünyasını batılılaşma hastalığından kurtaracaktır. İslam şimdi tarihi şiddetli bir şekilde değişmeye zorluyor. Batı suya batmış emperyalist mirasını ve sömürgeci statü kosunu korumak üzere savunmada bulunuyor. Bu miras dünya çapında kapitalist sistemler tarafından pekiştiriliyor ve "sosyal demokrasi", Fukayama'nın "tarih'in sonu mu?" ve "yeni dünya düzeni" gibi sloganlarıyla meşrulaştırıyor. Yeni zuhur eden İslam medeniyetiyle, batmış ve çökmüş batı medeniyeti arasındaki savaş 21. yüzyılın ortalarında olacak.

Şu bir gerçek ki, her şeye rağmen Müslümanlar Batı'yı anlayışlarını geliştirmeleri gerekir. Batı medeniyetinin yüksek değeri batılı adamın yaşam standardıdır. Uzay çağının teknolojik şüpheleri ve modern silahların korku veren gücünü de içeren biçimde, insan yapımı müthiş faydalan bir araya getiren kompleks bir medeniyettir aynı zamanda bu batı medeniyeti. Bu, modern ulusal devletlerin karmaşık insan örgütlerini (organizasyonlarını) ve çokulusluların işletme dirayetini ve kazancını üretmiştir. Batı medeniyetinin perisi, eşit olmayan bir yapı içerisinde herkesin eşit olduğunu söylüyor. 'Ulusal devletlerin müthiş eşitliği' diye adlandırdıkları şey buna örnektir. Fakirlere yapılan yardım sadece zenginlerin yüksek fiyatlarla ihracat yapmalarını sağlıyor. Bu bütünüyle fakiri fakir, zengini zengin ediyor. Koruma zayıfa doğru genişletildiğinde, bu, zayıfın zayıflığını alt etmeye çabalamasından korumak içindir. Demokratik oligarşi, rakip partiler olarak organize olmuş bazı insanların ellerindeki kaynakların yönetimi ve gücün kullanımının kısıtlandığını ortaya çıkardı. Verilen eğitim, ferdi öncelikle güvensiz, endişeli yapıyor; daha sonra kız ya da erkek kontrollü sistemlerle benlik, bencillik duygularının elde edilmesi için donanıyor. En son olarak, ticari geleneğe serbestlik ve rekabet değerleri veriliyor. Bu, toplu harcamalara, tüketime' liderlik eden tamahkar, açgözlü enstitüleşmiş kültürü ortaya çıkardı. Ekonomik teori tarafından kar maksimizasyonu çekici kılınıyor, fakat ücret artışı moral bozucu. Şirketler fiyatların artışım sağlamak için ürettiklerini ayarlıyorlar, fakat işverenler işçiyi tutmak zorunda değiller veya onlar daima karışıklık çıkarıyorlar. Kadın evde, caddede dünya eğlence merkezlerinde işyerinde seks konusu olmak zorunda, fakat hap almayı unutmuyorlar veya dünyaya istenmeyen çocuklar getirecek kadar da sorumsuz oldular. Batı şimdi, seksüel açgözlü medeniyetin ihtiyaçlarının buluştuğu başarılı boş bir endüstriye sahip aynı zamanda; ürettikleri hizmeti ve mallan bir çok insanla paylaşmak istemiyorlar Fakir fakirdir, çünkü çok çocuğu vardır, bu bir darb-ı mesel oldu. Bir başkası da "çok fazla fakir var, çünkü onlar bir fere gibi doğuruyorlar" diyor.

Batı medeniyeti sadece batının ilgisine hizmet eden gelişmelere inanır. Dünyanın büyük çoğunluğu batı haklarını süper teknolojik ve örgütsel yetenekleri için mükafat olarak çekip ayırırken onları yakaladıklarını konuşuyor. Batının gerçekliği fakirin fakir olarak korunmasını sağlıyor veya onları fakirleştiriyor. Bu birçok batılının kendisi tarafından geniş çaplı kabul görmüştür.

Sol ve üçüncü dünya lobileri, kendi çıkarına kullanma, sömürgecilik ve emperyalizmi konu alan güzel edebi anlaşma üretiyorlar. Fakat sol ve liberaller, istenilen savaş, Hıristiyan yardımı ve üçüncü dünya vakfı gibi kozmetik şeyler üretenler, sadece kurbanları için hak etmedikleri koruyucu batı imajı vermekte başarısız ve etkisizler. Onlar, kendileri felaketin parçalarıyken alametlerin kenarında çalışıyorlar.

Dikkate alınması zorunlu durum ve sadece İslam'ın çözebileceği şey, batı medeniyetinin gerçekten de bir musibet ve salgın hastalık olduğu. O hiçbir zaman bir medeniyet değildir. O bir felakettir. Batı bugün değer olarak cahiliyeden farklı değildir, (ilkel vahşi topluluklardan ve bilgisizlikten), ki bu Arabistan'da yaygındı ve peygamber Muhammed (s.a.a.) zamanında dünyanın çoğu bu durumdaydı. Cahiliye, kendisine medeniyet diyordu. Kendi değerlerine sahipti, o da kendisinin bilgi merkeziydi ve kendi çocuklarına eğitim veriyordu. Ticari ilişkilerinde güçlü ve zengin bir kültürü vardı. Mekke insanları şiirde ve misafirperverlikte şöhret kazanmışlar ve sanatın diğer kollarında orada ve her yerde muvaffak olmuşlardı. Cahiliyenin de kendi tanrılarına vardı.

Burada İslam'ın tesisi, değişimin aracı ve toptan değişimin gerçeği olarak geldi. İslam manastırda inzivaya çekilmiş bir peygambere vahyedilmedi. İlahi vahiy İslam'ın bir parçasının şekliydi ve gerçek Kur'an'ın kelimelerinden oluşmuştu. İslam'ın kalan kısmı Peygamber'in (s.a.a) uyguladığı değişim metodu ve yine onun liderlik ettiği İslami harekettir. Bu, Resul'ün hayatı diye bilinir (siret) ve sünneti (Peygamberin söylediği yaptığı, yapılmasına sebep olduğu, emrettiği, izin verdiği her şey) Peygamber'in liderliğindeki İslami hareketin içerdiği her şeyi İslam'a ait olarak kabul ederlerdi. Kur'an Müslümanları, sahip oldukları bütün değerlere İslami hareketin savaşına Allah-taraftarları olarak katılımına, kesin kararlılıkla bağlanmaya çağırır. Kurulu düzenin toptan yıkılmasına sebep olmak İslam'ın doğasındadır. İslam'ın ana amacıdır. İslam var olan bütün ilişkileri, yeni ilişkilerin kurulması için değiştirir; fakat diğer ideolojilerin yüzeyde kalan, sadece değişim için değişim veya sınıfların haklan için veya emperyalist güçler için sosyal değişim gibi değil. İslam sabit değerler önerir. Bütün değişim çok iyi tanımlanmış ve genelde bilinen sabit değerler çerçevesinde oluşur. Bu sabit değerler kümesi İslam'ın inanç sistemidir. Bu inançlar temel (sınır) durumlardır, parametreler değişimi organize ederler. İslam'ın temel değerleri değişimin amacına, metoduna ve işleyişine rehberlik ve kontrol ederler. İslam tarafından kurulmuş yeni sosyal ilişkiler kendi içinde dinamik, esnek ve verilen parametreler dahilinde bilgi ve tecrübeye dayalı olarak insanın şahsiyetinin gelişmesini sağlar niteliktedir. Değişim için örgütlenmenin en son amacı İslami devletin kurulmasıdır. Bu bir kazai durum değildir. Nitekim tarihteki İslami devletler böyle kurulmuştur. Bunun en büyük örneği Allah'ın peygamberi Muhammed (s.a.a)'in bizzat kendisidir.

Açıkça anlaşılması gereken bir nokta şu ki; İslami devlet ve İslami hareket bir bütünün parçalandır; İslam, İslami devletsiz tamamlanmamış bir durumdur. Bu bir manada şudur: İslami devleti kurma amacındaki İslami hareketin mücadelesi, uğraşısı her Müslüman için en önemli peygamber sünneti; İslami harekete katılımı ise farz-ı ayrıdır. Öyle ki, Kur'an ve peygamber Hz. Muhammed'in sünneti İslam'ın sabit değerleridir. İslami devlet ve İslami hareket, değişken değerleri (vaziables) dinamikleştirir, büyütür, geliştirir, değiştirir ve kemale erdirir. Bu sabit değerlerin yegane bileşimi dinamik faktörlerin ve İslam'ı çok esnek ve değişime çok etkili bir unsur yapmıştır. Şöyle ki, onun dinamik kanadında İslami hareket, geri çekilme, umutsuzluk ve hatta yenilginin olabilirliğini kabul eder. Bu, peygamber Hz. Muhammed (s.a.a)'in yaşamındaki olaylar ve hadiselerin birçoğunda görülmüştür. Olabilir, hatta, İslami devlet düşman saldırısıyla yenilir ve parçalanır. İslami devlet İslam'ın standartlarından sapabilir; tabii bu durumda sapmanın iç nedenlerini gidermek veya felaketi tersine çevirmek İslamî hareketin görevi olur. Şu dikkate alınmalıdır ki devlet İslam'ı yitirilebilir, fakat İslami hareket tümüyle yitirilemez. Çünkü felaketin veya sapmanın ne kadar büyük olduğu dikkate alınmaksızın İslami devletin yeniden oluşturulması için mücadele daima var olacaktır. İslam'ın tüm tarihi Müslümanların orijinal Medine İslam devletinden tedrici sapmaları şeklinde (kendimizi şimdi parselleşmiş ulusal devletler olarak bulduğumuz ana kadar) yazılabilir. Bu ulusal devletler İslami devletlerle hiçbir benzerlik taşımazlar. Bu ulusal devletlerin yöneticileri biz gibi Müslümanlar, ama bizden değildirler. Bunlar, bizim düşman medeniyet tarafından genişçe kuşatıldığımız zaman tarihin bir döneminde ortaya çıktı.

İnsanlığın mutluluğu ve iyiliği için (Kur'an'dan) "Emr bil ma'ruf, nehy ani'l-münker" emri; İslami devletin kurulması, genişletilmesi, savunulması, geliştirilmesi, korunması veya kurulması için Müslümanların mücadelesi İslami hareket diye tanımlanır.

İslami hareketin üç aktif katılımcısı vardır. İlki Allah (c.c.) Teala'nın kendisi, ikincisi İslam Peygamberi ve üçüncü olarak Müslümanların çoğunluğu. Ümmette olduğu gibi Müslümanlarda her birinin bilincinde var olan Allah, bütün Müslümanların kararlarına ve güçlerine aktif yardımlarda bulunur. İslami hareketin en tehlikeli durumlarında O (c.c.), aktif olarak ve doğrudan müdahale eder. Kur'an'daki Fil süresiyle bunu bize hatırlatıyor. Peygamberin doğduğu yılda olan bu olayı, Kabe'yi yıkma amacındaki Mekke'ye yaklaşan fillerden oluşmuş askerlerin o eski olayını veriyor. Allah (c.c.) askerleri uzaklaştırmak için müdahale etti. Nisan 1980'de Amerika'nın yılgın başkanı Amerikan elçilerinin kurtulması için başlattığı operasyonun fiyasko ile sonuçlandığını ülke çapındaki televizyon yayınında bildiriyordu. Bütün dünya Müslümanlar bunu ("süpergüç" rezaletini), yeni kurulmuş İran'daki İslami devletin korunması için Allah'ın doğrudan müdahalesi (yardımı) diye tefsir ettiler. Uçmaya çalışan birçok helikopterin bozulması, komandoların burayı cehenneme dönüştürmek için gelmiş olmalarına rağmen sinir sistemlerinin tahrip olması ve yerde birbirleriyle çarpışmalarını kimse açıklayamaz. Birleşik Devletler insanı aya gönderiyor getiriyor; batının teknolojisi uzaya mekik hazırlıyor; onlar son model makinalar ve silahlar yapabiliyorlar. Fakat inançsız ve vaatsiz sonucu elde edilemeyecek bazı amaçlan vardı. Özel, kullanılamayan kuvvet tamamen kullanışsızdır. Allah Teala'nın aktif katılımı en tehlikeli anlarda olur; yoksa saf rasyonel akla göre korku yaratırdı. Bu Müslümanlar rasyonel mantıkçı değil anlamına gelmez. Bizim inancımız aklımızın ayrılmaz bir parçasıdır (gereğidir). İslami harekete aktif katılımcı plan Allah (c.c.) Teala konusundaki bilgi harekete metafizik bir boyut ve değer veriyor. Fakat bu metafizik boyut bazı taklidi ruhanilik meşguliyeti değildir. Bu fiziksel dünyada gerçek problemlerin çözümü için ve fiziksel dünyada hedeflerin elde edilmesi için.

Peygamber Muhammed (s.a.a)'in sünneti aynı şekilde sabit değerdir. İslami hareket peygamber Hz. Muhammed'in (saa) elde ettiği ve peşinde koştuğu amaçları kovlamaktadır. Peygamberin uyguladığı metodlar kullanılmalıdır; ya da onlardan derlenenler. Müslüman ümmet, peygamber ve takipçileri tarafından kurulmuş İslami hareketin içindeki ferdi ve toplu davranış ve katılım standartlarına (ferden ve toplu olarak) uymalıdır. Tabii bu, hataya veya başarısızlığa karşı garanti değildir. Bu diğer halden daha çabuk hatayı ortaya çıkarır. Bu durumda başarısızlık, hareketin hedeflerini tamamıyla bırakmasına ikna edecek hayal kırıklığına sebep olamayacaktır. Bu gün de bu konuda problemimiz olmadı, sonra da olmayacak. Tabii ki şekil ve ölçü değişmiş durumda. Bazı belirgin örnekleri almak için; kabilevi ilişkiler milliyetçilik şeklinde evrenselleşti. Kölelik, kapitalizm ve eski komünizmde kurumlaşmış işçiler şeklim aldı. Ahlaksızlık, serbestlik, hümanisttik, rasyonalizm, ferdi özgürlük, secüler (laik) eğitim, bilimselcilik ve demokrasi felsefelerinde hürmete layık ahlak oldu. Fakat nitelik bakımından problemler aynı kaldı. Bu yüzden peygamberin (s.a.a) metodları izlenmelidir. Eğer hakikaten İslami hareket tarafından bugün bu yapılırsa 14. yy. önce elde ettiğimiz harikulade sonuçlara sahip olacağız. Fakat harikulade sonuçlar uzun süreli tahammüllü çabalan izler. Önemli hedeflerin çabalanmasında ara sıra hatalar ve kısmi basanlar vardır. Günümüz İslami hareketi bu konu çerçevesinde medeniyet değişimine yaklaşmak zorundadır.

Sömürü dönemi İslam ve Müslümanlar için tarihsel yapılan temelinden değiştirdi. Sömürge döneminden önce Müslüman medeniyeti yavaş yavaş artan gecikmelere ve toplum düzenine aykırı hareketlerde bulunma döneminde olmasına rağmen, İslam'ın temel orijinal değerleri geri getirilebilirdi. Onların çok sapmış ve bozulmuş formlarında bile İslami sosyal, ekonomik ve siyasi kurumlar, vahiy olmayan alanlarda İslam'ın en eski tarihinden itibaren kendi kimliklerini oluşturmaya giriştiler. Sömürge dönemi, insanların ve geleneklerin korumasına rağmen kurumların yok edilmesine önderlik etti. Kurumların yeni markası oluşturuldu ve bunlar yeni batılı kuralların doğumunu getirdi. Ne post-koloni enstitüleri ve ne de yeni kurallar; her ikisi de İslam tarihinin ana görüşüne uymazlar. Şimdi bizim sahip olduğumuz yeni ulusal devletler, onların kurumlan ve yönetici sınıflar tarihin bir başka âna görüşünün parçaları: Bu görüş batı medeniyetinin, kültürünün, standartlarının ve değerlerinin membaını izliyor/Sadece İran'da İslami hareket emperyalizmin kuru ve verimsiz yüzeyini kesmede başarılı oldu. (Bunu Müslüman toplulukları harekete geçirerek sömürge taraftan rejimi, onların emperyalist üstadlarını ve ulusal devletin kurumlarını yıkarak yapmıştır.)

İslami hareket, inananların genelinin tek vücut olarak katılımı oldukça zayıflatıldı. Bu yüzden İslami hareketin yenilmezliği, öncelikle İran'da açıkça gösterildiği gibi ümmetin bir parçası için bile söz verme, birleşme ve harekete geçmenin kazanılmış olmasıyladır. Modern şartlarda İslami hareketin yenilmezliğinin belirsiz olmayan bu gösterimi esas olmuştur. Çünkü birçok Müslüman, peygamber metodlarının günümüz süper güçleri ve onların teknolojisine karşı başarısının uzun sürmediğine inanmaya başlamışlardır. Süper güçlerin ve onların teknolojisinin sırlan saklı tutuluyor. Müslüman ulusal devletlerdeki sömürge taraftarı rejimlerin hala süper güçleri korumak için çalışıyor olma gerçeği, sadece, bunların emperyalistler tarafından ortaya çıkarılmış ve İslam'da yerlerinin olmadığı noktasını ispat ediyor... Ulusal devletlerde sosyal demokrasi çerçevesinde İslami çözümler araştırmak ve süreli var olan gerçekliği kabul etme günahı dikkate alınmalıdır. Bu günah, cahiliyle taraftarlarına karşı çıkma ihtiyacını ortadan kaldırıyor ve bu duyguyu yok ediyor. İslami harekete liderlik edeceği iddiasında olanlarca bir kere "sömürge sonrası kâbusu" gerçeği istemeyerek de olsa kabul edilir. Onlara kalanlarsa siyasi partileri örgütlemek, seçim münakaşaları yapmak, uzlaşma teklifleri hazırlamak, generalleri, sömürgecileri ve monarşi zenginleri İslam'ı kurmak için ikna edici diğer çalışmalar yapmaktır. Şimdi Pakistan'da günaha teşvik daha da fazla Çünkü Müslüman toplulukları seferber etme ihtiyacını ortadan kaldırıyor. İslami siyaset böylece yeni ve kabul edilebilir ulusal sınırlara düşürülüyor. İslami hareketin global rolü (görevi), dar ulusal ölçüye düşüyor. Aslında onlar için daha uygun olan şey, devleti ulusal asamblenin yazdığı İslam anayasasını yapılması sorunu, İslami devleti kurma amacı yapan idealdir. Bu, ne yazık ki aslında sömürge zamanında işlemeye başlayan ve hala bugün de çalışmaya devam eden İslami partilerin çalışma çerçevesi olmuştur. Onlar bunu kendi muazzam hatalarından öğrenmeyi kabul etmiyorlar.

Eskiden umulduğu gibi ilk uzlaşmalar ulusal İslami hareketlerin ortaya çıkmasına önderlik ettiler. Bu çalışma çerçevesinde, İslami partiler demokrasi adına ümmeti bölmeye çalışanlarla birleşir. Tabii ki bugünlerde ulusal İslami partilerin karşılıklı özel hedefler olanlarım bulmak zor. Ulusal parametrelerde, İslami parti de üst tabakanın, elitlerin hareketi ve çalışması oldu. İslami partinin platformu olan elit sömürgeci üstadlar ve rejimler tarafından bizim İslami geçmişimiz ve İslami bilincimizin üzerine oturulmuş bulunuyor. Bunlar, kuru ve kısır üst sınıf sosyal tabakadandır. Kötülük batının, hatta sonuçta İslam'ın siyasi teorisini temsil ediyor diye çıkan sosyal felsefesi ve siyasi teorisinin toptan ithalatıdır.

Yapılması gereken nokta şudur ki, muhtaç olunan vaat, bağlılık ve seferberliğin seviyesine şimdiki sınırlar içinde ulaşılamaz. İslam'ın dünya görüşü hala mecbur ediyor ve yerel ümmetlerin şuuru bugün Müslümanların arasında eskiden olduğu kadar kuvvetli. Asırlık (secular), sonradan sömürgeci ulusal devletler onu, ümmete ait olan fikre sahte bağlılık olarak ödemeyi gerekli buldu. "Uluslararası İslami Organizasyonlar" kurdular. İslam dışişleri bakanlarının konferansları ve pek sık olmayan İslam zirveleri düzenlediler. İslami dayanışmayı ilerlettiler, fakat insanların arasında aramadıkları, ulusal devletlerarasında aradıkları dayanışma hususunda dikkatliler.

Gerçek şudur ki, ulusal devletler, sonradan sömürgeci rejimler ve onların koruyucu süper güçleri tek bir yürek gibi atan ümmeti durduramaz. İslami hareket bu vücudun ruhudur. Dolayısıyla İslami hareket ve ümmet bölünemez bir birliğe şekil vermiş olurlar. Ümmet görevsel olarak tamamen (as a functional whole) uyuşuk duruma düşmüş ve görünüşte milliyetçilik ve mezhepçilik (nationalizm ant sectarianism) gibi bazı güçler tarafından bölünmüştür. Fakat bir anlık güç (the moment strength) vücudun her parçasına geri döner ve bir sevinç dalgası ve enerji ümmetin tamamı yoluyla harekete geçer. İran'daki İslami devrim, zamanında ümmet yoluyla hareketlenen heyecanın, parçalanmaya ve zorla kabul ettirilen dayatmalara olan nefretin ispatıdır. Fakat üzücüdür ki, düşük seviyeli sadakat kuruluşlarının, mezhepçi önyargıların, milliyetçiliğin ve ulusal "İslami partilerin"(!) hep beraber büyüklüklerini empoze etmeye çalışan Suudi Rejimi tarafından finanse edildiği, desteklendiği de doğrudur.

Kısaca söylemek istersek onlar muhtemelen başarılı oldular. Fakat her zaman olduğu gibi, problem Hz. Muhammed'in metotlarına doğru koyu bir anlayışın zabtedilmiş olmasıdır. Bu, her seviyede İslam'ın dünya görüşünün sert gösterilmesini gerektirir.
Bu yöntemde, İslami hareket çağdaş İslam karakterinin kutsal standartlarını yıkmak zorundadır.

Keskin düşünceler ve kabullenişler zamanın başlangıcından beri her yolda, kabul edilemez haldeki her durum şimdi terkedilmiş olan rahatlığın birer seçeneğidirler. Bunlar her ne kadar az olsa da İslami hareketin çekirdeğine saldırırlar. Önemli olan şudur ki; İslami hükümet şu anda yaygın olan neo-cahiliye tarafından lekelenmemiştir. Ümmetin ruhu olan İslami hükümet, kendini yenilemek zorundadır. Ümmet, kendi kendine içindeki parazitleri ve ona saldırıda bulunan yabancı güçleri imha ederek, yavaş yavaş en uygun duruma dönecektir. Demokrasi, sosyalizm, kapitalizm, monarşi, İslami partiler ve gerçekte olmayan diğerleri gibilerinin niçin kısa çözüm (erken çözüm) diye adlandırıldığını görmek çok kolaydır. Bu erken çözümler birer felakettir ve asla tedavinin bir parçası olamazlar.

Biz şunu dikkate almalıyız: İslami harekette İslami devletin rolü olan 'evrensel rehberlik'e ulaşılmalıdır. Bir kere bir İslami devlet İslami hareketin parçası tarafından kurulur. İslami hareketin bir başka bölümü, ümmetin bir başka coğrafi alanım İslami devlete dönüştürmekte başarılı olduğu zaman, İslami hareket buna mukabil olarak kuvvetlenecektir. Sonra yerel İslami harekette iki İslam devleti var olacaktır. Daha sonra bu sayı üç, dört, beş... gibi kaç tane olacağını bilemeyeceğimi sayılara ulaşacaktır. Fakat İslami devletlerin sayısı doğal olarak bugünün ulusal Müslüman devletlerinin sayısından çok daha az olacaktır. Bu İslami devletler sadece uyumlu davranmakla kalmaz, geniş bir şekilde ideal amaçlan kovalarlar. İslami hareket, bütün ümmete hizmet eden fonksiyonel kanunların kurulacağı İslami devletleri içinde bulunduran bir kafes olacaktır. Bu kanunlar, emiru'l-müminun liderliği altındaki en son İslami devletlerin birleşmesi için kaynağa uzanacaktır. Bunlar nesiller, hatta yüzyıllar tarafından görülebilecek gelişmenin ve büyümenin aşamalarıdır. Ümmetin sapması ve parçalanması 1000 yıl almıştır ve kısa süre içinde çaresi bulunamayacaktır.

Çoğu ulusal İslami devletler, ilk hedefleri kendi insanlarını ve İslam dünyasını aldatmak olan ön kuruluşları oluşturmuşlardır.

Fakat bunların bazıları Rabıta gibi bazı merkezler tarafından finanse edildiği için biz bütün dünyada devam eden düşük seviyeli resmi olmayan organize İslami hareketin geniş sistemini dışla-mamaya dikkat etmeliyiz. Bunların bazıları şu anda dalkavuk, mevkici, şarlatan veya sadece budalalar tarafından kontrol edilmekte ve yönlendirilmektedir. Bu toplum temelli ve öğrenci temelli organizasyonlar gerici rejimlerin ve etkili kişilerinin baskı dünyasından derece derece uzaklaşacak ve İslami hareketin aşın derecede yararlı direkleri olacaklardır. Dalkavukların, mevkicilerin, şarlatanların, İslamcıların (!), milliyetçilerin ve demokrat Müslümanların geniş çoğunluğu, genç ve yaşlılar İslam davasındaki gerçek işçilerdir.

Şimdiki durumda yeni olan şudur ki; İran'daki İslami devlet küçüktür, fakat İslami hareketin önemli bir parçasıdır. Devlet ile hareket arasındaki ilişki dikkatlice geliştirilmek zorundadır. Sakınılması gereken açık tuzakların bazıları kolayca teşhis edilmiştir. Örneğin, İslami İran İslami işçilerin, imamların, profesyonel vaizlerin, camilerin, cemaatlerin, gençlik gruplarının ve diğer organizasyonların, evrensel bir sistemi finanse ve kontrol eden İslami hareketin Suudi Arabistan'ı olmamalıdır. İslami Devletin dışındaki İslami hareket, İran dışındaki kaynaklarını geliştirmelidir. Bu basit tedbir hem İslami devletin, hem de İslami hareketin sağlam olması ve sesini duyurabilmeği için gereklidir. Gerçekten bazı hürmet edilmesi gereken kişiler İslami devletin yardımının dışında İslami harekete yardımda bulunmaktadırlar. Ümmetteki 1 milyarın dışındaki önemsiz 45 milyon müslümanı unutalım. Aynı zamanda İslami devletin devletçi olmayan sektörün kaynaklarından çok daha büyük olan, İslam'a emanet edilmiş, seferber edilmiş kaynaklarını gösterdiği doğrudur. Bu kaynaklar İslami harekette kendi rollerini oynamak zorundadırlar. İslami hareketin devletçi ve devletçi olmayan sektörleri arasında işbirliği ve kapalı ilişkiler var olmalıdır. Belki kuruluşların düzeni bu ilişkileri idare edebilmek için geliştirilmelidir.

İslami devletin hem içte, hem dıştaki çağdaş İslami hareketi, yaşamının çok kısa bir kısmını oluşturur. İslami devrimin ve İslam'ın İran'daki tecrübeleri İslami hareketin her yerinde toplanmalı ve özel işleme tabi tutulmalıdır. İnsan gücü ve istenen hüner içte meydana getirilmek zorundadır. İslami hareket bir toplum hareketi olmalıdır. İslami harekette liderlik vazifelerini yerine getirenler lider olmaktan habersizdirler. Onlar liderlik davranışlarını aramamaktadırlar. İslami hareketteki liderlikte soyun, zenginliğin, gücün herhangi bir fonksiyonu yoktur. Bu, belki de yalnızca yeteneğin bir fonksiyonu değildir. Kişiler liderlik davranışlarını aramazlar; liderlik davranışları kişileri keşfeder. İslami hareket genellikle performanslarının en önemli olanları için mü'minler arasında çoğunlukla alçakgönüllü olanları seçer. İslami devlette ve İslami harekette liderlik rollerini yerine getirenler tüccarların, feodal lordların, işçilerin veya entelektüellerin seçmenlerine sahip değillerdir. Onlar, onları ortaya çıkaran, onlardan mükafat veya hamilik isteyen gruplara minnettar değillerdir. Bunlar batının politik sistemlerinde politik yöntemlerin umumi günlük işleridir. Tamamiyle modern ulusal İslami partiler birçok teknikler kullanmışlardır. Bu Îslami partiler Müslüman gençliği ve öğrencileri yeniden harekete geçirmek için hiçbir teşebbüste bulunmazlar. Bazı partiler ve hareketler kişisel menfaatler için kariyercilik ve profesyonellikte itibar ve saygınlık hediye ettiler. Bazı İslami hareket ve partilerin birçok kıdemli üyeleri bugün

Suudi Arabistan'ın yanaşma kralı ve Basra körfezinin itaatkâr şeyhliklerinin hizmetinde oldukça yüksek maaşlar alıyorlar. Bu memleketlerin sıcak yazlan boyunca İslam'ın bu değerli çocukları Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da tatildeyken İslam'a hizmet ediyor gibi görünebiliyorlar.

İslam ve İslami hareket hiçbir kişisel fiyatta takip edilemeyecek bir tatil aktivitesine düşürülmüştür. Bazı profesyoneller de kendi kariyerlerine ek yapmak için küçük bir İslami çalışmada bulunmaktadırlar. Birçok Müslüman milyoner iyi yerleştirilmiş ve yerinde reklamı yapılmış İslami çalışmanın hamiliği yoluyla kendi "İslam aşkları" (!) için heybetli bir itibar elde etmektedirler.

"Yenidünya düzeni" sözü, batının yenilmez olduğuna bizi inandırmak için düzenlenmiş bir propaganda sloganıdır. İmam Humeyni tarafından yönlendirilen İran'ın silahsız Müslümanları, 1979'da büyük bir zafer kazanmıştır. Bu senaryo her yerde tekrarlanabilir. Yalnızca İslam, tarihin ve dünyanın bütün ezilmiş insanlarına özgürlük ve istiklal getirebilen dünya görüşünün tecrübesine sahiptir.

ÇAĞDAŞ İSLAMİ HAREKETLER'İN KISA BİR GEÇMİŞİ

Hindistan

1703 yılında Hindistan'da yaşayan Şah Veliyullah Dehlevi Hindistan bölgesinde ''öze dönüş" hareketini başlatan arif bir zat idi Şah Veliyullah İslam dininin fıtri olduğunu ortaya koymuş ve cehalet ve bidatlara karşı amansız bir savaş başlatmıştı. Ama ne yazık ki Şah Veliyullah bidatlar ile savaşım vereceğine Şia'ya karşı saldırılara başladı. Neticede Hindistan'da korkunç bölünmeler ve fitneler vücuda geldi. Ama Şah Veliyullah'ın oğlu Mevlevi Abdulaziz Dehlevi biraz daha tutarlı davranarak İngiliz sömürgeciliğine karşı savaş ilan etti. İngilizlerin hakimiyeti altındaki Hindistan'ı Dar'ul-harb olarak adlandırdı ve kadın-erkek her müslümanın cihad etmesinin farz olduğunu söyledi. Ama sonunda oğlu da babası gibi Şia'nın aleyhine kitap yazınca Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik bozuldu. Bizzat İngilizler bu beraberliği ve İslami kardeşliği bozmak için bu kitabı çoğaltarak dağıtımını üstlendiler. Ayrıca Seyyid Ahmed Han-i Hindî, Çerag Ali, Mehdi Ali Han ve Emir Ali gibi kimseler de bir takım saplantıları olmasına rağmen Hindistan'daki ihya hareketinin önde gelenlerinden sayılmaktadır. Bunlar arasında İkbal'in de özel bir yeri vardır. Ama İkbal birçok düşüncesini batıdan aldığı ilham ile ortaya koymuş dolayısıyla Batı1 dan etkilenmiş bir yenilikçiydi.

Ebul Kelam Azad, Muhammed Ali Cenah ve kardeşi Şevket Ali de İslam’ın ihyası hususunda önemli adımlar attılar. İlk önceleri Pakistan'ın milli hükümetinin ideolojik olarak İslam'ı kullanmasına karşı çıkan Mevdudi Pakistan'ın bağımsızlığa kavuşmasından sonra görüş değiştirdi. Bazen devletle barışır bazen de anlaşmazlık gösteren bir haleti vardı. Anayasa değişiklikleri hususunda devlete bir takım önerilerde bulunuyordu. (1)

İslami mücadelenin siyasi bir platformda yapılması gerektiğine inanıyor ve inkılapçı bir metot ile İslam'ın hakim kılınamaya
cağını iddia ediyordu.

(1) İnkılab-i İslami s. 243-249

 

 

Mısır .



 

 

Osmanlı ordusu 1213 yılında Napolyon ordusu karşısında yenilinçe Avrupalılar özellikle de İngilizler Mısır'ı istila et di. Sonunda da H. 1299 yılında İngilizler tarafından işgal edildi. (1) Mısır'a matbaa girince de birçok Fransız, Amerikan İtalyan ve Alman okulları açıldı ve ülke her taraftan Batı'nın kültür saldırısına maruz kaldı. Dolayısıyla biz de Tevfik Fikret misali birçok batı hayranı aydınlar türedi ki Tahtavi ve Şibli Şeniil bunlardan bazısıdır. Bu aydınlar da laik milliyetçi ve reformcu bir kimlik taşıyordu. Ama H. 1287 yılında Seyyid Cemaleddin-i Esedaba-di Mısır'a girince Muhammed Abduh ve Sa'd Zağlul gibi insanları kendine cezbetti.



Dolayısıyla Seyyid Cemal'in Mısır'a girmesi Mısır için bir dönüm noktası oldu. Atatürk'ün kurduğu laik modele dayalı yeni rejim İslam ülkelerinde özellikle de Mısır'da şiddetli bir sekülerizm rüzgarını estirdi. Ama Mısır'da Hasan El-Benna'nın başlattığı ciddi ve samimi çalışma Mısır'da bu sekülerizm rüzgârını dindirdi ve "Müslüman Kardeşler" teşkilatını kurarak Mısır'da yeniden bir İslami oluşum hareketini başlattı. Eğer Müslüman Kardeşler hareketi Hasan El-Benna'nın istediği çizgide devam etmiş olsaydı bugün durum bir başka olurdu. Ama özellikle 1967 yılında Mısır'ın yenilgisi sebebiyle zindanlardan salıverilen teşkilat üyeleri programsızlık ve milliyetçilik rüzgarına kapılıp kendi iç sorunlarıyla uğraşınca bu hareket de bölündü ve bugünkü istenilmeyen bir hale geldi.


Yüklə 3,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin