Birinci Bölüm Din ve Mahiyeti



Yüklə 6,05 Mb.
səhifə66/105
tarix30.10.2017
ölçüsü6,05 Mb.
#22655
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   105

d) Kumar

İslâm, birçok oyun ve eğlence çeşidini helâl, bunun yanında kumar bu­laşığı olan her türlü oyunu da haram kılmıştır, Kur'ân-ı Kerîm'de, "Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ue şans okları birer şeytan işi pisliktir. Onlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ue ku­mar yolu ile aranıza düşmanlık ue kin sokmak ue sizi Allah'ı anmaktan ue namazdan alıkoymak istiyor. Artık (bunlardan) uazgeçtiniz değil mi?" (el-Mâide 5/90-91) buyurulmaktadır. Âyette geçen "meysir" sözcüğü çoğun­lukla kumar olarak açıklanmış ve şarapla birlikte zikredilmesinden hareketle kumar, şarabın kardeşi, arkadaşı olarak isimlendirilmiştir, İbn Ömer ve bir grup tabiîn âlimi, âyette geçen meysir lafzının içeriğini oldukça geniş tuta­rak, çocuklann oynadığı ceviz oyununun bile kumar olduğunu söylemişlerdir, İbnü'l-Arabî'nin "Meysir, yapılması şu anda zaten mümkün olmayan haram bir iştir ve açıklanmasında fayda da yoktur. Adının ve şeklinin hafızalardan ve satırlardan silinmesi daha uygundur" şeklindeki açıklamasından anlaşıl­dığına göre, İbnü'l-Arabî, âyette sözü edilen meysiri, ilk dönemlerde mevcut olan fakat sonra gitgide yok olan bir kumar çeşidi olarak anlamıştır.

!?£■ İLMIHRL

Meysirin niçin günah olduğu ve yasaklandığı konusunda iki görüş zik­redilmektedir, İbn Abbas'tan rivayet edilen birinci görüşe göre, meysir Al­lah'ı zikretmekten ve namazdan alıkoyduğu ve insanlar arasında düşmanlık doğurduğu için günah sayılmış ve yasaklanmıştır, Süddî'den nakledilen diğer görüşe göre, zulüm ve haksızlığa sebebiyet verdiği için günah sayıl­mıştır. Anlaşılan o İd, İslâm bilginleri meysiri hem kumarı hem de kumar sayılmayan bazı basit oyunları içine alacak derecede kapsamlı yorumlamış­lardır. Kumar sayılmayan bazı oyun ve oyalanmaların kumar mesabesinde tutulması da herhalde içki konusunda olduğu gibi, toplumda hızla yayılma ve genç kuşaklan etkisi altına alma temayülü gösteren kumann önlenebil­mesi için, esasen meşru olmakla birlikte ileride kumara dönüşebilecek şekil ve usullerin de peşinen yasaklanması gayreti ile açıklanabilir.

Gerek Kur'an ve gerekse hadislerde kumar ilke olarak yasaklanmış, ne­lerin kumar olduğu tek tek sayılmayarak kumar yasağı belli birkaç örnek üzerinde gösterilmiştir. Tabiatıyla, kumarın yalnızca zikredilen çeşitlerinin yasak olduğu sonucu çıkarılamaz, İslâm kuman yasaklarken, bunların belli nevilerini değil, götürdüğü sonucu hedef almıştır. Bu itibarla, müslümanların Kur'an ve Sünnet'te ilke olarak geçen "kumar yasağını" her devir ve dö­nemde kendi şart ve toplumlarına göre yeniden ele almalan ve yorumlama­ları gerekir. Bunun için de hem dinî nasların, emir ve yasakların ortam ve gayesinin iyi bilinmesi, hem de içinde yaşanılan toplumda salgın bir hastalık halini alan kötü alışkanlıkların ve yol açtığı olumsuz sonuçların devamlı iz­lenmesi gerekir.

Kumar yasağından çıkarılması gereken mesajlardan bazıları şu şekilde ifade edilebilir:

Öncelikle, müslümanın elbette eğlenmeye ve hoşça vakit geçirmeye ihti­yacı vardır, İnsan melek değildir. Ancak, eğlenirken meşruiyet çizgisini aş­mamak ve kumara bulaşmamak esastır.

Diğer taraftan, müslümanın kazancı şansa ve tesadüfe bağlı olmayıp, çabasının ve alın terinin ürünü olmalıdır. Nitekim bir âyette, "İnsanın yara­rına olan, yalnızca kendi öz gayretinin sonucudur" (en-Necm 53/39) buyu-rulmaktadır.

Daha da önemlisi, başkalarının mallarını meşru olmayan yollarla almak ve yemek haramdır. Âyette "Mallarınızı aranızda bâtıl (boş ve haksız) yol­larla, yemeyin, ancak karşılıklı rızâya, gönül hoşluğuna dayalı bir ticaret sonucunda yiyin" (en-Nisâ 4/29) buyurulmaktadır. Meşru yollarla yapılma­dıktan sonra, kumarda olduğu gibi, tarafların görünen rızâları, kumarla elde

HflRflMifiR vs HeınııeR 1 23

edilen malı helâl hale getirmez. Aslında kaybeden taraf verdiğine razı gö­rünse bile, içinden razı olması pek mümkün değildir. Öte yandan kumar, diğer birçok eğlence ve aldatmaca çeşidi gibi, iktisadî gelişimini tamamlaya­mamış ülkelerde işsizliğin, fakirliğin, sınıflar arası dengesizliğin büyük çapta olduğu toplum ve kesimlerde âdeta bir umut sömürüsü olarak salgın bir hastalık halini almakta, her defasında hem büyük bir kesim mağdur ol­makta hem de haketmeden, emek vermeden ve alın teri dökmeden zengin olan birkaç problemli kişi daha topluma eklenmektedir.

Sonuç olarak kumarın taraflar arasında kin, nefret ve düşmanlığa yol açması kaçınılmazdır. Bunlar yanında, kumarın sebep olacağı toplumsal yaralar, doğuracağı facialar gün gibi açıktadır. Bütün bunlan gören, bilen ve üzerinde fikir yorabilen kişilere, Kur'an'in ifadesiyle şöyle sormak gerekir: "Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?"



VII. CİNSİ HAYAT

Yeryüzünde canlı varlıkların soylarının devamı üreme faaliyetine, bu da genel olarak erkek ve dişi olmak üzere iki farklı cinsin ortak faaliyetine bağ­lıdır, Kur'ân-ı Kerîm'de varlıkların erkek ve kadın olarak çiftler halinde ya­ratılmış olduğu (er-Ra'd 13/3; Tâhâ 20/53; Yâsîn 36/36; ez-Zâriyât 51/149), insanların da kadın ve erkek olmak üzere iki ayrı cinste bir çift olarak yara­tıldığı bildirilir (el-Fâtır 35/11; eş-Şûrâ 42/11; el-Hucurât 49/13; en-Necm 53/45), Bu itibarla cinsiyet, insan tabiatının en köklü ve ayrılmaz bir özelli­ğidir. Cinsiyet farklılığı ve bu farktan doğan her şey arızî olmayıp, aksine hayatın devamı, sürekliliği ve düzeni için zaruridir. Erkek ve kadın olarak ayrılan iki farklı cinsiyet, tek tek ele alındığında birbirinin aynısı olmayıp, aralarında yaratılış farklan vardır. Bu farklılıklar beden yapısında olduğu kadar duygu, düşünce, davranış ve tutumlarda da kendisini gösterir,

İslâm'a göre, insan olmalan bakımından kadın ve erkek arasında her­hangi bir ayırım söz konusu değildir; her ikisi de insan cinsine dahil olmaları bakımından eşittirler, Kur'ân-ı Kerîm'de insanlar arasında bilgi ve takva dışında bir derecelenmeye yer verilmediği (el-Hucurât 49/13; ez-Zümer 39/9), yapılan iyi işlerin karşılığının erkek-kadın ayırımı gözetilmeksizin aynı öl­çülerde verileceği bildirilir (en-Nahl 16/97; el-Ahzâb 33/35), Yine Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm öncesi Arap toplumundaki kadın cinsiyetini aşağılayıcı anla­yış ve uygulamalar da şiddetle eleştirilip reddedilir (en-Nisâ 4/124; el-En'âm 6/140; en-Nahl 16/58-59; ez-Zuhruf 43/17; et-Tekvîr 81/8-9). Böylece İslâm

1 £4 llMIHfll

ne bir cinsin diğerine üstünlüğünü ne de aralarında her yönden tam bir eşit­lik bulunduğunu benimser, İslâmî anlayışa göre her cinsin kendine has ve diğerinde bulunmayan bazı özellikleri vardır; dolayısıyla cinsler karşılıklı olarak birbirini tamamlar. Cinsiyetler arasında hem bir bütünleşme ve ta­mamlayıcılık, hem de rekabet söz konusudur, İslâm, cinsiyetlerin birbiriyle çatışan değil, birbirini bütünleyen özellikler olduğunu gösteren bir insanlık düzeni getirmiştir, İslâm aile düzeni, erkek ve kadının mümkün olan en üst seviyede kendi cinsî rollerinin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmesine dinî bir anlam kazandırmıştır,

A) Cinsî Duygu ve Cinsiyet Eğitimi

Cinsiyet, insan davranışlannı etkileyen önemli bir güdüdür ve her cins diğerine karşı tabii olarak ilgi duymaktadır (Âl-i İmrân 3/14; Yûsuf 12/23, 24, 30, 32-33), Hz, Peygamber de bir hadisinde, kendisine dünyadan üç şeyin sevdirildiğini belirtmekte ve bunlar arasında "kadın"ı da zikretmektedir (bk, Nesâî, "Nisa", 1),

İnsan tabiatı, cinsî hayatla ilgili üç farklı istek ve ihtiyacın tatminine im­kân veren faaliyet ve davranışlara kaynaklık eder: 1, Ruhsal tatmin ve hu­zur. Eşlerin birbirlerine duyduğu gönül yakınlığı; aralarında sevgi, saygı, bağlanma duygularının canlanmasına, birlikte yaşamayı zevkli hale koyan psikolojik bir ortamın doğmasına yol açar (el-A'râf 7/189; er-Rûm 30/21), 2, Bedensel lezzet ve zevk. Bir ihtiyaç olarak hissedilen cinsî birleşme, kişiye zevk verici bir özelliğe sahiptir, 3, Neslin devamı. Her insan kendinden son­ra bu dünyada soyunu devam ettirecek çocuklara sahip olma arzusunu ta­şımaktadır. Erkek ve kadının ortak cinsî faaliyeti, bu arzunun gerçekleş­mesine imkân verir,

İslâm dini, insanın fıtratının gerektirdiği cinsî ihtiyaç ve arzulann tatmi­nini son derece tabii karşılamış ve bu konuda fert ve toplumun huzurunu, sağlam ve sağlıklı gelişimini hedef alan düzenlemeler getirmiştir. Cinsiyet güdüsü, insanı kural tanımaz taşkınlıklara sürüklemektedir. Bunun tatmini­nin sağlayacağı zevk bir amaç haline getirildiğinde ise, insanın ahlâkî kişiliği bundan büyük zarar görmektedir. Başı boş ve sorumsuz bir cinsel hayat, nesillerin bozulmasına, insanlar arasındaki gerçek sevgi ve rahmet duygula-nnın yok olmasına, düşmanlık ve anlaşmazlıklann çoğalmasına, ruh ve beden yönünden pek çok hastalığın yayılmasına yol açmaktadır. Bundan dolayıdır ki, müslümanların iffet ve namuslarını korumaları Kur'an'ın bir emridir (en-Nûr 24/32, 33), İslâm, kadın ve erkeğin nikâh akdine dayalı

HflRflMifiR vs HeınııeR 1 25

beraberliği dışında, serbest ilişki ve birleşmelere izin vermez. Cinsî ahlâkta esas olan iffet ve namusun korunmasıdır ve bunun en uygun yolu da ev­lenmedir. Çünkü insanın cinsî duygu ve isteğini ortadan kaldırmak mümkün olmadığı gibi, İslâm açısından bu istenen bir şey de değildir. Nitekim Hz, Peygamber, Allah'a daha çok ibadet etmek amacıyla cinsî arzulannı bütü­nüyle köreltme yoluna gitmek isteyenleri bundan sakmdırmıştır (Buharı, "Nikâh", 8; Müslim, "Nikâh", 6-7), Gençleri evlenmeye teşvik eden Resûlul-lah, bunun insanı günah işlemekten koruyacağını bildirmiş, evlenmek için imkân bulamayanlara da oruç tutmayı ve iffetlerini bu şekilde korumaya çalışmalarını tavsiye etmiştir (Buhârî, "Nikâh", 2, "Savın", 10; Müslim, "Ni­kâh", 1; Nesâî, "Nikâh", 6), Kur'ân-ı Kerîm'de, eşlerin biri diğerinin iffetini koruma sebebi oluşu, "...onlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesi duru­mundasınız" (el-Bakara 2/187) anlamındaki ifadelerle belirtilerek buna işaret edilmiştir.

Zina ve fuhşun her çeşidi ile buna götüren yollar İslâm'da ahlâka son derece aykırı, kötü bir yol, çirkin bir iş ve bir hayasızlık olarak nitelendirilir (el-En'âm 6/151; el-A'râf 7/133; el-İsrâ 17/32), Ayrıca, normal cinsî tabiata aykırı düşen yollardan cinsî tatmin sağlanması da İslâm'ın hiç tasvip etme­diği bir davranış biçimidir, Kur'ân-ı Kerîm'de, eşcinsel bir yönelişe saplanıp kalan Lût kavminin davranışı çok sert bir dille tenkit ve reddedilir (el-A'râf 7/80; el-Hûd 11/78, 83; eş-Şuarâ 26/161-166; el-Ankebût 29/28-29). Erkeğin kendi eşine tenasül organından değil de arka uzvundan yaklaşması, Hz, Peygamber tarafından "küçük livâta" olarak adlandırılır ve kesin olarak yasaklanır (Ebû Dâvûd, "Nikâh", 45; Tirmizî, "Taharet", 102; İbn Mâce, "Ni­kâh", 29), Öte yandan, hayvanla cinsî temas kurulması iğrenç görülmüş, bu fiil ağır bir suç ve günah sayılmıştır (Ebû Dâvûd, "Hudûd", 30; Tirmizî, "Hudûd", 23), El ile cinsî tatmin sağlanması da yine hoş görülmeyen bir davranıştır. Bütün bunlar İslâm'da cinsî duygunun ve isteğin tabii karşılan­dığını, fakat insanın bu duygusuyla başı boş bırakılmayıp onun sağlıklı, düzenli ve huzurlu bir yöne sevkedildiğini, aklın duyguya hâkim kılınarak insanın cinsî tabiatının eğitilmek istendiğini gösterir.

Erkek ve kadın olarak her cinsin kendine has özelliklerinin korunması ve kendi tabii yönünde geliştirilmesi, cinsiyet farklılaşmasının doğal sonucudur. Bu bakımdan, kıyafetten başlayarak her türlü bilgi, tavır ve davranışlarda, cinsler arasındaki bu farklılığı dikkate alan ve her cinsin kendi özelliklerine uygun düşen bir eğitim kaçınılmazdır, Hz, Peygamber kadına benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lanet etmiş (Buhârî, "Libâs", 61-62; Ebû Dâvûd, "Libâs", 30) ve bu tipler için bazı yaptı-

126 llMIHfll

nmları yürürlüğe koymuştur (Buhârî, "Libâs", 61; Müslim, "Selâm", 62), Ay-nca, erkekler için yasakladığı cins ve renkteki giyecekleri erkek çocuklar üzerinde görünce hoşnutsuzluk gösterip müdahale etmiştir (Müsned, IV, 171).

Her cinsin kendi özelliğini koruması yanında, bazı temel ahlâkî değerle­rin de kazandırılmasıyla, sağlıklı bir cinsî eğitim ve gelişim sağlanabilir. Bu­nun için gerekli olan tedbir ve uygulamalar için en uygun yer aile yuvasıdır, İslâm bu konuyu da bazı kurallara bağlamıştır. Buna göre, çocukların zihnî ve bünyesel gelişimlerine paralel şekilde cinsî yönden bilgilendirilmesi ve eğitilmesi tavsiye edilir. Ana babanın kendi odalarında örtüsüz bulunabile­ceği saatlerde çocuklann ve diğer ev halkının izinsiz olarak odaya girmeme­leri gerekir. Gençler ve yetişkin kişiler de, karı kocanın odasına girerken her defasında izin istemelidir (en-Nûr 24/58-59), Böylece karı koca arasındaki cinsiyet hayatı gizliliğini korumalıdır. Erkekle erkeğin, kadınla kadının bir­likte aynı yatakta yatması da uygun değildir (Müslim, "Haya", 73), Çocukla­nn, yedi ya da en geç on yaşlarında yataklarının ayırılması, kız ve erkek çocukların ayrı ayrı yataklarda yatırılmasını tavsiye eden Hz, Peygamber (Ebû Dâvûd, "Salât", 26; Müsned, II, 180, 187), cinsiyet eğitiminde ana ba­banın büyük sorumluluğuna da işaret etmiş olmaktadır,

B) Cinsî Hayat ve Yasaklar

İnsanın ruhî ve manevî olduğu kadar bedenî-tabii ihtiyaçlarının da mâ­kul ve dengeli bir şekilde karşılanması gerektiği ilkesini benimseyen İslâm dini, insanın cinselliğini de tabii bir vakıa olarak ele almış, ancak bu ko­nuda, belli sınırlar ve mâkul ölçüler koyarak hem cinsî hayatı korumayı ve devam ettirmeyi, hem de insanlık onuruna ve değerine aykm davranışları, sapma ve aşırılıkları önlemeyi hedef almıştır. Diğer bir anlatımla İslâm dini, diğer alanlarda olduğu gibi bu konuda da akıl ile duygular arasında mutedil ve dengeli bir yol çizmiştir. Çünkü insan akıl, sezgi, düşünme ve karar ver­me, utanma, iffet gibi güzel haslet ve duygularla donatılmanın yanı sıra şehvet, yeme ve içme gibi bedenî ihtiyaçlara, birtakım zaaf ve temayüllere de sahiptir, İnsanın diğer dünyevî lezzet ve menfaatlerde olduğu gibi cinsel­lik konusunda da çoğu zaman bencillik ve aşırılığa kaçması, bedenin arzu ve duygulanna kapılıp barbarca bir çekişmeye girmesi kuvvetle muhtemel olduğundan, İslâm'da cinsel eğitim ve cinsî ihtiyacın tatminiyle ilgili birçok düzenleyici ve emredici kurallar konmuştur,

İslâm'ın iki aslî kaynağı olan Kur'an ve Sünnet'te cinsî hayatla ilgili bir­çok ayrıntılı hüküm yer almaktadır. Bunun için de özel hayatın bir parçasını

HeınııeR 1 27

oluşturan cinsî hayatın dinin bu emir ve tavsiyeleri doğrultusunda düzen­lenmesi, müslüman için ayrı bir önem taşır, İslâm akıl ve iradenin bedenî haz ve arzulara tâbi kılınmamasını, insanın şehvetin esiri olmamasını ister. Buna karşılık cinsel hayattan çekilme, hadımlaşma, Hıristiyanlık'ta olduğu gibi din adamlarının evlenmeyerek Tann'ya daha yakın olacağı iddiası İs­lâm'da hoş karşılanmaz, Hz, Peygamber kendini gece gündüz ibadete vere­rek dünyevî haz ve ihtiyaçlardan geri duran sahâbîleri eleştirerek bunun İslâm'ın önerdiği bir hayat tarzı olmadığını, bedenin, organların ve nefsin de kişi üzerinde hakları olduğunu, onların da haklarının verilmesi gerektiğini belirterek itidalden, tabii ve fıtrî yoldan ayrılmamayı önermiş, hadımlaşmayı da yasaklamıştır (Buhârî, "Nikâh", 7; Müsned, II, 173; III, 82), Zaten evlenip iffeti koruma, cinsî arzularını meşru ölçüler içerisinde giderme, sağlıklı ve düzenli bir cinsellik dinin emrettiği ve teşvik ettiği bir husus olduğundan geniş anlamda "ibadet" kavramına dahildir, Kur'an'da, "Sizler için kendile­riyle sükûnete erip tatmin olacağınız eşler yaratıp da aranızda sevgi ve mer­hamet peyda etmesi, O'nun varlığının del iller indendir. Doğrusu bunda iyi düşünen toplumlar için ibretler vardır" (er-Rûm 30/21) buyurulur, İffetini koruyan, evlilik içi meşru cinsel ilişki ile yetinen müminlerden övgüyle söz edilir (el-Mü'minûn 23/5-6), Hz, Peygamberin müslümanları evlenmeye teşvik etmesi, evlilik birliğini mümkün olduğu sürece korumayı öğütlemesi, bu konuda velilere ve devlete birtakım görevler yüklemesi, bekârlığı kınayıp bekâr kalmayı âdet edinenlerin şiddetle eleştirilmesi de aynı amaca yönelik­tir. Çünkü diğer dinî vecîbeler de dengeli ve huzurlu bir aile hayatı içinde daha iyi ifa edilebilecektir.

Evlenmeden önce tarafların birbirini görüp beğenmesi, taraflar arası denk­liğin gözetilmesi gibi tedbirler, eşlerin vücut ve ağız temizliğine dikkat etme, karşılıklı sevgi ve saygı gösterme, süslenme ve güzel koku sürünme, birbir­lerini cinsel yönden de tatmin etme, cinsel hayatın sırlarını koruma gibi kar­şılıklı hak ve ödevleri de dahil, cinsel hayatla ve aile hayatının mahremiye-tiyle doğrudan veya dolaylı olarak ilgili birçok konuda gerek Hz, Peygam-ber'in sünnetinde ve gerekse klasik dinî literatürde yer alan bilgi ve tavsiyeler, müslümanlarm aile hayati ve cinsel ilişki açısından da sağlıklı ve huzurlu bir hayata kavuşmasını, yanlışlık ve sapmalardan korunmasını hedef alır. Eşler arası cinsel yetersizliğin ve hastalığın haldi bir boşanma sebebi sayılmasının da böyle bir anlamı vardır, İslâm'ın cinsî hayatla ilgili olarak koyduğu yasak ve sınırlamalar da bir yönüyle bu gayeye matuftur. Kadınlarla ay hali ve lohusalık döneminde cinsî ilişkinin yasaklanması, eşler arası bile olsa anal ilişkinin livata olarak adlandırılıp yasaklanması da böyledir, İslâm'ın teşhir­ciliği, müstehcenliği, çıplaklık ve hayasızlığı, karı koca olmayanlar için şeh-

128 llMIHfll

vetle dokunma ve bakmayı, alkolü, kadın-erkek ilişkilerinde ölçüsüzlüğü kınayıp yasaklaması, bunların önlenmesi için birtakım tavsiyelerde bulun­ması da aynı şekilde fıtratı ve tabii olanı koruma, mâkul ve dengeli bir cinsî hayatı yaşatma, sapıldık ve aşırılıkları önleme çabası olarak değerlendirilebi­lir. Çünkü bu konularda insan, duygu ve bedenî arzularının yoğun baskısı altında olduğundan çoğu defa akıl ve iradesiyle hareket edemez. Aklın ve hür iradenin hâkim olmadığı alanda kişiye verilecek serbestlik, onu başı boşluğa, sapıklığa ve duygularının esiri olmaya götürecektir, İslâm böyle nazik bir konuda devreye girerek ferde akıl ve düşünce ile hareket etme­sinde yardımcı olmakta, bedenî arzu ve ihtirası mâkul bir zeminde tatmin etme yolları göstermektedir.

Son yüzyıllarda Batı dünyasında sloganlaşan cinsî serbestlik akımı, bir­çok sapıklığın, doğal olmayan ilişkilerin, iğrenç zevklerin yayılmasına, önü alınamayan hastalıkların, ruhî bunalımların baş göstermesine yol açmış, hatta bundan bütün dünya ülkeleri zarar görmeye başlamıştır. Öte yandan ağırlaşan ekonomik şartlar, gayri meşru ilişkilere karşı toplumsal hassasiye­tin kaybolması, fuhşun yaygınlaşıp kolaylaşması ve bencillik gibi farklı bir­çok âmil toplumda bekârların sayısını arttırmakta, böylece insanlann cinsel ihtiyaç ve isteklerini gayri meşru yoldan karşılayan, sömüren yeni yeni ticarî faaliyet alanları ve sektörler ortaya çıkmaktadır. Bu olumsuz gelişme­lerden cinselliği ticarî kazanç konusu yapılan kadınlar başta olmak üzere toplumun her kesimi, aile kurumu, yeni yetişen nesil ayn ayrı zarar gör­mektedir. Toplumumuzda evlilik içi huzursuzluk ve tatminsizliklerde de bu dış telkin ve yayınların önemli payı vardır. Denilebilir İd, cinsî duyguların sömürü, tahrik ve serbestisini konu edinen ve teşvik eden bunca yayın ve zararlı faaliyet, bu yayın ve faaliyetlerin etkisinde oluşan hayat tarzı ve çevre karşısında kalan insanımızı, bütün bunlara rağmen sapma ve ayak kaymalarından koruyucu en büyük faktör İslâm inancına bağlılığı ve dinî-ahlâkî değerlere olan saygısıdır. Batı toplumlarında da dindar hıristiyan ve yahudi aileler, çevreden gelen olumsuz telkinlere karşı aynı direnci göstere­bilmektedirler. Çünkü akıl ve irade imanla, Allah'a karşı duyulan saygı ve sorumlulukla birleşince, bedenî arzu ve duyguları kolayca dizginleyebilmekte, kişi, insanlığına yakışır bir hayat tarzını sürdürebilmekte, buna karşılık ferdî yetişkinliğin, dinî inancın ve sorumluluk duygusunun bulunmadığı durum­larda ise kişiler nefislerine, kötü telkin ve çağrılara kolayca teslim olmakta­dırlar.

İffet ve namusun korunması, İslâm dininin cinsî hayata ilişkin genel dinî ve ahlâkî ilkesini teşkil ettiği gibi zinanın haram kılmışı, zinaya veya iffetin

HflRflMifiR vs HeınııeR 1 29

ihlâline yol açabilecek durum ve davranışların yasaklanması da yine aynı ilkeyi korumaya yönelik önlemlerdir. Çünkü bir değeri koruma, onu doğru­dan veya dolaylı şekilde ihlâl eden tehlikelere karşı önlem almakla mümkün olur. Bu sebeple dinin aslî kaynaklannda değişik şekillerde ifade edilen ve yukarıda yer yer değinilen zina yasağı ve cinsî hayatı koruma amacına yö­nelik olarak alman çeşitli önlemler ve getirilen kısıtlamalar, fıkıh kültüründe hukukî ve ahlâkî, ferdî ve sosyal boyutlarıyla ayrıntılı biçimde ele alınmış ve dinin gösterdiği hedeflere ulaşmada fert ve topluma kılavuzluk edilmiştir,



a) Zina Yasağı

Evlilik dışı cinsel ilişki demek olan zina öteden beri insan aklının, ahlâk ve hukuk düzenlerinin, diğer semavî dinlerin yanlış, ayıp ve kötü gördüğü bir fiil olup İslâm dininde de kesin olarak yasaklanmış, işlenmesi büyük günahlar arasında sayılmış ve önlenebilmesi için birtakım tedbirler öngörülmüştür,

Kur'an'da namus ve iffeti koruma müslüman erkek ve kadınların en ön­de gelen vasıfları olarak sayılır (el-Mü'minûn 23/5; en-Nûr 24/30-31; el-Furkân 25/68; el-Ahzâb 33/35), Kur'an'da, "Zinaya, yaklaşmayın, zira o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur" (el-İsrâ 17/32) buyurularak hem zina­nın apaçık bir çirkinlik ve sapma olduğu belirtilmiş hem de zinanın yanı sıra kişiyi zinaya götürecek yol ve ortamlar yasaklanmıştır. Çünkü zina, nesebin kanşmasına, ailenin dağılmasına, hısımlık, komşuluk, arkadaşlık gibi bağla­rın çözülüp toplumun manevî ve ahlâkî değerlerinin temelden sarsılmasına yol açan ve insanı bedenî zevklerinin esiri yapıp aşağılayan çirkin bir dav­ranıştır. Böylesi zararlı ve kötü davranışın sadece ahlâkî ve dinî müeyyide­lerle yasaklanması yeterli olmayacağından Kur'an'da zina eden erkek ve kadına bedenî ceza (celde) uygulanması da emredilmiştir (en-Nûr 24/3), Hz, Peygamber'in tatbikatında ise bu konuda bir ayırıma gidilerek, Kur'an'da zikredilen bedenî ceza evli olmayan kimselerin zinasına uygulanmış ve ay-nca bu kimseler bulunduklan bölge dışına bir yıllığına sürgün edilmiş, zina eden evli erkek veya kadının ise taşlanarak öldürülmesi (recm) yönünde uygulamalar yapılmıştır (Buharı, "Hudûd", 30, 32; Ebû Dâvûd, "Hudûd", 23-25; Şevkânî, Meylü'l-evtâr, VII, 91-97),

Kur'an ve Sünnetteki bu esaslardan ve aymmdan hareketle gelişen İs­lâm ceza hukukunda da zina suçunun oluşumu, uygulanacak cezanın ma­hiyet, tür ve şekli, sanık ve suçluların hak ve yükümlülükleri gibi konularda ayrıntılı bir hukuk doktrini meydana gelmiştir. Bu ayrıntıların temel amacı, suçta ve cezada kanuniliğin, açıklık, kesinlik ve objektifliğin sağlanması,

130 llMIHfll

suçlunun ve toplumun haklarının korunmasında dengenin kurulması, top­lumun genel ahlâk esaslarının ve kamu düzeninin ihlâlinin önlenmesidir. Zina suçunun ispatında dört erkek şahidin bulundurulması veya suçlunun dört defa ikrarda bulunması şartı da suçun tesbit ve ispatında şüpheli du­rumları önlemek içindir. Bu aynı zamanda zinanın aleniyet kazanıp top­lumca bilinir bir hal aldığında cezalandırılması gibi bir anlam da taşır.

Toplumda zinanın önlenebilmesi için yasaklamanın veya suçu sabit gö­rülenlere ceza uygulamanın yeterli olmayacağı, hatta İslâm'da cezaların uygulanışının amaç olmadığı açıktır. Onun için de İslâm'da suçların önlen­mesi, kişileri suçu işlemeye sevkeden duygu, ortam ve araçların ıslah edil­mesi, işlenen suç ve günahların da mümkün olduğu ölçüde gizlenmesi ilke edinilmiş, bunun için de öncelikli olarak, erkek ve kadınların yabancılann (aralarında evlilik bağı veya devamlı evlenme engeli bulunmayan kimselerin) yanında belli yerlerini örtmeleri, birbirlerini tahrik edecek şekilde davran­mamaları, yabancı kadınla erkeğin baş başa kalmaması (halvet), toplumda açıldık ve müstehcenliğin önlenmesi gibi birinci kademede yer alan önlemler alınmıştır. Karşı cinsleri cinsel yönden uyaracak türde söz, bakış ve yakın ilişkilerin de zinaya hazırlayıcı hareketler olarak kınanması bu yüzdendir.

Hukuk düzeninin öngördüğü hedeflerin gerçekleşmesinde yasaklar ve bu yasakları koruyucu cezalar, tâli yasaklar ve tedbirler kadar, sosyal arka plan ve insan unsuru da önem taşır. Bu sebeple de İslâm toplumlarında söz konusu tedbirlerle yetinilmeyerek ailelere ve topluma çocukları eğitme, evli­lik yaşını geçerli bir sebep olmadıkça geciktirmeme, evlenmeleri kolaylaş­tırma, toplumda dinî ve ahlâkî değerleri diri tutma gibi ilâve görevler veril­miş, her müslümanın kendi eğilim ve davranışını kendi başına denetleyebi­lecek bir ahlâkî yetişkinliğe, kişilik ve sorumluluk bilincine ulaşması hedef­lenmiştir. Çünkü İslâm'ın temel gayesi suçluların cezalandırılması değil, toplumda suç ortamının oluşmaması, insanların güven ve huzur içinde ya­şamasıdır. Ancak, bütün bu önlemlere rağmen toplumda zina suçu işlendi­ğinde, aleniyet kazanıp kesin olarak ispat edildiğinde, suçlunun cezalandı­rılması, hem suçun önlenmesi, hem toplum hakkının korunması açısından kaçınılmaz bir sonuçtur, İslâm'ın cezaların objektif, âdil ve tutarlı bir şekilde uygulanmasını emredip suçluya artık suçu işledikten sonra açınmaması gerektiğini ikaz etmesi de (en-Nûr 24/2) suçlunun cezalandırılmasının gerçek anlamda adalet ve rahmet olması gerçeğini ifade içindir. Çünkü insanlara gerçek anlamda acıma, suçluları affetme şeklinde değil, suçlan önlemeye çalışma, suça giden yolları kapama, fakat toplumda suç işlendiğinde de ta­vizsiz, tutarlı ve etkili şekilde suçluları cezalandırma ile olur.

HeınııeR 1 31

Günümüz toplumlarında zinanın, birçok cinsel suç ve sapıklığın yaygın bir hal almasının, aileyi ve toplumun ortak manevî ve ahlâkî değerlerini sarsıcı bir boyuta ulaşmasının temelinde eğitimin, aile içi ve beşerî ilişkilerin dinî ve ahlâkî zeminden kopanlarak bireyci, özgürlükçü, bencil ve yararcı bir zeminde geliştirilmeye çalışılması, suçları tesbit ve cezalandırmada, ka-dın-erkek ilişkilerinin bireysel özgürlük ve hakların sınırlannı belirlemede bazı temel kriterlerin yitirilmiş olması yatmaktadır. Bu yanlışlıklar sonucu, suçluya acıma veya bireysel özgürlükleri koruma adı altında yanıltıcı propa­gandanın baskın etkisi sonucu birçok suç gerektiği şekilde önleyici, ıslah edici ve denk bir ceza ile karşılık görmemekte, suç mağduru fert veya top­lumun hakları göz ardı edilmektedir. Batı toplumu için çok daha geçerli olan bu değerlendirmeler, Batı toplumuyla yakın ilişki içinde olan müslüman top­lumlar için de kısmen geçerli olup, Batı'daki bu olumsuz gelişmelerden müs­lüman toplum ve kesimler de oldukça etkilenmektedir. Bu alanda sayıları ve etkinlikleri giderek artan birçok olumsuz yayın, yönlendirme ve cinsel öz­gürlük propagandasına, örgün eğitiminin ve resmî politikaların da bu ko­nuda yetersizliğine rağmen toplumumuzda zinanın ve diğer cinsel suç oran­larının Batı toplumlarına göre daha düşük olmasının temel nedeni, İslâm dininin ve genel ahlâk ilkelerinin fertlerin gönüllerinde, günlük hayatlarında ve insan ilişkilerinde egemenliğini ve yönlendiriciliğini büyük ölçüde sür­dürmekte oluşudur. Ancak bunun yeterli bir güvence olarak görülmesi yan­lış olur. Suçlunun cezalandırılmasından çok suçun işlenmesine meydan ve­rilmemesi ve o ortamın yaratılmaması daha önemli olduğuna göre, birey­lerin iyi eğitilmesi, ahlâklı ve erdemli kişiler olarak yetiştirilmesi, cinsî arzu ve ihtiyaçların sömürü aracı yapılmasının ve müstehcenliğin önlenmesi gü­nümüzde daha büyük önem taşımakta, devlet, toplum ve bireyler olarak her kesim bu alanda ayrı ayrı sorumluluklar taşımaktadır.



Yüklə 6,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   105




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin